@Ferhat Karaca teşekkür ederim. umarım başka sefere daha iyisini yaparım.
birkaç fotoğraf paylaşarak devam edelim.
Karadağ'daki kamp ateşim. el testeresiyle kenarda kırık olan odunları toplayarak yaktığım bu ateşle, bizim gibi düşünmeyenler için söylersek,doğaya zarar verdiğimi düşünmüyorum. yoksa soluk almak dahi doğaya zarardır. tartışmak adına değil fikrimizi belirtmek adına söylemiş olalım.
hava gittikçe kararıyor. ve hava daha da karardıkça ateşin anlamı belirginleşiyor. Uzun zaman ateşi seyrediyorum sadece. bu akşam internet yok telefon yok. tamamen kendimleyim. sadece 30 metre ilerde akan nehrin sesi var.
sırbistana girişteki harika manzaralar. bütün bu güzellikler eşliğinde dakikalarca iniş... yol boyunca rotam neden ters, neden benimle aynı yönde rota takip eden birileri yok diye düşünüp durmuştum. çünkü gördüğüm tüm bisikletliler karşı yönden geliyorlardı. fakat burdaki ve arnavutluk sınırındaki inişleri yaşadıktan sonra çok şanslı olduğuma inandırdım kendimi. Ne tuhaf! bana ters yönde giden bisikletliler gibi onların ataları ve bizim atalarımız da aynı yönde hareket etmişler. selçukludan osmanlıya kadar hep batıya yol almayı düşlemiş öyle yapmışız. Onlar da Doğuya...
Vrele Bosna'dan görüntü. arapların istilasına uğramış bir güzellikti. bosnada araplar inanılmaz çoğunluktaydı. neden öyleydi ? bilmiyorum. sadece para mı acaba?
saraybosna yolunda kilometrelerce süren müthiş yokuştan bir görüntü. bayanlar bile karşımdan arabalarıyla geçerken bu yokuşu çıkışım sırasında korna çalarak desteklerini göstermekten geri durmadılar. fakat asıl yokuş benim için bi süre sonra gireceğim otobandan atılınca başlayacaktı. hiç şüphe yok ki yolculuğumun en zor yokuşuydu.
psikolojik eşik bilindiği gibi turda çok önemli. günün sonunda bir kez daha bunu öğreniyoruz.
Birazdan yağmur yağacak. Arnavutluk girişi. bahsettiğim iniş hala devam ediyor. kısa bi süre yağmur yedim. fakat umrumda değil. yağmurda sürmeden nasıl tur bitebilirdi ki? buna tanrı da razı olmazdı ve yağmuru hak ediyordum galiba. ıslanmak güzeldi.
Bir de şöyle bakalım sırılsıklam olmak nasıldı?
doğayla diş geçirircesine değil gülerek mücadele ettiğim için huzurluyum. doğanın karşısında değil yanında olmak zira bu.
Tura çıkmak, uzun yol yapmak, yalnız olmak tıpkı bu dev çınara gövdeni dayamak gibi. aylarca binbir sorun yaşamışsın binbir tane problemi çözmeye çalışmışsın. kavga gürültü içindeki insanların, kalabalıkların ortasında yalana hüsrana hayal kırıklığına iyiliğe ve kötülüğe, maddi sorunlara batmış çıkmışsın.
yaşamak istiyorsun yeniden. yaşadığına bir tanık istiyorsun yeniden. başkası değil kendin buna inanmak istiyorsun.
ne yapabilirdin bu durumda? şüphesiz gidip bir otelde havuz başında güneşlenecek değildim. şüphesiz kolaya razı olamazdım. şüphesiz daha çok dünya görmek daha çok insan görmek daha çok varolmak istiyordum. bunun yolu korkularımla -kaçmadan- yüzleşerek üzerine gitmekten geçiyordu. bazen cahil cesaretiyle bile olsa öyle yaptım sanırım. risk almayı seviyorum. zinde tutuyor insanı. düşünce,zihin bakımından diri tutuyor insanı. Bu konuda aklıma Fransızların "Köprüdeki Kız" filmi gelir çoğu zaman. Kız intihar etmek üzeredir köprüde. ordan birisi seslenir "neden atlamıyorsun?" zaten tükenmiş olan kız rest çeker fakat adam hala üzerine gidince kendini aşağıya bırakır. hemen arkasından atlar adam. kızı kurtarır fakat kız anlayamaz, çünkü az önce atlamasını isteyen bu adamdır. sonunda anlaşılır ki adam bu köprüde son noktaya gelen insanları avlayan ve partneri yapmayı amaçlayan bir bıçak atıcısıdır. turistik gemilerde veya sirklerde çalışarak dönen çarktaki canlı mankene bıçak atmaktadır.
Hiçbir zaman hiçbirimiz şu yukardaki resimde gördüğünüz kadar kalın köklerle var olamayacaz dünyada. bütün kazandıklarımız bütün çabalarımıza rağmen...
Düşünüyorum da Nietzsche bir bisiklet turcusu olsa acaba neler yazardı: )