-Deniz-
🌴🌴🌴🌴
- Kayıt
- 9 Haziran 2022
- Mesaj
- 1.584
- Tepki
- 1.660
- Şehir
- Bursa
- İsim
- Deniz
- Başlangıç
- 1997—98
- Bisiklet
- Trek
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
biraz uzunca bir yazı olabilir, şimdiden kusura bakmayın. 2. dünya savaşından sonra galip devletlerin başkanları, çörçil, ruzvelt, sıtalin bir araya gelip bir karar alıyorlar. diktatörlükle yönetilen ülkelere yaptırım kararı ve gerekirse askeri müdahale ile, amerikanın o tarihten sonra sıksık başvurduğu demokrasiyi gerekirse zorla getirme hamlelerinin ilk teorisi söyleniyor. o zaman türkiye cumhuriyeti tek parti yönetiminde ve tek adam yönetimi var. birinci dünya savaşında ve sonrasında amerikan mandacısı ismet inönü, paralara kendi resmini bastırmış, batı müziğini zorla empoze etmeye çalışan, dahası arabesk müziğinin temellerini atan garip uygulamaları ile anadolunun tek efendisi durumunda.
ismet inönü durumdan vazife çıkarıyor ve ülkenin diktatörlükle yönetilmediğini, dilerlerse uzmanlar gönderip bunu yerinde gözlemleyebileceklerini özellikle savaşın büyük galibi amerikaya kereler kere söylüyor.
iki tane uzman gönderiyor amerika. bilin nereye? milli eğitim bakanlığına. amerika, bizi bitirmeye eğitim sistemimizden başlıyor. iyi-kötü bu ayrı bir tartışma konusudur ama köy enstitülerinin evvela içeriğini bozuyor ismet paşa ve ekibi. sonra da kapatılıyor köy enstitüleri. başlıyor milli eğitimde dejenerasyon. özel okulların sayısı artıyor. eğitimde fırsat eşitliği ortadan kalkıyor yavaş yavaş.
ben kendim yaşadığım süreç içerisinde, 1993 yılında iki basamaklı sınav sistemi ile eski sistemde üniversite sınavına girdim. bizden bir sene önce sanırım kredili sistem diye birşey çıktı. işte öğrenciler bu sistemde, 6 saatlik eğitim gününde diyelim 1-2. saatte okulda ders görecek, aradaki 2 saat boş ise öğrenciler güya kütüphaneye girecek kendini geliştirecek, okumalar ve çalışmalar yapacak, son iki saatten sonra evlere yada kütüphanelere dağılacaktı. planlandığı gibi olmadı, okulların çevresinde kafeler, bilardo ve oyun salonları türedi. öğrenciler boş zamanlarını bilardo oynayarak, vektör fiziğini uygulamalı öğrendiler, aralarından bir semih saygıner bu işi paraya çevirebildi diğerleri eridi gitti.
eğitim sistem 1946 yılı itibarıyle artık dikiş tutmamıştır. planlamasızdır. diyelim ki ülkenin öğretmen ihtiyacı var, özel okullar kaliteli öğretmenlere çok para vermek zorunda kaldı. hemen basınla milli eğitim elele verir, geleceğin meslekleri diye haberlerle öğretmenlik parlatılır. eğitim fakültesi sayısı arttırılır, 4 seneye kalmaz artık bir sürü öğretmen piyasaya sürülür. sayı artınca iş arayan öğretmenler fiyat kırar ve kölelik düzeni başlar. aynısı 5-6 yıldır yazılımcılar üzerinde oynanan bir oyun var. 8 sene önce kaliteli bir yazılımcıyı çalıştırmak pahalıya patlıyordu. geleceğin para eden meslekleri diye haberleri takip edin ne demek istediğimi anlarsınız. eğer bu aralar, gelecek 10 yılın meslekleri haberlerinde bazı meslekler parlatılıyorsa, o bölümleri okumanızı tavsiye etmem.
milli eğitim, planlama yaparak, ülkenin ihtiyacını, okudukları konuları seven öğrenciler yetiştirerek karşılar. özgür ve kendi ayakları üzerinde duran ülkelerde olması gereken budur.
Köy enstitüleri ilk kurulduğu haliyle açık olsa günümüzde çok daha farklı olurdu her şey. Bu arada öğrenim hayatım boyunca her sene bir şey değişti. Mesela ikinci sınıfa geçerken bölüm seçimi oluyordu (eşit ağırlık, yabancı dil, vs...) Yabancı dilim iyiydi, sınavlarda full çekiyordum ve o bölüm ile alakalı bir şey okumak istiyordum. Sevdiğim bir hocam anadolu öğretmen liselerinin öss'de ek puan aldığını ve benim düzgün bir bölüm kazanabilmem için 100 sorudan 97-98'ini doğru yapmam gerektiğini söyledi. Haliyle vazgeçtim. Eşit ağırlık okudum. Mezun olurken ne mi oldu dersiniz?


