Viyana – Transfagaraşan- Kırklareli Bisiklet turu (21/07-06/08/2018)

five

Part time turcu
Kayıt
29 Temmuz 2005
Mesaj
1.453
Tepki
3.958
Yaş
52
Şehir
İstanbul-Bostancı
Başlangıç
1995—96
Bisiklet
Diğer
Bisiklet türü
Şehir - Tur
Merhaba,
2017’deki, dümdüz profilli Talin – Odesa turundan sonra yönümü yokuşlara çevirmiş ve bu seneki tur için gözümü Stelvio’ya dikmiştim. Gelin görün ki €’nun çıtayı arş-ı alâya çıkarması ile -ki bu turun hayalinin kurulduğundaki zamandan bahsediyorum. Şimdiki kurun yarısı kadardı. :) – daha uygun yerler bulmaya karar verip rotamı Romanya’ya çevirdim. Hedefimde Transfagaraşan’ı geçmek vardı. Bu sefer yalnız olmayacaktım. Gürcistan ve Balkan turlarında beraber pedal çevirdiğimiz kuzenim Gökalp de benimle beraber olacaktı. Geçen sene bir engeli sebebiyle planladığımız halde tura gelememişti.
Rotayı oluştururken Romanya’ya nasıl ulaşacağımız da düşünüyordum. İlk seçenek trendi ama bilet, bisiklet taşıma vb. konularını netleştirmek gerekiyordu. Diğer alternatifler de otobüs ve uçak olabilirdi. Hatta geçen sene Odesa’dan geldiğim ve iniş sırasında küçük çaplı gıda zehirlenmesi yaşadığım gemi yolculuğuna rağmen Köstence’ye gemiyle geçmeyi bile düşündüm. İlk alternatif olan treni hem düşündüğümden çok daha yüksek olan bilet fiyatı sebebiyle (bisikletleri koyabileceğim vagonun -furgon- olup olmadığını da bilmeden) eledim. Bu arada tur süresini de 1 haftadan 2 haftaya çıkarmıştım. Her zamanki gibi transfer maliyetlerini düşünüp tur süresini uzatma mantığı ağır basmıştı. :) Süreyi uzatınca rotayı da uzatmak benim genel planlama biçimim. Araçla gidip bisikletle dönmek daha kolay geliyor. Paketle, git, bisiklete bin, gel… Bu parolayla nereye gitsem diye düşünürken aklıma geçen seneki Talin’e uçak bileti için verdiğim para geldi. Dokuzyüz küsur lira vermiştim tek yöne ama Talin benim hedefim olduğu için sineye çekmiştim. Bu sefer bilet en ucuz nereyeyse oradan başlarız diye düşünüyordum. Polonya’ta baktım, Çek Cumhuriyeti’ne (Çekya) baktım ama hepsi düşündüğümden daha pahalı geldi. Sonunda o bölgeye en uygun biletlerin Viyana’ya olduğunu fark ettim. Bu yüzden rotayı da Viyana’dan başlatmaya karar verdim. Planladığım rota, Viyana’dan başlayıpk yakın büyük şehirlerden ve Tuna boyundan geçerek (ki bu rota EuroVelo 6’ydı) Romanya’ya girecek, Romanya’da önce doğudan batıya sonra da kuzeyden güneye özellikle Transfagaraşan’ı geçip Bulgaristan’a girecek ve kuzeyden güneye Bulgaristan’ı geçip Kırklareli’de sonra erecekti.
Geçen seneki Talin-Odesa turundan tecrübeliydim bisiklet taşıma konusunda. Önce THY call center aranacak. Bisiklet götürdüğünüz belirtilerek rezervasyon yapılacak. Havaalanında kontuara gidilip check-in ve diğer bagaj teslimatı yapılacak. Bisikletler için belge alınıp THY gişesinde ödeme yapılacak. Bisikletler orta alandaki büyük yük/özel taşınacak yükler alanına bırakılacak. Adamlar gelip alacak ve uçağa götürecek. İnince de bekleyip kutuları alacak ve bisikletleri birleştirip kutuları bırakacak ve yola çıkacaktık.
0. Gün : İstanbul – Viyana
Gökalp’le buluşup bisikletleri Bisiklet Sepeti’nden aldığım kutularla paketledik. Geçen sene bisiklet ve bazı eşyaları (biraz da sağlamcılık yapıp) 2 kutuya sığdırmıştım. Bu sefer de Gökalp’le 2 bisikleti 3 kutuya sığdırdık. İş arkadaşım Fatih’in lojistik desteği sayesinde sabah çok erken saatlerde Atatürk Havaalanına vardık. Fatih’e teşekkür ederek içeri girmek üzere sıra beklemeye başladık. Sıra bize gelip kutu ve çantaları X-ray cihazından geçirdiğimizde özel güvenlikçi bir kadın beni durdurdu. Gidon çantamı açtırdı. İçinden bir feneri çıkardı. Fener aslında elektroşok cihazıydı. Kadın görevli cihazı çalıştırdı ve yüzüme “Bu ne!” ile “Ben adamı böyle yakalarım.” arası bir ifadesiyle baktı. Bu arada Gökalp de yanıma geldi. Ben de bütün öz güvenim ve “Alırsa alsın ne yapayım!” rahatlığıyla bisiklet turu yaptığımızı, dağ bayır gezdiğimizi ve güvenlik amacıyla taşıdığımı, bizim güvenliğimiz için önemli olduğunu söyledim. Geçen sene de Talin-Odesa turu için giderken yanımda götürdüğümü de ekledim. Özel güvenlikçi kadın Nuh diyor peygamber demiyordu. Ben de ısrar ettim ve yanıma almam gerektiğini, önemli olduğunu söyledim. Kadın bir iki sefer daha ısrar edip benim tavrımı görünce görevli polisi çağıracağını derdimizi ona anlatmamız gerektiği söyledi. Polis geldi. O da üstten bir tavırla girdi konuya ama ben yine ısrar ettim. “Dağda, bayırda, köpeği var, kurdu var, ayısı var, daha önemlisi ne idüğü belirsiz bir sürü tipi var” dedim. Gittiğim yerlerden bahsettim. Kabinde taşımayacağımı bagaja vereceğimi söyledim. Polis biber gazını görünce biraz daha alevlendi. “Bunu bizim bile taşımamız yasak.” dedi. Bir yandan da bisiklet kutularını görünce sanırım biraz güven sağladık. “Kabinde götüremezsiniz. Bagaja verin. Yoksa diğer aramada alırlar.” dedi. İsmimi kaydettirdikten sonra geçmemize izin verdi. Teşekkür edip güvenlikten geçtik. Hemen metal parçaları, biber gazını ve şok cihazını bagaja vereceğimiz çantalara aktardık. Biniş kartlarını alıp bisikletleri de teslim edip biraz bekledikten sonra uçağa bindik. Geçen seneden farklı olarak bu sene 3 bisiklet kutusuna (sanırım kiloyu aşmadıkları için) 2 bisiklet parası verdik. (Geçen sene kutuya 2 bisiklet parası vermiştim. Bu sene kârdayım. :) )
Uçaktan inip bagajları ve kutuları alp bir köşede bisikletleri monte ettik. Artık hazırdık. Viyana’ya erken saate varmamız şehri gezmemiz için bize uzun bir süre bırakıyordu ama önce merkeze varmalı ve kalacak bir yer ayarlamalıydık. Geçen turlardan alışkanlığım gideceğim yerde bütçeme uygun yerleri Booking’den bulup telefonumdaki CityMaps2Go uygulamasına işaretlemekti. Bu şekilde, “Nereye gideyim? Nerede yer arayayım ? Kalacak yerler nerelerde ?” sorularını geçip nokta atışı kalacak yerlere ulaşıyordum. Tabi yol üstünde uygun bir yer varsa oraları da değerlendiriyordum. Bu sefer de aynı şekilde bir hostele ulaşmaya çalışırken başka bir yer bulduk. Gökalp içeri girip gerekli görüşmeleri yaptı ve kalmaya karar verdik. Bir yerde kalmak için en önemli şartlar : “Bütçeye uygun mu ? Internet var mı ? Bisikletleri koyabileceğimiz kapalı bir yer var mı ? Ya da odaya alabilir miyiz ?” Burada da bisikletler için güzel bir yer bulduk. Apartman boşluğunu bisiklet parkı olarak kullanıyorlar, kapısının önüne de çiçeklik koyuyorlardı. Bisikletleri yerleştirip eşyaları da odaya -tabiri caizse- “attıktan” sonra dışarı çıktık.
Viyana’nın merkezine yürüme mesafesinde olduğumuz için her yere yürüdük. Parklarına, bisiklet yollarına hayran kaldık. Güneşli günün tadını çıkararak Tuna’nın bir o yanına bir bu yanına geçip şehir gezimizi yaparken havanın karardığın gördük. Bir anda yağmur yağmaya başladı. Kendimizi bir sundurmanın altına atıp dinmesini bekledik. Dinince yürümeye devam edelim dedik ama hafif hafif atmaya devam ediyordu. Fazla ıslanmadan merkeze döndük ama akşam saatlerinde yağmurun pek azalmaya niyeti yoktu. Günü çok erken saatlerden beri yaşadığımız için gözlerimiz kapanıyordu yağmurun dinmesini beklerken. Damlalar ninni gibi geliyordu. Nedense çok sonradan aklımıza geldi bir taksi ile hostele gitmek. Biraz dinlendikten sonra yağmur akşam saatlerinde dinmişti ama dışarı çıkacak halimiz yoktu. Uykuya devam ettik. Gece saatlerinde yağmurun şiddetlendiğini duyarak uyandım. Birden aklıma apartman boşluğuna koyduğumuz bisikletler geldi. Gecenin bir yarısı “üstü kapalı mıydı ? inşallah kapalıdır. İnşallah kapalıdır.” diye kendi kendime konuşup koşarak bisikletleri koyduğumuz apartman boşluğuna ulaştım. Ve ortalığın göl olduğunu gördüm. Korktuğum başıma gelmişti. Gecenin dibinde, bütün günün yağmurunu yemiş bisikletleri birer birer odaya soktum. Brooks selenin kılıfını takmadığım için suyu en fazla o yemişti. Kurulamaya çalıştım. Gecenin kalan saatlerinde de biraz uyuyup sabahı buldum.
Mesafe : 21,9 km. (Havaalanı-Şehir merkezi)
Yolda Geçen Zaman : 01:33 saat
Ortalama Hız : 14,1 km/s
Max. Hız : 32,2 km/s
Yükseklik kazancı : 67 m.
Yükseklik kaybı : 65 m.
Min Yükseklik : 168 m.
Maks Yükseklik : 201 m.
Ort. Sıcaklık : 27,7 C























Bu da geri kalan bölümler için teaser olsun :
 
Scudo

Uğur S.

Forum Bağımlısı
Kayıt
4 Nisan 2014
Mesaj
1.678
Tepki
1.818
Yaş
43
Şehir
İstanbul
Bisiklet
Bianchi
Tüh, tüh! Brooks seleye yazık olmuş.

Devamını heyecanla bekliyoruz efem.
 
  • Beğen
Tepkiler: five

five

Part time turcu
Kayıt
29 Temmuz 2005
Mesaj
1.453
Tepki
3.958
Yaş
52
Şehir
İstanbul-Bostancı
Başlangıç
1995—96
Bisiklet
Diğer
Bisiklet türü
Şehir - Tur
@Uğur S. ben de öyle heyecan yaptım ama kurtamışım sanırım. :) Turun devamında sorun olmadı.

İnşallah en kısa sürede devamını getireceğim.

Teşekkürler.

five
 
  • Beğen
Tepkiler: Uğur S.

Barış Çavuş

Gezgin Kızanlar
Kayıt
7 Eylül 2009
Mesaj
285
Tepki
1.010
Şehir
İstanbul-Avrupa
Bisiklet
Sedona
Merhabalar @five ,
Yaptığınız tüm turların yazılarını severek okuduk. Devamını bekliyoruz. Viyana'dan bizde geçmiştik. Anılarımız canlandı. Tur için anlatımlarınız gerçekten net ve güzel.
 

Ferhat Karaca

Forum Demirbaşı
Kayıt
15 Temmuz 2013
Mesaj
419
Tepki
536
Şehir
istanbul
Bisiklet
Carraro
@five hocam kuzeniniz kilo mu almış ? Balkan turunda sanki çok daha zayıftı
 
  • Beğen
Tepkiler: five

Yunus EROL

Üye
Kayıt
11 Ocak 2018
Mesaj
98
Tepki
556
Yaş
41
Şehir
İstanbul
İsim
Yunus
Bisiklet
Mosso
Turun devamını ve yazınızı merakla bekliyorum hocam.
Çok güzel bir tur olmuş ve çok güzel anlatmaya başlamışsınız tekrar. Keyifle okudum.
Videoyu izledim. Bulgaristan da rotanızı merak ettim. Memleket Razgard Deliorman dan gelmiş büyüklerimiz.
Rusçuk tan Şumnu ya geçerken Razgard dan geçtiniz tahminim.
Yeşil pasaport vardır sizde hocam. Sınırlarda bir sorun olmuyor değil mi?
 
  • Beğen
Tepkiler: five

five

Part time turcu
Kayıt
29 Temmuz 2005
Mesaj
1.453
Tepki
3.958
Yaş
52
Şehir
İstanbul-Bostancı
Başlangıç
1995—96
Bisiklet
Diğer
Bisiklet türü
Şehir - Tur
@Ferhat Karaca müthiş gözlem! Takdir ettim. :) Hepimiz "Takipteyiz" diyoruz ama siz hakkını vermişsiniz. :)

Geçen sene üniversite sınavına tekrar girip üniversite değiştirdi. Bu sebeple de fazla hareket edemedi hatta tura da gelemedi.

Bütün sene oturmanın bir maliyeti olmuş. :)

Selamlar

five

@Yunus EROL Çok teşekkür ederim. Razgrad'ın çevre yolundan geçtim. İçine girmedim. Rusçuk-Şumnu-Burgas'da konakladım. Şumnu-Burgas arasında da Aydos'a çıkan ara yolu kullandım.

Benim yeşil pasaportum yok. Kuzenimin var. Haziran sonu çıktığımız arabayla Balkan turu için Yunanistan'dan aldığım Schengen vizesiyle yaptım turu. Sınır geçişlerinde yeşil veya normal pasaportla hiç bir sıkıntı olmadı. Bence sınırları en kolay geçebileceğiniz seyahat şekli bisiklet turu zaten... :)

Selamlar

five
 

Devenez ce que

Daimi Üye
Kayıt
14 Mayıs 2018
Mesaj
320
Tepki
983
Yaş
49
Şehir
Istanbul / Sancaktepe
İsim
Murat
Bisiklet
Kron
Oooo, efsane geri döndü :harika: Viyana'da güneşli günü nasıl buldunuz diye merak ederken cümlenin sonunda yağmurun yağmaya başlamasıyla birlikte taşlar yerine oturdu :D @BF Okuru kardeşime katılıyorum, tur yazılarında arayı fazla uzatmayalım lütfen ;)
 

five

Part time turcu
Kayıt
29 Temmuz 2005
Mesaj
1.453
Tepki
3.958
Yaş
52
Şehir
İstanbul-Bostancı
Başlangıç
1995—96
Bisiklet
Diğer
Bisiklet türü
Şehir - Tur
@Devenez ce que çok haklısınız ama işte iş ve ev öncelikleri zamanı daraltıyor. Elimden geleni yapacağım. :)

1. Gün : Viyana– Bratislava
Sabah erken kalkıp yola düştük. Dünden kapalıydı zaten hava ama Allah’tan yağmıyordu. Turun ilk günlerinde rotamız sırasıyla Viyana-Bratislava-Györ-Budapeşte’den geçiyordu. Bu da, rotanın ilk birkaç gününde etapların kısa olmasına sebep oluyordu. İlk günümüzde Bratislava’ya kadar yaklaşık 70 Km.’lik bir mesafede ülke değiştirecektik. Bu da bizim için bir heyecan kaynağıydı. İlk gün mesafesinin kısa olması “ilk gün antrenman” felsefemize de çok uygundu. Hem düz profil hem kısa etap hem de Tuna kenarındaki Eurovelo 6 rotası…
Geceki yağmur vakasından sonra sabah erkenden toparlanıp kahvaltı için ne yapabileceğimizi düşündük. Çok vakit kaybetmeden, yol üstünden bir şeyler alalım dedim. Bazen çok güzel fırınlara denk geliyorduk -ki turun devamında da karşımıza çıkacaktı- ama bu sefer karşımıza çıkmadı. B planımız yol üstündeki benzinliklerden bir şeyler almaktı. Garmin’in Tuna rotası bazen yolu dolambaçlı hale getirse de (bunu turun geri kalanında daha da iyi öğrenecektim ve oyununa da gelmeyecektim :) ) bir rota tutturduk ve Viyana’nın ortasında nehir boyu bisiklet yolunda ilerlemeye başladık. Yol üstündeki bir benzinlik marketinde yiyecek şeyler ararken bizde de plastik paketlerde satılan ton balıklı sandviçlerden buldum. Aslında illaki ton balığı olsun diye bir düşkünlüğüm yok ama içinde salam vs. olan sandviçlere pek güvenemedim. Diğer çeşitler de pek cazip gelmedi. (Belarus girişinde bir benzinlikten aldığım cipsler “yengeçli” çıktığından beri daha temkinliyim. :) ) Gökalp’le birlikte yanına içecekleri de alıp poşeti gidona takıp yol devam ettik. Burası, şurası derken gözümüze kestirdiğimiz bir noktaya konuşlandık. Nehir manzarasında sandviçleri gövdeye indirdik. Yola hazırdık artık. Aslında mesafeye bakınca pek de yorulacağımızı düşünmüyordum. Eğlene eğlene düz yolda gideriz diye düşünüyordum. Yolumuz, tamamı bisiklet yolu olacak şekilde, Viyana’nın parklarının içinden, bazen ana yolların yanında bazen de hiç araç görmemecesine uzağından geçiyordu. Hatta iş, Tuna’nın bir yanından diğerine geçmek için bir köprünün alt kısmına yapılan ve sadece bisikletlere ayrılmış yoldan geçmeye gelince “Yok artık.” dedik. Aslında böyle bir yerden geçeceğimizi biliyordum ve sayısız defa hem forumda daha önce okuduğum tur yazılarında görmüştüm (@gezginkızanlar, @Barış Çavuş ) hem de Google Maps üzerinden sanal gezinti yapmıştım ama şu an oradaydım ve bu köprüden geçiyordum. Kısacası okuduğumu ve hayal kurduğumu yaşıyordum. Bisikletler için bu derece bir özel alan yaratılması bu vakte kadar görmediğimi bir şeydi. Tadını çıkarmalıydım. Gökalp’in “Medeniyet! Medeniyet!” :) söylemleri arasında ilerliyorduk. İçinde her yaştan yüzlerce insanın yürüdüğü, koştuğu, bisiklete bindiği, kültür fizik hareketleri yaptığı parkta bir de atlı görmemiz bizi dumurlardan dumurlara sürükledi.
Yeşillikler arasında ve suyun kıyısında ve yakınında ilerliyorduk. Zaman zaman da grup ya da solo bisikletçilerle karşılaşıyorduk. Tuna’nın bir o kıyısı bir bu kıyısı derken uzaklarda binalar görmeye başladık. Bratislava’nın Viyana’ya çok yakın olduğunu biliyorduk. Hatta “İki ülkenin başkentleri hiç birbirine bu kadar yakın olur mu ?” diye de merak ve dalga konumuz olmuştu. “Yok canım, başka bir yerdir,” şartlanması ile devam ettik yolumuza. Yolun bir kesiminde, ana yolu görebildiğimiz bir noktada, sınır geçişi olduğunu fark etmemize sebep olacak geçiş noktalarını gördük. Sınır kapısı değil ama büyük tonajlı araçlar için park noktası gibiydi. Artık Slovakya’daydık. Bisiklet yolunda devam ederken solda, aşağıdaki genişçe alanda gördük o heybetli ve gizemli yapıyı. İkinci Dünya savaşı’ndan kalma bir korugandı ama oldukça büyük ve tahkimatlıydı. Daha önce Arnavutluk’ta görmüştük koruganları, Makedonya sınırını geçtikten hemen sonra. Ama onlar oldukça küçük kalıyorlardı bunun yanında. Küçük çaplı bir kale gibiydi. Çevrede, tankların geçişini engellemek amacıyla konulmuş beton ve demirden engeller görünüyordu. Yoldan ayrılıp yanına gittiğimizde kapalı olduğunu gördük. Hatta levhasında cumartesileri açık olduğu yazıyordu. Resim çekip epeyce bir geyik yaptıktan sonra yola devam ettik. (Bu yazıyı yazarken internetten baktım. Adı Bunker BS-8 ‘miş. 1930’da yapılmış Hitler Almanya’sına karşı. O zamanlar Çekoslovakya’nın koruma hattını oluşturuyormuş ama Almanlara karşı durmaya yetmemiş tabi…)
Uzaklarda, Bratislava’nın simgesi olan, adına kale dendiği halde bizim saray diyebileceğimiz heybetli bir yapı duruyordu tepenin üzerinde. Çok görkemli görünüyordu. Uzaklardan fotoğrafını çekip “Mutlaka gidelim.” dedik. Nehir kenarından giden yolumuz yine bir bisiklet köprüsüyle şehrin merkezine yöneldi. Yolumuz eski şehir merkezinden geçerek yukarılara yöneldi. Belirlediğimiz otelleri bulamadık bu seferde ama yine bir hostel bulup yerleştik. Bu sefer bisikletleri odaya alabilmiştik. :)
Erken saatte vardığımız için yine yürüyerek şehri dolaşmaya çıktık. Önce karnımız doyurduk bir yerde. Pazar gününü sakinliğini hissediyorduk şehirde. Yürüye yürüye kaleye çıkıp şehir merkezini dolaştık. Uzun yürüyüşümüzün sonunda yine o tanıdık anı yaşamaya başladık. Yağmur yağmaya başlamıştı. Bir bankanın kapalı kapısının önünde, merdivenlerde, ortamı seyrederek zaman geçirelim dedik ama yağmur dinmedi. Bir süre takılıp sonra nasıl döneceğimizi düşünürken bu sefer bir kademe ilerleyip otobüs binmeye karar verdik. Bileti nasıl alacağımızı çözdükten sonra otobüs saatini bekledik kalabalıkla. Sonra da hostele yakın bir yere kadar gidip yürüyerek odaya döndük.



Mesafe : 72,59 km.
Yolda Geçen Zaman : 04:00 saat
Ortalama Hız : 18,1 km/s
Max. Hız : 36,5 km/s
Yükseklik kazancı : 178 m.
Yükseklik kaybı : 161 m.
Min Yükseklik : 127 m.
Maks Yükseklik : 162 m.
Ort. Sıcaklık : 22,1 C






Tuna kıyısındakik kahvaltı mekanımız
























Bunker BS-8

























Bratislava’daki ünlü “Çalışan adam” heykeli
 

Devenez ce que

Daimi Üye
Kayıt
14 Mayıs 2018
Mesaj
320
Tepki
983
Yaş
49
Şehir
Istanbul / Sancaktepe
İsim
Murat
Bisiklet
Kron
Yazıyı okuyunca, resimleri görünce Muazzez Abacı gibi benim de "hatıralar sardı dört bir yanımı" :D Sizden sadece 10 gün önce geçmiştim oralardan, Viyana-Bratislava yapıp dönmüştüm; tarihler denk gelseydi de dönüşte sizinle karşılaşsaydım ne güzel olurmuş :) Tuna Adası'na geçerken aynı köprüden geçmişiz, sonunda dönüşlü inişi olan; inince sağa dönülüp bir süre adanın içinden gidilen... Aynı yerlerde aynı fotoları çekmişiz... Sınır geçişinin olduğu yerde telefonun şarjı bitmiş ve aynı zamanda da hava kararmıştı; ışıksız bisikletle karanlıkta geçmiştim koruganın olduğu yerlerden ve gelip geçenlere yolu sormuştum :koptum:
Her zamanki gibi anlatım, resimler harika, heyecanlı bekliyoruz devamını :harika:
 

five

Part time turcu
Kayıt
29 Temmuz 2005
Mesaj
1.453
Tepki
3.958
Yaş
52
Şehir
İstanbul-Bostancı
Başlangıç
1995—96
Bisiklet
Diğer
Bisiklet türü
Şehir - Tur
2. Gün : Bratislava - Györ
Kaldığımız hostelde kahvaltı da vardı ekstra. 4€’lık ücretini de makul bulup “En azında çay içeriz” diye indik aşağıya. Klasik standart bir kahvaltı tabağı ve çay vardı ama biz içerikten memnunduk. Gökalp’le bugünün rotasından konuşurken bir ses “Merhaba” dedi. Gözlüklü, esmer bir arkadaştı sesin sahibi. Biz de “Merhaba. Türk müsünüz ?” deyip muhabete girdik. “Baba oğul musunuz, hoca öğrenci mi ?” diye sordu sesin sahibi. Evet Gökalp’le aramda, zorlasam, baba oğul olabilecek yaş farkı vardı ama biz bu yaş farkına rağmen kuzendik. (Hatta ondan daha küçük, kendi kızımdan bile 6 ay küçük kuzenim vardı. :) ) Ama bu durum bizim birlikte bisiklet turu yapmamıza da engel değildi. :) Arkadaş Malatya’daki İnönü Üniversitesi’nde memur olarak çalışıyormuş ve Erasmus tarzı bir değişim için gelmiş. Aslında değişim değil de bir inceleme gezisi sanki. Bratislava’ya… :) Ama arkadaşın deyimiyle “ Bir görünecek.”ti sonra da Budapeşte’ye... Hatta tren saatlerini vs. de öğrenmişti. Yani asıl inceleme gezi Budapeşte’ye olacaktı. :) Sonra gelip tekrar görünüp dönecekmiş.
Biz de yolumuza devam ettik Tuna kıyısındaki bisiklet yolundan… Hava kapalıydı. Yağış yoktu. Nehir kıyısında, kıyısında değil Tuna’nın üzerindeki evler çok güzel görünüyordu yan yana… Şamandıraların üzerinde geniş bir alanın üzerine yerleştirilmiş 1-2 katlı evlerdi. Bisiklet yolu da yeşilliklerini gözümüzün önüne seriyordu “Bakın bende daha neler var ? “ der gibi. Buralarda Tuna oldukça genişliyor adet bir boğazı ya da körfezi andırıyordu. Rayka’ya geldiğimizde “Üdvözöljük” diye bir levha görüp Macaristan ve Macarca ile tanıştık. Kısaca, ki pek de kısa değildi ama, “Hoş Geldiniz” diyordu. Daha sonra Macarca’nın kelime oluşturmak için harfleri nasıl rastgele ve fütursuzca kullandığına şahit olacaktık. :)
Rayka küçük bir kasabaydı. Şirin, yeşil, düz. Bisiklet yolunun bağlandığı yol, karşısında bir marketin yer aldığı bir parka çıkıyordu. Parkta ise bir sürü bisikletçi vardı. Marketten, bizim de almayı düşündüğümüz gibi, yiyecek, içecek bir şeyler alıp parka yayılmışlardı. Bankların bazıları ciddi güneş altın olduğu ve diğerleri de bizden önce gelen turcu gruplar tarafından kapıldığı için market tarafındaki merdivenlere oturup aldığımız şeylerden atıştırmaya başladık. Bir yandan parkta yayılan grupları bir yandan da yeni gelenleri izliyorduk. Kadınlı erkekli gruplar, bazıları kısa, bazılar bizim gibi uzun turlar yapıyorlardı. Ortak nokta, Ortleib çantalardı. On bisikletin neredeyse sekizinde vardı Ortleib. (Biri de bendim.) Onun dışında da kelebek gidon ve gidon çantaları… Gidon çantasını yararını son 3 turda ciddi anlamda görüyorum. Gerekli her şey elimin alında ve gerektiğinde de kilit altında.
Rayka’dan sonra adlarını içinde “Duna” olan bir sürü kasabadan geçtik. Yolumuz hasat edilmiş tarlaların yanından dümdüz devam ediyordu. Arada bir Gökalp’e “Yanıma gel.” diyordum birlikte yan yana sürmek için çünkü genel olarak trafiği yoğun karayollarında hep arka arkaya gittiğimiz için yan yana gitmek garip geliyordu. :) Györ’ün merkezine yaklaşırken yine bir yer bulma sürecinden geçtik. Önce Gökalp, üzerinde sadece “+18” yazan bir kulübeye girdi yer sormak için. Merkeze nasıl gidebileceğimizi de soracaktı. “+18” ibaresi sigara-tütün mamullerinin satıldığı yerler için kullanılıyor. İçki için böyle bir uygulama olmadığı halde tütün mamulleri için bu şekilde özel bir uygulama olması şaşırtıcıydı. Sigaralar ciddi biçimde diğer keyif verici maddelerden (alkol tabi :) başka bir şeyi kastetmedim) izole edilmişti. Verilen tarife uygun şekilde merkeze ilerledik ama haritama işaretlediğim yerlerde boş oda yoktu. Döndük dolaştık, tarihi merkezin dışında da olsa bir yer bulup yerleştik. Hatta bir Almanyalı Türk aile ile karşılaşıp uygun kalacak yer muhabbeti yaptık. Duş aldıktan sonra merkezi gezmek ve yemek yemek için epeyce bir zamanımız vardı.
Györ’ün adını 2018 Avrupa Atletizm şampiyonasını yapıldığı şehir olarak duymuştum ama başka bir bilgim yoktu. Yeni mahalleleri oldukça modern, tarihi merkezi, diğer birçok Avrupa şehrinde olduğu gibi, iyi korunmuş bir küçük şehirdi. Merkezde yemek yemek için dolaşmaya başladık. Macarca olan tabelalara anlamsızca bakıyor, içinden anlamlı bir ifade bulmaya çalışıyorduk. Bu da çok sağlam geyiklere yok açıyordu. “Etterem Restaurant” diye bir tabela gördük. Sonra bir tane daha “Etterem Restauran”. Bir tanesinde de “Az emeleten” yazıyordu ki yaptığımız yakıştırmaların haddi hesabı yoktu. Türkçe çağrışımlar bizde geyiği ayyuka çıkardı. :) “Ne kadar çok ‘Etterem’ adında restoran var ?” diye düşünürken sonra Google Transfer sayesinde öğrendik ki “Etterem” zaten “restoran” demekmiş. “Az emeleten” de “üst kat” :) Restoranın birinde “az emeleyip” bir şeyler yedik ve şehri gezmeye başladık. Klasik bir Avrupa şehri olarak merkez, surların arasında yer alıyordu. Dar sokakları parke taşla kaplıydı. Özel aydınlatmasıyla tarihi yapılar daha da ön plana çıkmıştı. Biz de Gökalp’le hangi sokağa gireceğimiz neredeyse yazı tura atarak karar veriyorduk. Bir ara köprülerden geçip tren istasyonun arka sokaklarına bile uzanmışız. Sokakların ıssızlığı beni tedirgin etmedi değil ama konu “dolaşmak” olunca sınır tanımıyorduk. Bir ara, o ıssız sokaklarda genç bir çift gördük. Aslında üstleri başları pek kötü değildi ama çocuğun ve kızın davranışları pek de düzgün değildi. Çocuk uzakta durdu, kız yanımıza gelip bir şeyler söyledi ama tabi ki anlamadık. Sanırım para istemişti. Garipsedik ama bağımlı olabileceklerini düşünüp acıma ve tedirginlik arası bir duyguyla neye dediğimizi bilmeden “No!” deyip yolumuza devam ettik. Dönüşte güzel bir dondurmacıda akşamı taçlandırıp odamıza döndük. Yarınki etabımız artık normal tur boyutlarında olacağı için iyi dinlenmemiz gerekiyordu. :)

Mesafe : 81,09 km.
Yolda Geçen Zaman : 04:30 saat
Ortalama Hız : 17,6 km/s





















 

Barış Çavuş

Gezgin Kızanlar
Kayıt
7 Eylül 2009
Mesaj
285
Tepki
1.010
Şehir
İstanbul-Avrupa
Bisiklet
Sedona
İki günün yazısını birlikte okudum. Başka bir turcunun gözünden Bratislava'ya tekrar bakmak güzel oldu. Bratislava'da bulunan kamp alanı şehir merkezinden çok uzakta ve bizim zor bulamamız sebebiyle Bratislava'da pek zaman geçirememiştik. Kalenin üzerinden manzarayı görünce oraya çıkmadığımıza pişman oldum. Çok etkileyici duruyor. Bizde yolda EuroVelo tabelaları yüzünden bazen dolanmıştık. Her turcunun kaderinde biraz da olsa dolanmak var :) Her mesajda yazacağım sanırım, devamını bekliyoruz @five
 
  • Beğen
Tepkiler: five

historiyst

Pedalşör ;)
Kayıt
23 Temmuz 2008
Mesaj
986
Tepki
1.014
Şehir
MANİSA
İsim
Murat Hoca
Bisiklet
Giant
Ne güzel bisiklet yolları burda ise neyse akşam vakti boşverin ...
 
  • Beğen
Tepkiler: five

five

Part time turcu
Kayıt
29 Temmuz 2005
Mesaj
1.453
Tepki
3.958
Yaş
52
Şehir
İstanbul-Bostancı
Başlangıç
1995—96
Bisiklet
Diğer
Bisiklet türü
Şehir - Tur
3. Gün : Györ - Budapeşte

Györ’den çıkıp yeniden Tuna kıyısına yöneldik. Komarom’a kadar her zamanki gibi dümdüz bisiklet yolundan ilerledik. Yolda gördüğüm bir levhada bir meydan muharebesi resmedilmişti. Yanında da 1870 tarihli bir anıt vardı. Resimde kırmızı fesli askerler gördüğümü sanıp Osmanlı Ordusu olabilir mi dedim ama bayrak Osmanlı bayrağı değildi. Fazla da detay bulamadım internetteki araştırmamda. Komarom’da, yolun hemen kıyısında, ilk bakışta bizim sıradan bir kale kale sandığımız ama aslında askeri kışla (garnizon) olarak kullanılan Fort Monostor’u gördük. Zamanının en büyük garnizonu olduğu kapısındaki tanıtım levhasında yazıyordu. Büyük kapının kenarına bisikletleri bırakıp içeriye girdik. Detaylı haritası ve maketini uzun süre inceleyip büyüklüğü ve fonksiyonu hakkında bilgiler aldık. İçeriye girip gezmeyi düşündük ama çok geniş bir alana yerleşmiş garnizon binası içinde bir de askeri müze barındırıyor olunca, o kadar vaktimiz olmadığı (ve kişi başı vereceğimiz 18 €’nun da hakkını vererek gezemeyeceğimiz :) ) için yola devam etme kararı aldık.
Tatabanya’ya kadar yol düz karakterini devam ettirdi ama devamında azda olsa inişli yokuşlu bir şekle büründü. Yaklaşık 60 Km.lik bir yolumuz vardı. Yoğun bir tır trafiği olan yolun her iki yanı sık ağaçlıktı. Çok keyifli bir şekilde ilerliyorduk. Budapeşte’nin, Buda ve Peşte adlarıyla Tuna’nın iki yakasına yayılan kentin, Buda tarafında yolumuzu bulmamız biraz zor oldu. Yol sorduğumuz bir kadının bizi uzaklara göndermesiyle yolumuz biraz uzadı ama sonunda Zincir Köprü’den geçip Peşte tarafının merkezine ulaşmayı başardık. Yeme-içme merkezinin tam ortasında kalacak bir yer bulamamız da bizim avantajımıza oldu. Duş alıp insan içine çıkacak hale geldikten sonra önce bir şeyler yemek için caddeyi turladık. Karnımız doyurduktan sonra, gelirken geçtiğimiz Zincir Köprüye gittik. Gençler, ellerinde içkileriyle köprünün üst kısımlarına oturmuş muhabbet ediyor ve manzarayı seyrediyorlardı. Tuna’nın çevresi ışıl ışıldı. Taa tepede yer alan anıt da çok güzel aydınlatılmıştı ve çok görkemli görünüyordu. Gökalp’le gelirken, tur planımızda yer alan ekstra günü Budapeşte’de geçirmeye karar verdik. Odaya döndüğümüzde Gökalp bisikletinin arka tekerindeki yılan ısırığını fark etti. Gelirken lastiği patlamış ve içini değiştirmiştik ama asıl sıkıntı dış lastikteydi. Arka lastik bombe yapıyordu ve böyle devam etmek ciddi sıkıntı oluşturabilirdi. Lastiği yenilemek farz olmuştu. Yarın ki gezimize, tıpkı Dubrovnik’te olduğu gibi (ama orada tamirci aramıştık) bisikletçi arayarak başlayacaktık.



Mesafe : 135,46 km.
Yolda Geçen Zaman : 07:26 saat
Ortalama Hız : 18,2 km/s
Max. Hız : 45,6 km/s
Yükseklik kazancı : 572 m.
Yükseklik kaybı : 565 m.
Min Yükseklik : 118 m.
Maks Yükseklik : 314 m.
Ort. Sıcaklık : 29,6 C













4. Gün : Budapeşte

Sabah kahvaltısını meşhur olduğunu iddia eden bir waffle’cıda yaptık. “Çay var mı ?” dedik küçücük mekanın sahibi olan kadına. O da “Var.” dedi. Biz de oturduk ama çay yine “sallama” çıktı. “Ne yapalım ? Çay çaydır.” diyerek waffle’lı mideye indirdik çayla. Güzeldi ama ben kahvaltıda tatlı adamı olmadığım için pek de kesmedi.
CityMaps2Go uygulaması ve Google Maps üstünde yaptığım aramalarla bizim konumumuza yakın bisikletçileri belirlemiştim. Belirli bir yürüyüş rotası oluşturup buralara ulaşmayı ve 28” tur lastiklerine bakmayı planladık. Yürümek, bir şehri gezmenin en güzel şekli. Bisikletsiz seyahatlerimizde de şehirlerde yürüyüp şehirlerarası ulaşımı kiralık araçlarla yapmaya çalışıyoruz. Hem çok keyifli oluyor ve hem de şehirlerarası ulaşımda zamanımızı çok daha iyi kullanabiliyoruz.
İlk uğradığımız bisikletçi, bir pasajın giriş katında büyük bir mağazaydı. Her ürün grubu için ayrı bir köşe oluşturulmuştu. Direkt lastiklerin olduğu bölüme yöneldik. Hem dağ bisikleti hem de yarış ve tur bisikleti için çok çeşitli seçenekler vardı. Ben tur lastiği deyince Schwalbe Marathon (benimki Mondial) serisinden şaşmayan ve ilk seçenek olarak onu öneren biriyim. Tabi burada zorunlu bir durum olduğu için bütçemizi de göz önüne almak gerekiyordu. Alternatiflere bakmak için haritamızdaki başka noktalara yürümeye devam ettik. Genelde ya istediğimiz marka ve modeli bulamadık ya da fiyat olarak pek de uygun değildi bulduklarımız. Tabi Gökalp’in Marin Gestalt 1’inin üzerindeki Schalbe S One da özel bir lastik olduğundan muadil bir şey bulmak daha da zorlaşıyordu. Bir mağazanın tavanarası bozması üst katında istediğimiz türde lastikleri bulduk. Alalım dedik ama adamlar ilginç bir şekilde elimize bir kart tutuşturdu. Baktık ki internet sitelerinin adresi var kart üzerinde. Yani adamlar bize “Size şimdi satmıyoruz gidin internet sitemizden alın.” diyorlardı. Biz de, “Öyle iş mi olur ? Lastik orada. Biz buradayız. Para da burada. Verin bize lastiği.” diyorduk ama adamlar “İsa” diyor. “Peygamber” demiyordu. Kısaca lastiği alamadık. Kös kös çıktık dükkandan. “Ya bu nedir ya…? Satmayacaksan niye dükkan açtın ? ” diye diye artık iyiden iyiye tepeye çıkan güneşin altında yürümeye devam ettik. Kaldığımız yere uzak bir yerde, iki caddenin köşesine konuşlanmış küçük bir bisiklet mağazasında bulduk aradığımızı. Her ne kadar Schwalbe’ci olsam da :) Continental’in uygun bir çift lastiğini almak için biraz pazarlık yaptık. Dönüş yolumuzu kısa tuttuk. Gözümüze takılan Subway bizi yolumuzdan çevirmekte zorlanmadı. “Kesin acıkmışızdır. :)” diyerek oturup sandviçi gövdeye indirdikten sonra otelin yolunu tuttuk. Lastikleri bırakıp nehir boyuna vurduk kendimizi. Gece çok güzel görünen Budapeşte gündüz de başka bir havadaydı sanki. Karşı yakanın tepelerine şehrin sarayları ve anıtları yerleşmişti ve oralara yürümek bu günün iki temel görevinden biriydi. Diğer de Budapeşte Hayvanat Bahçesi’ni gezmek… Seyahatlerimde, eğer fırsat yaratabiliyorsam, bulunduğum şehrin hayvanat bahçelerini gezmeye çalışıyorum. Geçen seneki Talin-Odesa turumda bir günümü Kiev’e ayırmıştım ve orada da hayvanat bahçesini gezmek için zaman yaratmıştım kendime… Bugün de Gökalp’ten, kısa bir süre de olsa hayvanat bahçesini gezmek için zaman rica ettim. O da sağ olsun kırmadı beni. Hatta uzun bir süredir hayvanat bahçesine gitmediğini söyleyip o da heveslendi. Öğleden sonra oralara yönelme planı yaptık böylece.
Zincir Köprü’den karşıya geçip kale ve sarayların olduğu bölgeye yürümeye başladık. Hava çok sıcaktı ve bulunduğumuz yer çok kalabalıktı. Yukarıya çıktığımızda manzara da harikaydı. Bulabildiğimiz aralıklardan fotoğraf çekip etrafı seyretmeye başladık. Dönem kıyafetleri giymiş 4 atlı kalabalığın içinden geçerken insanlar da fotoğraflama çabasındalardı onları. Atlıların koordinasyonu bir kadın binici tarafından kesin kısa komutlarla sağlanıyordu. Bir atlı da kısa boylu kadrosunda yer alıyordu. Bizde de geyiğin haddi hesabı olmuyordu tabi. :) Açık havada manzara harikaydı. Bolca fotoğraf çekip zaman geçirdikten sonra inişe geçtik. Tuna üzerindeki bir başka köprüden Peşte’ye geçip hedefi hayvanat bahçesine çevirdik. Saat 15:30 civarıydı ve hayvanat bahçesi de 17:00’te kapanıyordu. Varmamızla birlikte tahminen bize tüm hayvanat bahçesini dolaşmak için 1 saat civarı vakit kalacaktı. Kahramanlar meydanında bir iki fotoğraf çekip bilet almak için hızlıca kuyruğa girdim. Bileti alır almaz da oyalanmadan içeriye girdik. Şehrin merkezinde, çok da geniş olmayan ama iyi bir sunuşu olan bir parktı Budapeşte Hayvanat bahçesi. Park alanı dışında da geniş bir şehir parkı bulunuyordu çevrede. Biz Gökalp’le fillerden, akvaryuma, sürüngenlerden maymunlara hızlı hızlı turladık. Artık kapanış vakti geldiğinde de zor da olsa ayrıldık. Artık istikamet merkezin caddeleriydi. Akşam yemekten sonraki zamanı, bir gece önce bize muhteşem bir görüntü sunan, tam tepeye konuşlanmış kalenin önündeki anıtta gitmeye ayırdık. Zincir köprüyü geçip tırmanışa geçtik. Karanlık sayılabilecek yürüyüş parkurunu tamamlayıp sonunda oldukça kalabalık olduğunu fark ettiğimiz meydana vardık. Macaristan’ın özgürlüğünü temsil eden ve elindeki palmiye yaprağını başını üzerinde tutan kadın heykeli 1947 yılında dikilmiş. Muhteşem ışıklandırması uzaklardan çok görkemli görülmesine sebep oluyordu. Manzaranın tadını çıkarıp fotoğrafladıktan sonra geldiğimiz yöne göre ters istikametten inişe geçtik. Tekrar köprüye geldiğimizde, çıktığımız noktayı uzaktan bir kez daha fotoğraflayıp odaya döndük. Bir gün boyunca pedal basmamış ama yürümekten epeyce yorulmuştuk. Yarınki etap için güzel bir uyku çekmemiz gerekiyordu.










































 

mariokaldato

En yeniden bir önce kayit olan adam
Kayıt
1 Ağustos 2015
Mesaj
10.978
Tepki
34.466
Şehir
Bursa
İsim
Raşit Cumhur Çakın
Başlangıç
1980—81
Bisiklet
Merida
Bisiklet türü
Şehir - Tur
Salkano ng 650 takas

(Heryerde bu mesaji gorebilirsiniz :D , bisikletcilerin alim satimlarda en cok ugradigi taciz sekli budur misal adam 8 bin.liralik yol bisikleti ilani acmistir , eleman yapıştırir "salkano ng 650 takas" :D kelimelerin.tukendigi yere gidersin bir anda )
Takip etmek icin boyle sacma bir not yazdim kusura kalma.fayf abicim :) okuyacam kendime gelir gelmez :D
 
  • Beğen
Tepkiler: five ve ekranci

five

Part time turcu
Kayıt
29 Temmuz 2005
Mesaj
1.453
Tepki
3.958
Yaş
52
Şehir
İstanbul-Bostancı
Başlangıç
1995—96
Bisiklet
Diğer
Bisiklet türü
Şehir - Tur
5. Gün : Budapeşte - Kiskunfelegyhaza
Bir önceki gün Budapeşte’deki uzun yürüyüşümüz, “dinlenme günü” olarak nitelendirilebilecek günü yine “ayaklara karasular inme günü”ne çevirmişti. Kahvaltıyı geçiştirip kendimizi hızlıca E75 kodlu yola attık. Daha doğrusu Tuna kenarındaki bisiklet yolundan Budapeşte’den çıkan ana yola ulaştık. Yol E75 üzerindeki Keskemet’ten geçiyordu. Ciddi bir tır trafiği olan ve sağ sol sık çalı ve ağaçlarla kaplı ilginç bir yoldu. Aslında yol kenarında bisiklet, Traktör ve at arabası giremez levhası vardı ama biz yolun keyfini çıkarıyorduk. Dikkatimiz çeken sık aralıklı tır parklarının olmasıydı. Gökalp’in daha sonra “Bizi yolcu etmeye gelen ablalar” olarak niteleyeceği 3 kadın 1-2 km. aralıklarla yola “tezgah açmış” :) bir şekilde müşteri bekliyorlardı. Hele bir tanesi “tezgah açma” anlamında epeyce açılıp saçılmıştı yolun kıyısında. Tabi bisiklet üzerinde olmanın verdiği avantajla kendilerinin bizi “yolcu etmesi” bir motorlu araca göre daha uzun sürüyordu ister istemez. :)
Keskemet’e ulaştığımızda yemek için bir yer aramaya koyulduk. Şehrin merkezi, kendinden beklemeyecek (aslında bizim beklemediğimiz ve görünce şaşırdığımız demek daha doğru) güzellikte bir parka ve tarihi yapılara sahipti. Meydana karşı bir yer bulduk Gökalp’le, oturduk epeyce bir yemek yüklendik, kısa süre sonra da kendimizi tekrar yolda bulduk. Keskemet’in çıkışından başlayan çok güzel bir bisiklet yolunda uzun bir süre yol aldık. Tam sağımızda büyük bir fabrika arazisi vardı. Mercedes Benz fabrikası olduğunu gördük. Önünde yüzlerce binek otomobil vardı. A serisi olanlarını kolayca tanıdım ama sedan olanların serisini anlamam mümkün değildi. Enişteme attığım mesajda fabrikanın bir iki fotoğrafını koyup “Seninkinin doğum yerinden geçiyoruz.” diye yazdım. (Arabası Mercedes :) )
Kiskunfelegyhaza, aslında tamamen yolu bölmek amacıyla bulduğum bir noktaydı. Keskemet yakın, Szeged uzak kaldığı için haritayı incelerken aradaki küçük kasabayı bulmuş, Booking üzerinden konaklanacak yer testini de geçince rotaya eklemiştim. İsmi bize komik geldiğinden de sık sık tekrar edip üzerine geyik çevirdik epeyce. Google’dan anlamına baktım “haza” “ev” anlamına geliyormuş. Ama “Félegyháza”nın anlamı “Yarım Kilise”ymiş. “Kiskun” de bölgenin ismi. Bir sonraki gün geçtiğimiz yerin adı da Oroshaza’ydı. O da benim düz çevirimle Rusevi anlamına geliyor sanırım. Ya da Rus Kilisesi. :)
Kiskunfelegyhaza’nın merkezine gelirken -ki zaten küçük bir merkezi vardı- CityMaps2Go’ya işaretlediğim 2 yerden birinin önünden geçiyorduk. Gökalp, her zamanki dış ilişkiler sorumlusu sorumluluğuyla içeri girdi. Kısa bir süre sonra geldi ama suratı bir karıştı. Elemanlar ciddi yüksek bir fiyat çekmişler. Bir de üzerine “Buradaki tek otel biziz.” manasına gelecek şekilde burunlarından kıl aldırmamışlar. Ama ben tedbirli turculuk örneği göstererek diğer alternatif yeri de işaretlemiştim. Bakabileceğimiz 1 otel daha vardı ve yolda 2 tane de pansiyon levhası görmüştük. Bir sonraki yer arka caddedeydi ama bizim için hiç sorun değildi. (Daha sonraki tek sorun bisikletleri otelin içindeki otoparka bırakmak oldu ama 2 büyük kilidi bunun için taşıyordum zaten.) Fiyat sormak için Gökalp yine içeri girdi ama bir türlü çıkmaz oldu. Uzun bir süre onu bekledim ve meraklandım ama bisikletleri bırakıp içeri de girmedim. Bana upuzun gelen dakikaların ardından Gökalp geldi. Otelin fiyatı diğerine göre çok daha hesaplıydı. Kalabilecektik. Niye bu kadar uzadığını merak ettim. Resepsiyondaki kadın hiç İngilizce bilmiyormuş. Gökalp konuşunca sorusunu Google Translate’e yazmasını istemiş. Kendi de cevabı aynı şekilde çevirip göstermiş Gökalp’e. Uzunca bir “Google Translate” diyaloğundan sonra anlaşmışlar. :)
Sonunda odaya çıkıp duş aldık ve klasik bir atıştırma faslı için kendimizi dışarı attık. Hava kararmıştı. Biz de ana caddede yürüdükten sonra ara sokaklardan başlangıç noktamıza döndük. Yol boyu yenecek bir şey var mı derken tek alternatifin otele 20-30 m. mesafede olan marketten alınacaklar olduğunu görünce kendimize atıştırmalık abur cubur alıp otele döndük.



Mesafe : 114,74 km.
Yolda Geçen Zaman : 05:43 saat
Ortalama Hız : 19,6 km/s
Max. Hız : 37,0 km/s
Yükseklik kazancı : 124 m.
Yükseklik kaybı : 121 m.
Min Yükseklik : 108 m.
Maks Yükseklik : 159 m.
Ort. Sıcaklık : 30,4 C












 

five

Part time turcu
Kayıt
29 Temmuz 2005
Mesaj
1.453
Tepki
3.958
Yaş
52
Şehir
İstanbul-Bostancı
Başlangıç
1995—96
Bisiklet
Diğer
Bisiklet türü
Şehir - Tur
6. Gün : Kiskunfeleghaza – Arad
Bugünkü etap, Romanya sınır geçişini içeriyordu. Kiskunfelegyhaza’dan çıkıp, ana yoldan ayrılarak Szentes, Oroshaza, Battonya üzerinden Romanya sınırına ulaşmayı planlıyorduk. Hedef, sınıra en yakın büyük şehir olan Arad’dı. (Düm)düz karakteri ve tarlaların arasından geçen ara yolun pek fazla yeni bir şey vaad etmemesi sebebiyle pek keyifli değildi. Hatta Gökalp’in, bu uzun ve sıkıcı rotada, yola ilişkin serzenişlerine de maruz kaldım. :) O da benin gibi düz karakterli ve çok uzun süre değişmeyen manzaralı yollardan pek hazzetmiyordu. “İyi ki geçen seneki tura (Talin-Odesa) gelmemişsin !” dedim kendisine. “Dümdüüüz yollarda ruhun sıkılırdı.” :) Gerçi çok güzel rotalardan geçmiştim ama kısmen Belarus, boydan boya Ukrayna’nın yollarının düzlüğü insanın içini karartan seviyelere ulaşıyordu. Düz yol severlere duyurulur. (Sayın @osmankıtay :) )
Yolun en ilgili çekici iki noktasından biri sağda boydan boya uzanan tel çitin yanına uzanmış yüzlerce beyaz kazın olduğu çiftlikti. Gelişimizle kazların rahatı biraz kaçmıştı ama ben fotoğraf çekmek için rahatlarını biraz daha kaçıracaktım. O kadar kaz olunca, tıslamaları ve bed sesleri de ortamda yankılanıyordu (Yankılanıyordu demem sözün gelişi. O düzlükte yankı yapacak bir yer de yoktu ya… Belki çiftlik binalarının duvarı. :) )
Romanya sınırına gelince, artık gerçek bir sınır geçişi yapacağımız için ciddiyeti ele aldık. Macaristan sınırından çıkıp Romanya’ya girince sınırdan geçişimiz biraz zaman aldı. Sınır görevlisi polis uzun süre elinden düşürmedi pasaportlarımızı. İnceledi, inceledi, tekrar inceledi, fotokopi çekti ama uzun süre vermeyince “Acaba bir problem mi var ?” diye kendilerine sormak zorunda kaldım. Problem yoktu. Pasaportlarımız verdiler. Biz tam “Oh. Bu da tamam.” derken iki dakika sonra tekrar istediler. Yine incelediler, baktılar. Sonra tekrar geri verdiler. Anlamadık ama çok da sorgulamadık. Sınırda bu kadar zaman geçirirken yanımıza baba oğul iki kişi geldi. Türk olduğumuz konuşmalarımızdan anlamışlar. Kendileri de Türkmüş, Fransa’da yaşıyorlarmış. Tatil için de Türkiye… Biraz sohbet ettik. Klasik sohbet içeriği bisiklet turumuz ve yorgunluktu. Ve ne kadar güzel bir şey yaptığımız… :)
Yolumuz akşamın alaca karanlığına doğruydu. Arad’a daha 20 Km. civarı yolumuz vardı. Romanya’nın ilk kilometrelerindeydik. Gökalp’in “Abi şuraya bak !” uyarısıyla kafamı hızlıca sağa çevirdim. Orada, tarlaların ortasındaydılar. İki tane ceylan… Biz yakınlarından geçerken de aksi istikamete koşarak gözden kayboldular. İkinci defa doğada ceylan görmüştüm. İlki de yine bu yaz ailemle birlikte arabayla yaptığımız Balkan turunda, gecenin bir yarısı Makedonya’dan Yunanistan’a girerken kullandığımız ara yolda, yolun ortasında duran bir ceylandı. Çok güzel görünüyordu. Yolun tam ortasında durmuş bize bakıyordu ama hemen ürküp gözden kaybolmuştu.
Turnu sınır kapısından Arad’a gelen yol ana yola bağlandığında artık hava iyiden iyiye kararmıştı. Arad’a varmasak da yolun üstünde bir yer bulup kalabiliriz diye düşündük. Ve tesadüf ki tam da kavşak noktasında bir otel vardı. Gökalp yer ve fiyat durumunu sormaya gitti. Geldiğinde bisikletler içinde uygun yeri bulduğunu söyledi. Odaya bile çıkmadan bir şeyler yiyelim dedik. Resepsiyondaki genç, bize, restoranın 10:00’da kapandığını söyledi. Yetişebilirdik sanki. Masaya oturduk ama görevli kadın sadece içecek bir şeyler olduğunu ve mutfağın kapandığını söyleyince hayal kırıklığına uğradık. Bizimle birlikte restoran bölümüne gelen genç, kadına bir şeyler söyledi, kadın da bizden sipariş aldı. Yemek yemek bizi kendimize getirebilirdi belki ama yorgunluk da had safhadaydı. Hemen odaya çıkıp duş aldık ve dinlenmeye çekildik.

Mesafe : 132,67 km.
Yolda Geçen Zaman : 07:33 saat
Ortalama Hız : 17,5 km/s
Max. Hız : 29,0 km/s
Yükseklik kazancı : 83 m.
Yükseklik kaybı : 69 m.
Min Yükseklik : 90 m.
Maks Yükseklik : 137 m.
Ort. Sıcaklık : 26,8 C






7. Gün : Arad- Deva
Uzun etaplarımız devam ediyordu. Sabah yola çıktığımızda Arad’a daha 10 km. yolumuz vardı. Ondan sonra da 100 km.’nin üzerinde devamı... Dünün aksine bugünkü etap daha eğlenceliydi çünkü yol kıvrıla kıvrıla giden Maroş ırmağının yanından hafifçe yükseliyordu. Yolun “yokuş” denebilecek bölümleri Deva’ya 25 km kalana kadar karşımıza çıkmıyordu. Romence’nin genel özelliği olarak adında bolca “ş” harfi olan yerleşim yerlerinin kısa aralıklarla karşımıza çıkması yolun daha eğlenceli geçmesine sebep oluyordu. Kamyonların, tırların bolca bulunduğu trafik oldukça yoğundu. Bu yol, Romanya’nın doğu-batı doğrultusunda ana tır trafiği aksını oluşturuyordu sanki.
Uzun zamandır meyve yemediğimizi göze alarak yol üstünde bir yerden kavun aldık. Yanında da hazır kek ve meyve suyu. Uzun bir süre uygun bir yer bulmak için arandık. Sonunda, bizdeki karayollarını yol üstü parklarına benzen bir park bulup konuşlandık. Kavunu ve keki biketool’un bıçağı ile kesip mideye indirirken epeyce sohbet de ettik. Sohbetimizin en yakın izleyicileri de karasinekler olmuştu. Ama ciddi bir rahatsızlık oluşturmadılar. Asıl rahatsızlık için benim yokuş çıkmamı bekliyorlardı. :)
Deva’ya doğru devam eden yolun kenarında Türk bayrağını görünce direkt daldım. Ortam oto yıkamacıydı. Ben de biraz muhabbet olur ve diye yönelmiştim yola hafif bir yokuşla bağlanan girişine. Bir araba ve birkaç kişi vardı. Hiç sektirmeden “Merhaba” dedim ama umduğumu bulamadım. Türkçe konuşan ya da Türk olan kimse yoktu ortamda. İngilizce sordum “Türk yok mu ?” diye ve makus talihimizle de bu şekilde yüzleştik. Ortamın Türklerle bir ilgisi yokmuş. Bizim gibi bayrağı görüp gelen sazanları avlamaya çalışıyorlarmış. Bayrağı gören gelsin arabasını, kamyonunu da yıkatsın hesabı…
Aradığımız bulamayınca kös kös yola geri döndük. Akşam üstü yoğun trafikte yol almaya devam ediyorduk. Yoğunluk iyice artınca Deva’ya kadar gitmeye kasmadan bulduğumuz bir yerde konaklayalım dedik. Hava tamamen kararmıştı. Yok kenarında, köşede bir market ve önünde masalar vardı. Bir de pansiyon levhası. Gökalp direkt “Abi pansiyona bakalım.” dedi. İki tarafında da bahçe olan sokağın sonunda solda bir ev vardı. Karanlıkta kapıyı çaldık. Orta yaşlı zarif bir hanımefendi kapıyı açtı. Gökalp, klasik konaklama muhabbetlerini yaptı. Kadından olumlu bir cevap gelince içeri girdi. 5-10 dakika sonra geldi. Yer oldukça güzeldi. Oda genişti. Bisikletleri için kadını gösterdiği yer açık hava olunca kendisinden kapalı bir yer rica ettik. Bizi kırmadı. Otopark olarak kullandığı kapalı yerin demirden ağır kapısını açtı gece vakti. İçeride arabası vardı. Bisikletleri yerleştirdikten sonra kapıyı kapatırken bir kanadın üstündeki mil düştü. Kadına kapıyı kapamasında yardım ettik. Olacağı varmış ama hiç yoktan kadına iş çıktı. Odaya eşyaları bırakıp ana yolun üzerindeki markete gittik. Etrafta birkaç kişi daha vardı. Televizyon da açıktı. Oraların buluşma noktası olduğu belliydi bu marketin. Market sahibi kadına yemek sorduğumuzda kızını çağırdı. Kızı düzgün bir İngilizce’yle o saatte yiyecek bir şeyler olmadığını söyledi. Bir kez daha haya kırıklığı yaşasak da ortama çabuk adapte olduk. Yoğurt, ekmek ve yanına abur cubur bir şeyler alıp masalardan birine oturduk. Kısa sürede nefsimizi körelttikten sonra pansiyonumuz döndük. Yine etabı tam kilometresinde tamamlayamamıştık ama sorun yoktu.

Mesafe : 149,88 km.
Yolda Geçen Zaman : 08,10 saat
Ortalama Hız : 18,3 km/s
Max. Hız : 34,8 km/s
Yükseklik kazancı : 406 m.
Yükseklik kaybı : 341 m.
Min Yükseklik : 96 m.
Maks Yükseklik : 175 m.
Ort. Sıcaklık : 25,9 C






8. Gün : Deva - Sibiu

Pansiyondan erken saatte ayrıldık. Kahvaltıyı Deva’ya bırakmıştık. Deva’ya yaklaşırken tepenin üzerindeki kale dikkatimiz çekti. Oldukça heybetli görünüyordu. Buraya tırmanmanın zor olacağını düşünürken baktık ki bir de teleferik yapmışlar kaleye. Tabi bisikletliler için değil… :) Ana yoldan geçerken bir pastane bulup kahvaltıyı sağlam yapmak için içeriye, merkeze doğru döndük. Sonunda amacımıza ulaşmıştık. Poğaça vs. de satan bir fırından sıcak sıcak nevaleleri alıp hemen yanındaki parkta güneşin altına oturduk. Tabi bunda bütün gölgelerin kapılmış olmasını da etkisi vardı. :) Sıcak poğaçaların yanında meyve suyu da iyi gitti. Kahvaltı gayet sağlam oldu. Yola devam ettik.
Yolun sağıdaki levhanın üzerindeki isim dikkatimi çekti. ”Arsenal Park” yazıyordu. Hemen aklıma futbol takımı olan Arsenal geldi ama park bir macera parkıydı. Yol üzerinde, daha sonra internetten de araştırmama rağmen açıklamasını bulamadığım ilginç bir anıt da vardı. Sağda, küçük bir tepenin üzerinde bir mamut dişini andıran kıvrımda ve şekilde ilginç bir anıt. Belki de benim benzettiğim şeyle çok alakasızdır ama nedense bana mamut dişini çağrıştırdı.
Yolun devamında karşımıza Tartaria tabletleri anıtı çıktı. Anıtın üzerinde Tartaria 5500 D.H. yazıyordu. Ben bunu kendimce M.Ö. 5.500 olarak çevirdim. Sonradan araştırdığımda, üzerinde tartışmaların olduğu, dünyanın en eski yazısını taşıyan ve antik Tuna medeniyetlerine ait olan tabletler olduklarını okudum.
Sebeş’ten geçerken, ana yolda, Romanya’nın en ünlü iki geçidinden biri olan Transalpina’nın levhasını gördüm. Özellikle motorcuların Transfagaraşan’la birlikte turladıkları çok güzel ve keyifli geçitlerden biriydi. Bu sefer hedef Transfagaraşan olduğu için başka bir sefer gelmek üzere levhasıyla fotoğraf çekilip yola devam ettik.
Yolumuz, sık aralıklarla, iki yanımızda rengarenk bir veya iki katlı evlerin olduğu küçük kasabalardan geçiyordu. Birinin ismi çok ilgimi çekti. “Apoldu de sus” IT kökenli biri olduğum için hemen bu yer adı üzerinden kendimce geyikler çevirmeye başladım. İşini bir an önce bitirmek isteyen bir yazılımcı, sistem adminden, testte kullandığı server’ın ayağa kalkıp kalkmadığını bildirmesini ister. Ona göre kodunu test edecektir. Admin server’la ilgili gereksiz detaylara girince iyice sabırsızlanan yazılımcı öfkeyle bağırır : “Apoldu de sus!”. Mesleki deformasyonun sonucunda ortaya çıkan bu şartlı refleks bende istemsizce “Apoldu de sus” diye tekrar etmeme yol açıyordu.
Sibiu’ya varmamıza az kalmıştı ama biz yine de uygun bir yerde konaklarız diye düşünüyorduk. Çünkü hava tamamen kararmıştı. Bunula beraber, adını birkaç kez duyduğum bu şehri merak ediyor, görmeden geçmek istemiyordum. Şehre varınca, yemek ve kalacak yer bulmak için tarihi merkeze yöneldik. Çevresi surlarla çevrili eski şehir merkezinde geniş bir meydan vardı. Etrafında da restoranlar… Ama biz önce kalacak yer bulmak istediğimiz için CityMap2Go’dan işaretlediğim bir iki yere baktık. Aslında bu eski şehir merkezinde karşımıza çıkan her yere… Ama hiçbirinde yer yoktu. Şehrin diğer kesimlerine bakmadan önce yemek yemek için uygun bir restoran aradık. Birçoğu o saatte artık mutfaklarını kapamış sadece içecek ikram ediyordu. Neyse ki bir yer bulup oturduk. Yemek yerken de etraftaki hareketliliği seyretmeye başladık.
Yemek sonrası merkeze gelirken çıktığımız yokuşları inerek tarihi merkezden çıktık. Ana yolda bulduğumuz bir otelde Gökalp yine dış temsilcimiz olarak resepsiyondaki hatunla ilişkilerini kuvvetlendirdi. :) Bisikletleri otele ait arkadaki kapısı kapalı ama üstü otoparka bırakabildik. Yanımızdaki tüm kilitleri üst üste takıp odaya çıktık. Oyalanmadan dinlenmeye çekildik. Çünkü ertesi gün yolumuz Transfagaraşan’dan geçecekti. Ya da ben öyle sanıyordum. :)



Mesafe : 134,93 km.
Yolda Geçen Zaman : 07:56 saat
Ortalama Hız : 17,0 km/s
Max. Hız : 55,7 km/s
Yükseklik kazancı : 944 m.
Yükseklik kaybı : 717 m.
Min Yükseklik : 194 m.
Maks Yükseklik : 598 m.
Ort. Sıcaklık : 24,7 C