Yasal hız sınırları ya da bir başka deyişle hızı yasalarla sınırlamak kendi başına bir anlam ve çözüm değeri taşımıyor. Türkiye'de her yolun bir hız sınırı vardır, sokak, cadde, anayol, devlet karayolu, otobanlar, uluslarası transit yollar, köy yolları, yani üzerinden araç geçen bütün yollar. Ama yolun bir de işletme hızı vardır, onu da o yolun üstünden geçen araç sürücüleri tayin eder ve bu iki hız değeri arasında neredeyse hiçbir zaman bir tutarlılık, eşitlik görülmez. Şehirlerde 50 km/saat hız sınırı konmuş bir caddede mesela, gün boyunca ölçüm yapsanız, sürücülerin büyük çoğunluğunun bu sınırı aştığını görürsünüz. Yolun hangi şeridinden gidildiği de önemlidir bu tutarsızlığın açığa çıkmasında.
Aşağıda görüntüler aktardığım tez çalışmasını YÖK arşivinden okuyabilirsiniz. Antalya caddelerinde ölçümlere dayanan, güzel bir çalışma. Üç de tablo ekliyorum. İlkinde cadde cadde hız sınırları ve fiilen ölçülen ortalama hızlar verilmiş. İkincisinde ise sürücülere neden hız sınırına uymadıkları sorulmuş. Üçüncü tabloda da, peki siz hızınızı neye göre belirliyorsunuz diye sorulmuş.
Şunu söylemek gerekiyor: Hız sınırını ne yaparsanız yapın, sürücülerin ona uymasını sağlamadığınız sürece o yasaların ve sınırların hiçbir yaptırım gücü yok. Trafik cezalarının sürücüleri yasalara uymaya mecbur kılacağı önermesi de esasen bir safsata. Kaldı ki Türkiye'de trafik cezaları da dolaylı vergi gelirlerinin önemli bir kalemini oluşturuyor, yani trafik bir tür vergi toplama mecrası gibi işlevselleştiriliyor. Ulaşım politikalarında en küçük bir zihniyet farklılaşması olmadığı hâlde trafikte "suç"lar tanımlayıp çeşitlendirerek suçluları "ceza"landırmanın varacağı nihai işlev de ancak bu olabilir zaten. Sürücüleri hız sınırına uymaya mecbur kılmanın ceza'dan daha etkili bir yolu var mesela: Yolun tasarımını sürücünün hız sınırını aşmaktan kaçınmaya mecbur kalacağı şekilde yapmak. Bunun çeşitli uygulama örnekleri var, araştırırsanız bulabilirsiniz.
Peki çözüm ne? Tek bir cevabı yok bunun, ama cezayı kesin ve kestirme bir çözüm olarak görmenin abesliği aşikâr. Ulaşımda adalet ve kentsel mekânın adil kullanımı ilkelerinden hareket ederseniz, kent içi ulaşımda hareket eden araç sayısını azaltıp insanlara hareketlilik kazandırmanız gerekiyor. "Trafik" dediğimiz şeyin kentsel mekânda araç hareketi sayıldığı bir paradigmayı terk ederek, "ulaşım" dediğimiz şeyin kentsel mekânda insan hareketliliği olduğu bir paradigmaya geçmeliyiz. Yanisi, otomobillerin kentte insanların hareket alanını daraltmasına engel olmalı, onlara ayrılan yollar ile insanlara ayrılan yollar arasındaki dengenin aşırı derecede sarsıldığı bir ulaşım ağını acilen insandan yana olacak şekilde yeniden düzenlemeliyiz. Caddeleri daraltmalı, yaya kaldırımlarını genişletmeli, bisiklet şeritleri eklemeli, toplu ulaşıma özel şeritler ayırmalı, yayalaştırılmış alanları çoğaltmalı, kamusal etkinliğin yükseldiği meydanlar, parklar, yeşil alanlar, toplantı alanları gibi alanlar açmalıyız. Ve bütün bunları da kapsayıcılık ve hakkaniyet ilkelerini gözeterek, katılımcı bütçeler ve planlar ile yapmalıyız.
Daha anlatacaklarım var da, yine susayım.
201951 dosyayı görüntüle
201965 dosyayı görüntüle
201966 dosyayı görüntüle
201967 dosyayı görüntüle