Scudo Sports

Biraz da aşk ve romantizmle ilgili hikayeler ve fotoğraflar

Rüzgarlı bir tepenin yamacındayım şimdi
kent suskun
ve istasyonlar ayrılık için var bu şehirde
imlası buzuk, üşümüş ve kirli bir çocuk olurum seni düşünürken
ömrüme iliştirdiğim martı leşleri yamalı bir geçmişi oynar
imtihanlar ve intiharlar üzerine kurulu hayatlardan
gecenin en serseri yanını alırım günceme

durup durup şiirler yazmak yoluna
yeni bir yaşam biçimim oldu son günlerde
kendimi sende kalabalık buluşum belki de bundan
her gece yorganımın altında sakladığım
kırlangıç sürüleriyle geliyorum sana
sen uykudayken
babam her gece ölüyor şimdilerde
annem nihavent bir çığlık oluyor
bana en çok sensizlik koyuyor
sonra babilin asma bahçelerine asıyorum kendimi
uyanmak için

eski bir aşkını anlatıyorken bana
konuştuklarından yapılma bir sessizlik oluyor ağzım
kaç kez kanıyorum bir bilsen
(ya da hiç bilmesen)
sesinin ardında yüzün sessiz bir tabanca gibi duruyor
kendimi kötü kurulmuş bir cümle sanıyorum
gece yüklü bir kamyon uykularımı solluyor

yastığının altında yalnızlığın var biliyorum
oysa ben senden bir bardak su istedim
akdeniz değil
son yalnızı benimdir bu kentin
istanbul arkamdan gelir
ey hüznü yüzünde gülücük diye taşıyan kız
hep kendine mi saklarsın çocukluğunu

ağzıma bir bulut bulaşsa da yokluğundan yapılmış
kayadan seken kurşun
en serseri yanımız olur kimi zaman
ve ben hep kendimi terk ederim senden
her katilin aşkı
her aşkın katili
bir öncekinin faili
hep ben olurum
hep ben ölürüm

içime uzanan koridorların ortasından
hep gülerdin beni görünce
bense sana hep geç kalırdım
sona kalırdım
sonra kanardım

yağmurlarla inseydin içime
içim senden yanaydı
yüzümdeki işgaller senden karaydı
seni sevmek en gizli ağlama biçimimdi
sana yazacaklarım sil sil bitmezdi
ve ben
sende hiçbir şeydim
sen bende her şeyken
canım
yastığının altında biriktirdiğin yalnızlıklarım
kendine varlaşıp bana yoklaşan biri yapar seni
ve ne kadar kaçsan o kadar yakınsındır aslında kendine
geciken sevdalar yıkık kentlere benzer bilirsin
ve sevgisizlik alır bir gün seni benden
işte bu yüzden
sen hep sevil
hep sevil
sevil..
 
Scudo
aşk,
oturup konuşabilmek midir?
derdini paylaşmak mıdır maksat ?
şarkılar söylemek midir birbirimize ?
sarılıp oturmak mıdır gün boyu ?
güneşin batışını izlemek midir elele ?
aynı yatakta uyumak mıdır ?
öpmek midir ?
yoksa öldürmek midir kendini onun için ?
kıymak mıdır canına ?
hangisi ?
yada sen biliyormusun cevabı ?
evet mi?
eğer cvp buysa dinliyorum şu anda seni


oturup konuşabilmektir
derdini paylaşmamaktır onuda üzmemek için...
şarkılar söylemektir hafiften kulağına
sarılıp oturmak gün boyu
ufuktaki güneşin batışını izlemektir el ele denizin kıyısında

öpmektir incitmeden.... sıcaklığını hissetmektir...

hızlıca çarpmasına engel olamadığın kalbinin şiddettiyle irkilmek fakat yinede kendine gelememektir aşk.....
 
http://img528.imageshack.us/img528/5180/prettygirl67739344smallxh3.jpg

"Sebepsiz duruşunu seviyorum hayatımdaki..."

Çok fazla dağıtabilirim içimden geçen tadın damağımda bıraktığı yalnızlığı ve belki hiç olmamışçasına yazabilirim aklımdan geçenleri...
Kime ne?

Tahta masanın birkaç parçaya bölünmüş düşünce ağından kurtulalı, aslına bakarsanız fazla zaman da geçmedi.. Duvardaki yüzlerden biri değildi gece'm.... ve altına fark ettirmeden düşürdüğüm gölgem, 'artık' bir yılın kalanı değildi...
Varlığınla rahatsız ettiğin bir teni, varlığından söküp atmak bazen anlamsızlaşsa da; yıktığım her hücrenin yapı taşları bana ait...
Gökyüzüne bakmalı, aylak aylak dolaşıp tenlerin mahzenlerine girmeli ve biraz da soluklanmalı... Bir sigarayı yakmak kadar lütüfkâr bir geceyi kollarının arasına alıp sıkıca sar(ıl)malı...
Sana ne?

" Kim kaybettirdi kadınlığını dudaklarının arasından? ... ve yokluk hangi iklimin kanatlarına kazıdı, aynadan tenine düşen çocuksu bakışlarını?
Sen sadece sarıl..."


Çok az da olsa mırıldanabilirim senli satırları... Ya da sayıklayabilirim bunalımlı duruşlarını hep bir sigarayla anımsadığım...
Size ne?


Siyah ve loş bir akşamın masama uzanan elini tutunca başladı bu yolculuk... Ben kimim? sorusunun altına saklanmış tanınma dürtüleri ikimizin de bakışlarındaydı... Önce bakmış sonra da yıllardır benimle bütünleşmiş bir hikayenin renklerini sektirmeden sıralamıştın... Sonrası kopuk kopuk da olsa mısraların sarhoşluğunda sıralanan saat dilimleri... Uzun aramalar, iyi geceler tonunun mahremiyeti sarsan dokunuşları, kaybedilmiş koca bir yılın düzensiz hesapları ve amansız bir uyku...
Sen beklenmeyensin, biraz da bundan ya sana olan tutukluğum, dizlerimin bağını kahkahalarla eş değer tutan...
Hiç kimse bilmesin...


" Uyandığında fısılda göz kapaklarıma.. ve sakın öpüp gitme."


Bu uzun bir soluk.. Nerede bırakacağımı bilmediğim.. Yılın ilk karını avucuna almak gibi... Ya da başlayan bir soğuğu içine çekmek gibi...
Yalnızlık mı, o sadece küçük dikdörtgen kutunun ağırlığı kadar içimde... Dumanına bırakınca dudaklarımı dağılıp gidiyor her kelimenin haylaz dokunuşunda...


" Uyandığında omzumda bırak dudaklarını ve sakın gitme..."
 
Varlığın, yokluğuna özdeş şimdi…
Yazıyorum birkaç dakika ağlamışlığın ve gözyaşının üstüne…

Sen bulanıklaşsan da, gözüm hep ufuktaki yalnız haberciyi gördü… Buğulanmış cama çarparken yağmur damlaları, ben çizdim bir kâlp içine iki bedeni…
Zamanın bilmem hangi köşesindeydik hatırlamıyorum. İşime gelmeyen buluşmalardan kaçmadım sen varsın diye… Çam diplerinde petunyaları kuruturken ellerimizde, sen bana SENİ SEVİYORUM derken bile bakamıyordum gözlerine. Utancımdan … alışık olmadığımdan belki … belki de o öpülesi dudaklarından ayıramam dudaklarımı diye, korkumdan.. Farkına varamadım gerçeklerin.. Gözlerine saklanmış hainliği sezseydim eğer; … eğer, denizlerden çaldığın dalganın, bir mühür gibi yüreğime leke yapacağını çözebilseydim, mayasız öperdim seni.. Özüm’süz …

Güzel kelimeler istiyordum senden … Ay ışıklarıyla yıkanmış, okuyunca en çirkin anlarımın anlamlaştığı, okuyunca dokunduğun gözlerimin mızmızlaştığı …

Kulağımın arkasına fısıldanmış güzel kelimeler biriktirmiştim ben sana oysa… terk edip gitmeseydin ansızın; duyacaktın … Ben çırpınırken bir kaşık suyun derinliğinde boğulmamak için, sen görünce beni böyle çaresiz, beni böyle çırılçıplak; tutup çıkarırsın diye uzatmıştım ellerimi..Sen, biraz yukardan ifrit dolu yüreğinle bakıp gülmüştün hâlime.Oysa ben susmanı bekliyordum.. birde ıslak bedenimi sarmanı… bir “NEYİN VAR SENİN” e öyle ihtiyaç duymuştum ki o an; anlatmak istedim, ama sen … yoktun..!

Yıllar geçti aradan.. ve farkında olmadan…
Adımlarım daha büyük, daha hızlı ve daha sağlam…
Yokluğunda büyüttüğüm acılarımı her gün tazelemek zoruma gitmeye başladı. Ve hasretinin bitime uğraması gerekti. Eylüldü.. hüzün mevsimiydi.. nasıl unuturdum seni? Yaprakların salına salına karıştığı toprağı öpüyordum, “Vatanım” diye değil! Sen dön diye…

-Köylü kız- büyüsü bozulduğunda ben öğretmen olmuştum.. Hani rüyalarımın en güzel sahnesinde seyrederken, göz yaşlarımı tutamadığım … hani en mateminde gecenin; üzerimde bir hamal gibi taşıdığım sensizlik yükünü atmak istediğimde, düşünüp de derinlere daldığım….
Hatırladın mı?
Saçlarım; senin bildiğin kadar sıradan değil artık..
Gözlerime durulmayı öğrettim..
Dudaklarıma kilit vurdum konuşmasın diye..
Yüreğimdeki seni her gece zindana attım bensizliğin acısını, sensizliğin acısını çektiğim gibi çek diye! !

Gitme Sevgili!
Sokak aralarında yitirdiğim aklımı geri ver bana.. yüreğim yüreğinde.. Böyle kuru bir beden ne işe yarar sensiz.. Ya dünümü ver, yada hakkımı! çok mu arzu ettiklerim?
Hayatının kısa film akropollerinde hiç mi karem yok? Senaryoda figüran olarak ölmek istemiyorum.. al beni de gözlerine…

Gözünle gördüğün her seksiyonda bir sahtekârlık, her parselinde acı ve göz yaşı… Güzel kelimelerinden duymak istiyordum bir ikindi çayı ertesinde.. Dudaklarından dökülmedikten sonra, adıma yazılan mektupların ne albenisi var ki?

Evlendim…Soğuk duvarlarında, gece lâmbasının aydınlattığı kadar görebildiğim dünyanın eşiğinde, bedenimi saran başka kolları sen zannedip doyasıya, hissedilmeyen kokunu sineye çektiğim günler aklıma geldi..

Evlendin…İkinci sayfa haber bültenlerinden öğrenmek istemezdim… Bilmek isterdim yerime koyduğun biblonu… Kim bilir hangi Can sırada bekliyordu Yanmak için… Farkında olmadan işlediğin günahın bedelini ödeyeceksin demiştim … Yüreğimi yüreğine koymuş olsaydın farkına varırdın süzülmemiş gerçeklerin… Arsız gönül kuşun konmuştu bir başka evin bir başka penceresine…Açar mıydı? …

Yıllar geçti aradan … farkında olmadan.
Cebimde kimsenin göremediği bir öfke saklı sevdiğim… Çıkardığımda dağ dayanmaz ki gönlün dayansın? Ben, kaybolmuşluğun sefasını sürerken, sen, bensizliğin nedametini çekiyorsun… Hissediyorum bunu…Ne ektin ki biçesin?

Beni arıyorsan;
Yokum! !
Sisle çevirdiğin bu evren, artık benim olmadığı kadar, seninde değil! !
Zaman hızla akıp gidiyor..
Yıllar sonra bugün, bakıp da halime gülmeyeceğim… Gözlerime durulmayı öğrettim…
Dudaklarım, dudaklarında güneşe selam çakmayacak artık..
Erkekçe, namusluca çekip gideceğim gözlerinin önünden;
Arkasına bile bakmadan…

Dur! !
Yaklaşma…
Yollarına toz olduğum sevgili! !
Dudak büktüğüm gidişine…
Yüz eskittiğim zamanla..
Ey Yüreğimi yüreğine bir kez olsun konuk edemediğim sevgili! ! !
Dokunma ellerime..
O eller ki, zamanın bir köşesinde, okul kaçışlarının heyecanıyla atan kâlpleri bir bedene dolduran; sonra Tek can ile kenetlenip kaderin vahametini inadıyla kıran eller…

Git..

Varlığın, yokluğuna özdeş şimdi…
Yazıyorum birkaç dakika ağlamışlığın ve gözyaşının üstüne…
 
Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde,

Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,
Dağlara dönmeli yüzünü insan.

Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;
Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni keşifler yapacak...
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, Gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir, kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.

Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;
Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip
Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; Gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,

Değerli olabilmeli hayat!

İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!
Başkasının yerine koyabilmeli kendini;
Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!
Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; Sevgisiz, soysuz kalarak!
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...

Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...
Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda; Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği;
Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli! Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu Olmayı beklememeli!

Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı; Bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!
Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan, Neşesizdir kahkahaların; Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...
Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!
Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için...
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!

Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...

Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için!
Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak! Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;
Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin;
Zaman bulabilsin; Bir teşekkür, bir elveda için...
Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;
Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan!
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...

Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...!
 
Kaçıncı yanılışım bu!
Bir tekneye atlayıp da denizin, o en erişilmezin ortasında kaçıncı yalnız bırakılışım!
Gücüm yok...
Taakatim yok alıp da elime kürekleri çekecek…
Çekip de kürekleri geri dönecek!

Böyle biçare, böyle yalnız, böyle ıssız,,,
Kaldım daha önce de evet ve ama bu hani tamda tamam derken bir kere daha işte !
Heveslerim, umutlarım, tüm mutluluklarım alındı yine ellerimden...
Çalan kim!
Kapıp kaçan kim...
Koşsanıza peşinden, yakalasanıza!

Kaybettim ruhumu, hükümsüzdür yazdım yüreğime kalın puntolarla, görüdünüz mü...

Düşününce şimdi nasıl da zor geliyor, hayat boyu süreceğini bildiğim o mahkeme kapısından girmek içeri...
Hakkımı aramaya kalkmak hiç bitmeyecek bir kitabın ön sözü olarak kalmak olacak, biliyorum!
Önsöz okunacak, sırası geçecek ama kitap hiç bitmeyecek !

Biliyorum...
Yaşadım çünkü!
O giriş paragrafındaki en afilli cümle oldum daha öncede...
Anlayarak okumak, okuduğunu anlamak öğretildi bana , girdiğim bütün türkçe derslerinde...

-------- Ahhh çocukluğum.....
Ahhh kanayan dizlerim.........
Fasülyedenmiş verdiğin acı, yüreğim kanıyor artık,
Bilir misiniz acısını.... ---------

Hepiniz mi kaçırdınız dersleri söyleyin!
Hep birlikte mi kaçtınız okuldan anlatın!
Nerdeydi aklım...

Kocaman bir sınıfın içinde, kahverengi bir sıranın üstünde, dev gibi bir yalnızlıkla oturuyorken kimdi gözlerimi kapatan, görmeyeyim diye daha en başından en sonunu!
Toplayıp da gücümü atabilseydim üstümdeki o karabasanı, görebilirdim şimdiki bu eşsiz yalnızlık senfonisinin ilk parçalarının yapa boza nasıl bitirmeye başlandığını taa o zamanlar...

Uzun cümlelerden sıkıldım!
İçerimdeki sızıyı kalabalık kelimeler eylemleriyle çoğaltmaktan yoruldum!
İçinden çıkamadığım bu kuyudan, çıkmak için güç aldığım her elin terkinden usandım!

Demiş ya kim dediyse işte;
-Herkes Hakettiğini Yaşar-

Ağzımın payını aldım...
Hakkımı da...
Mavi ütopyalarım iç ceplerimde,,,,
Ben çekiliyorum hayat
Ziyade olsun sana...
 
Aşkta; diğer birçok şeyde olduğu gibi “Ustalık - Çıraklık” ilişkisine ters bir durum var...

“Ne kadar çok seversen, o kadar iyi âşık olmuyorsun...” Kim bilir, “Beni bu sevdalar bitirdi” diyen şairin isyanı da o yöndedir belki...
Kalbin ardına kadar açık kapısından her geçene bir şeyler sununca; sonradan gelene az ve kötü tarafı kalıyor...

Bana katılır mısınız bilmem...

Hayattaki birçok şeyde, “Çok tekrar” insanı usta yaparken, aşkta en usta kişiler, “Az ve öz sevmişler” oluyor... Her buluşmada yeni bir şey öğrendiğimi, her ayrılıkta acıya biraz daha dayanıklı olduğumu düşünürken, “Orta yaş”ın olgunluğu kulağıma başka şeyler fısıldıyor artık... Beni “Kalbimin mi, gözümün mü, aklımın mı” cazip kıldığı belli olmayan bu sevdalar tüketti... Her gelen bizden bir şeyler götürür, biz her gittiğimizden bir şeyler koparırız...

Her sayfası ayrı renklerden, ayrı kalemlerden yazılmış, ayrı dudakların söylediği "Seni seviyorum"ları duyarız... Bir sonrakine daha donanımlı olmak yerine, daha titrek gitmemizin sebebi budur... Terkedişler, daha büyük yüreklere göç edişler, o günün egolarına birer saraydı belki...
Ama artık eminim ki; bir sonraki acının gecekondusunda güçsüz kıvranışlarımız bundandır...

Yüreğini pek nadasa bırakmayan bir hayatın ortasında bu “Kalp itirafının” faydası olur mu bilmem...

Ama kendimle savaşım ve duygularımla verdiğim o sayılı mücadeleden çıkardığım sonuç bu...

Artık bir gece vakti; adlarını bile hatırlamadığın sayısız “Yürek erozyonunun” ardından âşık olmaktan utanır hale geldiğini görürsün.
“Asil” dediğin, “Kutsal” dediğin kalbini kaplayan o yüce örtü; sıradan bir bez parçası haline gelir...

Ve seni tımar etmek için yarışan o sihirli eller; artık kendi kendine kabuk bağlamaya terk etmiştir yetişemediğin yaralarını...

Evet bir gece vaktidir; bir rüyadan uyanır ve bir daha uyuyamazsın...

Huzur dolu, mutluluk dolu, içinde taşıdığın o sonsuz sevginin gıdım gıdım gitmesini buğulu gözlerle anarken, artık demir kapıların arkasından yüreğine sızan güneşin sıcaklığını hissetmez olursun...

Ve amatör bir şairin dizeleri takılır dudağına...

“Biz çok kişiydik... Biz on kişiydik...

Ama gerçekte biz üç kişiydik;

“YALNIZLIK... YALNIZLIK... VE BEN...”
 
"Beni gör. Senin için başladığım ilk yer burası olabilir.



Varlığımı işaretle. Sana nasıl bakıp nerenle göreceğine dair bir işaret gönderiyorum. Onun için önce gözlerimin içine bak. Orada senin için, hem yola dair izler var ve hem de içime dair yollar..."



Beni gör; İçine akmam lazım. Dünyayı seninle birlikte senin içinden görmem, seninle birlikte yeniden başlayabilmem, içime ilmeklenmiş bu eskiden emanet masumsuzluk hissini seninle yenmem, yüzümün kirlerini ellerinle savuşturabilmem lazım. Beni tutarken düşmeden durabilmen, çelmelerime rağmen bana inanman lazım...



Beni duy; Nefesim eksilmeden sana sesimi duyurmam lazım. Yüzümü kaç kez izledin şu aynadaki gölge oyunlarında, kaç kez yalanladım ben geçmişlerimi, kaç kez kucaklayıp öptüm kendimi. Ben her sensizliğimde sendeleyişimde, çocukluğumun kaldırımlarında, düşmemeye hevesli denge oyunlarında oynarken buldum kendimi. Kum saati bu seferlik sözlere kanıp durabilir mi ya da büyüdümse şimdi yıldızları eteğime düşürebilir miyim ki?



Öylesine garip bir yetişememe duygusu kaplamış ki içimi, ben söküp atılamadıkça derinlerimden, susturulamamış kaygılara göz yumdukça, yalnızlığıma yaklaştıkça, gazetelerden harfler kırparak yaşıyorum sanki günlerimi. El yazım kendimden yorgun, kendime yabancı...



Ne zaman bu kadar keskin oldu bu sayfanın beyazlığı? Artık gözlerimde mi yalancı? Yeterince kanatmadım mı kolumdaki çiçek izini? Karalanmış umutlarla doldurduğum omuzlar buruşturup attığım hayatlar yetmedi mi?



Üç kere içtim ben bu sudan, hiçbiri senin kadar duru değildi. Yansıyanıma gülümseyişimden korkup da boz bulanık cümleler kurmasam belki hala benimleydin... Kim bilebilir ki?



Artık geç mi bilmiyorum? Boğulmaktan da korkmuyorum, dudaklarımı çatlatıp yine de gülümsüyorum. Güneşim yakın biliyorum. Korkularımı yeniyorum, gitarımı da kutusuna koydum artık susuyorum...



Dizlerimde tükenmez izleri, adını taşıyorum… Bana geleceğin günü bekliyorum... İnanması zor biliyorum ama yine de saçlarım esse senden biliyorum...
 
Aşk' tım Vazgeçtim....

Aşk’tım
Aşık’tım
(vaz) gecebilirdim
Geçtim

Gitmelere dönüyordum
Nice seller goturuyordu
Yaşanmışlıklarımı beraberinde.
Bir ana sığdırdığım
Bin ömür hayatım.
Vazgeçmek aşkın kendisiydi
Ben seni değil
Aşkı sevmiş
Vazgeçmeyi kabullenmiştim...
Şimdi güncemde bana kalan
Sensiz yokluk
İçimde eriyen
İçimde eriten
İçimi sarsan,senden bana kalan bir ömürlük alıntılar...

Ben seni, kimseler olmadığı için değil, kimse olamadığın için sevdim.Aşkı en masum yerimde yoklayıp, sana yürümeyi yeni öğrenen bebekler gibi düşe kalka geldim.
Ellerimden tutmaya bilirdin.Beni sevmeye bilirdin.İçinde bana akan teninin adını “aşk” koymaya bilirdin ki sen yine bilirdin herşeyi bildiğin gibi...
Sen beni gizli seviyordun, bense en aşikarlığındaydım sevdamın.Vazgeçmelerin bana düşeceğini nerden bileblirdim? ..
Bu senden kaçmak değil, bu içimde yitirdiğim kendimdendir.Çünkü ben sana, gelmekle tüm bildiğim, öğrendiğim beni ben eden herşeyden vazgecerek geldim.Ben sana gelirken kendimden geçtim.
Aşk için şimdi senden geçiyorum.Bir ömrü bir ana sığdırarak kendimi, senli düşlerin en törpüsüz yerine itiyorum.Her uykuya dalışımda törpülenmeyen yanlarının yüreğime, tenime takılıp acıtsın diye...

Sen adını bana acı ile öğreten..
Adını biliyorum
Adını öğrendim
Adın Aşk...

Suretinse bir yokluk.
Suretinse unutulmaya mahkum
Suretinse hiç yaşamamışlığım
Aynaların aksinde...

Yoklukla barışmayan ruhum, varlığına inandığı günlerde seni tanıdı.Sen ne cennet olabiliyordun ne de cehennem. Sendeliyordum seninle. Ne dokunabiliyorduk ne de yanabiliyorduk ellerimiz de...
Rüyalarımda gördüklerim, aynadaki ters iz düşümleri gibiydi. Seni tanımıyordum Aşk’ı görüyordum. Yaklaştıkça sana...Sana yaklaştıkça biraz daha yabancı oluyordum.
Gecenin en son noktasında, kendimden yitiyor, sana doğämıyorken senin aşk’ında kayboluyordum...

Bizimkisi suretsiz bir Aşk’tı.
Sen beni, bende seni tanımıyorduk.
Tanıdığımda ise Aşk’ın vazgeçmek olduğunu hatırlamak bana düştü...

Sen kendini karanlıklar olarak nitelerdin. Ben se aydılığında, yürüyordum senin. Aramızda ki yabancılık böyle başladı.
Sen ben de seni, ben de sen de beni görüyorduk.
Aynalar yalancı, Aşk ise gerçekti bize...

Susmalarının ardında saklanan sen aslında seni yansıtmıyordu. Ben sen de Aşk’ı görüyordum.. Bunu farkettiğim de ise bana Aşk’ın vazgeçilmezi olan (vaz)geçmeyi kabullenmek kaldı...


Şimdi biz;
bir birini tanıdığı kadar birbirine yabancı, İki insan iki Adı konulmamış bir duyguyuz.

Aşk’tım
Aşık’tım
(Vaz) gecebilirdim
Geçtim...
 
  • Beğen
Tepkiler: halp
ya pırtık yine harikasın tek geçiyorum seni binlerce teşekkürler sana....iyi bayramlar sana ve herkese
 
  • Beğen
Tepkiler: Selay Yaman
http://www.harikayaa.com/wp-content/uploads/2007/02/ask2.JPG


Tutsak kaldığım gecelerde camların buğusuna yazılan şiirlerim vardı sana dair..

Ne zaman gelip geçse aklımdan bir şairin dizeleri

Ben sana mecburdum bilemezdin..


Suskunluğuma boş bakışların karşılık verirdi.Neden diye sormadan, umursamadan belki..
Sandıklar dolusu hüzün biriktirdim sana..

Ben sana mecburdum bilemezdin

Sevdanın her çelme takışında yanımdaydın
Aldatıldığında, bir kenara sessiz sedasız bırakıldığında
Sana verirdim kendime saklamayı bir türlü beceremediğim umutlarımı
Ne zaman elini tutsa yalancı gülüşler ardından bir sevda
Yokluğunu hissettirip bir kez daha onun kollarına giderdin

Oysa ki ;
Ben sana mecburdum bilemezdin



Okuduğun şiirlerim sanaydı
Kim söylüyor bunu diyerek dinlediğin şarkılarım sana
Gözlerinin içine bakarak söylediğim sözleri med-cezir sevdalarına ilanı aşk ederdin

"Sen iyi beceriyosun bu işi güzel bişeyler söylesene bilmem kime mektup yazıcam" derdin hani



Hepsi sanaydı o sözlerin...

Hepsinin içinde sen vardın....

Ben sana mecburdum... anlamadın

Deniz kıyısında oturmuş izlerken güneşin batışını
Kolunu omuzuma atıp seviyorum ya ben bu kızı diye haykırkdığında

"Ben de seni" dediğimi hiç bir zaman duymadın


Sonra gittin birgün
Sustu martılar
Dalgalar isyan etti suskunluğuma

Ben sana mecburdum sen yoktun

Neden sustun..
Neden sustum
Neden sustuk ki....

Biz birbirimize mecburduk.... bilemedik...
 
Umut gelirdi ve siyah beyaz bir akşam olurdu benim dünyam. Bahçemdeki çınar ağacı, gün boyu biriktirdiği kuşların sevinci ile uzanırdı düşlerime. Gözlerinle söyleşmeye başladığımda ayışığı rengiydi gözlerim, saçlarım gecenin karanlığı kadar siyahtı. Parmak uçlarına bir öpücük kondurur bana uzatırdın, sevinç kokardı o an avuç içlerim. Ellerim ellerin kadar sıcaktı bilesin… Kimsenin bilmediği bir yürekti sol yanımdaki cennet.



İlkbahar kokardı saçlarım seni sevdikçe… Oysa ben berrak bir hüzündüm, baktığında dibi görünen… Nam-ı diğer sonbahar… Hep bir mevsim dururdu aramızda… Uzansan yaz’a değer ellerin, kavrulur yaz ateşinde yüreğin benim olamazsın sevdiğim… Hoyrat bir rüzgarla cesaretlenip tekrar uzanırken gözlerimdeki hayata, donar ellerin insafsız ve upuzun kış ayazında. İki umutsuz mevsim birbirini sevse ne olur ki… Günahkar beşinci mevsim olmazdık… Hey gidi çiçekli bahar, kaç hüzünlü öykü tükenip bitecek kim bilir bu imkansız bekleyişler içinde.



Duvara asılmış bir fotoğrafta soluklanırdı ezberlenmiş hayat. Yerini yurdunu bulamamış mahcup bir sonbahar rüzgarı okşar saçlarımı. Yıllanmış yıldızlarım gözlerine serilir. Yaprakları soyunurken dallarım, hayatı sunduğun gözlerime ölüm üflenir. Gözlerinin konuşkanlığında susuyorken düşlerim, sen çiçekleri giyinirsin sevdiğim. Boşunadır yakarışlarla geçer zaman, sana gelen yollar kıyamet olur bilirim. Hüzünler damla damla düştüğünde içime, gecelerin kolları sarar umutsuz bekleyişlerimi.



Kaderine sahip çıkarken eskir ayak uçlarımdaki yapraklarım, hoyrat bir çiçeklenişle göz yaşartan suskularını bile özlerim ben… “Biz” sevgili, biz koskoca bir yaz’ı, upuzun o kışı aşamayız. Yokluğun kaçtıkça güz’lerime, hüzün akar ömrümün yanaklarından. Gamzelerime kan sızarken, her damla beyaz güllerin yapraklarındaki çiğ damlasında hayat olur. Tepeden tırnağa hüzün basar sancılı düşlerimi.



“Yanarım gözlerinin önünde alev alev… Söndüremezsin…”



Bilirsin sen işte…
Geniş zamanlarım olmadı hiç benim
Dertli yüreğimi hangi rüzgara sarsam bilemedim…



Dar zamanlarda geniş ihanetlerle yankılandı şiirlerimin sesi.
Aralanan kapının gıcırtısıyla soluyorken bir gül
Kekeme bir güz ufalanıyor hayatın içinde
Bak da gör artık… Son-baharım ben
İçini kamaştıran, yüreğini yakan son-umut…
Boşuna olsa da yakarışlarla geçen zaman
Yokluğun kaçsa da güz’lerime
Hüzün aksa da ömrümün yanaklarından
Sana gelen yollar kıyamet olsa da yürürüm yar…
 
Okumamışsın...
Sana yazılmıştı oysa şiirler...
Bakmakla görmek arasında
Ne çok fark var değil mi?
Görmüş ama göz ucuyla bile
Kelimelerimi süzmemişsin
Ne demişim bilmemişsin,
Ne çekmişim şaşmışsın,kalmışsın,
Anlamamışsın!..

Gözünden kan damlar mı insanın?
Mürekkebi kan olur mu her satırın noktasına?
Seni seviyorum...
Aşk değil bunun adı diyorsan
Söylemelisin o halde,
Nedir adı yanmalarımın?
Gecenin bir yarısı kan ter içinde uyanıp
Telefon defterimde adını aramalarımın.
Sesini duyabilmek için bencilce seni uyandırışlarımın,
Aynı anda aynı şeyleri yapışlarımızın,
Ellerinin ellerimde terlemesinin,
Teninin tuzlu yollar çizerek tenimde dans etmesinin,
Adı ne adam;
Adının yanına adımı yakıştırmalarımın?
Adı ne, beni bırakma diye yakarışlarımın?
Adı ne?
Söylesene...

ŞİİRİN DİBİNE ÇÖKEN NOT:

Yitip gitmesi muhtemeldir diye ses çıkarmadığın şeyin adı
A Ş K...
Kabul et ya da etme yar,inkar ettiğin hislerden saklanamazsın!
Aşkın topu topu üç paravan harfi var...
 
http://img228.imageshack.us/img228/4812/beklemekmr0.jpg

Aslında bir kibrit kafi gündüzleri tutuşturup,
Gecenin gerdanına dizi dizi yıldızlar yapmaya.
Hani sabahın boyu yetişse uzanıp öpecek alnından Ay’ı
Bir de hep geç kalınmış ömrün son deminde gelmese ölüm
Belki böylesi dar gelmez giyindiğimiz mutluluklar


Mevsimlerin peşine takılıp ta,
Hüznü oradan oraya taşıyan yağmurlar gibiyim..

Sıcak avuçlarda buhar olup göğe karışan
Soğuk bakışlarda buz kesip anlamdan alabildiğine uzaklaşan


Seni bekleyişimin adı yok,

Hasreti çeke çeke uzaklara götüren çok vagonlu trenlerin de.
Hani giden gider de, geçmişi kalırya geride,
Onu hep yaşlı gözlerle bekleyen.
Zamanla dilindeki özlemi kırıverir zaman, en hassas yerinden

Çok geçmeden, çok geçiyor yokluğunun üzerinden,
Haram saatler diziliyor boğazıma uzadıkça sensizlik,
Tenhasına sere serpe uzandığım düşler de yetmiyor
Yorgun arzularımı kışkırtmaya
Verdiğim sözlere saklanmış militan kılıklı yalanlar yakayı ele veriyor bir bir
Tutuklayıp aynalara hapsediyorum
Sonra vicdanım delil yetersizliğinden serbest bırakıyor

Seni bekleyişimin adı yok
Dursun diye duvarlara çivilediğim zamanın da
Payıma düşen yalnızlığın zirvesinde,
Saçlarımla gizlice siyahını paylaşıyor gece.
O zaman, bu şehir bir kez daha düşüyor gözümden
Kalabalık kaldırımlarında adım adım eziliyor günahlarımın gölgesi

Sanki ben değildim külçe külçe acıların sahibi
Ağır korkuların ezip yel değirmelerine verdiği
Savrulmuş bedenimin, rüzgarında ölmeden dirildiği
Sanki sen değildin bırakıp giden
Üstüne üstlük hiç gelmemişken

Seni bekleyişimin adı yok..


Kurulmamış köprülerden geçmeye çalışan benliğimin de
Şiirlerim şahit olsun ki
İki satır arasına sığmıyor yalnızlığım
Ne nokta anlatabiliyor kararsızlığımı
Ne de virgül koyabiliyorum yılların ardına
Yenik düştü keşkelerim oynadığım oyunlara
Yine de teslim olmadım
Ama sen, namluda hüzün
Beni tam on ikiden vurdun
Seni bekleyişimin adı yok

GELMEYİŞİNİN DE !!!
 
Francois Bacon: "Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanların kendilerini budalaca aşka kaptırdıkları görülmez. Büyük ruhlar ve büyük işler aşkla uzlaşmaz"


Bailey: "Aşk dünyanın en tatlı mutluluğu ile en derin acısından yaratılmıştır"


Jeremy Bentham: "Aşk hazzı, dostlukla duyu hazlarından yoğrulmuştur"

Bulor: "Aşk cennetin dilinden bize kalan tek andır"

Antoine Bret: "Aşkın ilk soluğu mantığın son soluğudur"

Jacob Boehme: "İstek, hareket/genişleme, yön veren tezlere bilgelik eklendiğinde aşk olur"

La Cordaire: "Aşk her şeyin başlangıcı, ortası ve sonudur"

Dante: "Aşk kusursuz olmayan iyiliklerin üzerinde de vardır. Hatta irade, hile ve şiddet kullanmak yoluyla bir başkasının kötülüğüne çalışmış olsa bile yine aşka uyar. Kötülükler aşktan uzaklaşma oranında bir takım derecelere sahiptir ve kötülük aşka yaklaşmak için sarf ettiği güç oranında erdeme yaklaşmış olur... Cehennem bile adalet kadar aşkın eseridir."

Eugene Delacroix: "Aşkı anlatabilmek için yeryüzünde var olan dillerden başka bir dil gerekir"

Duclos: "Aşk bıkılmayandır. Her şeyden bıkılabilir ama aşktan ...asla"


Costance Foster: "Sevgi bizi zamanın yıkımından koruyan yıkılmaz bir kaledir"

Freud: "Yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma; duygulanmanın da temelinde aşk vardır"

Holty: "Aşk kulübeyi altından bir saraya benzetir."

Albert Hubbart: "Aşk yaşamdır deriz, ancak umutsuz inançsız aşk ölümden beterdir."


Shakespeare: "Değişiklikle karşılaşınca değişen aşk, aşk değildir... Aşk gözle değil ruhla görülür." Voltaire: "Aşk bir tablodur, onu doğa çizmiş ve hayal süslemiştir."
 
Bir rüzgarla başlamıştı sana olan aşkım..ve yaz yağmurlarının serinliğinde filizlenip güneşe gülücük satmıştı gözlerinin elalıgında...Ne beyaz bi atın vardı, ne de hayaller ülkesinin prensiydin.."Peki ben sende neyi sevdim?" diye sorma boşuna kendine. Ben sende imkansızlıgı sevdim,elimi uzattıgımda tutabilecek kadar yakın olmana karşın şafak vakti kızıllıgının ikametindeki ufuk kadar ulaşılmaz oluşunu sevdim. Bilmedim, tanımadım, tenine bir kere bile olsun degmedim severken. Ben sendeki uçurumdan hayata bakabilmeyi sevdim. Gözümü kapadım sevdim; açtım sevdim; ölümler tattım ozman bile sevdim. Ama sevdigim sen degildin. Ben sendeki beni aramayı sevdim. Bir kapı tokmagı yakınlıgındaki ıraklıktın benim için;gurbettin, vuslatı çok uzak olan; gurbette olan ne bendim ne de sen.. Özledigim, hayalimdeki sendin. Sen sadece benim hayallerime bir kılıftın, ela iri gözleri olan deli dolu serserimdin..


Yıkıldım. Ama yine sevdim! Agladım imkansızlıga. Ama yine sevdim! Seni tanımadan sevmek, teninin kokusunu bilemeden kokuna hasret kalmak. Sen bilmezsin sensizligin acısını çünkü sen hiç sensiz kalmadın ki!! Halbuki ben sensizlige aşık olmuşum. Yudumladıgım zamanda gözüm kapalıyken kaçırdıgım çok şey varmış. Seni gözü kapalı sevmenin acısıymış hissedipte anlam veremedigim burukluk kalbimdeki...


Ama anladım ki sen benim için kaldırım taşındaki çocuklugum kadar uzakmışsın. Yakaladıgım kuşun özgürlüge olan sevdası bile daha hakedilebilirmiş gökyüzünün maviliginde...


Seni tanımak o kadar agırmış ki ve o kadar can yakıyormuş ki gözyaşım avcumda duran hayallerimi silip süpürdügünde anladım. Senin bendeki sana hiç benzemedigini ben gözümü güneşe inat açtıgımda anladım. Yüregim sana karalar baglarken ben hayal kırıkları arasında çocuklugumu ararken anladım meger ben sevmemişim seni... Bir yanılsama, bir yanılgı ya da hayaller aleminde bir rüya.. Ne dersen de buna! Ne kadar bedeli agır olsa da ne kadar ben çocuklugumu satsamda bana anlamsız bakan ela gözlerine anladım nihayetinde AŞK bu olamaz!! Sen degilsin bekledigim 4 yıl boyunca;s en degilsin avcuna umutlarımı, tenine sıcaklıgımı bırakacagım yabancı..


Ugruna yapraklar harcadıgım, kalemler tükettigim, harfleri yorup cümlelerin üstüne mana agırlıgı yükledigim çocuk. Ben sana gözüm kapalı duymuşum yanılgılarımı, hasretimi, sensizligimi.. Hep hep dilimin ucundaki bir türlü söyleyemediklerim arasında sakladım "seni seviyorum"ları.. Şimdi düşünüyorum da iyi ki diyememişim, iyi ki dilimin gücü yetmemiş saklanmışlıklar sandıgını açmaya... Bilmeden bir aşk yaşadın belkide kulak çınıltıları arasında. Artık sormuyorum kendime "duysa ne der?" diye. Çünkü artık sıradanlaşmış bir yaşanmışlıksın benim için,ders alınası bir hata bile degilsin. Bundan sonra seni anan kelimeler anlamsızlıklar içinde aylak aylak dolaşıyor olacak. Bir kapısın artık; hayatımın geçmişinde kapatılan.. Gün gelir de merak edersen içerde yaşanılanları boşuna bakma paspasın altına. Anahtar orda degil;anahtarı güneşe aşık olan bir yıldıza verdim tanımadan sevmenin yalan oldugunu görsün diye...


Hayatımın aglama duvarında sana akan gözyaşlarım yoK artık elveda...


Elveda! Gözlerine 4 yılımı verdigim hayali prensim...


Elveda! Sebebinden Eros\'u gücendirdigim kalp yanılgım...
Elveda! Adına AŞK dedigim dil sürtüşüm...
Elveda! Kalbimin kaza sonucu kazandıgım yarabandı...


ELVEDA...
 
Sevmek bazen bildiğin halde her şeyi susmakmış


Seni darmadağın edecek her şey olup bitmiş


Yapılıp edilmiş olduğu için sevdiğince


-dileyemediğin için olmamasını da hani-


Sadece susmayı dileyip, susmayı yaşamakmış






Sessiz onurlu bir direnişmiş, aslında bu suskunluk


Fırsat vermekmiş karşındakine


Her insanın ikinci bir şansa ihtiyaç duyacağını


Bilmenin farkındalığı ile


Soluksuz uzun bir bekleyişmiş


Bir şekilde telafi edilsin diye yapılan hatalar


Olur ya insanlık hali herkes yanlış yapabilir


Diyerek yüce gönüllülük göstermekmiş



Ya da


Hata değil de yapılanın


Bitişini gösterdiğini bir aşkın


Yaşanılamazlığını ortaya çıkardığını sevginin


Anlamamak için umutsuz bir geciktirme çabasıymış


Yüce gönüllülüğün ardına saklanan





Kıyamamakmış sevdiğine onun tüm yok edişlerine rağmen


Acıtan inciten dalların budanması yerine,


Batmasına izin vermekmiş gönlüne


Vazgeçilemezinden kopmamak için


Onun senden çoktan vazgeçtiğini bilsen bile


Ezen yok eden yakan bir suskunlukla beklemekmiş





Sevmek, aslında sineye çekmekmiş biraz da


Hatta birini kandırmak değil, bilerek kanmaktır aşk diyenlerin


Ne kadar doğru söylediğini yaşayarak öğrenmekmiş





Sevmek bir kerre itiraf edildiğinde


Darağacına giden yola itilmekmiş sevdiğinin eliyle


Yağlı ilmeklere kurban edilmekmiş çaresiz





Sevmek razı olmakmış, vazgeçilmeye bile


Kanar gibi yapıp her söylenilene -sessiz-


Tutulmayan sözlere katlanmakmış





Sevmek yanmakmış buzulların arasında


Sıcak yatağında yalnızlığına sarılarak donmakmış


Sevmek bazen söyleyecek sözün varken susmakmış...
 
  • Beğen
Tepkiler: AydınGünaydın
Öyle bir düğüm ki hiç çözülmüyor
Gözyaşıyla bir kağıda yazılmıyor
Öyle bir düşman ki hiç yenilmiyor
Olmuyor kolsuz kanatsız uçulmuyor

Gözlerimden yüzünü çıkar da al
Aşk yalansa her mevsim son bahar
Yaşanacak daha bir ömür var
Yıkılacak kalın bir duvar...
 
  • Beğen
Tepkiler: Selay Yaman
Geri