6. Gün : Valozhyn – Minsk (19/08/2017)
Küçük kasabanın kasabaya büyük gelen otelinde sabah kahvaltısı niyetine bir şeyler yedikten sonra yola çıktım. Bugün mesafem oldukça kısaydı. Sadece 70 Km.

Hedefim Minsk’e uygun bir saatte varıp günün geri kalanında şehri gezmekti.
Yolun başlangıcında Valozhyn’in merkezinden ana yola ulaşmam gerekiyordu. Yolu takip etmeye çalışırken ana bağlantı yolunu kaçırıp bir ara yola girdim. Yol bana güzel bir manzara sundu. Uçsuz bucaksız bir düzlük…

Hava çok güzel bir gün olacağını haberini veriyor gibiydi. Güneş kendini göstermeye şimdiden başlamıştı. Benzinliğin biri yine yemek molası için durak olmuştu bana. Önündeki motorcu figürü de hoş bir görüntü veriyordu.
Düz yolda pedal basmaya devam ediyordum ama üzerimde bir yorgunluk da vardı açıkçası. Yola kısa kısa deyip değişmeyen manzarada hâlâ Minsk’e yaklaşamamanın verdiği bir yılgınlık da oluşuyordu git gide… Haritaya göre Minsk’in çevresini dolaşan iç içe iki çevre yolu vardı. İlkinin kavşağına geldiğimde yemek zamanı gelmişti benim için. Yine bir cafe levhası görmüştüm ama ulaşmak için yolun karşısına geçmem bunun için de bir yonca yaprağını dolaşmam gerekiyordu.
Yine dışarıdan açık olup olmadığını anlayamadığım bir yere girdim. Bir tarafı market, diğer tarafı da kafeydi. Yemek için bir şeyler sipariş edip yedim ve fazla oyalanmadan yola devam ettim. Su almak için girdiğim bir park yerinin girişinde gördüğüm ilginç renkli kiliseyi görebilmek için yoldan ayrılıp 500 m. içeri girdim. Güneşte parlayan ve niye orada olduğunu anlayamadığım bir kilise göz alıyordu. Öte yanına geçip birkaç kare fotoğraf çekip ana yola döndüm.
Minsk’e yaklaşırken bir (yol) bisikletlinin yanımdan geçtiğini ve elini sallayıp selam verdiğini gördüm. Ben de elimle selam verdim. Adam sağlam asılıyordu pedala ve kısa sürede uzaklaştı. Zaten benim yetişme şansım da yoktu. Aradan biraz zaman geçince yolun sağında tekerine hava basarken gördüm. Yanında geçtim. Beni tekrar geçti. Kısa süre sonra sağda tekrar elinde pompa görünce yardım gerekip gerekmediğini sordum. Düzgün bir İngilizceyle teşekkür edip gerekmediğini söyledi. Lastiği patlamış, yanında yaması yokmuş. Ben yanımda olduğunu ve verebileceğimi söyleyince zaten birkaç km. sonra evinde olacağını söyleyip teşekkür etti. Ben yola devam ederken yanıma geldi. Sohbet etmeye başladık. Nereden geldiğimi sordu. Talin dedim. Şaşırdı. Nereye gittiğimi öğrenince daha da şaşırdı. İyi şanslar dileyip vedalaştı.
Minsk’in merkezine doğru, hızlı akan trafikte kendimi bisiklet yoluna atarken aklıma Saraybosna’nın hızlı trafiğinde bizi bisiklet yolundan gitmemiz gerektiği konusunda uyaran sürücüler geldi. Yine “Şehre girdim ama merkezine daha epey yol var” durumu yaşıyordum. Yol git git bitmedi ama sonunda daha önceden Booking’den bulduğum otele vardım. Bisiklet için uygun bir yer gösterdiler. Odaya çıkıp bir an önce duş alıp kendimi dışarı atmayı düşünüyordum. Gözüme ilişen yazıda duş konusunda bir uyarı olduğunu fark ettim. Merkezi sıcak su sistemindeki (demek ki sıcak su şehrin merkezi sisteminden geliyormuş) bir arıza sebebiyle suyun otelin ısıtıcılarıyla ısıtıldığını (sanırım termosifon sitemi) ve duş almak için 8-10 dakikalık bir zaman olduğunu söylüyordu. Kısaca “hemen duş al öyle yayılma” minvalinde bir uyarıydı. Ben de bu uyarıya uyup hemen duş aldım ve dışarı çıktım. Otelden ayrılırken, resepsiyondaki görevlinin verdiği harita üzerinden detaylı bir şekilde anlattığı gezi planına uyacak şekilde yürüyerek turlamaya başladım. Hava muhteşemdi. Etraf cıvıl cıvıldı. Haritadaki belli başlı noktalara yürüyerek Minsk’in merkezinde uzun bir tur yaptım. Gündüzü de gece yaptım. Gece, şehrin içindeki müziğe ve harekete katıldım. Geç vakitte otele dönüp ertesi gün için dinlenmeye çekildim.
Mesafe (Km.) : 77,85 km.
Yolda Geçen Zaman : 05:27 saat
Ortalama Hız : 14,30 km/s
Max. Hız : 43,40 km/s
Yükseklik kazancı : 375 m.
Yükseklik kaybı : 388 m.
Min Yükseklik : 184 m.
Maks Yükseklik : 297 m.
Ort. Sıcaklık : 29,4 derece
Valozhyn çıkışında bir kule (bir önceki güne yazmıştım ama aslında bugündeymiş

)
Daha sonradan Babrusk’ta tanıştığım bir arkadaşa (resimde de görülen) haçların farkını sordum. Sağdaki, altında aşağıya doğru kısa ek çizgisi olan haç Ortodoksların hacıymış.
Valozhyn’den ana yola bağlanırken girdiğim ara yol yine dümdüzdü
Mola verdiğim benzinlikteki motorcu figürü
Minsk’e doğru yola devam
Masmavi ve parıl parıl parlayan kilise
Minsk uzaktan göründü.
Sonunda MIHCK’e geldim ama daha çok yolum var.
Yol üzerindeki kilise
Minsk’in bisiklet yolları
Minsk’te gezme zamanı
Tiyatro binası
Belarus Sirki. İlk defa bir binası olan sirk görüyorum.
2. Dünya savaşı anıtı. Anıta geçiş alt geçitle yapılıyor.
Alt geçitte savaşla ilgili fotoğraflar var.
Anıtın önünde sürekli yanan bir ateş var.
Belarus Sirki’nin önündeki heykeller
Parktaki zarif hanımefendi
Belarus balesinin önünde yeni evlenen bir çiftin gelin arabası

Çalan müzik ortamla tam bir tezat oluşturuyordu.
Belarus’lu ünlü yazar Yazep Drozdovich’ın heykeli
Minsk’te akşam vakti
7.Gün : Minsk – Babrusk (20/082017)
Minsk’te gece uzun olunca sabah kalkmak da biraz zor oldu tabi. Bugünkü etap, bir önce günden iki kat daha uzundu. Bu sebeple, oyalanmaya mahal yoktu ama geniş bir alana yayılmış Minsk’ten çıkmak biraz zaman alıyordu haliyle. Özellikle de ters trafiğe girdiğiniz sokaklarda… Birden karşımda büyük bir stat gördüm. Çevresinde de bir sürü kule vinç. Sanırım Dinamo Minsk’in stadıydı. Aslında bildiğim tek takımları da oydu zaten. Değilse de benim için orası Dinamo Minsk’in stadı olarak kalacak.

Şehir dışında yol yine dümdüz uzanıyordu. Elektronik tabelada hava ve asfalt sıcaklıklarını okudum. “Şu an asfalt sıcaklığına dikkat eden bir tek ben varımdır herhalde” diye geçirdim içimden… 42.8 derece’lik bir sıcaklık hava sıcaklığının neredeyse iki katına denk geliyordu. Hiç bunaltmayan, rüzgar anlamında sorun da çıkarmayan bir havada yol alıyordum. Klasik manzaralar eşliğinde Babrusk’a yaklaştığımda çevre yoluna dönüşen ana yoldan ayrılıp dümdüz Babrusk’un merkezine giden dar yola girdim. Etrafta 2. Dünya savaşı ile ilgili bir sürü anıt ve mezarlık vardı. Yolun sağındaki ormanın sıklığı ise dikkatimi çekti. Bu ormana giren askerlerin psikolojisini düşündüm. Yorgun, bezgin, nereden ne çıkacağını bilmediklerinden korkulu… Zaten hava da kararmış olunca iyice karanlıktı her yer. Alman mevzilerini gösteren levhanın levhayı geçip bir anıtın önünde durdum. Hem dinlenme hem de fotoğraf için… Toplar, tüfekler, mevziler, mezarlar, anıtlar… Belarus’a girdiğimden itibaren 2. Dünya Savaşı ortamını iyiden iyiye hissetmeye başlamıştım. Gecenin karanlığında, daha önceden belirlemiş olduğum otele (Turist Otel) giderken kendimce yolu kısaltmak için ara yollara saptım. Yol mahalle aralarından geçiyordu. Evler tek katlı, yol bozuk, çevrede bir otele doğru gittiğim konusunda bana işaret olabilecek hiçbir şey yok… Tam bir kenar mahalle görüntüsü. Hani “Karşına iki kişi çıksa…” durumu vardır ya, tam öylesinden. “Ulan ben nereye geldim !” moduna geçiş yapıp pedallara asıldım geri dönmeyi de düşünmeden. “Ha geldim, ha geleceğim.” diye haritayı kontrol ediyordum. Sonunda otelin bulunduğu yere geldim ama ana yoldan ayrılmanın pek de iyi bir fikir olmadığını kendime ispatlamış oldum. Otele yerleşip duş almadan yeme içme işlerini halletmek için dışarı çıkayım dedim. Resepsiyona, yakında restoran ya da magazin olup olmadığını sordum. Bana, otelin önüne çıkan caddede (bizim ölçülerimizde bir ara sokak) olduğunu söylediler. Pazar günü gece 23:00 civarını bulmuştu saat. Dışarı çıkıp yürümeye başladım. Etrafıma bakıp, bakkal, çakkal, market, kafe ne bulursam yiyecek bir şeyler bulmaya çalışacaktım. İki izbandut elemanla karşılaştım. Klasik bir turist moduna geçip “Where is the nearest post office?” edasıyla yemek için bir yer olup olmadığını sordum. Aslında adamlar kaldırımda yürüyen insana yolunu değiştirtecek tiplerdendi ama ben “üzerine git” prensibi ile, onlardan çekinmeden, rahat hareketler sergiliyordum. Ama en önemli sorun burada da baş göstermişti adamlardan birinin İngilizcesi çat seviyesindeydi, pat bile yoktu.

Diğerinde ise hiç yoktu. Kendi aralarında konuşup gülüşüyor olmalarında biraz kıllanmıştım ama yine de taktik gereği onlarla muhabbet etme çalışmalarına devam ediyordum. Konuştuğum (en azından çalıştığım) elemanın adı Sergei’di, halterciymiş. Ya da ben öyle anladım. Diğerinin adı da Kag. Yol da uzundu. Merkez olarak adlandırılacak bir yer de göremiyordum. Yiyecek bir şey bulmak adına aradığım yerleri de şu ana kadar görememiştim. Ana cadde diyebileceğim bir noktaya yaklaşırken Sergei’in biriyle konuştuğunu gördüm. Hemen sonra eleman bana dönüp İngilizce konuşmaya başladı. Klasik turist muhabbetleri yaptık. Nereden gelirsin, nereye gidersin vs. adamın yanında bir de kız vardı. İki izbandut, bu yeni eleman ve yanındaki kızla beraber köşeye geldik. Ben yemek yemek istediğimi söyledim. Adam (şu an ismini hatırlayamıyorum) yardımcı olacağını ama önce kız arkadaşını yolcu etmesi gerektiğini söyledi. Bu arada iki izbanduta dönüp herhalde kendisinin yardımcı olacağını söylemiş olmalı ki elemanlar ayrıldılar. Ben de onlara teşekkür ettim. Son dakikaya kadar “üzerine git presibi”

Eleman kız arkadaşını belediye otobüsüne bindirdikten sonra yaklaşık bir saatini bana ayırdı. Fotoğrafçıymış. Düğün fotoğrafları çekiyormuş. Amerika, İngiltere, Mısır ve Rusya dahil bazı Avrupa ilkelerini görmüş. Amerika’da bir süre yaşamış. Türkiye’ye de gelmek istiyormuş ama olaylardan biraz çekinmiş. Ekim Kasım için pplan yapmış. Epeyce de ucuzmuş Türkiye turlar. Neden acaba ?

Bana çevreyi gezdirdi gecenin karanlığında. Yemek için bir yere gittik şöyle kafe gibi bir yer ama geç vakitte sanırım bir şey yokmuş. Başka bir yere gittik. Giderken de bana, buralarda dikkatli olmamı söyledi. Adamları da pek gözü tutmamış. Beni görünce hem yardımcı olmak hem de İngilizce pratiği yapmak için yanımıza gelmiş. “Müslüman olduğunu söylemezsen iyi olur.” dedi bana. “Buralarda pek hoş karşılamazlar. “Çevredekilere de dikkat et. Yanındakileri pek gözüm tutmamıştı.” O zamana kadar, rahatlığı bir savunma taktiği olarak kullanan ben biraz tedirgin olmadım dersem yalan olur. Neyse ki o zamana kadar bir problemle karşılaşmamıştım. İnşallah devamında da karşılaşmayacaktım.
Bana yakındaki bir kiliseyi gösterdi. Sovyet yönetimi o kiliseyi yüzme havuzuna çevirmiş. 10 yıl öncesine kadar da yüzme havuzu olarak kullanılıyormuş. “Hatta ben o havuzda yüzmüştüm.” dedi. Şimdi asli görevine döndürülmüş. Artık kilise olarak kullanılıyormuş. Yemek için bir kafe daha buldu. Ne yemek istediğimi sorup siparişi verdi. Benimle bir süre oturdu. Sonra vedalaşıp ayrıldı. Bana da otele dönmek için kullanmam gereken yolu sıkı sıkı tembihledi. Geç vakit de olsa karnımı doyurup otele döneceğim uzun yolda yürümeye başladım. Bir örneğini Gürcistan’da gördüğüm, yardımcı olmak için zamanını ayıran insanlardan biriyle daha karşılaşmıştım. Gecenin karanlığında hızlı adımlarla otele döndüm.
Mesafe (Km.) : 149,37 km.
Yolda Geçen Zaman : 09:31 saat
Ortalama Hız : 15,70 km/s
Max. Hız : 32,90 km/s
Yükseklik kazancı : 297 m.
Yükseklik kaybı : 349 m.
Min Yükseklik : 181 m.
Maks Yükseklik : 239 m.
Ort. Sıcaklık : 27,4 derece
(Benim için) Dinamo Minsk’in stadı
Hava sıcaklığı ile yol sıcaklığı bir arada
Düzlükler…
Yol boyu gördüğüm II. Dünya savaşı anıtlarından biri..
Gece vakti Babrusk’un girişi. Yine önümde kilometrelerce yol.
Gece vakti diğer diğer anıtlar…
Yüzme havuzu yapılan kilise
Bana yardımcı olan eleman…