Baltıklar'dan Karadeniz’e : Talin-Odesa Bisiklet turu

Yunus EROL

Üye
Kayıt
11 Ocak 2018
Mesaj
98
Tepki
556
Yaş
42
Şehir
İstanbul
İsim
Yunus
Bisiklet
Mosso
Ayağınıza elinize sağlık hocam.
Harika bir tur olmuş. Yazınız da çok güzel. Dün gece hepsini keyifle okudum.
Ukranya da Odessa Karhkiv Dnipro bu şehirleri otobüsle gezmiştim. Aklımda bisiklet turu vardı. Bu üç şehir arasında çok dar yollar var. Git gel 2 şerit ve epey dar yollar var. Şoförleri de ciddi rahatsız bu Ukrayna nın.:)
Sizin gittiğiniz Kiev-Odessa arasında yollar geniş ve rahat gözüküyor. Bakalım müsait zamanda Ukrayna da böyle bir tur düşünüyorum. Güzel anlatımınız için teşekkürler.
Böyle nice turlar dilerim.
 
  • Beğen
Tepkiler: five
Scudo

five

Part time turcu
Kayıt
29 Temmuz 2005
Mesaj
1.454
Tepki
3.963
Yaş
52
Şehir
İstanbul-Bostancı
Başlangıç
1995—96
Bisiklet
Diğer
Bisiklet türü
Şehir - Tur
@Yunus EROL güzel dilekleriniz için çok teşekkür ederim. Şimdiden kazasız ve keyifli turlar diliyorum.

Selamlar
five

16-17-18. Gün : Odesa-Chernomorks-Gemi (30/08/2017-01/09/2017)

Mesafe (Km.) : 19,12 km.
Yolda Geçen Zaman : 01:18 saat
Ortalama Hız : 16,60 km/s
Max. Hız : 28,40 km/s
Yükseklik kazancı : 46 m.
Yükseklik kaybı : 46 m.
Min Yükseklik : 18 m.
Maks Yükseklik : 43 m.
Ort. Sıcaklık : 23,0 derece
Sabah için çok kesin ve keskin bir plan yapmıştım. Geceden Odesa’daki bilet ofisinin yerini öğrenmiş ve bir yürüyüş rotası oluşturmuştum kendime. Kahvaltıyı da biletten sonraya ertelemiştim. Telefonumdaki CityMaps2Go uygulamasına gideceğim yeri işaretlemiştim. Hemen aparttan çıkıp hızlı adımlarla hedefime doğru ilerlemeye başladım. Bir yandan da aslında neresi olduğunu bilmediğim için sürekli konumumu kontrol ediyordum. Denize doğru 5 km. civarı yürüdüğümü sanıyorum. Sonunda UkFerry levhasını görünce doğru yerde olduğumu anladım. Saat 09:30 civarıydı. Bilet için geldiğimi söyledim. Yukarı çıkmamı işaret etti kapıdaki görevli. Bir kat yukarı çıktım. Kapısında “Passenger Tickets” yazan kapı aradığım yerdi ama kapı duvardı. Daha mesai başlamamıştı. Kapını önündeki sandalyeye oturdum. Beklemeye başladım. Bu arada bir eleman daha geldi. O da beklemeye başladı. 15-20 dakika sonra gözlüklü, kısa boylu bir adan doğrudan odaya girince “Bu adam buranın ilgilisi” dedim. Ben de sonra gelen eleman odaya girdik. Adam o elemanla daha önceden konuşmuş ve bazı prosedürleri söylemiş olmalı ki önce onun elimdeki evrakları aldı. Evrakları tek tek kontrol etti. Parayı aldı. Saydı. Bir daha saydı. Yazdı, çizdi. Print aldı. Sonunda bilet göründü elinde. Sonunda adamı yanına çağırıp ekranını gösterdi. “Bu bina” dedi. “Oradaki tek bina” dedi. “Buradan dön.” dedi. Eleman da “Tamam” dedi, sonra da gitti. Ben de bu kadar detaylı anlatım karşısında hem memnun olmuş hem de sabırsızlanmıştım. Bir gözüm telefonun saatindeydi.
Dünyanın en önemli işini yapıyormuşçasına özenli ama altı üstü bilet kesen eleman bana “Evet ne vardı?” tadında bakınca hemen “Ticket to İstanbul” diye daldım konuya. Zaten o kadarı da yeterdi. Eleman biraz önceki prosese en baştan başladı. Gemi hangi gemi. Yazdı, çizdi. “88 €.” dedi. Bu para 2 kişilik duşlu, tuvaletli kamarada bir kişinin bilet ücretiydi. Başka da alternatif yoktu. “Tamam” dedim. 100 € verdim. “Olmaz” dedi. “Grivna” dedi. Grivna Ukrayna’nın para birimiydi. Kart mart da geçmiyordu. Adam parayı nakit ve Grivna cinsinden istiyordu. Hemen bozduracağım yeri de söyledi bu kontrol manyağı eleman. Hızlıca gidip parayı söylediği yerden bozdurdum. Döndüm. İşlem kaldığı yerden devam etti. İşlem kısaca parayı alıp pasaport bilgilerimi yolcu listesine kaydetmek ve bileti bana vermekten ibaretti ama adam nükleer silahların kontrol masasında görevliymiş gibi yapıyordu işini. Sonunda o büyük an geldi. Beni de yanına çağırdı. Ekranda bazı resimleri gösterdi. Her resimde durup “Fotoğrafını çek.” dedi. İlk gördüğüm fotoğraf dün gittiğim binanın fotoğrafıydı. Şaşırdım. “Ben dün gittim buraya.” dedim. Adam ciddiyetinden dirhem kaybetmeden diğer fotoğraflara geçti. “Bu yola gir.”, “Bu binaya gideceksin.”, “Burada bekle.” Tüm resimleri telefonuma kaydettim. Sıra zaman konusuna geldi. Dün gittiğim binayı göstererek “14:00’te burada olacaksın.” dedi. “Niye ?” dedim. “Şart.” dedi. “Kesinlikle geçirme. 14:00’te burada ol.”.”Peki gemi kaçta kalkacak ?” diyecek oldum. “Akşam” dedi. “Ohooo o zaman zamanım çok.” diye sırıttım. Adam mevzisinden bir santim geri çekilmedi.”14:00’te burada olman gerekiyor.” dedi. “Saat 14:00’te bilmem kim hanımı göreceksin.” Adamın kararlı tutumu beni benden aldı. Kendime bir hareket planı oluşturdum. Saat 11:00’e geliyordu.12:00’de otelden çıkmam gerekiyordu. Bu bana en fazla 45 dakikalık bir kahvaltı zamanı bırakıyordu. Hızlı hızlı geriye dönüp Ali Baba adlı Türk lokantasında peynir, domates vs. gibi temel kahvaltı unsurlarıyla hızlı bir kahvaltı yaptım. Otele dönüp eşyaları ışık hızıyla yerleştirdim. Kendime gemide giyeceğim kıyafetler için ayrı bir çanta hazırladım. Eşofman altı, tişört vs. yedek bir iki şey… 12:20 civarı pedal basmaya başladım. Dünden yolu ve yolun kalabalıklığını bildiğim için telaşsız ama hızlıca hedef zamandan yarım saat kadar önce olay yerine vardım. Tito’yu düzgünce bir kenara bağlayıp dün geldiğim binaya tekrar girdim. Bileti dünkü elemana gösterdim. “Bayan Bilmemkim” dedim. Yandaki odandan bir hatun çıktı. Biletime baktı. Bir listeye ekledi. “Tamam.” dedi. “Tamam derken ?” bakışı yaptım. “Bekle!” dedi. “Bekle derken ?” bakışı atamadan zamanını da söyledi. “Üçte gel.” Bankonun arkasındaki eleman daha kesin olsun diye bana takvimdeki günlerden “15”i gösterdi. “Haaa 15:00 olan üç” :) daha bir buçuk saat var ama bana “illa ikide orada ol” demişlerdi. Ama olsun beklerim. Yetişmenin ve işimi bitirmenin verdiği rahatlıkla binanın yan tarafında kafe olarak kullanılan yere gidip masalarından birine oturdum. Önümde bir buçuk saat vardı ve bunu bir şeyler atıştırarak değerlendirebilecektim. Klasik yemeğim olan çorbayı sorunca oradaki eleman “Borç” dedi. Ben de “Tamam” dedim. Bugün içinde şu ana kadar en fazla söylediğim söz “Tamam” olsa gerekti. En çok duyduğuma ise henüz gelmedik. :)
Çorbayı bekledim. Saate baktım. Çorbayı yedim. Saate baktım. Telefona baktım. Vakit geçirdim. Saat tam 15:00 olduğunda yerimden kalktım. Binaya tekrar girdim. Etrafıma “Hadi artık saat 3 oldu.” diye bakarken bankonun arkasındaki adamın bana doğru geldiğini gördüm. İki elinin ayalarını gördün “No, no.” dedi ve eliyle “4” işareti yaptı. “Dört mü ?” diye şaşıracak oldum ama artık şaşırmamalıydım. Bu, boşa geçirilecek bir ekstra saat demekti. Bu sefer tekrar kafeye gitmedim. Merdivenlerin altındaki banka oturup beklemeye başladım. Telefonu elime alıp yolda çektiğim tüm fotoğraf ve videoları tekrar izledim. Biraz uyuklayıp vakit öldürdüm. Bu arada çevrem de kalabalıklaşmaya başladı. Yolcular çeşitli araçlarla geliyor ve eşyalarını indiriyorlardı. Bir motorcu arkadaşı gördüm. Motoru park edip içeri girdi. Sanırım o da bilet işlerini hallediyordu. Zaman geçti. Saat 16:00’yı vurdu. Bankonun arkasındaki eleman dışarı çıkıp son darbeyi indirdi. “Beş”. Neeeeey ? Ben 13:30’dan beri buradayım ve akaryakıta gelen 3 kuruş 5 kuruş zamlar gibi saat üzerine saat ekleniyordu. Epeyce bir insan toplandı. Niye veya neyi beklediğimizi bilmeden bekliyordum. Bu arada daha sonra adının Suat olduğunu öğrendiğim motorcu arkadaşla muhabbete başladık. Ne de olsa 2 teker kardeşliği vardı serde. :) Motorunun da plakası 67 olunca “Zonguldak’lı mısın ?” dedim. Değilmiş. Motoru oradan almış. Plakayı da beğenip değiştirmemiş. Tekstil işiyle uğraşıyormuş ve Ukrayna’ya da (bu sefer motorla) iş için gelmiş. Ben de bu turdan ve önceki turlarımdan bahsettim. Motoru ve Tito üzerine konuştuk. Saat 17:00’ye yaklaştığında bir minibüs geldi ve yaya yolcuları almaya başladı. Biz “Ne yapıyoruz ? Nereye gidiyoruz ?” diye sorduğumuzda o sihirli kelimeyi bir kez daha duydum. “Bekleyin.” Bekleyeme devam ettim. Artık motorcu arkadaşla birlikte bekleyenler grubunu oluşturuyorduk. Minibüsün tekrar geldiğini gördük. Yolcuların kalanını da aldı. “Nereye gidiyoruz ?” diye sorduğumda bir sonraki sefer bisikleti de alacağını söyledi. Ben itiraz ettim. “Ben takip ederim.” dedim. Adam itiraz edecek oldu ama benim kararlı görüntüm sanırım ikna etti. Ben ve Suat minibüsü takip ediyorduk. Grubun en yavaşı doğal olarak ben olduğum için şoför hızını bana uyduruyordu. Suat da beni takip ediyor ama motoru o kadar yavaş kullanmakta zorlanıyordu.
Minibüsün girdiği kapalı alanın kapısının önünde durdum. Elimdeki bilet pasaport vs. bilgileri kapıdaki görevliye gösterdim. Listeden adımı kontrol edip beni içeri soktu. Ama Suat giremedi. Sebebi de bu kapının sadece yayaların geçişine açık olmasıydı. Motorlu araçlar başka bir kapıdan liman bölgesine alınıyordu. Kapıdan girdikten sonra minibüsü takibe devam ettim. Rıhtıma kadar gittik. Bineceğimiz gemiyi gördüm. Ama geçip gittik ve limanın içinde küçük konteynırların olduğu bir bölgeye geldik. Yolcular indi. Konteynırdan bozma gümrük ofisinin önünde “beklemeye” başladık. Bulunduğumuz yer tırların alt ve üstünden kontrol edildiği bir noktaydı. Yine o muhteşem anı yaşıyorduk. Topluca bekliyorduk. :) Biz beklerken bulunduğumuz yere bir araba geldi. Babasının yanında küçük bir kız çocuğu da vardı. Ramazan Bey’le de orada tanıştık. Kendisi Odesa’da yaşıyormuş. Kumaş işiyle uğraşıyormuş. Böylece tırların haricinde taşıt cinsinden üç araçlık bir grup oluşturmuş olduk. :) Yine bekliyor ve muhabbet ediyorduk. Yaklaşık 45 dakika kadar bekledikten sonra grup hareketlendi. Bir sıra oluştu. Ben kenarda beklemeye devam ettim acele etmeye gerek yok diye. Konteynırın önündeki küçük pencereden pasaport işlemleri yapılıyordu. Sonuna kadar, hiç acele etmeden sıramın gelmesini bekledim. Küçük konteyner penceresine pasaportumu uzattığımda içerideki görevli teyzeden o sihirli sözü bir kere daha duydum: “Bekle !” Beklemeye devam. Suat ve Ramazan Bey’le birlikte bekliyoruz. Bu arada tırları çağırıp kontrole başladılar. Yaya olan grup, bekleyen minibüsle gitti. Biz, mahşerin 3 taşıtlıları kaldık. Beklememize bir anlam veremiyorduk. Etrafta, asker mi, gümrük görevlisi mi, sivil mi olduğu belli olmayan bir sürü insan dolaşıyordu. Tırların biri geliyor biri gidiyordu. Tabi bu kadar hızlı gelip gitmiyorlardı ama benim beklemem o kadar uzun sürdü ki birkaç on tır gelip gitmesi yaşadığımı düşünüyordum. Sonunda etraftaki ne idüğü belirsiz ama vücut yapısıyla “bir şey” olduğu belli olan adamlardan biri el işaretiyle bana o küçücük kulübeyi tekrar gösterince zamanın geldiğini anladım. Hemen gittim. Pasaportu uzattım. Suratsız gümrükçü teyze pasaportu aldı. Ben bu arada bisikletli olduğumu da söyledim. Teyzenin yanındaki adam bana yılışık bir ifadeyle “bike passport ?” diyecek oldu. “Pasaporta ihtiyaç yok üzerinde adım yazıyor.” diye o sırada orada kullanabileceğim en sert tonla tersledim. :) Suat ve Ramazan’ın da kontrolleri yapıldı. Biz sona kalan tayfa olarak “Gidebilir miyiz?” dedik. Ve nihayet artık feribota gidebiliyorduk.
Kocaman feribotun yanına geldiğimizde hemen giriş kısmında görevlilerin yanına gittik. Bir an önce girip araçları (ben bisikletimi) bırakıp rahatlamak ve dinlenmek istiyorduk. Ama yine düşündüğümüz gibi olmadı. Yine o kelimeyi duyduk. Daha doğrusu Ramazan Bey’le görevliler arasında şu konuşma geçti :
- “Bekleyin.”
- “Niye bekleyelim ?”
- “Önce tırları alacağız. Onlar sabitlenecek. En son sizi alacağız.”
Bize yine beklemek görünüyordu. Bisiklet ve motoru bağlayıp arabada beklemek mantıklı olacaktı. Biz bunu düşünüp arabanın yanında muhabbet ortamına girmişken uzaktan seslindiler. Ramazan Bey görevlilerin yanına gitti. Sonra da gelip müjdeyi verdi. Biz gemiye girebilecektik ama yaya olarak. Tırlar yüklendikten sonra bizi anons ettireceklermiş. Ben yanıma, bir poşet içinde, gemide giymek için kıyafetler almıştım. Biz gemiye girdik ama aklımız (özellikle benim aklım) araçlarda (Tito) kalmıştı. Onları ne zaman alabileceğimiz bilmiyorduk ? Feribotun akşam 21:00’de kalkacağını biliyordum. Bu da 2-3 saatlik bir zamanımızın olduğunu gösteriyordu. Gemiye girdiğimizde tırların yüklenmesi devam ediyordu. Koca koca tırlar kalın zincirlerle zemindeki uygun yerlere sabitleniyordu. Gemi okyanusta (Okyanus = Karadeniz) fındık kabuğu gibi sallanırken tırların hareket etmemesi için bu sabitleme ve gemiye dengeli yüklenmesi çok önemli. Asansörle yukarı çıktık. Çıktığımız yer standart bir otel formatındaydı. Bir resepsiyon bile vardı. Biletlerimizi verdik. Kayıtlar yapıldı. Kalacağımız odaların anahtarlarını aldık. Gemide restoran, kafe vb. de vardı. Hatta küçük bir free shop bile…
Odaya geldiğimde yalnız olacağımı düşünmüştüm ama kapıyı açtığımda içeride birinin daha olduğunu gördüm. İki kişilik odandaki ranzanın alt katında yatan bir arkadaş. Adı Cevdet. Merhabalaştık. Suratından düşen bin parçaydı. Kısa süre sonra da hikayesini öğrendim. Sınırdışı edilmiş. Kendi deyimiyle “Deport yemiş.” Nasıl oldu, ne oldu derken detaylarını anlattı. Ukrayna’da yaşayan bir tır şoförü. Evi, eşi ve çocuğu orada hatta 2 ay sonra da çocuğu daha olacakmış. Birkaç sene önce Kırım’a yük götürmüş. Şimdi Türkiye’den tır getiriyormuş. Polis pasaportundaki Kırım damgasını görünce, oturma izni ve ailesi olmasına rağmen içeri almamış ve 3 sene süreyle sınır dışı etmiş. O da çaresiz aynı gemiyle geri dönüyordu. Ne yapacağını sordum. “Ne yapayım abi ? Kazakistan’a çalışırım. Biraz zaman geçince de hanımı ve çocukları yanıma alırım.” diye cevap verdi. Onun hikayesiyle birlikte, hiç haber olmayan ya da çok az haber olan Ukrayna-Rusya çekişmesi ve Ukrayna’nın doğusundaki Donetsk ve başka birkaç şehrindeki Rus işgali hakkında da bilgi sahibi oldum. Ruslar, haber olmaması için her türlü haberleşme aracının kullanımı engellemeye çalışıyorlarmış. Hatta GSM baz istasyonlarını bulunduğu kuleleri bile bu amaçla yıkıyorlarmış. Amaçları, Kırım gibi buradaki bir iki şehri de ilhak etmekmiş. Cevdet’in durumu içimi parçalamıştı ama yapılacak bir şey yoktu şu anda. Firması, Türkiye’ye göndereceği bir tırla onun tırını takas yapmasını istemişti. Gelen şoför arkadaşla odada anahtarları değişip birbirlerine gerekli bilgileri verdiler. Ama Ukraynalıların akıl almaz tutumu ve oturma izninin bile kâr etmediği durumlar yurt dışında yaşamanın ne derece zor olduğunu gözler önüne seriyordu.
Saat 21:00 civarında gelen anonsla araçları ve bisikleti içeri aldık. Bir duvar kenarına kilitledim Tito’yu. Artık içim rahattı. Geminin rutinlerine karışabilirdim. 3 öğün yemek veriliyordu gemide. Fiks menü gibi düşünülebilir. Uzun masalarda belirli sayıda insan bir arada yiyordu yemeğini ve masada, o öğünde yenecek her şey biri arada bulunuyordu. Çorbadan çaya kadar…Yemek öncesinde de, İngilizce, Ukraynaca ve Türkçe anonslar yapılıyordu. Anonsla masalara geçiliyordu. Masa numaralarımız da önceden belliydi. Bizler aynı masada grup olmuştuk. Başka bir masada da tırcı abiler. Adanalılar bir arada. Ağızlarda bolca küfür… Aynı masada dünkü Özbek dayı. Bir masada yaya yolcular. Sırt çantalarıyla seyahat eden genç bir ekip.
Tüm günler yatak, yemek, güvertede muhabbet, muhabbetle sebilden çay ile geçti. Günlerden kastım, binişiyle, inişiyle, toplam 3 güne yayılan yolculuk süresiydi. Haydarpaşa’ya varacağımız sabahın akşamında yemekte uskumru vardı diğer yiyeceklerin yanında. Geç vakitte kamaraya geçip yarı uyur vaziyette yataktayken uyumuşum. Gece 01:30’da telefonum çaldı. Arayan Ramazan Bey’di. Gemi boğazın girişine gelmişti. Ramazan Bey de 30 Ağustos gecesi ışıklandırılan 3. Köprüyü görmem için aramıştı beni. Telefonu kapayıp ranzadan aşağı atladığımda midem bir anda ayaklandı. Kendimi tuvalete zor attım. Ama yediklerimi öyle bir çıkardım ki temizlemem 15-20 dakikamı aldı. Balıktan zehirlenmiş olmalıydım. Zar zor dışarı çıkıp elim karnımda manzarayı izledim Ramazan Bey’le. Sonra içeri girdim ama sabahı sabah edemedim. Hem ishal hem istifra…
Gemi yanaştı. Anons edildi. Sabah 05:00 civarıydı. Bar denen yerde topladılar bizi. Polisler geldi. Pasaportlardaki isimleri tek tek okuyup, yüzünü gördüklerinden, salonun giriş kısmına geçmelerini istediler. Yine bekliyorduk. Ama aşağı araçların yanına inmeye izin yoktu. .Bu arada Adanalı tırcılar söylenmeye başlayınca polislerle aralarında gerginlik çıktı. Polis abiler bize, daha fazla “bekletme” :) vaadinde bulununca söylenmeyi kestiler. Sağ salim gemiden inebildiğimiz vakitte saat 07:30 olmuştu. Arkadaşlarla vedalaştık. Ben bisikletin pedallarına basmaya başlarken midemin kasılmalarını hissedince Haydarpaşa-Bostancı arasındaki son kilometrelerin hiç de kolay geçmeyeceği anlaşıldı. Kızıltoprak’tan sahile yoluna ayrılıp Bostancı sahiline, oradan da eve geldiğimde, toprağı, evimin kapısını öpecek hale gelmiştim. Eşyaları yerleştirip tüm günü dinlenmeye ve kendime gelmeye ayırdım. Bayram için Bursa’da olan eşime eve geldiğimi haber verdim. Şimdiye kadarki en uzun ve en tek başına turumu, “uskumruzede” olsam da tamamlamıştım. :)
Bu maceranın (da) sonu.
Odesa-Chernomorsk limanındaki bekleme zamanı

Hareket etmeden önce…

Üst katta tırlar yüklü. Altta kapalı kısımda tırlala birlikte varsa diğer araçlar…

Karadeniz dalgasız, hava sakin..


Karadeniz’de güneş batarken…


30 Ağustos gecesi 3. köprü çok güzel aydınlatılmış.

Turun son karesi

Son km.ler

Mesafe (Km.) : 12,85 km.
Yolda Geçen Zaman : 01:31 saat
Ortalama Hız : 10,20 km/s
Max. Hız : 35,50 km/s
Yükseklik kazancı : 101 m.
Yükseklik kaybı : 78 m.
Min Yükseklik : 0 m.
Maks Yükseklik : 34 m.
Ort. Sıcaklık : 17,5 derece
Talin-Odesa turunun rotası
 

mahden

Forum Demirbaşı
Kayıt
28 Temmuz 2013
Mesaj
470
Tepki
842
Şehir
istanbul/beşiktaş
Bisiklet
Sedona
@five feribot kullanmaktan vazgeçtim:) şakası bir yana efsane bir tur olmuş, daha iyilerini görmenizi dilerim..
 
  • Beğen
Tepkiler: five

five

Part time turcu
Kayıt
29 Temmuz 2005
Mesaj
1.454
Tepki
3.963
Yaş
52
Şehir
İstanbul-Bostancı
Başlangıç
1995—96
Bisiklet
Diğer
Bisiklet türü
Şehir - Tur
@mahden ben de Romanya'ya feribotla mı gitsem diye düşünüyorum. Akıllanmadım sanırım.
 

MakRo

🤘Forever Metal🤘
Kayıt
5 Temmuz 2015
Mesaj
2.851
Tepki
9.181
Yaş
32
Şehir
Denizli
İsim
Alperen Atman
Başlangıç
1998—99
Bisiklet
b'Twin
Bisiklet türü
Dağ bisikleti
Konuyu çok geç gördüm ama bir yandan iyi oldu. Dizinin bir sonraki bölümünde ne olacak diye bir hafta bekleyenler gibi beklemeden tek seferde okudum. Çok keyifli içten ve akıcı bir dil ile yazmışsınız. Özellikle Estonya ve Letonyadaki yeşillikli bol ağaçlı yol manzaraları gerçekten mükemmel tam istediğim gibi. Orta çağ temalı restoranda çok hoşuma gitti, Avrupa ve Amerika'da belirli dönemlerde yapılan orta çağ festivallerini ilgi ile takip ediyorum çok hoşuma gidiyor. Yol manzaralarının yanı sıra şehirlerdeki tarihi bina ve yapılara aynen korunmuş. Özellikle de Sovyet akımından ve o dönemin etkisinden olsa gerek kiliselerin bir çoğunda Ortodoks Haçı mevcut. En çokta o tırmanmalı çocuk parkı hoşuma gitti. Arada Rus belgesel kanalında gençlik merkezinde ona benzer parkuru olan bir yeri gösteriyor içim gidiyor. Ellerinize emeğinize sağlık çok keyifli ve güzel bir tur olmuş.
 
  • Beğen
Tepkiler: Cemal Ç. ve five

-Skynet-

Forum Bağımlısı
Kayıt
23 Eylül 2017
Mesaj
1.805
Tepki
2.141
Şehir
Giresun
Başlangıç
1992—93
Bisiklet
Giant
Bisiklet türü
Yol bisikleti
Bu tur gezileri konularını ayrı bir seviyorum, listeleyip zaman buldukça arkada hafif bir müzikle okumak,izlemek çok keyf veriyor. Hazırlayanların emeğine sağlık,keşke bizimde olsa. :)
 
  • Beğen
Tepkiler: five
Kayıt
2 Ekim 2017
Mesaj
8
Tepki
1
Yaş
23
Şehir
Istanbul
İsim
Berkay
Bisiklet
b'Twin
Uzun zamandır okuduğum en güzel yazı.Emeğinize sağlık :)
 
  • Beğen
Tepkiler: five