Scudo Sports

Biraz da aşk ve romantizmle ilgili hikayeler ve fotoğraflar

http://img26.imageshack.us/img26/774/masalbitti.jpg



Gece başlamışsa ve uyumak için acele etmiyorsa yüreğin; hala düşünecek hala yapılacak bir sürü işin ve bir sürü planın olduğunu söylüyorsa beynin; buna karşılık günün bütün yorgunluğunu belki de hiçbir şey yapmamana rağmen sana hissettiriyorsa bedenin; konuşmak istiyorsa bir şeylere ulaşmak istiyorsa kalbin ama sadece yalnızlığın o ağır o derin sesiyse hissettiğin...

Üşüyorsan ama soğuktan değil. Susuyorsan ama korkundan değil. Gidiyorsan ama istediğin için değil ve arıyorsan ama bulmak için değil. Her dakika daha ağır geçiyorsa ve geçen her dakika seni daha fazla yoruyorsa... Gelecek seni güldürmüyorsa aksine geçmiş özletiyorsa kendini. En masum anında lanetlenmişse bedenin ve yanıyorsa ateşler içinde belki de kutuplarda yürürken. Ve sadece yalnızlığın sesiyse duyabildiğin...

Vazgeçmek istemediklerinin senden kaçarcasına uzaklaştığını görüyorsan ama koşamıyorsan artık ve her bağırmak istediğinde düğümleniyorsa sözcükler boğazına ve canını acıtıyorsa içinde kalan her bir harf. En çok yardıma ihtiyacın olduğu anda aslında kimsenin sana yardım edemeyeceğini biliyorsan buna rağmen medet umuyorsan sana yabancı gözlerden. Yaptıkların hep yapman gerekenlerden farklı oluyorsa ve bunu anlayamıyorsan bir türlü...

Her sabah uyandığında uyumak istiyorsan, geceyi istemiyorsan yalnızlığın sesini ve yine bitmeyecek bir geceyi. Buna rağmen günler hep kısalıyorsa sana inat ve geceler alay edermiş gibi üşütüyorsa seni. Buna rağmen yanıyorsan o soğukta ve anlıyorsan kimsenin bunu bilmediğini. Özlüyorsan her geçen saniye bir önceki geceyi. Ve yalnızlıksa tek duyabildiğin...

Eski fotoğrafları gördüğün zaman tesadüfen; içini garip bir mutluluk kaplıyorsa. Ve son resim elinden düşerken anlıyorsan ne kadar özlediğini ve çözemiyorsan bir türlü neden her şeyin değiştiğini. Susuyorsan... Ve yalnızlığın sesiyse tek duyabildiğin...

Eski şarkılar daha çok dokunur olduysa bedenine ve en çok yardıma ihtiyacın olduğu halde anlamaya başlamışsan yalnızlığını ve gece hala ilerlemiyorsa bu gürültüde. Ve uyuyamıyorsan bir türlü. Her şey bir telefon kadar yakınsa ama korkudan ayrı bir şeyse seni uzaklaştıran ve anlatamıyorsan bir türlü anlayamadıklarını. Binlerce defa anlatılan bir masalı. Ve yüzü aklından hiç çıkmıyor olsa da çıkaramıyorsan adını. O müthiş masal kahramanını...

Hiçbir çıkış yoksa ve yapayalnızsa bedenin. Bembeyaz duvarlar içinde. Bir resim. Siyah beyaz… İçin yanıyorsa ve su içmek bile gereksiz geliyorsa. Sigaranın dumanı içindeki ateşi belli ediyorsa dışarıya. Ama anlamıyorlarsa. Söndürmeye bile çalışmıyorlarsa. Sormuyorlarsa. Yoldan geçen herkesi tanıdığını düşünüyorsan ve belki de yanında yürüyeni bile bilmiyorken selam veriyorsa herkes sana sırf sen onları tanıdığını düşünüyorsun diye. Ve oysa tek bir yüz görüyorsan her zaman ama adını hatırlayamıyorsan bir türlü...

Sokaklarda insanlar azalıyorsa birer birer. Aklındaki düşünceler gibi. Yürüyorsan yine de yapayalnızsan senin onları tanıdıklarını sananların arasında. Ve dumanın hiç sönmüyorsa...

Aynı masalda ne yapacağını bilmeyensen. Isırılmış elma gibi düşüvermişsen yere. Masal devam ediyorsa ve kimse seni düşünmüyorsa artık...

Yirmi senedir üzerinde uyuduğun yastıkları bir bir atıyorsan yataktan ve bulamıyorsan kafanı rahatlatacak hiçbir şey o karanlıkta. Işıkları açmak dağınıklığı görmek kadar dayanılmazsa...

Uyuyamıyorsan ve katlanamıyorsan yalnızlığa. Kendinle beraber yaşayamıyorsan yalnız kalamıyorsan kendi başınayken. Sayfalar sıra sıra bitiyorsa; kitaplar devriliyorsa raflardan ve sen okurken dakikalar geçmiyorsa hayatından; yaşadığın bir masalsa artık ve başkalarının uyumaları için yazılmışsa bütün bunlar...

Gökten düşen üç elmadan biriysen başkalarının mutluluğu için. Masal bitmişse ve unutulmuşsan bir köşede;

Bir çığ gibi geliyor demektir "AYRILIK"...

"m a s a l b i t t i k a ç k u r t a r k e n d i n i"
 
  • Beğen
Tepkiler: Mert Bağcılar
Scudo
(ses düşerse, kelimeler yara alır)

- pardon,'seni seviyorum' diyen bir ses buradan geçti mi acaba?
- hayır bayan, görmedik

bir adam çıplak sesle şarkı söylüyor,
sesi üşeyecek diye çok korkuyorum
bir kadın limanda günah çıkartıyor,
günahları denizi kirletecek diye tedirgin oluyorum

tut(ma) beni gece
karanlığında şarkılara gebe kalıyorum

- pardon, 'seni özledim' diyen bir ses uğradı mı acaba buraya?
- hayır bayan, uğramadı

tutkularım çiçek verdi, kokusunu saldı
satamadım biriktirdiğim dağ özlemlerini
İsmet Teyze yaşasaydı söylerdi, anılarla nasıl başa çıkılacağını
herkes ölüyor, sevdaların öldüğü gibi

kandır(ma) sın beni şiirler,
yokluğumu isimlendirmeye gidiyorum

- pardon, 'kadınım' diyen bir ses bir not bıraktı mı acaba?
- hayır bayan, bırakmadı

cinayeti ellerim gördü
bir de yüreğim
gözlerim inanmaz yüze değmeyen bakışlara

beni rahmine al ve yeniden doğur anne
yanılgılarımın kapısını tekrar çalmayacağım
kuş tüyü vaatlerde kaybettim gerçeğimi
kandır(ıl) dığımı bırak unutayım

- pardon, 'sen benim elma şekerimsin' diyen bir ses sizde kaldı mı acaba?
- hayır bayan, kalmadı

yorgun turuncu açtı gözlerini,
geceye tutundu
kıskanmasın canım mavi, onu da unutmadı
sır küpüdür şehvet bedenimde,
kapıma dayan(ma) dı

bacaklarım mecalsiz artık aşk
sana kapıları açamayacağım diye korkuyorum

- pardon, 'artık bensiz bir yaşamın olsun' diyen bir ses ağladı mı acaba?
- hayır bayan, duymadık

kanım çekiliyor dostlar
ayrılıkların en dokunulmaz şahidiyim
Pelin ONAY
 
  • Beğen
Tepkiler: Mert Bağcılar
Yaşam, insanlara bazen ne zor seçimler dayatıyor.
Bir insanı, sol bacağıyla, hayatı arasında bir tercihe zorlamak kadar sevim*siz ne olabilir?
"Eşyalar toplanmış seninle birlikte/anı*lar saçılmış odaya heryere/sevdiğim o koku yok artık bu evde/sen...kadınım" diyen o gür sesin sahibinin bugün bir bacağını hayatına diyet olarak vermesi sizi de "seçim"e isyan ettirmiyor mu?



Ama bazen seçim imkansız gibi görünse de kaçınılmazdır.

Şimdi bazıları diyorlar ki; "Bu yaşam tarzı da Tanju Okan'ın kendi seçimiydi. Alkolle zehirledi vücudunu... dur durak din*lemedi".

Peki o tercihin nedeni neydi?

Bir yanda şöhret, kudret, para ve renga*renk bir hayat gözkırparken, neden dev bir sanatçı, yalnızlığı ve alkolü seçer..? Neden, pırıltılı bir yaşamın getirişinden vazgeçer?

Yaşamı bir gelir-gider çizelgesi olarak al*gılayanlar elbet bu seçime ilişkin sağlıklı bir "yoklama" yapamazlar. Çünkü onlara göre rasyonel bir insan seçim yaparken öncelikle "güç, kudret ve iktidar şansı" arar. iktidar şansı ol*mayan partiye oy verenler, mutluluk uğruna istikbal şan*sını tepenler, sevdiği kadının kokusu yok diye yaşadığı evden vazgeçenler, her talihsiz borsa oyuncusu gibi sonuçta kaybetmeye razı olmak zorun*dadırlar.

Lakin başka borsalarda, başka değerlerin prim yaptı*ğını göremezler.

Bazen bir inzivada dolu dolu ve sevgiyle yaşanmış kısacık bir dönemin, şöhretin sahte ışıkları altında parlatılmış upuzun bir hayata tercih edilebileceğini ve bu tercihin insana her türden finali gözealdırabilecek derin bir tutkuya dönüşebileceğini

anlayamazlar.

Seçimde oylarını istikbal garantileri yeri*ne tutkularından yana kullananlar ise, bu tercih şurasında olduğu gibi bedeli öderken de tek başına kalırlar.

İngiliz Kralı 8. Edward sevdiği kadın için tahtını terkettiğinde de kimse bu tercihe

anlam verememişti. Çünkü "ge*çer akçe" olan "tahf'tı ve bir ka*dın için koca imparatorluğun ni*metlerim tepmek "akıl dışı" sa*yılıyordu.

Birisini herşeyden vazgeçebi*lecek kadar çok sevmenin, insa*nın başına, hiçbir tacın sağlaya*mayacağı türden bir asalet hal*kası takacağını düşünemediler.

İngilizler, tahtsız kralın ardın*dan dövüne dursun, tahtsız kral da sevgisiz İngilizlerin haline acıdı durdu hayatı boyunca...



***Bir kez daha yazmıştım; "her seçim bir kaybediştir" diye...

Her tercih bir vazgeçiştir çünkü...

Sabah işe gitmekle, yatakta nefis bir mis*kinlik fırsatından vazgeçmiş olursunuz. Kalkar kalkmaz hayat binbir seçeneği da*yar burnunuzun ucuna... "Ne giysem" telaşından, öğle yemeğinde "Ne alırdınız" diye başucunuzda biten garsona, "hangi kanal*daki filmi izlesem" kararsızlığından, "bize oy verin" diye bağrışan partilere kadar herşey, herkes, her an sizi ısrarla bir tercihe zorlar.

Yastığınıza teslim olmuşsanız, belki dışarda ışıl ışıl bir günden vazgeçmiş olursunuz. Bahar esintileri taşıyan bir elbise belki o gün yaşamınızı ışıldatabilecekken, ağırbaşlı bir sadeliğe karar vermekle muh*temel bir tanışıklığı tepersiniz. Belki yemediğiniz musakka, ısmarladığınız İzmir köf*teden daha lezzetlidir. Ya da öbür kanal*daki film, o anki ruh halinize daha uygun*dur.

Ama yaşam, vazgeçtiğiniz şeye ilişkin ipucu vermez. Geri dönüp, o günü gökkuşağı desenli bir elbiseyle yeniden yaşama şansınız yoktur.

Bu seçim oyununda vazgeçtiğimiz şey, seçtiğinizden daha değerliyse pişmanlık kaçınılmazdır.

Ama neyin değerli olduğunun kararı da yine size aittir.

Ve vazgeçtiğiniz şey bazen bir saray, ba*zen şöhret sahnesinin parıltılı neonları da olsa, çoğu zaman gözünüz hiç arkada kal*maz.

Çünkü duvarlarına sevdiğinizin kokusu sinmiş bir ev ya da sevdiğiniz kadınla pay*laşamadığınız bir saray sizin borsada kolay feda edilebilir değerlerdendir.

Hayata bir başka gözle bakmayı öğrendiyseniz, bu seçimde kazandıklarını sananlara yalnızca acıyarak gülümsersiniz.

Herşeyin sıradanlaştığı bir dünyada ba*zen kaybetmek en doğru seçimdir.

...ve o dünyada en yerinde tercih; vazge*çiştir.
CAN DUNDAR
 
Her başlangıç bir sonu getirir beraberinde ve her son parçasıdır bir başlangıcın.Ne varsa sonsuzluğa dair bir bir paralanır gözlerinin önünde ve yalanlar bir bir ayyuka çıktığında anlarsın şimdiye dek hiç görmediğin sonsuzluğun koca bir hayal olduğunu... Unutursun. hafızanın aslında en büyük düşmanın olduğunu görürsün;öyle kolay harcar ki değer verdiklerini ve o kadar kolay siler ki içine sinmiş vazgeçilmezlerini, utandırır insanı kendisinden, bir iğne deliğine girercesine KÜÇÜLÜRSÜN!

Küstahtır zaman, avuçlarının içerisinden akıp giderken alır ve götürür sana ait olanları habersizce, sonra dalga geçercesine önüne seriverir tüm çaldıklarını, uzatırsın elini yetişemezsin, \"sen\"likten çıkmıştır sana ait olanlar. Sen kendini sorumlu tutarsın tüm olan bitenden, zamanın günahını üzerine alırsın ve hafızanın yarattığı koskoca bir uçurumda yuvarlanır durursun. unutursun! Unutmak için yaşar, yaşamak için unutursun, şimdi zor gelir biliyorum, kürek kürek alınıp bir eleğe atılmış kum gibi SÜZÜLÜRSÜN!

Önce çırpınırsın denizden yeni çıkmış oltanın ucundaki bir balık misali. Dudakların büzülür, iki kelimeyi bir araya getiremezsin, bu kadar mı kolaydır unutmak ve bu kadar kısa mı sürer vedalar? Ya korkunç bir rüya ya dozu fazla kaçmış bir şaka olsun istersin gerçek olduğunu bile bile... Tek o değildir unutan, sen de unutursun, şimdi zor gelir biliyorum, bir kasabın kancasına taktığı koyun gibi YÜZÜLÜRSÜN!

Unutursun gülüm unutursun! Önce bir oyun havası bile acı bir hüzzam şarkısı gibi gelir kulağına, her söylenen söz bir küfür, her teselli bir tokat olur suratına vurulan! Ay Ağustos bile olsa, dışarıda kara kış vardır, fırtına ve kapkara bulutlar... Şimdi zor gelir biliyorum, titrersin iliklerine kadar, karların üzerine düşmüş minik bir serçe gibi ÜŞÜRSÜN!

Gözlerin artık cep telefonunun ekranında odaklanmıyorsa, her çalan kapı ziline yüreğin hoplayarak koşmaktan vazgeçiyorsan, boş bir kağıdı karalayıp şiir yazma heveslerinden kopuyorsan sonun başlangıcındasındır ve ilk adımların olacaktır bunlar nankörlüğüne!!! Bilirim hiç bir teselli fayda etmez şu an sana, her söylenen söz sadece bir harf yığınıdır aslında. Unutursun, şimdi zor gelir biliyorum. Korkarsın kendi benliğinden, bir köşede iki büklüm olur BÜZÜLÜRSÜN!

Her başlangıç bir sonu getirir beraberinde ve her son parçasıdır bir başlangıcın. Demiştim sana kolaydır unutmak, küçük bir esinti söker alır hayalini hafızandan. Vazgeçersin karşı koymaktan doğanın kuralına. Küstah olan zamanın aslında tesirini geç gösteren acı bir ilaç olduğunu anlarsın. Haydi şimdi sıra başka bir başlangıçta, bir kısır döngüdür bu, bir gölge oyunu, nasıl ki her başlangıç bir \"son\"a bağlıysa her son da bir başlangıcın önünde ki halkadır. Tesellilere ihtiyaç duymaz, cep telefonunu kapatır Ağustos\`un bir yaz ayı olduğunu anlarsın. Alışırsın canım alışırsın, ne kadar kolay olduğunu unutmanın anlarsın; ve aslında bir hiç uğruna, boşuna boşuna akıttığın yaşlarınla yıkadığın yanaklarına acır, ÜZÜLÜRSÜN!!!
 
  • Beğen
Tepkiler: Mert Bağcılar
Tek Kişilik Aşk



Dünyanın en uzak, en yakın, en kalabalık ve en yalnız yerinde aşk, aynı aşktı. Eğer kişi içinde taşıyabiliyorsa -ki iç, kaybolacak kadar küçük, taşıyamayacak kadar ağırdır- her gittiği şehre ve elbette şehir onun kadar tehlikeliyse kendine; aşk her yerde aynı aşktı.

Hiç beklenmedik bir yazda, olur olmadık bir durumda, sonra küçükken, sonra yer, ağaç ve elleri dahi sütbeyaz, tozpembeyken, kendi hapishanesini kendi hazırlarmış da insan; ruhu bile duymazmış. Ama nasıl? Tüm sonbahar sarısı kadar yoğun, tüm sonbahar kadar hiddetli... Ama nasıl? Tüm saatlerin bir saniyeye sıkıştığı kadar hızlı ve bir saniye kadar meyilli ölüme...

Hapishanesini kendi hazırlarmış da insan; ruhu bile duymazmış. Önce parmakları duvarda gezer, sonra aynı duvara sırtını yaslarmış. Fakat atlas değil ki dünyayı kucaklayan! Hangi boşluk kaldırsın bilirkişinin bilemediklerini ve göremediklerini? “Bu parmaklık benden de hafif.” dermiş de; aldanırmış...

Aşk her yerde aynı aşktı ama neden her yer farklıydı? Yattığı yatak, baktığı ayna ve hiç önemsemediği anahtarı dahi farklıysa, üstelik kilitler farklı odalara açılıyorsa, yalnızlıktan başka sahip olabildiği tek şey aşktır kişinin. İşte tam bu noktada 'farkındalık' ilişkinin kaç kişilik olduğunu belirliyor, kör ve sağırlar kendilerini kör ve sağır yapmalarının cezasını çekmeye zorlanıyordu.

Şehrin tüm duvarlarına tek bir cümle yazıldı: "Aşk farkındalık gerektirir."

Çaba göstermeden büyütülen tek şeyin, pamuklara sarıp da karanlıklara bırakılan deney fasulyesi olduğu bilindiği halde, karanlıklarda aşk yetiştirmeye çalışanlar, tek celsede ve üstelik en aydınlık yerlerde idama sevk ediliyordu kalbi elinde yürüyenlerin evreninde. Şimdi hangi tarih yazsın ölüp ölüp de dirilenlerin hikayesini? Ya da hangi toprak kabul etsin pişmanlıktan önce kalbi durmuş bedeni? Yazamadı kimse bilirkişinin bilemediklerini ve göremediklerini. Müfredata tek ders konuldu ibret-i âlem olsun diye: "Aşk emek gerektirir."

"Sihirsiz bir nefes gibisin, bence artık sende herkes gibisin." dermiş de Nazım; ruhu bile duymazmış. Tüm kulakların işittiği bu yalanı, hangi "iç" kabul etsin o hala gözyaşlarını inci gibi dizip de ipe, sevdiğinin boynuna asarken?

Gecenin 3'ünde "seni sevmiyorum"la başlayan cümlelerin "geri dön"le bittiğine tüm evrensel aşk yasaları teker teker şahit olurken, kendini dahi kandırmayı beceremeyen bu kişi "eden bulur" deyiminin sözlük anlamını baştan yazar, sondan okurmuş: "Buldu eden."

Düşün ki; her tan vakti gözlerini başka bir sabaha açmaktan korkar insan. Ya da biliyorsa hangi yanlış yer ve yanlış zamanda olacağını önceden, her gün farklı bir şehrin farklı bir sabahına uyanmaktan korkar. Sonra yumar gözlerini sıkıca...

Düşün ki; damarlarına kadar kaskatı kesilmiş ve zamanın kat ettiği mesafeyi beynine çaka çaka gösteren o saati -ve yeryüzündeki tüm saatleri- parçalamak içim can atan bir insan. Elbette kimsenin bilmesi gerekmiyor değişmez doğa ve evrenin işleyiş kanunlarını. Fakat güneş bu. Nerde görülmüş dünyayı terk edipte başka bir gezegenin etrafında dönmeye giderken? Yavaşça soğumakta olan kalbin bile alıkoyamaz onu daimi görevinden. O döner durur. Bugün pazartesi. Ertesi gün cuma. Bir nefes koparmışsın kocaman havadan dün sabah, huzurla doldurmuşsun ciğerlerine, bugün akşam oluyor.

Sonra düşün ki; her tan vakti farklı bir sabahın, farklı bir göğüne, güneşine uyanmaktan korkan bir insan. Katlanamaz. Yumar gözlerini sıkıca...

Şimdi ben biliyorum hangi yanlış yer ve zamanda olacağımı önceden. Başka bir şehrin başka bir sabahına gözlerimi açtığımda, hangi ölü kesicinin beni içine koymak için toprağı ikna etmeye çalışacağını dahi biliyorum. Kim gibi, kimler gibi olduğumu anlarken, kulaklarımın neyi işitmesi gerektiğini ve aşkın kaç kişilik olduğunu da biliyorum.

Bilirkişinin bilemedikleri ve göremedikleri ne kadar da aleni imiş meğer. Artık ben bilirkişinin "aslında" neyi bilmesi gerektiğini de biliyorum.
 
  • Beğen
Tepkiler: halp
Teşekkürler Selay ,çok güzel paylaşımlar bunlar:)
 
@Mert Bağcılar

http://pic1.resimupload.com/r3/thumb_807986035.gif Mersi efm..:)
 
Gücü harflere yeten bir cümle aciziyim!!!


Ne ye yarar hiç okunmayacak romanı yazmış olsam. Yada hiç olmasam! Kelimelerimi yiyen bir kurtken hüzün, dilimi cümleye yaslayamam. Bu yüzden hep devrilir kelimelerim. Ağır aksak bir dil sürçmesi bulur hikayemi ve kalem en çok bu yazgıya yenilir.




Kimseler bilmez aslını....

Zordur kırmızı ışıkların durmamak için varolduğu bir şehirde, soluklanacak cümle kurmak.
Birbirini ezerek koşan harfler, sayfada hep aynı bağırışlarda, “neden geldim”!
Cevabı olmayan soruları yalanlayan en büyük doğrudur, yirmi dokuzu da birbirine anlamsız bakan alfabe.
Sen nerden geldin der gibi bakarlar anlamını anlayamadıkları cümlelerle beraberliklerine....



Bazen olur. Bülbül susar, gül kokusunu için(m)de tutar.

Ucu sivrilen kalemin neden kırıldığını anlayamaz yazar. Mürekkebi kan olur,
yazmak en soğuk duruş yüzünde.Ve küser ölüm, cansız bir kalemde tekrar edilen eceline...

Altı çizili yazmak vardı, önemli notlar düşmek soluk sayfalara.
Yaşamak vardı silginin kendi bozuğunu düzeltemediği soru işaretsiz bir imlada.


Ama olmadı…
Kalem kustukça içindekini, sızlandı harfler.
Ne gariptir önü kesik cümleler uzun zamandır hep bu hal üzereler…

Ben anlattım bunları. Geç kalınmış gecelerde, göğe esir ay’ın izinde.
Bilseydim sıra bana gelecek, hüznü malum duruşlarda keserdim kelamın bileğini. Ardına üç nokta koyduğum yazgımda silerdim, inadıma acı yazan kalemin alfabesini…


Kaldırım üstü düşlerimi yazdım sayfalara. Kederi yaktım, elde var hüznü düş tacirlerine sattım. Konuşurken çıkmayan sesimi, kalemimle kalabalık gösterilere bağırdım…



Bela aşkın ta kendisi!

Kundaklanan cümlelerle yazılıyor devrik romanım.
Bana kalan nizamı bozuk bir sayfayken, acıyı cümleme ayraç yaptım..

Dil,
bilgisinden sınandı.
Alfabe eksik var mı sorgusunda harflerinden.
Hepsi tamamdı ..
Ve lakin bir tek gariplik vardı..
Yazılanlar yazıcıdan çokça uzaktaydı...
 
...
üç noktayi susmak mi zannettiniz siz?
üç nokta, çok sey anlatilmak istenen ve anlatilan
her bir noktanin zerreleri adedince birer nokta daha
anlatilamayan, anlasilamayan; insanin kendine de anlatamadigi, dinletemedigi

üç nokta, aralari bin yillik mesafe
pergelin igneli ayagi bir nokta yüregimizde; diger ayagi, sabit kalemle konulmus diger noktalar arasinda gidip gelmekte
tekrar ayni noktaya dönmekte

üç noktayi susmak mi zannettiniz siz?
üç nokta, söz geçirememek yürege, zincirlemeye çalismak nefsi; günahtan kaçmak, günaha batmak
üç nokta merhamet; sizin alinganliginiz, benim kirilganligim
olumsuzluk eklerinin yanlis okutulmasi

üç nokta, tereddüt kimi zaman, pervasizlik çogu zaman
üç nokta imkânsizlik, aralari muamma

üç noktayi susmak mi zannettiniz siz?
üç nokta, yüregi dinlemek ara sira, konusmaktan men etmek sik sik
sevdayi çiçek gibi degil bir kursun gibi tasimak; çiçek gibi
tasiyamayacak olmak

üç nokta, Istanbulu tasiyamamak, altinda kalmak kâinatin
yardim dilemek bir dosttan ve yine kendimize ihânetimizden
ve de dostluga,
agirlastirmak yüregimizde dostlugu çaresizce

üç noktayi susmak mi zannettiniz siz?
üç nokta, konusmak, hiç susmadan konusmak kendi kendine
bir cinnet üç nokta. aklini sakinmak delirmekten,
deliligini korumak aklindan
ve simdi üç nokta aglamak bir Kuran kiraatinde günahkârligina
ve de günahsizligina; olmayan çârelerine, var olan çâresizligine

üç noktayi susmak mi zannettiniz siz?
üç nokta, mahkum olmak mesafelere; boyun egmek nâfileye
üç nokta, çâresiz çigliklarla uyanmak rüyadan;
açilmayan kapilari yumruklamak

üç noktayi susmak mi zannettiniz siz?
üç nokta bilmek yanlisligi ve devam etmeyi istemek yanilmaya

üç nokta yasamak baska hayatlar için; yasamaya mahkûm olmak digerlerinin hayatini ve öldürmek kendininkini...
 
Yarınlarım kaderime emanet, iyi bak onlara alın yazım
ben delirmeye gidiyorum ne zaman dönerim bilinmez...!

(link)

valizime ayrılıkları tıkıştırdım
en altta anılarım
yabancılık çekersem gittiğim yerde
arada bir çıkarır koklarım...

(link)

kimse beni uğurlamaya gelmemiş
bu şehir beni yalnızca gülerken seviyor
sağolsun tek bir kuru ağaç var
sararıp kalmış bir iki yaprağını sallıyor


(link)

-istasyon bomboş
-raylar tespih gibi
-çekiyorum sabrımı
-birde sigaramı


kirpiklerim tutuştu
gözyaşlarım söndürmeye çalıştıkça yangını
dahada alevleniyor
külleri yüreğime yağıyor
içim dışım aşk yanığı

(link)

aşikar bir zavallılık var üstümde
devrilip düşüyorum mecalsiz bekleyişlere
elim göğsümü işaret ediyor;
beni bulanlar bilsinler; ayrılığa
düşmek
böyle
oluyor..
 
http://img155.imageshack.us/img155/8869/adszhv4qt7.png



Hayatın oynadığı oyunların içinde bir ebe olarak sallanma sırası bana geldiğinde büyümüştüm ve büyü bozulmuştu.

Dahası hava bulutluydu ve ben tanıdığım en yağmur yüklü buluttum. İnceden inceye hüzün yağıyordu yüreğimden.

Bildik tüm insanlar yabancı hoşuma giden tüm tatlar tadını yitirmiş tanıdık tüm sesler sessizdi. Sevdiğim tüm şarkıların sözlerini unutmuştum. Çiçekler kokmaz renkler görülmezdi. Tebessüm ise yırtık bir fotoğraftaki dudakların yanaklara doğru gerilmesinden ibaretti.


Belki de her şey olması gerektiği gibiydi ve yabancılaşan bendim.

Dedim ya büyümüştüm ve büyü bozulmuştu.

En sesli harflerle lanet okumak istedim kendimden yitirilişime sebep olan anlarıma. Anlar aldırmaksızın düşünce ve duygularıma eskiyordu. Anlamsız kalacaktı bu yüzden en sesli seslerin bile dile gelmesi.

Sustum.

O sessizlikte salıncağın zincirlerine dokunan bir el arzuladı en çok içim.

Gecenin koyu ve ürkek tonlarına rağmen yine de hayata tutunabilirdim zincirlere uzanan elle.

Belki tüm hüzünleri savururdum bir el salıncağın zincirlerinden tutup savursa salıncağı sallasa beni.

Öyle ya...

Ebe bendim!

Sallanma sırası bana geldiğinde tüm insanlar gitmiş parkın lambaları bile küsmüş bir tek karanlık bana eşlik etmişti.


Bu yüzden ben de karanlığa sahip çıkmaya karar verdim.


Ben hüzünleri [d]ağladım
[Kar]anlık beni [d]ağladı.

Öylece eskidim gittim...

Sabah olduğunda birileri mutlaka katılırdı an[ı]larıma. Lakin cenazelerin ardından ağlamak da boştur yaşarken sarılmadıktan sonra.

Ama karanlık öylesine sıkıca tuttu ki zincirlerini salıncağın;

Ben hüzünleri [d]ağladım
[Kar]anlık beni [d]ağladı.

Ağladım...
Hüzün yağdırdım yüreğimden şehre ince ince...
 
Bilmediğim bir dilde yazmaya başladım sanırım bilmediğimiz dillerde yaşadığımız gibi ...



Sayı saymayı öğrenmişim şimdi çıkarken unuttuğum basamakları bir bir hatırlıyorum... ekliyor..çıkarıyor..bölüyorum... adımı koymadılar henüz bilinçsiz bir aşk hali diyorlar şimdilik; varsa daha ötesi... çarpıyorum bir de iki yokluğu yan yana getirdiğimde... Anlamlar mı dediniz?...Yok şimdilik onları düşünmüyorum... Kalansız bölünebilen bir o vardı değil mi?



"Sırtım üşüdüğü zaman yerimde yatmadığımı işaret ediyordu uyku halleri elimin bir köşesinde asılı kalmış bir kumanda ve devamlı başa saran senaryonun fiili oyuncuları ekranın mecburi istikametinde mesailerine devam ediyorlar. Pencereyi yarım bırakılmışlığından kurtardıktan sonra düşe kaldığın yerden devam etmek kolay aslında... Işıklar kapansın... sesler kesilsin... gecenin kopan iki yarısı uçlarından fiyonklanarak birleştirilsin... Düş yolu açık.. azami hız saatte bir kaç bin kilometre... Uykuyla uyanıklık arası belki de ancak bu kadar uzak olabiliyorum kendime..."



Bazen bacaklarının isyanını duymayacak kadar çok yürür insan özellikle kendini kalabalığın dalgakıranı olarak düşündüğü zamanlarda... Şehir adımlarına dayanabilecek kadar büyükse zaman bir o kadar kıskanç ve homurtuludur belki de o an içerisinde bir kez bile düşünülmediğini farkettiğinde... En güzel bestelerini yapar belki sokak aralarında gezindikçe oturup bir kaç damla kızıllığın içinde iki şekeri erittiğinde bir kaç satır okuduğunda kendinden önceki yaşamlara ve aşklara dair... Sonra sayfalar kapatılır yudumlar tamamlanır; bir kaç deklanşör sesinde geçiştirilmiş yaşamlar soluklanır...



"Kalbim üşüdüğü zaman aslında hiç yerli yerinde olmayan bir aşkı işaret ediyordu heyecan halleri. İçimin bir köşesinde büzüşüp kalmış sesler ve devamlı aynı nakaratı tekrarlamak zorunda olduğunu düşünen notalarla birlikte. Yarım kalmışlığımı savuşturduktan sonra aşka kaldığın yerden devam etmek kolay aslında... İçindeki tüm caddelerin lambaları yansın; sokak şarkıcıları mızıka eşliğinde nağmelerken geceyi dans etsin kızıla boyalı kadın benliğin karşı kıyıları çengelli iğneyle tutturulsun tekrar yaşama... Düş yolu açık.... azami hız saatte bir kaç bin nefessizlik... Kimsesizlikle varoluş arasında bu kadar nefes alınabiliyor sadece..."



Bilmediğim bir dilde ağlamaya başladım; bilmediğim mevsimlerin bulutlarını avuçlarımda sıkıyormuş gibi
 
İnsanoğlunun yazılı olmayan
Yasalarını hiçe saymaktır aşk
Dolu dizgin öfkelerini ayaklandırmaktır
Akşamın beyaz dünyasında gezinmektir
Geçmişe karşı geleceği savunmaktır
Yaşamın ikinci yüzünü
Katmerleşmiş ihaneti ezberden çıkarmaktır



Yaşama övgüdür aşk
Kafalarımızın içinde bir yerlerde
Unutulmuş küçük bir eşya değildir
Her cümleyi alabildiğine önemsemektir
Yüzümüze yapışan hüzne alçak sesle değil
Şaşkınlığa düşmeden cevap verebilmektir
Masalların öykülerin şiirlerin arasından geçip gitmektir aşk
Kendi yıkımını hazırlayan
Kapana kısılmış bir gülüşü ses tonlarımızla yumuşatmak
Sonra yükseltmektir




Kendi içinde ezilip buruşmuş ve yaşamın bir köşesine atılmış
Lekeli denen sözcükleri kırmızı bir kağıda toplamaktır aşk
Mutluluğun peşinden koşmak ve zampara aşklardan uzaklaşmaktır
Henüz üzerinde yürümediğimiz yolları düşünüp yürümektir
Gölgelerimizi ardımıza düşürmektir

Kuşların o büyüleyici mırıltısını imgeleştirmektir aşk
Sonbaharın güneşi altında sararan yaprakları yeşile boyamaktır

Ağızdan çıkan bir hişşt sesidir aşk
Bu ses yaşamın anlamını soru işaretlerinden kurtarmaktır
Kendini sorgulamaktır...
Bir varoluş biçimidir
Soluk aldığın her yerde varolan
Zamanla yüzleşendir


Zamanı gözle görmektir aşk
İpe götürülmüş acı çeken sözcüklerin ağzını açmaktır
Dev cüssesi ve ağırlığıyla üzerimize çöken devi yorgunluktan bitkin düşürmektir

Sevgiliyle ilk tanışılan yerde durandır aşk
Aşk gözetleyendir
Bir otobüsün sessizliğine gömülmektir
Zamanı durdurmaktır
Issız caddeleri sese boğmak
Gizli gizli bakışmaktır

Bir parkın gölgesine sığınmaktır
Sevgilinin gözüne baktığında tüm bedenin kızarmasıdır
Kırmızı bir kağıda kardinal kırmızısı sözler yazmaktır

Görkemli bir dokunuştur aşk
Ruhsal çöküntünün tam ortasında bedene sığınmak
Sokulmak solumak ve el ele tutuşmaktır
Farketmek ve farkedilmektir

Belki de bir rastlantının kulağına dostluğu fısıldamaktır
Dahası dostluktan öte içimizde kargaşa yaratmaktır
Hiç bocalamadan sevdayı itiraf etmektir
Anlaşılmaz pısırık kimlikleri açığa çıkarmaktır

Öfkeli ve gürültülü bir kalabalığa karışmaktır aşk
Geçmiş ve gelecek arasındaki gelişimin mimarıdır
Düşüncelerin duyguların uygun biraradalığıdır
Titrek bir sesle sevgilinin dokunuşunu yanakta uyumsamaktır
Sevdiğinin yüzüne yüzünü yerleştirebilmektir

Çocukların şamatasını yükseltmektir aşk. İki yüzlülüğe kafa tutmaktır . Cevaplanabilen sorular toplamıdır. Yaşamın payı olabilmektir. Görüntüyü sesi kokuyu biraraya getirendir aşk
Çalıntı bir yaşamın üstünü örtmektir
Gecenin kalbinde gezinen rüzgarın
Duygularımızı dalgalandırması
Sürüklemesi
Bilge yanlarımızı açığa çıkarmasıdır

Eylül'den bahsetmemektir aşk...

Aşk; çekmecelere saklanmış kelimelerin kırmızı bir kağıdı zaptetmesidir... Aşk bir hışşt sesidir...!
 
Bütün kelimelerim, tüm söyleneceklerim ve söylenmemişlerim suskunluğa bürünüyor karşında. İstesem de konuşamıyorum seninle. Susmaktan başka da bir şey de gelmiyor elimden. Susup gülümsemekten başka.. İçimde çığlığa dönüşmüşken söylenememişlerim, susturmak öylesine zor ki.. Bu sessizliğimde de anlar mısın beni yine?

Bugün yine geldim sana.. Yine konuşamadım. Oysa boğazımda düğümlenen ertelenmiş bütün sözcüklerim "keşke" lere sebep olacaklar, biliyorum. Günlerdir böyle oluyor zaten.. Tam dökülmek üzere iken kelimeler dilimden, susuyorum. Ardıma bakmadan hızlı adımlarla uzaklaşıp gidiyorum.. Ya da uzaklaştığımı zannediyorum. Belki ardımda bıraktığım sen, en yakınım, en iyi bilenim, anlayanımsın.

Ne vakit seninle ilgili, bu çaresiz gidişinle ilgili bir şeyler düşse aklıma, kovalıyorum beynimin içinden. Hiç bir sesi dinlemiyorum. Ya da ürkekçe bir yerlere saklanıp, gizleniyorum. Gelip beni gizlendiğim yerlerden bulacağını bile bile..

Sen ardımda kalıyorsun ben yürüyorum. Hep geride kalanlar yalnızlığa mahkum olmuyor. Ben kendi yalnızlığıma, kendi yokluğuma, hiçliğime yürüyorum.

Artık kulaklarım sesleri duymaktan daha da yoksun, artık hangi kelimeye atsam elimi, hepsi birbirinden kırık, birbirinden yarım. Gözlerimse denizi, gökyüzünü eskisi kadar mavi görmüyor. Hani ne yapsan çıkmazdı denizin lekesi?

Hiç bir şey eskisi gibi değil. Her yeni gün birşeyler daha eksiliyor. Sen de gideceksin, sen de eksileceksin.. Ne bir dost doldurabilecek dünyamdaki yokluğunu, ne de bir sevda.. Issız kaldığımda kimselere sığınamayacağım. Korkularımdan daha bir korkar oldum. Sen de gidince ya unutursam gülmeyi? En büyük korkum da bu ya..

Sen gideceksin, ben yine susacağım. İçimdeki ses çığlık atarken ben yine bastıracağım. Son sözcüklerimi sen yine duymayacaksın. Sonra pişman olacağım "keşke" diyeceğim, "keşke söyleseydim"... "Belki anlayabilirdi beni, belki tanımlayamadıklarımı tanımlayabilirdi"..

Bütün sırlarımı, yaşanmışlıklarımı, yarım kalmışlıklarımı hiç düşünmeden paylaştım seninle. En umutsuz anlarımda bile sığındığım oldun. Küçük şımarık bir kız çocuğu gibi ufacık bir yara alsam sana şikayet ettim. Söylesene şimdi seni kime şikayet edeceğim?

Hiç sevmedim suskunlukları, biliyorsun..
Ama susmak zamanıdır şimdi.
Bazı şeyler var ki, dillenmiyor, söylenmiyor.. Söylenemiyor..
Sana gülümserken bile bir bulut çöküyor yüzüme adeta...
Farkediyorum ki, susmak en büyük YALNIZLIK..
 
  • Beğen
Tepkiler: Mehmet Boran
O olmazsa yaşayamam
O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle O daha az sever seni,
Senin O'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...

Can YÜCEL
 

http://site.mynet.com/erguvengokhan/mynet_resimlerim/path_of_light_cathedral_grove_oregon.jpg


Seni sevmek mor denizlerdi biraz
Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen
Umutlar ve yıkışmalar ardında direnilen
Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz

Seni sevmek yaşamanın aşılmaz büyüklüğü
Seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan
Ve sığınıp ılık kıyı kentlerine bir akşam
Seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü

Varılırdı daha saydam günlere isteseler
İsteseler yalnızlık giremezdi evlere
Seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler
Ve uçacak durmadan adasız denizlere

Kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi
Sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan
Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan
Sana verdim geç diye bütün denizlerimi






AFŞAR TİMUÇİN - DENİZİN BEKLEDİĞİ
 
  • Beğen
Tepkiler: Selay Yaman
İçinde "sen" geçen her cümlemin
tam da sana bakan karanlık cephesinde,
Küçük, zenci bir menekşe uyur,
Kara gözleri geceye mahmur.
Çöl kokan anavatanını,rüyasında unutur.
Ve sana rağmen,bana inat,
Bir damla suyla ilkbahar olur.

İçinden "sen" kod adıyla geçtiğin her cümlenin,
İşte tam ortasında,şu gözaltındaki beninde,
Karaşın bir nişane yüzünde
Kimi masum bir leke,kimi arsız bir tümör,
Kim bilir hangi eski dünyanın,hangi kayıp kıtasının
Ucunu kurtların kemirdiği,en denizsiz atlasında gizlenir,
Kanser gibi apansız ve sinsice, vurur...

İçinden "sen" olduğunu söyleyip geçtiğin her cümlemin,
boşluk manzaralı penceresinde,yani "sen"inde,
Derin denizlere açılan bir dehliz bulunur,
Çoğul eklerin sığamayacağı kadar dar,
Yalnızlığın korkacağı kadar kalabalık,
Tekil şahıslar giriftliğinde boğulur.

İçinden "sen"den başka hiçbirşeyin geçemediği bu cümlede,
Varlığının zemheri ayazı üşütür bütün öğeleri,
vuslatla ilgili tüm fiiller
Ve umut yüklü bütün ırgat kelimeler,
Sensiz ve sıcak bir virgülün kıvrımında,birbirine sokulur.

İçinden gelip-geçtiğin her cümlem,
Öyle öksüz,öyle ıssız,öyle mecnun,öyle kambur,
Her geçişinde nöbetlere tutulur.
Beklenen bir özne değil,bir zamir,
"biz"...
Gözleri yollara mıh gibi çakılı durur.

"sen!"
kendine adanmış yolcu,
içini asla dolduramadığım anlamsızlıklar yumağı,
patika yollarında kaybolduğum harikalar diyarı...
hep bir adım arkamdan takip eden gölgem,
varlığıyla avunduğum hiç olma/yanım,

(sen)i parantezlere hapsedeyim,
noktalara nakşedeyim,

Ne olur geçip gitme artık cümlelerimden
Kal...
 
Adımız aşktı bizim adımız hüzündü..
Kimsenin anlayamayacağı bir paranteze sıkışmış kalan
noktalama işaretlerinin artık hükümsüz olduğu bir sevdaydı adımız...
Şizofrenliğimin aykırılığı kadar aykırıydı sevdamız..

Oynadığımız körebe oyununda ebe olanlardık
bir türlü sobeleyemediğimiz geleceğimizle..
Bakışlarla konuşanlardık ukala ses dalgalarının inadına...
Yüreklerimizle görenlerdik gören gözlerin aksine..
Ve biz kelimelerle sevişenlerdik tensel yakınlığı göz ardı ederek..





Ne çok sevdin beni...
ne çok sevdim seni..
ne olduğunu anlamadan açılan sevda parantezimiz
yine ne olduğunu anlamadan kapandı..
Üç noktalarla devam etmek istedikçe
inadına tek nokta oluyor artık cümlelerimizin sonları.

Devrik hayatlarımız gibiydi cümlelerimiz de...
düz bir hayattı oysa istediğimiz.
Belki de devrikliğiydi cümlelerimizin hayatımızı anlamsızlaştıran.

Gittiğinde kal diyemeyendim iki damla gözyaşını saklayandım senin için gecelere...






Gittiğimde kal diyemeyendin yaptığın en zor seçimle...

Aşkına üşüyorum... sessizce...şizofrence..

'Seni sevmek sevgili seni özgür bırakmaya razı olmaktı...'
 
  • Beğen
Tepkiler: Önder Özdoğan
Geri