10. Gün : Kaptan Motel - Transfagaraşan - Piscul Negru
Sabah ilk işim Gökalp’in durumunu öğrenmekti. İlaçlarla birlikte daha iyi olmasını bekliyordum ama beklediğim durumda değildi. Genelde iyi olmasına rağmen bisikletle yola devam edecek fiziksel durumda olmadığını söylüyordu. Ben bugünü de gözden çıkarmıştım. Günü de geçirir, sonra da Transfagaraşan’ı pas geçip ana yoldan Bükreş’e gidebiliriz hem de fazla efor sarf etmemiş oluruz diye düşünüyordum. Aklım Transfagaraşan’da kalacak olsa da Gökalp’le birlikte yola devam edebileceğimizi düşünüyordum. Ama tabi Gökalp’in düşüncesi benimle aynı olmayabilirdi. Bu konuda ısrar etmeden yanında olmaya çalışıyordum. Aklımda Transfagaraşan’ı geçmek olsa da şu an Gökalp bu konuda pek ümit vermiyordu.
Kahvaltı sonrası Internet’te zaman geçirirken WhatsAp’tan eşimle konuştum. Durumu anlatıp bugünü de burada geçireceğimizi söyledim. O da, bana, “Gökalp dinlenirken sen git gel. Çıkabildiğin kadar çıkar sonra geri dönersin, hem de görmüş olursun, o kadar hayal etmiştin.” dedi. Açıkçası bu önerisi aklıma yattı. Gökalp gün içinde dinlenirken benim ona direkt bir yardımım olmuyordu. Sadece yanında bulunuyordum. Gökalp’e, o dinlenirken Transfagaraşan’a gidip gelmeyi düşündüğümü söyledim. “Çıkabildiğim kadar çıkar, oraları da görmüş olurum. Akşam geç de olsa dönerim. Sen de dinlenirsin. Yarına da bakarız.” dedim. Bunun üzerine Gökalp hiç beklemediğim bir cevap verdi. “Abi ben hiçbir zaman yola devam edebilecek seviyede olamayacağım. Sen yoluna devam et. Ben buradan döneyim.” dedi. Ben, belki bir gün sonra yola devam ederiz ama aradan Transfagaraşanı çıkarırız, yolu da kolaylaştırırız diye düşünürken o turu kafasında bitirmişti. “Ama sen nasıl dönebileceksin ki bu durumda ?” diye sordum. Onun beni ikna ettiği sözü “Abi zaten benim fiziksel bir yardıma ihtiyacım olmuyor. Seni de yolundan alıkoymayayım. Ben buradan otobüsle, bir şeyle dönerim. Sen de yola devam edersin.” oldu. Aklımda, Transfagaraşan, geçen sene geçemediğim Bulgaristan geçti. Yola devam etmeyi çok istiyordum. Gökalp de böyle bir öneride bulununca ve gerçekten de rolüm yanında bulunmaktan başka bir şey gerektirmediği için, olabileceğini düşündüm. “Sen ne yapacaksın peki ?” dedim. “Ben bugün otobüsle nasıl gideceğimi öğrenirim.” dedi. Özellikle bu detayları almalıydık ki onun ne zaman ve nereden otobüslere binebileceği belli olsun. Kaptan Motel’in işletmecisi Türk arkadaşla görüştü. Detayları sordu. Sibiu’dan otobüsle Bükreş’e, oradan da yine otobüsle İstanbul’a gidebileceğini öğrendi. Saatlerini de öğrenince onun da programı belli oldu. Bu durumda, ben yolda devam edecektim o da yavaş yavaş Sibiu’ya dönecek ve otobüsle Bükreş’e gidecekti. Kısaca benden önce Bükreş’te olacaktı.

“Bi gezip geleyim.” diye başladığım günde yola devam ediyordum ama gün öğleyi bulmuştu neredeyse. Yola hazırlandım. Gökalp’le vedalaştıktan sonra yola çıktım. Bir buçuk günlük dinlenmenin ardından yoldaydım ve kraliçe etaba başlamıştım. Aklımda bir sürü soru vardı. Hava nasıl olacak ? Transfagaraşan ayrımına kadar 45 km. yol nasıl geçecek? Ben tırmanışa başlarken ne durumda olacağım ? Ne kadar çıkabileceğim ? “Artık yola devam edemeyeceğim” dediğim noktada kalacak yer bulabilecek miyim ? Hava nasıl olacak ? Hava nasıl olacak ? Hava nasıl olacak ?...
MapMyRide ilk 45 Km.’nin sonrasında 40 Km.lik, ortalaması %4 olan bir tırmanış gösteriyordu. Artık MapMyRide’ın tavrını iyi biliyordum. Asıl yokuş dediğimiz noktanın öncesindeki az eğimli yerleri de ortalamaya kattığı için yolun devamının ciddi eğimli olduğunu anlıyordum. Dolayısıyla benim için tırmanış 40 Km. değildi ama ortalaması da %4 hiç değildi.

Yol, trafiği yoğun bir biçimde devam ediyordu. Benim de heyecanım artıyordu. Kafam sürekli sağ tarafa dönük pedal çeviriyordum. Dağlara bakıyordum. Hava aşağıda fena değildi ama yukarılar çok bulutlu görünüyordu. Sonunda, Balea Lac, Cartişoara ayrımına geldim. Balea Lac Transfagaraşan’ın tepesindeki gölün adıydı. Ortaya çıkarken Cascada adında başka bir gölün yanında geçiyordunuz. Levhada Balea Lac 35 km. yazıyordu. Bu da en az 20 km. sağlam tırmanış anlamına geliyordu.

Ana yoldan ayrılıp Transfagaraşan geçidinin yoluna girdim. Yol çok hafif bir eğimle karşıdaki dağa doğru gidiyordu. Ben de, her tırmanışta olduğu gibi tahmin etmeye çalışıyordum yolun geçtiği yerleri. Bir yandan da yukarıdaki bulutlara gözüm takılıyordu. “Yağmur var.” dedim kendi kendime. “Kesin yağmur var.”
Yolun yavaş yavaş tırmanmaya başlamasıyla ben de tırmanış moduna girdim. Günün öğleden sonrasının ortalarını bulmuştum. Artık ormanın içinde, %8, %10, %12, %14 eğimlerle boğuşmaya başlamıştım. Hava serin olmasına rağmen ister istemez terliyordum ama bunu üzerine bir de yağmur atmaya başlayınca yağmur kıyafetlerine geçmem kaçınılmaz olmuştu. Kask kılıfından ayakkabı kılıfına kadar giyindim ve klasik olanı yaşadım. Yağmur kısa sürede kesildi.

İlk durak Lac Cascada’ydı. İlk karşılaştığım göldü diyecektim ama göl yolun 50 m. altında olduğu ve ormanın içinde olduğu için görüş alanıma girmedi. Ben de tırmanışa devam etmek için yoldan ayrılmadım. Göl yakınında otellerin ve satış alanlarının olduğu küçük bir yerleşim alanı vardı. Birçok araç yol kenarına park etmiş insanlar gölün olduğu alana doğru yürüyorlardı. Hareketli bir ortam görüntüsü veriyordu çevre. Devam ederken, üzerinde yeşil fondaki yazı ile Transfagaraşan geçidinin açık olduğunu belirten levhayı gördüm. 07:00 – 21:00 saat aralığını görünce de geçişlerde saat sınırlaması olduğunu düşündüm. Bu levhayla fotoğraf çektirmek benim için önemliydi ama daha tırmanılacak yaklaşık 15 km. yol vardı. Yola devam etmeliydim.
Bulutlar ensemdeydi ama o ilk sortinin dışında bir yağışla karşılaşmamıştım. Yol artık daha dik bir biçimde tırmanıyordu. Manzara, bulutların müsaade ettiği kadar görünüyordu ama muhteşemdi. Yol kenarında, uzaklardan dikkati çeken muhteşem bir kayanın üzerine bir levha monte edilmişti. Yazısını okuyamadım ama o heybetli kaya geliş ve gidiş istikametinde çok güzel görünüyordu. Dönüp dönüp baktım.
Yolun ulaştığı son noktada karşımda bir duvar gördüm.

Trasfagaraşan’ı araştırırken gördüğüm, muhteşem firkete virajların olduğu noktaya gelmiştim. O virajlar da o duvara tırmanabilmek içindi. Gerçekten bir duvar gibi yükseliyordu son çıkış. Sağdan, soldan, bir sürü noktadan çok sayıda dere birleşe birleşe daha büyük dereleri oluşturuyor, çağlaya çağlaya muhteşem görüntüler vererek akıyordu. Hava ıslak, ortam ıslak, ben ıslağım… Tahminime göre önümde 5 km.lik, firkete virajların olduğu yokuş vardı. Ortamda hiç ağaç yoktu ve yağış olursa ne yapacağımı bilemiyordum. Daha doğrusu hiçbir şey yapamayacağımı biliyordum.

Ve korktuğum başıma gelmekte gecikmedi. Yolun son 3 km.sinde bardaktan boşanırcasına yağan yağmur ıslanmadık yerimi bırakmadı. Ben de, herhangi bir korunak olmadan, ıslana ıslana tırmanışa devam ediyordum. Son metreleri aşınca Transfagaraşan’ın zirvesinde buldum kendimi. Müthiş bir rüzgar, yağan yağmuru daha da şiddetle çarpıyordu suratıma. Ama işte oradaydım. 2000 m.’de, Trasfagaraşan’ın zirvesinde.

Aslında burası bir zirve değildi. Dağın zirvesinin 200 m. altındaki gölün (ki buranın benzeri olan Uludağ’ın zirvesinin altındaki gölleri de görmüştüm) yakınında 2 otel ve satış standlarının olduğu bir ortamdı. Yolun devamı da bir tünelle dağın öteki yüzüne çıkıyordu.
Benim için yemek ve dinlenme zamanıydı. Ama feci rüzgar, yağmuru ve soğuğu kat kat arttırıyordu. Bulduğum bir gözlemecide hem tuzlu hem de tatlı ihtiyacımı giderdim. Önündeki tentenin altında yağmurdan korunarak yiyeceklerimi yedim ama yanındaki çay pek de istediğim bir çay değildi. Hem sallama hem de hiç haz etmediğim şekilde meyve çayıydı. Hızlıca karnımı doyurdum. Yapmam gereken 2 şey vardı. Önce buranın magnetlerini almak

sonra da kalacak bir yer bulmak. Aslında biraz daha devam edebilirdim ama akşam olmuştu ve hava berbattı. Uygun bir yer bulursam burada da kalabilirim diye düşündüm. Yola yakın olan, dağ evi havasındaki otelin içine girdim. Tito’yu dışarıda sundurmanın altına, yağmuru fazla yemeyecek ve görebileceğim bir noktada bıraktım. İçerisi sıcaktı. Yağmurluğumun içi ve dışı eşit ıslaklıklaydı. Lobi ya da restoran denebilecek yerde bir masaya konuşlanıp, başka bir şey bulamadığım için, yine o iğrenç meyve çaylarından içerken ısındım. Bu arada otelin fiyatını da sordum ki sormaz olaydım. Tam 250 € dedi resepsiyonla çay ocağı arası yerdeki hatun. Nedense bir anda yola devam etmeye karar verdim.

Ama çok ıslaktım ve inişte bu şekilde devam etmek istemiyordum. Yağmurluğum ıslaktı ve giyince tekrar ıslanacaktım. Bunun üzerine birkaç kat giyinmek aklıma geldi. Kılıf olmasına rağmen ayağım ıslaktı. Çorabımı değiştirince de ıslanacaktım ama en azından biraz zaman kazanacaktım. Forma yerine daha kalın olan içliği ve üzerine de, normalde, yağışsız ama serin yerlerde giydiğim rüzgarlığı , hepsinin üstüne de ıslak yağmurluğu giydim. Tamamen ıslanan kadar biraz zaman kazanırım diye düşündüm. Ve işe yaradı…

Bir süre o kuruluk hissiyatı gerçekten iyi hissettirdi. İnişte kendi kendime sürekli “Çok mantıklı, çok mantıklı…” diye tekrarlıyordum. Ama sürekli... “Çok mantıklı, çok mantıklı…”
Tünelin içi bile damlıyordu. Öte yakası ise ayrı bir dünyaydı. Rüzgar azaldığı için, duruyorken yağış pek etki etmese de inişte hızlanınca ciddi ciddi çarpıyordu yüzüme. Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen manzara harikaydı. Hele orada olmanın verdiği his tavandı.

Keskin virajlarda, çok da hızlanamadan, arada fotoğraf çekmek için durarak iniyordum. Bu şekilde, hava kararana kadar devam edebilirdim. Aslında kararsa da deva ederdim ki zaten yer bulmak için etmeliydim. Zirvelere, bulutlara, küçük şelalelere baka baka iniyordum. Henüz rahatsız da olamamıştım yağmurdan. Çünkü yaptığım çok mantıklıydı.

Yolun sağında, yoldan içeride kalan, 5-10 yapının bir arada olduğu bir yerleşim yeriydi Piscul Negru. Yapıların çoğu da otel, motel, pansiyon sınıfındaydı. Yolunda aşağı inip tekrar yukarıya doğru çıkarken adamın birinin bana seslendiğini duydum. Ne dediğini anlamadım ama “Boş oda var” tadında bir şey olduğunu düşündüm. Buna rağmen gözüme takılan başka bir yere gidip fiyat sordum. Sonra başka bir yere. Uygun olan bir yere karar kıldım. Kaldığım yer aile işletmesi olan bir pansiyondu. Tito’yu iç kısımda bir yere alıp odaya çıktım. Hemen sonra da yemek için aşağıdaki restorana ( restoran dediysem de bir kaç masa

) indim. Karnımı doyurup tekrar odaya çıktığıma bütün bir günü aklımdan geçirip kendi kendime tekrarlıyordum: “Çok mantıklı. Çok mantıklı…”
Mesafe : 75,31 km.
Yolda Geçen Zaman : 06,03 saat
Ortalama Hız : 12,4 km/s
Max. Hız : 47,9 km/s
Yükseklik kazancı : 1736 m.
Yükseklik kaybı : 983 m.
Min Yükseklik : 367 m.
Maks Yükseklik : 1963 m.
Ort. Sıcaklık : 19,0 C