Scudo Sports

Baltıklar'dan Karadeniz’e : Talin-Odesa Bisiklet turu

Nefis, takipteyim
 
  • Beğen
Tepkiler: five
Scudo
4. Gün : Panavezys – Vilnius (17/08/2017)
Panavezys-_Vilnius.jpg

Sabah kalkıp Panavezys’in merkezini en hızlı şekilde geçip Vilnius’a doğru pedal basmak istiyordum. Vilnius levhalarını takip edeyim derken yol beni çevre yoluna çıkardı. Bu da yolu biraz uzattı ama en azından trafiğe girmedim diye iyimserlik yaptım. Artık iyiden iyiye düz ve bölünmüş halde saatlerce değişmeyen manzaraya sahip olan yolda sıkılmamak için normalde bisiklet üzerinde yapmadığım bir şey olan müzik dinlemeye karar verdim. Yolun en sağında yeterince boşluk vardı. Yol seslerini duyabileceğim bir seviyede müzik dinleme başladım. Kendi kendime mırıldanmayı hatta zaman zaman bağırmayı da ihmal etmeden…
Ukmerge’i yolun ortası olarak düşünmüştüm ve oraya yakın bir yerde yemek yemeyi halay etmiştim. Yol otoban formatındaydı ama bizdeki gibi kenarları tel örgülü ve girişinde gişeler olan bir yapıda değildi. Bu sebeple bisikletle girilmesine bir engel yoktu. Yerleşim yerleri yolun biraz daha dışında yer alıyordu. Bu bir sıkıntı teşkil etmese de benzinliklerin de yolun üzerinde olmaması zaman zaman su ve yiyecek konusunda sıkıntı yaratabiliyordu. Mutlaka yolun dışına çıkmak, en azından 100-200 m. içeriye girmek gerekiyordu. Tam da yemek konusunda hayaller kurarken yolun kenarında bir restoran levhası gördüm. Fazla bir mesafe olmadığını görünce de sevindim açıkçası. Bisikleti girişe bırakıp içeri girdiğimde başka bir dünyaya girdiğimi anladım. İçeri bar formatında ve masaların olduğu bir salon vardı ama asıl olay dışarıdaydı. Restoranın 50 m. kadar uzağında bir göl vardı ve iskelesi vb. ile tam bir tatil beldesi ve plaj görümündeydi. Suya girenler, trambolinde zıplayan çocuklar, bikinili kızlar… :) Bu eğlenceli manzarayı hafif yukarıdan gören balkondaki bir masaya yerleştim. İçinde çorba olan bir şeyler ısmarlayıp yemeğin keyfini çıkardım, dinlendim. Sonra yola devam ettim. Önümde, yine aynı formatta dümdüz bir ikinci bölüm vardı. Vinius’a doğru devam ederken havada iki paramotor gördüm. Masmavi gökyüzünde çok güzel bir görüntü oluşturuyorlardı. Kafamı kaldırıp tam tepemden geçişlerini seyrettim. Akşam vakti Vilnius’a geldim. Aslında girişine demek daha doğru olur. Tur boyunca irili ufaklı bütün şehirlerde şehrin girişiyle merkezi arasında çok uzun mesafeler bulunuyordu. Vilnius da aynen bu formattaydı ve gece vakti daha önceden belirlediğim otellerin bulunduğu bölgeye ulaşana kadar epeyce bir pedal çevirip yol yapmam gerekti. İkide bir de yolu kontrol etmem tabi…
Otelin bulunduğu mahal merkeze yakın olmakla birlikte biraz daha kenarda kalıyordu. Adı da ilginçti : “Mikotel” J Odayı tutup bisikleti de odaya koyu koyamayacağımı sordum. Resepsiyondaki görevli tamam deyince de odaya kadar çıkardım. Dışarı çıkıp yemek yemek istiyordum Görevli bana yakında McDonalds olduğunu söyledi. McDonalds’ın bulunduğu bölge tren garının da yer aldığı bölgeydi ve pek de tekin bir yer izlenimi vermiyordu. Bir şeyler yiyip dolaşmaya devam ettim ama hem geç vakitten hem de yorgunluktan merkeze doğru tur atmayı sabaha bıraktım.
Mesafe (Km.) : 149,34 km.
Yolda Geçen Zaman : 09:25 saat
Ortalama Hız : 15,90 km/s
Max. Hız : 45,90 km/s
Yükseklik kazancı : 305 m.
Yükseklik kaybı : 260 m.
Min Yükseklik : 54 m.
Maks Yükseklik : 186 m.
Ort. Sıcaklık : 22,6 derece
Panavezys’in çıkışındaki yel değirmeni
20170817_103238_576x1024.jpg

20170817_103246_1024x768.jpg

Dümdüz ve bölünmüş yol…
20170817_140304_1024x576.jpg

20170817_140340_1024x576.jpg

Öğle yemeği manzaram
20170817_144757_1024x576.jpg

Yol boyunca gördüğüm klasik bir köprü manzarası
20170817_163018_1024x576.jpg

20170817_165252_1024x576.jpg

Vilnius’a yaklaşırken tepemden geçen paramotorlar
20170817_193542_1024x576.jpg

20170817_193559_576x1024.jpg

Bu resimde 2 tane var ama görmek gerçekten zor. J
20170817_193654_1024x576.jpg

Vilnius’a vardım ama otele ulaşma neredeyse 2 saatimi daha aldı
20170817_212949_1024x768.jpg

Otelin yakınlarında duvarda güncel bir duvar resmi
20170817_234409_1024x576.jpg
 
Mikotel, biraz tehlikeli bir isim, umarım herhangi bri kaza yaşanmamıştır :D Her şey süper görünüyor, daha önceki turlarda olduğu gibi, ama şöyle bir şey hissettim, şehirlere geç saatte varıyorsunuz, yol uzun olunca da ertesi gün erken saatte ayrılıyorsunuz, Oralara kadar gitmişken şehirleri daha uzun gezmek için biraz daha fazla zaman mı ayrılsa? Bu durumda turun süresi mi çok fazla uzar?? O zaman daha kısa mesafeli bir tur mu planlansa?? gibi kafamda deli sorular :(:):)
 
@Murat19 bir kaza yaşanmadan yola devam edebildim çok sükür. :) Turun devamında Minsk, Kiev ve Odesa'da gezi için zaman planlamıştım. (Daha sonra planlamadığım değişiklikler de oldu.) Ama haklısınız daha uzun zaman olsa daha detaylı gezilebilecek çok yer vardı. Ben sınırlı zamanıma turun tamamını sığdırmaya çalıştım. :)

Çok teşekkürler

five
 
Yollar nefis. Tam bir rehabilitasyon ve aydınlanma turu. Tebrik ediyorum... :harika:
 
  • Beğen
Tepkiler: five
Hem anlatımınız hem de turunuz çok keyifli... iyi pedallamalar :harika:
 
  • Beğen
Tepkiler: five
@five ben turlarimda müzik dinlemek için küçük bir radyo kullanıyorum aynı zamanda mikro SD kart okuyucusu da var bu şekilde MP3 te dinleyebiliyorum. Arka heybenin üzerine yerleştirip açıyorum bu şekilde her sesi duyabilyorum...
 
  • Beğen
Tepkiler: five
Gerçekten çok güzel bir tur olmuş. Rigaya giden yol, bisiklet yolları tarihi mekanlar karşılaştığınız insanlar derken tam bir tur olmuş :)
 
  • Beğen
Tepkiler: five
Pedalınıza sağlık hocam çok güzel bir gezi olmuş ve devam ediyorsunuz maşallah diyelim[emoji4]
 
  • Beğen
Tepkiler: five
Hiç bitmesin istediğim turlardan bir tanesi, takipteyim.
 
  • Beğen
Tepkiler: five
5. Gün : Vilnius – Valozhyn (18/08/2017)

Vilnius-_Valozhyn.jpg

Sabah hızlı bir kahvaltıdan sonra yol için hazırlanıp Vilnius’un tarihi merkezine doğru yavaş bir tura çıktım Tito’yla. Talin’le büyük benzerlikler görmeme rağmen biraz daha büyük ve bakımlıydı. Ortalık yeni yeni hareketleniyordu. Klasik bir kahve kültürü ile insanlar kahvaltı için kafeleri doldurmaya başlamıştı. Arada rehberli gruplar da görmeye başlamıştım. Tabi ki Uzak Doğu’dan… :) Merkezin bir başından diğerine pedallayıp çevreyi fotoğrafladıktan sonra su takviyemi de yapıp yola çıktım. Bugün direkt Minsk vardı planda ama bu yine bir 170 Km.’lik etap demekti. Minsk’e de gecenin bir yarısı varacaktım. Kuzenim Gökalp’le Kiev’de buluşup bir günü boşaltmak için yolu kısaltmıştım ama daha sonra planlar değişip Gökalp’in gelemeyeceğini öğrenince ben de planımda küçük değişiklikler yapmaya başladım. Gökalp’le önceki sene Gürcistan, geçen sene de Balkan turu yapmıştık. Bu sene ben illa Talin, Talin diye tutturunca Kiev’de buluşmaya karar verdik. Kendisi üniversite sınavına tekrar girmiş ve çok iyi bir puan alıp okulunu değiştirmişti. (ODTÜ Kimya Mühendisliği’nden Bilkent İşletme’ye geçti. :) ) Bu arada uçak biletini almış ve bisikletini de kutulamıştı. Uçacağı zaman bekliyordu kısacası. Ama üniversite değişikliği ve Bilkent’in çok ciddi hazırlık sınavları, onun için, yeniden okumaması gereken bir hazırlık sınıfı tehlikesi doğurmuştu. Yani hazırlanması gereken bir sınav vardı. Bu durumu benimle paylaştığında yapması gerekenin sınava hazırlanmak olduğunu söyledim. Kendisi de tur hayali kurarken böyle bir durum yaşadığı için çok üzülmüştü ama beni de düşündüğü için bu üzüntüsü ikiye katlanmıştı. Sonuç olarak yoluma yalnız devam edecektim. Zaten Kiev’e kadar yalnız olacağım için (ve bugüne kadar yurtiçi bir çok yalnız tura yalnız çıktığım için) tecrübe de kazanıyordum yurtdışında yalnız olma konusunda. Bu durumda planımı değiştirip yolu kısaltmaya ve Minsk’e ulaşmak yerine ara bir yerde kalmaya karar verdim. CityMap2Go’dan baktığımda yerleşim yerlerinin ve dolayısıyla otellerin ana yoldan içeride olduğunu 10, 15 hatta 20 km.lik ek mesafeler çıkardığını gördüm. Yolun ortasına ve ana yola makul mesafede bir yer ama daha önemlisi otel olan bir yer bulmam gerekiyordu. Sonunda isteğime uygun bir yer buldum. Yolu 100 km ve 70 km. olarak ikiye bölebileceğim bir noktada, ana yola da fazla bir mesafesi olmayan, o sırada adını haritadan okuyamadığım, dönünce Google Maps üzerinde Valozhyn olduğunu gördüğüm bir yerleşim yerinde otel olduğunu söylüyordu CityMaps2Go. Otel derken sadece bir otel. Başka yok. :) Hedefimi oradaki otel olarak belirleyip yolla devam ettim. Bugün Belarus’a, turun 4. ülkesine girecektim. Bugüne kadarki sınır geçişleri hissetmediğim şekilde :) olmuştu. Şimdi gerçek bir sınır geçişi yaşayacaktım. :) Litvanya’ya veda ederken normal sınır geçiş prosedürlerini yaşadım. Belarus sınır kapısına geldiğimde işlerin daha sıkı olduğunu fark ettim. “Güvenlik” kelimesi soğuk bir rüzgar gibi ürpertiyordu beni. Sınır geçişindeki görevli teyze bana, pek de dostça olmayan bir şekilde, “Sigortan var mı ?” diye sordu. Tabi ki yoktu sigortam. Aslında yaptırmayı düşünmüştüm ama ihmal etmiştim. Ben de yekten “Yok” dememek için Haziran ayında İspanya seyahati yapmak için (ailece) başvurduğumuz Schengen vizesi için yaptırdığım sigortadan bahsetmeye başladım. Ama söyleyeceğim şeyleri yüzüme gözüme ve dilime bulaştırıp eveleyip geveledim. Sınırdaki sert hanım teyze, benim bu eli ayağı dolaşmış halim karşısında en ufak bir “insani” özellik göstermeyip kısa kesti : “Var mı ? Yok mu ?” Cevap tabi ki “Yok !” Ben “Oh be… Sordu da söyledim.” rahatlaması yaşarken o da bana “Ne uzatıyorsun ! Yok desene !” bakışı fırlattı ve arkasından kaçınılmaz son söz geldi : “Sigorta yaptırman gerekiyor.” Ben bu fırsatı yüzümde şirin ifade kontenjanından bir gülümseme ile karşılayıp “Nasıl yaptırabilirim ?“ atağı yaptım. Diyorum ki “İnşallah beni geri çevirmez ya da bekletmez.” Ne bekletti ne de geri çevirdi. Bunu yerine arka tarafta bulunan başka bir kulübeyi işaret etti. Bisikletimi hemen yanına koyduğum kulübede çocukluğumun Commodore 64 ‘ününün klavyesini 2 parmak kullandığım zamanları aratan hızda klavye kullanan bir amca vardı içeride. “Sigorta” dedim. Söylediği şeyin “Kaç günlük ?” manasına geldiğini sandığım için 4 işareti yaptım. “4 Euro” dedi. Sonra kendi kendimi işkillendirip “Ulan ya bir aksilik olur da bir gün daha kalırsam çıkışta sorun olmasın. Ne olur ne olmaz !” deyip “5 gün olsun.” diye ekledim. 4 gün 4 Euro’ysa 5 gün 5 Euro’dur deyip 5 Euro çıkardım. Commodore amca “6 Euro” deyince afalladım. “Niye ki ?” bakışı attım Commodore amcaya. Commodore amca elindeki çizelgeyi gösterince makus talihimi de görmüş oldum. 1-2 Gün 2 Euro, 3-4 Gün 4 Euro, 5-6 Gün 6 Euro. Çaresiz 1 Euro daha verdim. Adam bütün yavaşlığıyla klavyeye dokundu ve en az 5-7 dakika sürecek klavye mücadelesini başlattı. Sanki her harfi aynı noktadan aramaya başlıyor, bulunca basıyor sonra da aynı noktadan tekrar bir sonraki harfi arayıp basıyor gibiydi. Sabırla bekliyordum ama ne zaman biteceğini de bilmiyordum bu işlemin. “Daha sırada tekrar sert hanım teyzeye var.” dedim kendi kendime. Commodore amca nihayet, oraya yazdı, buraya bastı, şuraya işledi, düğmeye bastı kolu çekti :) ve cızırtılı yazıcı çalışmaya başladı. “Nihayet” dedim içimden. Yazıcı da Commodore Amca kadar yavaştı. Eee ne de olsa iş arkadaşlarıydı. Kıratla yatan ya huyundan ya suyundan… Neyse ki işlem bitti. Amca bin bir zahmet yazıcıdan kağıdı aldı. Yine üzerine damga bastı, imza attı ve bana verdi.
Sınır görevlisi sert hanım teyzenin karşısına zafer kazanmış bir eda ile tekrar çıktım. Fazla da yüz göz olmamak için şirin görünmeye çalışmadan Commodore amcanın, günde ancak bir kaç tanesini hazırlayabileceği için çok değerli olan sigorta belgesini verdim. O da bana doldurmam gereken bir kağıt form verdi. Klasik küçük kutucukları olanlardan… Pasaport bilgilerimi girip geri vermem biraz zamanımı aldı. Allah’tan yanımda kalem taşıyormuşum. Bir de Sınır Görevlisi Sert Hanım Teyze’den kalem istemek vardı… Formu verdim. Kaç gün kalacağımı da sordu. Ben yine tedbirli olarak 5 gün dedim. Nasıl olsa parasını da verdim. 6 gün bile desem olurdu ama riske de girmedim. :) Teyze yazdı, çizdi, pasaportuma damga bastı. “Bu formu çıkan kadar sakla, çıkarken geri vereceksin.” dedi. Sınır görevlisi sert hanım teyzenin verdiği formu ve Commodore amcanın verdiği sigorta belgesini pasaportun arasına koyup sınırdaki genç askerin üstünkörü aradığı eşyalarımı toparlayıp yola devam ettim. Artık Belarus’taydım. Ve karnım çok açtı.
Sınır geçişi sonrası yemek yiyecek bir yer aradım ama herhangi bir yerleşim yeri yoktu. Var olanlar da yoldan içerideydi. Yol üstünde bir benzinlik bulup daldım içeriye. Meyve suyu ve krakerden oluşan bir menü yaptım kendime. Fakat krakeri yerken tadını biraz garip olduğunu fark ettim. Kutuya dikkatli baktığımda “Yengeç aromalı” bir kraker yediğimi anladım. Dikkat etmeden almışım. Benzinliğin marketine tekrar girip doğru dürüst bir kraker aradım ama ya deniz mahsulleri ya domuz sosisi ya da abuk sabuk başka bir şeyin aromasına sahip krakerler vardı. Kısaca aç kalmıştım.
İki yanı ormanlık yola devam ettim. Yolun kenarındaki boşluk oldukça dardı. Asfalt da 5-7 santimlik bir yükseklik oluşturuyordu dolgunun üzerinde. Aklımdan “Bu teker buraya düşerse kesin yere kapaklanırım.” diye düşündüm. “Teker tekrar yola çıkamaz ve sola doğru düşerim.” diye kendime yaptığım açıklamayı tamamladım. Tedbir olsun diye de amortisörü açtım. Bu şekilde ilerlemeye devam ettim. Yanımdan büyük araçlar, tırlar, arabalar da geçiyordu. Bu şekilde epey bir süre ilerledim. Hiç aklımda yokken biraz önce kendime tarif ettiğim düşme senaryosu gerçekleşti. Bir anlık dalgınlıkla teker sağa kayıp asfalttan aşağı 5 santimlik yükseklikten düştü. Teker tekrar yola çıkamayınca da kaçınılmaz son gerçekleşti. Aklıma gelen başıma gelmişti. Kendimi bir anda sol tarafıma doğru yerde buldum. Dizimin ve sol dirseğimin üzerine düşmüştüm. Sol elcik ve sol çanta da yere çarptığı için kadroya biz zarar gelmemişti. Bir süre yerde kaldım. Allah’tan bir araba veya tır gelmiyordu. Yoksa çok ciddi bir tehlike yaşayabilirdim. Gözüme asfaltın üzerindeki ıslaklık takıldı. Bir yerimin kanamadığını daha doğrusu o kadar ciddi bir durum yaşamadığımı düşünüyordum. Yerdeki ıslaklık kan değildi. Elimi cebime attım. Cebimde, turlarımda sürekli sol cebimde taşıdığım biber gazı vardı ve üzerine düştüğüm için kırılmıştı. O ıslaklık da sıvı biber gazıydı. Toparlandım. Bisikleti de kaldırdım. Yakındaki otobüs durağında bulunan banka yöneldim. Oturup dirseğimi kontrol ettim, suyla yıkadım ve yara bandı ile hafif bir korumaya aldım. Sonra yola devam ettim. Yoldayken düştüğüm noktadan bir yanma hissetmeye başladım. Ağrı ve acı tamam da yanma nereden çıktı diye düşünüyordum. Çok geçmeden bu yanmanın cebimde kırılan biber gazından kaynaklı olduğunu anladım. Ciddi şekildeki yanma hissi çok rahatsız ediyordu. Yıllarca güvenlik amacıyla cebimde taşıdığım biber gazına sıvı olarak maruz kalmıştım. :)
Valozhyn için ana yoldan ayrılırken akşam olmuştu. 12 km.lik bir bağlantı yoluyla varacaktım kasabaya. Orman içinde geçen dar yol başlarda oldukça ıssızdı. Tek tük araç geçiyordu. Ayrıca ana yolda hiç olmadığı şekilde iniş ve yokuşlar vardı. “Acaba şurası mı ? Burası mı ?” derken bir türlü varamıyordum kasabanın merkezine. Hava iyice karardı. Harita gittiğim yolun üzerinde bir noktayı gösteriyordu. Ama daha yerleşim yeri olduğunu belirtir binalar bile görünmüyordu ortalıkta. Neyse ki sayılı yol bir şekilde bitti :) ve kasabanın merkezi olduğunu düşündüğüm yere vardım ama ortalıkta otel görüntüsünde bir bina yoktu. Yoldan geçen gençlere sordum “Buralarda bir otel varmış.” diye. Ama benim konuşmamdan bir şey anlamadılar. Çünkü İngilizceleri sıkıntılıydı. Bir kız arkadaşlarını çağırdılar. Lise çağlarındaki kız, bizim ortaokuldaki “Mister ans Misses Brown” seviyesindeki İngilizce ile bana yardımcı olmaya çalıştı. Oldu da… Gençler benimle birlikte gelip oteli gösterdiler ve ayrıldılar. Otele geldiğimde resepsiyondaki teyzeyle yine İngilizce anlaşma konusunda sıkıntı yaşadık. Neyse ki otelde yer varmış. :) Bana sağlık sigortasını sorduğunda “İşte !” dedim. “Gerçekten gerekiyormuş.” Sigorta ve pasaportu verdim. Doldurduğum form zaten pasaportun içindeydi. Kadın bana dönüp “Vize ?” dedi. “Ne vizesi ? Vizeye gerek yok ki!” dedim. Kadın yine “Vize ?” dedi. Ben yine ne “Ne vizesi ? Türkler için vizeye gerek yok ki!” dedim. Ama kadın “İsa” dedi. “Peygamber” demedi. “Vize de vize !” dedi. “Ben bugün sınırı geçip buraya geldim. Eğer vize gerekseydi burada olamazdım.” gibi ulvi bir açıklama yaptım. Ama boşa gitti. Kadın telefondan birilerini aradı. Konuşma içinde vize kelimesini anlayabildim. Çantalarımı getirebilir miyim diye sordum. Kadın başıyla onayladı. Bisikleti de dış kapıyla iç kapı arasındaki bölüme koymama izin verdi. Geri geldiğimde “Tamam mı?” diye sordum. “Tamam” dedi. Neyse ki vize krizi çözülmüştü. Eşyalarımı odaya çıkarıp yemek yemek üzere aşağı indim. Kasaba otelinin kendi çapında gösterişli otelindeki onca masadan sadece birinde 4 kadın yemek yiyor ve muhabbet ediyordu. Ben de en pespaye halimle oturdum bir masaya. Daha duş bile almamıştım. Görevli kadın güler yüzle karşıladı beni. İngilizce bir menü ile siparişleri verip beklemeye koyuldum. Yemekler bitip odaya doğru hareketlendiğimde karnım tıka basa doluydu. Ne de olsa bugün yolda tek yediğim şey yengeç krakeri olmuştu. :)

Mesafe (Km.) : 114,29 km.
Yolda Geçen Zaman : 07:33saat
Ortalama Hız : 15,10 km/s
Max. Hız : 39,00 km/s
Yükseklik kazancı : 669 m.
Yükseklik kaybı : 605 m.
Min Yükseklik : 118 m.
Maks Yükseklik : 303 m.
Ort. Sıcaklık : 21,0 derece

Sabah saatlerinde Vilnius merkezinden kareler
20170818_104235_576x1024.jpg

20170818_105439_1024x576.jpg

20170818_105601_576x1024.jpg

20170818_105608_1024x768.jpg

20170818_110513_576x1024.jpg

Yola devam
20170818_123838_576x1024.jpg

Yol boyu mola için otobüs duraklarını kullandım.
20170818_144749_1024x576.jpg

Düzlük… Hep düzlük… :)
20170818_172349_1024x576.jpg

Yol boyu tarlalarda gördüğüm ruloları yakından görüntüledim.
20170818_180130_1024x576.jpg

Valozhyn yolunda bir kule
20170818_185918_1024x576.jpg
 
@five o kot farklarından ben de korkarım hep, turu bırakmanızı gerektirecek bir kaza olmamış en azından, çok geçmiş olsun. Keyifle takibe devam :harika:
 
6. Gün : Valozhyn – Minsk (19/08/2017)
Valozhyn-_Minsk.jpg

Küçük kasabanın kasabaya büyük gelen otelinde sabah kahvaltısı niyetine bir şeyler yedikten sonra yola çıktım. Bugün mesafem oldukça kısaydı. Sadece 70 Km. :) Hedefim Minsk’e uygun bir saatte varıp günün geri kalanında şehri gezmekti.
Yolun başlangıcında Valozhyn’in merkezinden ana yola ulaşmam gerekiyordu. Yolu takip etmeye çalışırken ana bağlantı yolunu kaçırıp bir ara yola girdim. Yol bana güzel bir manzara sundu. Uçsuz bucaksız bir düzlük… :) Hava çok güzel bir gün olacağını haberini veriyor gibiydi. Güneş kendini göstermeye şimdiden başlamıştı. Benzinliğin biri yine yemek molası için durak olmuştu bana. Önündeki motorcu figürü de hoş bir görüntü veriyordu.
Düz yolda pedal basmaya devam ediyordum ama üzerimde bir yorgunluk da vardı açıkçası. Yola kısa kısa deyip değişmeyen manzarada hâlâ Minsk’e yaklaşamamanın verdiği bir yılgınlık da oluşuyordu git gide… Haritaya göre Minsk’in çevresini dolaşan iç içe iki çevre yolu vardı. İlkinin kavşağına geldiğimde yemek zamanı gelmişti benim için. Yine bir cafe levhası görmüştüm ama ulaşmak için yolun karşısına geçmem bunun için de bir yonca yaprağını dolaşmam gerekiyordu.
Yine dışarıdan açık olup olmadığını anlayamadığım bir yere girdim. Bir tarafı market, diğer tarafı da kafeydi. Yemek için bir şeyler sipariş edip yedim ve fazla oyalanmadan yola devam ettim. Su almak için girdiğim bir park yerinin girişinde gördüğüm ilginç renkli kiliseyi görebilmek için yoldan ayrılıp 500 m. içeri girdim. Güneşte parlayan ve niye orada olduğunu anlayamadığım bir kilise göz alıyordu. Öte yanına geçip birkaç kare fotoğraf çekip ana yola döndüm.
Minsk’e yaklaşırken bir (yol) bisikletlinin yanımdan geçtiğini ve elini sallayıp selam verdiğini gördüm. Ben de elimle selam verdim. Adam sağlam asılıyordu pedala ve kısa sürede uzaklaştı. Zaten benim yetişme şansım da yoktu. Aradan biraz zaman geçince yolun sağında tekerine hava basarken gördüm. Yanında geçtim. Beni tekrar geçti. Kısa süre sonra sağda tekrar elinde pompa görünce yardım gerekip gerekmediğini sordum. Düzgün bir İngilizceyle teşekkür edip gerekmediğini söyledi. Lastiği patlamış, yanında yaması yokmuş. Ben yanımda olduğunu ve verebileceğimi söyleyince zaten birkaç km. sonra evinde olacağını söyleyip teşekkür etti. Ben yola devam ederken yanıma geldi. Sohbet etmeye başladık. Nereden geldiğimi sordu. Talin dedim. Şaşırdı. Nereye gittiğimi öğrenince daha da şaşırdı. İyi şanslar dileyip vedalaştı.
Minsk’in merkezine doğru, hızlı akan trafikte kendimi bisiklet yoluna atarken aklıma Saraybosna’nın hızlı trafiğinde bizi bisiklet yolundan gitmemiz gerektiği konusunda uyaran sürücüler geldi. Yine “Şehre girdim ama merkezine daha epey yol var” durumu yaşıyordum. Yol git git bitmedi ama sonunda daha önceden Booking’den bulduğum otele vardım. Bisiklet için uygun bir yer gösterdiler. Odaya çıkıp bir an önce duş alıp kendimi dışarı atmayı düşünüyordum. Gözüme ilişen yazıda duş konusunda bir uyarı olduğunu fark ettim. Merkezi sıcak su sistemindeki (demek ki sıcak su şehrin merkezi sisteminden geliyormuş) bir arıza sebebiyle suyun otelin ısıtıcılarıyla ısıtıldığını (sanırım termosifon sitemi) ve duş almak için 8-10 dakikalık bir zaman olduğunu söylüyordu. Kısaca “hemen duş al öyle yayılma” minvalinde bir uyarıydı. Ben de bu uyarıya uyup hemen duş aldım ve dışarı çıktım. Otelden ayrılırken, resepsiyondaki görevlinin verdiği harita üzerinden detaylı bir şekilde anlattığı gezi planına uyacak şekilde yürüyerek turlamaya başladım. Hava muhteşemdi. Etraf cıvıl cıvıldı. Haritadaki belli başlı noktalara yürüyerek Minsk’in merkezinde uzun bir tur yaptım. Gündüzü de gece yaptım. Gece, şehrin içindeki müziğe ve harekete katıldım. Geç vakitte otele dönüp ertesi gün için dinlenmeye çekildim.
Mesafe (Km.) : 77,85 km.
Yolda Geçen Zaman : 05:27 saat
Ortalama Hız : 14,30 km/s
Max. Hız : 43,40 km/s
Yükseklik kazancı : 375 m.
Yükseklik kaybı : 388 m.
Min Yükseklik : 184 m.
Maks Yükseklik : 297 m.
Ort. Sıcaklık : 29,4 derece
Valozhyn çıkışında bir kule (bir önceki güne yazmıştım ama aslında bugündeymiş :) )
20170819_101520_576x1024.jpg

Daha sonradan Babrusk’ta tanıştığım bir arkadaşa (resimde de görülen) haçların farkını sordum. Sağdaki, altında aşağıya doğru kısa ek çizgisi olan haç Ortodoksların hacıymış.
20170819_101525_576x1024.jpg

Valozhyn’den ana yola bağlanırken girdiğim ara yol yine dümdüzdü
20170819_103525_1024x576.jpg

20170819_103538_1024x576.jpg

Mola verdiğim benzinlikteki motorcu figürü
20170819_121100_1024x576.jpg

Minsk’e doğru yola devam
20170819_124827_1024x576.jpg

20170819_134507_1024x576.jpg

Masmavi ve parıl parıl parlayan kilise
20170819_141358_576x1024.jpg

20170819_141408_1024x768.jpg

Minsk uzaktan göründü.
20170819_153826_1024x576.jpg

Sonunda MIHCK’e geldim ama daha çok yolum var. :)
20170819_155523_1024x768.jpg

Yol üzerindeki kilise
20170819_162021_1024x576.jpg

Minsk’in bisiklet yolları
20170819_162040_1024x768.jpg

Minsk’te gezme zamanı
Tiyatro binası
20170819_184556_1024x576.jpg

Belarus Sirki. İlk defa bir binası olan sirk görüyorum. :)
20170819_185239_1024x576.jpg

20170819_185801_1024x576.jpg

2. Dünya savaşı anıtı. Anıta geçiş alt geçitle yapılıyor.
20170819_190225_1024x576.jpg

Alt geçitte savaşla ilgili fotoğraflar var.
20170819_190529_1024x576.jpg

20170819_190554_1024x576.jpg

Anıtın önünde sürekli yanan bir ateş var.
20170819_190710_576x1024.jpg

20170819_190921_576x1024.jpg

20170819_190943_576x1024.jpg

20170819_191117_576x1024.jpg

Belarus Sirki’nin önündeki heykeller
20170819_193531_576x1024.jpg

20170819_193556_576x1024.jpg

20170819_193637_576x1024.jpg

20170819_193703_576x1024.jpg

Parktaki zarif hanımefendi
20170819_194853_576x1024.jpg

Belarus balesinin önünde yeni evlenen bir çiftin gelin arabası :) Çalan müzik ortamla tam bir tezat oluşturuyordu.
20170819_195245_1024x576.jpg

Belarus’lu ünlü yazar Yazep Drozdovich’ın heykeli
20170819_200336_576x1024.jpg

Minsk’te akşam vakti
20170819_200534_1024x576.jpg

20170819_205011_576x1024.jpg

20170819_205719_1024x576.jpg

20170819_211401_576x1024.jpg

20170819_212713_1024x576.jpg

20170819_212727_1024x576.jpg

20170819_212731_1024x576.jpg

20170819_215103_1024x576.jpg

20170819_221316_1024x576.jpg

20170819_223132_1024x576.jpg


7.Gün : Minsk – Babrusk (20/082017)
Minsk-_Babrusk.jpg

Minsk’te gece uzun olunca sabah kalkmak da biraz zor oldu tabi. Bugünkü etap, bir önce günden iki kat daha uzundu. Bu sebeple, oyalanmaya mahal yoktu ama geniş bir alana yayılmış Minsk’ten çıkmak biraz zaman alıyordu haliyle. Özellikle de ters trafiğe girdiğiniz sokaklarda… Birden karşımda büyük bir stat gördüm. Çevresinde de bir sürü kule vinç. Sanırım Dinamo Minsk’in stadıydı. Aslında bildiğim tek takımları da oydu zaten. Değilse de benim için orası Dinamo Minsk’in stadı olarak kalacak. :)
Şehir dışında yol yine dümdüz uzanıyordu. Elektronik tabelada hava ve asfalt sıcaklıklarını okudum. “Şu an asfalt sıcaklığına dikkat eden bir tek ben varımdır herhalde” diye geçirdim içimden… 42.8 derece’lik bir sıcaklık hava sıcaklığının neredeyse iki katına denk geliyordu. Hiç bunaltmayan, rüzgar anlamında sorun da çıkarmayan bir havada yol alıyordum. Klasik manzaralar eşliğinde Babrusk’a yaklaştığımda çevre yoluna dönüşen ana yoldan ayrılıp dümdüz Babrusk’un merkezine giden dar yola girdim. Etrafta 2. Dünya savaşı ile ilgili bir sürü anıt ve mezarlık vardı. Yolun sağındaki ormanın sıklığı ise dikkatimi çekti. Bu ormana giren askerlerin psikolojisini düşündüm. Yorgun, bezgin, nereden ne çıkacağını bilmediklerinden korkulu… Zaten hava da kararmış olunca iyice karanlıktı her yer. Alman mevzilerini gösteren levhanın levhayı geçip bir anıtın önünde durdum. Hem dinlenme hem de fotoğraf için… Toplar, tüfekler, mevziler, mezarlar, anıtlar… Belarus’a girdiğimden itibaren 2. Dünya Savaşı ortamını iyiden iyiye hissetmeye başlamıştım. Gecenin karanlığında, daha önceden belirlemiş olduğum otele (Turist Otel) giderken kendimce yolu kısaltmak için ara yollara saptım. Yol mahalle aralarından geçiyordu. Evler tek katlı, yol bozuk, çevrede bir otele doğru gittiğim konusunda bana işaret olabilecek hiçbir şey yok… Tam bir kenar mahalle görüntüsü. Hani “Karşına iki kişi çıksa…” durumu vardır ya, tam öylesinden. “Ulan ben nereye geldim !” moduna geçiş yapıp pedallara asıldım geri dönmeyi de düşünmeden. “Ha geldim, ha geleceğim.” diye haritayı kontrol ediyordum. Sonunda otelin bulunduğu yere geldim ama ana yoldan ayrılmanın pek de iyi bir fikir olmadığını kendime ispatlamış oldum. Otele yerleşip duş almadan yeme içme işlerini halletmek için dışarı çıkayım dedim. Resepsiyona, yakında restoran ya da magazin olup olmadığını sordum. Bana, otelin önüne çıkan caddede (bizim ölçülerimizde bir ara sokak) olduğunu söylediler. Pazar günü gece 23:00 civarını bulmuştu saat. Dışarı çıkıp yürümeye başladım. Etrafıma bakıp, bakkal, çakkal, market, kafe ne bulursam yiyecek bir şeyler bulmaya çalışacaktım. İki izbandut elemanla karşılaştım. Klasik bir turist moduna geçip “Where is the nearest post office?” edasıyla yemek için bir yer olup olmadığını sordum. Aslında adamlar kaldırımda yürüyen insana yolunu değiştirtecek tiplerdendi ama ben “üzerine git” prensibi ile, onlardan çekinmeden, rahat hareketler sergiliyordum. Ama en önemli sorun burada da baş göstermişti adamlardan birinin İngilizcesi çat seviyesindeydi, pat bile yoktu. :) Diğerinde ise hiç yoktu. Kendi aralarında konuşup gülüşüyor olmalarında biraz kıllanmıştım ama yine de taktik gereği onlarla muhabbet etme çalışmalarına devam ediyordum. Konuştuğum (en azından çalıştığım) elemanın adı Sergei’di, halterciymiş. Ya da ben öyle anladım. Diğerinin adı da Kag. Yol da uzundu. Merkez olarak adlandırılacak bir yer de göremiyordum. Yiyecek bir şey bulmak adına aradığım yerleri de şu ana kadar görememiştim. Ana cadde diyebileceğim bir noktaya yaklaşırken Sergei’in biriyle konuştuğunu gördüm. Hemen sonra eleman bana dönüp İngilizce konuşmaya başladı. Klasik turist muhabbetleri yaptık. Nereden gelirsin, nereye gidersin vs. adamın yanında bir de kız vardı. İki izbandut, bu yeni eleman ve yanındaki kızla beraber köşeye geldik. Ben yemek yemek istediğimi söyledim. Adam (şu an ismini hatırlayamıyorum) yardımcı olacağını ama önce kız arkadaşını yolcu etmesi gerektiğini söyledi. Bu arada iki izbanduta dönüp herhalde kendisinin yardımcı olacağını söylemiş olmalı ki elemanlar ayrıldılar. Ben de onlara teşekkür ettim. Son dakikaya kadar “üzerine git presibi” :)
Eleman kız arkadaşını belediye otobüsüne bindirdikten sonra yaklaşık bir saatini bana ayırdı. Fotoğrafçıymış. Düğün fotoğrafları çekiyormuş. Amerika, İngiltere, Mısır ve Rusya dahil bazı Avrupa ilkelerini görmüş. Amerika’da bir süre yaşamış. Türkiye’ye de gelmek istiyormuş ama olaylardan biraz çekinmiş. Ekim Kasım için pplan yapmış. Epeyce de ucuzmuş Türkiye turlar. Neden acaba ? :) Bana çevreyi gezdirdi gecenin karanlığında. Yemek için bir yere gittik şöyle kafe gibi bir yer ama geç vakitte sanırım bir şey yokmuş. Başka bir yere gittik. Giderken de bana, buralarda dikkatli olmamı söyledi. Adamları da pek gözü tutmamış. Beni görünce hem yardımcı olmak hem de İngilizce pratiği yapmak için yanımıza gelmiş. “Müslüman olduğunu söylemezsen iyi olur.” dedi bana. “Buralarda pek hoş karşılamazlar. “Çevredekilere de dikkat et. Yanındakileri pek gözüm tutmamıştı.” O zamana kadar, rahatlığı bir savunma taktiği olarak kullanan ben biraz tedirgin olmadım dersem yalan olur. Neyse ki o zamana kadar bir problemle karşılaşmamıştım. İnşallah devamında da karşılaşmayacaktım.
Bana yakındaki bir kiliseyi gösterdi. Sovyet yönetimi o kiliseyi yüzme havuzuna çevirmiş. 10 yıl öncesine kadar da yüzme havuzu olarak kullanılıyormuş. “Hatta ben o havuzda yüzmüştüm.” dedi. Şimdi asli görevine döndürülmüş. Artık kilise olarak kullanılıyormuş. Yemek için bir kafe daha buldu. Ne yemek istediğimi sorup siparişi verdi. Benimle bir süre oturdu. Sonra vedalaşıp ayrıldı. Bana da otele dönmek için kullanmam gereken yolu sıkı sıkı tembihledi. Geç vakit de olsa karnımı doyurup otele döneceğim uzun yolda yürümeye başladım. Bir örneğini Gürcistan’da gördüğüm, yardımcı olmak için zamanını ayıran insanlardan biriyle daha karşılaşmıştım. Gecenin karanlığında hızlı adımlarla otele döndüm.
Mesafe (Km.) : 149,37 km.
Yolda Geçen Zaman : 09:31 saat
Ortalama Hız : 15,70 km/s
Max. Hız : 32,90 km/s
Yükseklik kazancı : 297 m.
Yükseklik kaybı : 349 m.
Min Yükseklik : 181 m.
Maks Yükseklik : 239 m.
Ort. Sıcaklık : 27,4 derece
(Benim için) Dinamo Minsk’in stadı
20170820_093328_1024x576.jpg

Hava sıcaklığı ile yol sıcaklığı bir arada
20170820_105433_576x1024.jpg

Düzlükler…
20170820_141015_1024x576.jpg

20170820_164358_1024x576.jpg

20170820_164410_1024x576.jpg

Yol boyu gördüğüm II. Dünya savaşı anıtlarından biri..
20170820_204411_1024x576.jpg

Gece vakti Babrusk’un girişi. Yine önümde kilometrelerce yol.
20170820_210143_1024x576.jpg

Gece vakti diğer diğer anıtlar…
20170820_211230_576x1024.jpg

20170820_213032_576x1024.jpg

20170820_213040_576x1024.jpg

20170820_230205_576x1024.jpg

Yüzme havuzu yapılan kilise
20170820_231159_576x1024.jpg

Bana yardımcı olan eleman…
20170820_231816_1024x768.jpg
 
Hocam elinize kolunuza sağlık, böyle bir güzel turun her aşamasından bizi de haberdar edip cesaretlendirdiğiniz için teşekkürler. Bize de nasip olur inşallah.

Gerçi her ayrıntısıyla anlatmışsınız ama, böyle bir turun en zor yanı nedir, nelere dikkat etmek gerekir, başımıza en kötü ne gelebilir, biraz bunlardan da bahsedebilir misiniz. Zira fotoğrafları gördükçe yarın tura çıkası geliyor insanın :)
 
  • Beğen
Tepkiler: five
Nasıl bi imrendim, kıskandım belli değil! Maşallah diyim unutmadan. Muhteşem bir iş, müthiş bi tecrübe.
Sözü geçmişken bi açıp eurovelo haritasına baktım tekrar, ah lar vahlar...
 
  • Beğen
Tepkiler: five
8. Gün : Babrusk – Gomel (21/082017)
Babrusk-_Gomel.jpg

Dünkü sıcak günden sonra, bugün biraz daha soğuk geçecek gibiydi. Sabah kahvaltı yaptıktan sonra Babrusk’tan, artık klasikleşen bir köprü ile çıkıp Gomel (okunuşuyla Homel) istikametine pedallara asılmaya başladım. Gomel, Belarus’taki son şehir olacaktı konaklayacağım. Dünkü 150 km. üzerine bugün de 160 km. planlamıştım. Yine dümdüz bir yolda ilerliyordum ve bugünün ödülü de arkadan esen rüzgar olmuştu. :)
Düzlüğün ortasında bir mola sırasında birden yanıma motosikletli bir çift geldi. (Tek motosiklette iki kişi) Bana etrafta bir benzinlik olup olmadığını sordular. Ben de CityMaps2Go’dan baktım çevrede var mı diye ama görünürde benzinlik yoktu. Geçtiğim son benzinliğin Babrusk’un çıkışında olduğunu söyledim. “Ama yine de yok diye düşünmeyin haritada görünmese de yolda karşımıza çıkabiliyor.” dedim. Teşekkür edip gazladılar. Aradan fazla zaman geçmeden yolda bir benzinlik gördüm. Su almak için girdiğimde motorcu çiftin de (doğal olarak) orada olduklarını gördüm. Selamlaştım. Motorcu hatun beni görünce “Ne kadar çabuk geldin ?” dedi. O kadar hızlı değilimdir ama arkadan esen rüzgar etkiliydi demek ki. Sohbete başladık. Rusya’dan gelip Kurtz’a gidiyorlarmış. Yolda görüşürüz deyip yanlarından ayrıldım. Su takviyesinden sonra yeniden yoldaydım. Az sonra da onlar tekrar yanımdaydı. Selam verdiler. Sonra da bir kez daha gazlayıp gözden kayboldular. Düzlüklerden sonra iki tarafı da orman olan bir kısımda pedal çevirmeye devam ettim. Çok güzel ve yemyeşil bu kısımda aynı zamanda müzik de dinleyebiliyordum.
Akşam üstü, artık Gomel’e yaklaştığım sıralarda, bölünmüş yolun karşı şeridinden gelen bir bisikletli gördüm. Yaklaşınca bunun bir kadın bisikletçi olduğunu fark ettim. Normalde selamlaşıp geçerdik bu kadar uzun mesafeden ama ben selam verirken onun bana seslendiğini fark ettim. “Cicu !” diye bağırıyordu. “Cicu!”. O da ben de bölünmüş yolun ortasına yöneldik. Merhabalaştık. “Cicu değilim.” dedim. “Seni Cicu’ya benzettim.” dedi. Bisikletimin (muhtemelen çantalarımın) görünüşü onunkine benziyormuş. Kim olduğumu ve rotamı anlattım. Adı İrina’ymış. Rus’muş. St. Petersburg’dan başlayıp turluyormuş çevreyi. Bana da Baykal Gölü çevresinde tur yaptıklarından bahsetti ve o rotayı tavsiye etti. “Böyle yalnız yalnız korkmuyor musun ? Hem kaskında yok.” dedim. Hem kaskı yoktu hem de üzerinde reflektörlü yelek haricinde ek bir kıyafet de yoktu. O da en kısasında cevap verdi. “Bana bir şey olmaz. Ben deli bir Rus kızıyım.” Vedalaşıp ayrıldık. Bölünmüş yolun ortasında, onun arkasından birkaç kare fotoğrafını çekip yoluma devam ettim.
Gomel’in girişinde, artık her zamanki “Geldim ama aslında daha gelmedim” sendromunu yaşadım. İkide bir hem yoluma hem de haritaya bakıyordum. Ama dünden öğrendiğim önemli bir şey vardı. Asla ana yoldan ayrılma :) Öyle de yaptım. Haritaya göre, sola dönüp düz gitsem, gitmek istediğim otele direkt gidiyorum gibi görünüyordu ama aslında yol direkt çıkmıyordu. Arada demiryolu vardı. -Ki bunu tahmin etmiştim.- Bu da, yolun büyük bir çember çizmesine sebep oluyordu. Israrla yolu takip edip, o büyük çemberin bir helezon haline geliyor olduğunu fark ettim. Sola dön. Sonra tekrar sola dön. Tekrar dön… Karanlık caddelerden sonra, merkez diyebileceğimiz bir noktaya ulaştım. Yoldan değil de kaldırımdan ilerliyordum. Bir anda karşımda yaşlı, sakallı motorcular çetesi gibi 5 kişilik bir bisikletçi grubu gördüm. Ayak üstü sohbete başladık. Bu grup da Rusya’dandı. Kadronun titanyum oluşu ve Rohloff ilgilerini çekti. Kısa bir muhabbetten sonra otele doğru devam ettim. Gece geç vakitte tren garının karşısındaki otele ulaşıp yerleştim. Uzun zamandır aç olduğum için açık olan bir yer var mı diye sorup oraya yürüdüm. Kısa bir süre sonra kapanacak bir fastfood’cuda karnımı doyurup dinlenmek üzere otele döndüm.

Mesafe (Km.) : 166,59 km.
Yolda Geçen Zaman : 08:38 saat
Ortalama Hız : 19,30 km/s
Max. Hız : 36,50 km/s
Yükseklik kazancı : 293 m.
Yükseklik kaybı : 308 m.
Min Yükseklik : 133 m.
Maks Yükseklik : 169 m.
Ort. Sıcaklık : 22,6 derece

Babrusk’taki otelin manzarası
20170821_084055_1024x576.jpg

Artık klasik olan köprü manzaralarından biri
20170821_095635_1024x576.jpg

Düzlük… Yine düzlük… Yine düzlük…
20170821_114152_1024x576.jpg

Motorcu abiyi uzaktan çektim. :)
20170821_121053_576x1024.jpg

Yolun manzarası harika
20170821_153646_1024x768.jpg

Yolda İrina ile karşılaştım
20170821_184407_1024x768.jpg

20170821_184913_1024x576.jpg

“Yolun ortası” hatırası :)
20170821_184926_1024x768.jpg


9.Gün : Gomel-Chernihiv(21/082017)

Gomel-_Chernihiv.jpg


Sabah Belarus’taki son günüme uyandım. Hava kapalıydı. Otelden ayrılıp (klasik olarak) şehri bölen nehri geçtim ve ana yola çıktım. 2. Dünya Savaşı ile ilgili çokça anıt, mezarlık vs. görüyordum yol boyu. Sonunda sınıra gelmiştim. Belarus’un bir sınır kapısından diğerine kadar yol boyunca pasaportumun arasında büyük bir dikkatle taşıdığım o küçük kağıt parçasını özenle geri verdim sınırdaki görevlilere. Üzerinde, kaldığım tüm otellere ait kaşe, imza ve tarihlerle beraber. Girerken, tamamen tedbir olarak (eksik olursa sınır kapısında hır çıkar diye) fazladan yaptırdığım bir günlük sigortamı da yakarak çıktım Belarus sınırından. Sınır kapısından çıktıktan sonra Ukrayna kapısına gelene kadar 2-3 km. kadar yol kat etmek gerekiyor. İki kapı arasındaki bu yolda terk edilmiş araçlar gördüm. Arabaların nesi varsa çalınmış neredeyse iskeletleri kalmıştı. Ama durup da fotoğraflarını çekmeye cesaret edemedim açıkçası. Sanki bir yerlerde askerler fırlayacak (muhtemelen Belarus askerleri olurdu bunlar) ve beni sorguya çekip fotoğrafları sildireceklermiş gibi. :)
Ukrayna tarafı ise, Belarus’a göre çok rahattı. Pasaportu verdim. Damgayı bastılar ve geçtim. :) Aslında Türkler artık pasaportsuz da girebiliyorlardı ama sanırım o şekil sadece yeni tip kimliklerle olabiliyormuş. Sınır geçişi sonrası hava yağmura döndü. Ben de yağmurluk niyetine yanımda ne varsa giydim. Yağmurluk (üst), yağmur pantolonu, kask kılıfı… Geçen sene Bosna’daki yağmurluk faciasından sonra kendime adam gibi bir yağmurluk almaya söz vermiştim. Bu sene yağmur pantolonunu da edindim. Kask kılıfının da bu kadar işe yarayacağını pek düşünmemiştim ama epeyce faydalı oldu.
Chernihiv’e yaklaşırken yolun kenarında beton bir platformun üzerine konuşlandırılmış bir tank gördüm. Altında 1941-1945 yazıyordu. Yine bir 2. Dünya savaşı hatırası. Askerliği, tank asteğmen olarak başlayıp hava muhabere teğmen olarak bitirdiğim için tanklar bana her zaman özel gelmiştir. Her ne kadar çalışan bir tanka hiç binmiş olmasam da… :) Modelini tahmin etmeye çalışsam da çıkaramadım. Rus T serilerinden olma ihtimali kuvvetli de olsa askerlikte sadece 3-4 çeşidini gördüğüm için -o da Nato standardı tanklar- çıkarmam pek mümkün değildi.
Chernihiv’e girdiğimde hava kararmıştı. Sınırdan beri yağmur altında olduğum için de dışarıdan epeyce ıslaktım. Önceden belirlediğim otel tam merkezdeydi. Resepsiyona gidip bisikletim için kapalı bir yer istediğimde arkadaki otoparktan başka bir yer göstermediler. Ne kadar dil döksem de -ki dil İngilizce olduğu için onlara pek bir şey ifade etmedi- İsa deyip Peygamber demediler. Ben de bisikleti arkadaki, en azında üstü kapalı otoparka, çift kilitle (ki bekçisi, kapısı vs. olan güvenlikli bir yerdi) bağlayıp bıraktım. Bir yandan da adamlara saydırıyordum. :)
Otelden yine bir şeyler yemek için çıkıp yağmur altında yakındaki Mc. Donalds’ın yolunu tuttum. Geç vakitte otele dönüp Ukrayna’daki ilk günümü sonlandırdım.

Mesafe (Km.) : 112,15 km.
Yolda Geçen Zaman : 06:57 saat
Ortalama Hız : 16,10 km/s
Max. Hız : 38,20 km/s
Yükseklik kazancı : 221 m.
Yükseklik kaybı : 212 m.
Min Yükseklik : 112 m.
Maks Yükseklik : 168 m.
Ort. Sıcaklık : 19,0 derece

Gomel çıkışı hava yağmur vaat ediyor.
20170822_103815_1024x576.jpg

Savaş anıtları yol kenarlarına sıralanmış
20170822_114257_1024x576.jpg

20170822_144810_1024x576.jpg

20170822_162030_1024x576.jpg

Yağmura karşı hazırlıklıyım. :)
20170822_173420_1024x768.jpg

2. Dünya savası hatırası bir tank
20170822_173425_1024x576.jpg

Chernihiv girişi hava yağmuru. Sonrası yine epeyce bir yol
20170822_194525_1024x576.jpg

20170822_194551_1024x768.jpg
 
Gene harika bir tur ve anlatım olmuş. Ayaklarına sağlık. Commodore amca da efsaneymiş.
 
  • Beğen
Tepkiler: five
Geri