Scudo Sports

Sadece ülkemizde olan marka-model sorunsalı

42/16 fixie ile %7'ye kadar çıkamadığım rampa kalmadı.

Başka bir konu başlığı altındaki öfkeli bir tartışmadan açık bir hesap kaldı. Onu kapatmadan rahat duramam. 2020'de Uludağ tırmanışının emsali bir dağa fixie ile tırmanmadan rahatlayamam.?

Gecen sene fixie ile 200+ tur yapamazsın diyen bir arkadas vardı forumda. 2019'da fixie ile 200+ turları koleksiyon yaptım. O arkadaş foruma girmez oldu. Araziye uyum sağladı. Ben o hesabı şimdilik kapattım. Sırada tırmanma hesabı var.

Yeni sezonda Salcano Cappadocia Alloy ile kendimi dağlara vuracağım. Zira Corelli 2020'de de fixie çıkarmayı düşünmüyormuş. ?

Valla bana bazen 32 diş bile yetmiyor, keşke 34 olsa da şak ona geçsem diyorum tırmanırken, size helal olsun. Şu arkadaşı seversiniz diye tahmin ediyorum:

(link)
 
  • Beğen
Tepkiler: Ali Kılıç 35.5
Scudo
Arkadaşlar bu kadar ucuzcu ve ucuz sevdalısı olmayın, başlığın içine bakıyorum ''ohooo bu kadarı adam olana fazla bile'' kafasında yaklaşımlar hiç bu camianın insanlarına yakışmıyor. bugünün kuruyla katlanır bisiklete 10.000₺ veren insanlar bile var, inanın ki Bianchi buralarda olsa alacak insan çıkar. Kendinizden ibaret değil yani bisiklet camiası..
 
Mesele ucuzculuk değil. Firmaların kendilerine göre bir pazarlama stratejisi belirleyip buna göre ithalat veya üretim yaptığı gerçeğinin farkında olmak lazım diyoruz. Accel de Türkiye'de böyle bir yol seçmiş.
 
Turkiye'de hem araç hem de yakıt fiyatları ortalama gelire göre inanılmaz yüksek malesef toplu taşıma da iyi değil, özellikle de büyük şehirlerde. Özellikle Istanbul'da insanların ulaşım amacıyla bisikleti tercih etmemesinin önemli sebeplerinden birisi de düz olmayan yapısı ( bence en önemli sebep güvenlik ). Bu şartlar altında elektrikli bisiklet çok iyi bir alternatif.
Elektrikli bisikletin en büyük maliyeti motor ve pil. Yüksek kapasiteli pil konusunda emin değilim ama elektrik motoru geliştirip üretecek altyapısı fazlasıyla var Türkiye'nin. Eletrikli şehir bisikletlerinin çoğunun kadrosu da aliminyum ya da çelik. Zaten halihazırda kadro üreten firmalar var, neden elektrikli bisiklet üretip satmadiklari ( ya da satıyorlar ama ben bilmiyorum ) benim gözümde hep bir muamma.
Kadro zaten üretiliyor, aktarma tak shimano nexus sorunsuz kapalı sistem. Hadi pili de dışarıdan al ama üret elektrik motorunu düşür maliyeti ulaşılabilir seviyeye insanlara bu imkanı sun. Gündelik hayatta bisiklet kullanılmadığı sürece altyapı yapılmaz hobi bisikletçisi için. Insanlar ise gitmek için bisiklet kullanabilse altyapıyı da büyük bir topluluk isteyecek.
Dünyanın pek çok ülkesinde ise bisikletle gidene vergi indirimi ya da karbon emisyonunu azalttığı için direkt ödeme var. Iktidar, kendin sermayedarı ortak olmadan hayatta böyle bir imkan sağlamaz ama istanbul, Ankara, Izmir belediyeleri atıyorum çöp vergisi almasa yine de teşvik.
O zaman ülkeye özgü mis gibi modeller çıkıyor mu ortaya gör bakalım.
Bunları yazabileceğim doğru başlık bu değil belki ama hep kafama takılıyor bu. Hatta zaman zaman ufak girişimcilik hayalleri de kuruyorum bu konuda.
 
Turkiye'de hem araç hem de yakıt fiyatları ortalama gelire göre inanılmaz yüksek malesef toplu taşıma da iyi değil, özellikle de büyük şehirlerde. Özellikle Istanbul'da insanların ulaşım amacıyla bisikleti tercih etmemesinin önemli sebeplerinden birisi de düz olmayan yapısı ( bence en önemli sebep güvenlik ). Bu şartlar altında elektrikli bisiklet çok iyi bir alternatif.
Elektrikli bisikletin en büyük maliyeti motor ve pil. Yüksek kapasiteli pil konusunda emin değilim ama elektrik motoru geliştirip üretecek altyapısı fazlasıyla var Türkiye'nin. Eletrikli şehir bisikletlerinin çoğunun kadrosu da aliminyum ya da çelik. Zaten halihazırda kadro üreten firmalar var, neden elektrikli bisiklet üretip satmadiklari ( ya da satıyorlar ama ben bilmiyorum ) benim gözümde hep bir muamma.
Kadro zaten üretiliyor, aktarma tak shimano nexus sorunsuz kapalı sistem. Hadi pili de dışarıdan al ama üret elektrik motorunu düşür maliyeti ulaşılabilir seviyeye insanlara bu imkanı sun. Gündelik hayatta bisiklet kullanılmadığı sürece altyapı yapılmaz hobi bisikletçisi için. Insanlar ise gitmek için bisiklet kullanabilse altyapıyı da büyük bir topluluk isteyecek.
Dünyanın pek çok ülkesinde ise bisikletle gidene vergi indirimi ya da karbon emisyonunu azalttığı için direkt ödeme var. Iktidar, kendin sermayedarı ortak olmadan hayatta böyle bir imkan sağlamaz ama istanbul, Ankara, Izmir belediyeleri atıyorum çöp vergisi almasa yine de teşvik.
O zaman ülkeye özgü mis gibi modeller çıkıyor mu ortaya gör bakalım.
Bunları yazabileceğim doğru başlık bu değil belki ama hep kafama takılıyor bu. Hatta zaman zaman ufak girişimcilik hayalleri de kuruyorum bu konuda.
Atladığınız bir nokta var, o da kültür. Bizde şehirde arabanız olmadı mı maça 1 sıfır yenik başlıyorsunuz. Adam yerine konmuyorsunuz. Bisiklete isterseniz ferrari motoru takın, bakış açısı "koskoca adam bisiklete biniyor" ya da "enayiye bak, altına bi arama çekmiyor" ya da en kötüsü "fakir heralde" olarak kalacaktır. Farkeden bir şey olmayacak. Akşam trafiğinde mesela ben duran arabaların arasından vızır vızır evime gidiyorum Bir çoğundan erken varıyorum. Peki onca insan bunu neden yapmıyor? E çünkü sadece sağ ayak bileğini oynatarak binlerce lira verdiği o demir yığınının içinden çıkıp kan ter içinde pedal çevirmek koyar o adama. Siz o adama istediğiniz kadar dil dökün, anlatamazsınız. Hele ki kadınları hiç saymıyorum bile. İşyerinden mini eteği ile, abiyesi ile çıkan kadın bisiklete filan zaten binemez. Hollanda, Belçika, Norveç vesaire ile Türkiye'yi aynı kefeye koyamazsınız. Bizde haftasonu da arabayla gezilir, işe de arabayla gidilir, bakkala da arabayla gidilir. Arabaya binmedik mi biz kendimizi eksik hissediyoruz. O yüzden trafikte ben arabalara kafa tutmuyorum. Yeşil yansa bile arabaya yol veriyorum. Kavşaklarda geçiş üstünlüğünü arabaya veriyorum. Çünkü biliyorum ki herhangi bir olayda altında araba olan her zaman haklı olacak ve üste çıkacak. Polis de gelse bu değişmeyecek. Ben öfkelendiğimle ve kendime zarar verdiğimle kalacağım. Değiştiremezsiniz hocam. Dil de dökseniz, kanun da çıkarsanız, sosyal mesaj da verseniz, televizyonlara reklam da verseniz değiştiremezsiniz. Atalar ne güzel söylemiş, "Katranı kaynatsan olur mu şeker?". Olmaz.
 
Atladığınız bir nokta var, o da kültür. Bizde şehirde arabanız olmadı mı maça 1 sıfır yenik başlıyorsunuz. Adam yerine konmuyorsunuz. Bisiklete isterseniz ferrari motoru takın, bakış açısı "koskoca adam bisiklete biniyor" ya da "enayiye bak, altına bi arama çekmiyor" ya da en kötüsü "fakir heralde" olarak kalacaktır. Farkeden bir şey olmayacak. Akşam trafiğinde mesela ben duran arabaların arasından vızır vızır evime gidiyorum Bir çoğundan erken varıyorum. Peki onca insan bunu neden yapmıyor? E çünkü sadece sağ ayak bileğini oynatarak binlerce lira verdiği o demir yığınının içinden çıkıp kan ter içinde pedal çevirmek koyar o adama. Siz o adama istediğiniz kadar dil dökün, anlatamazsınız. Hele ki kadınları hiç saymıyorum bile. İşyerinden mini eteği ile, abiyesi ile çıkan kadın bisiklete filan zaten binemez. Hollanda, Belçika, Norveç vesaire ile Türkiye'yi aynı kefeye koyamazsınız. Bizde haftasonu da arabayla gezilir, işe de arabayla gidilir, bakkala da arabayla gidilir. Arabaya binmedik mi biz kendimizi eksik hissediyoruz. O yüzden trafikte ben arabalara kafa tutmuyorum. Yeşil yansa bile arabaya yol veriyorum. Kavşaklarda geçiş üstünlüğünü arabaya veriyorum. Çünkü biliyorum ki herhangi bir olayda altında araba olan her zaman haklı olacak ve üste çıkacak. Polis de gelse bu değişmeyecek. Ben öfkelendiğimle ve kendime zarar verdiğimle kalacağım. Değiştiremezsiniz hocam. Dil de dökseniz, kanun da çıkarsanız, sosyal mesaj da verseniz, televizyonlara reklam da verseniz değiştiremezsiniz. Atalar ne güzel söylemiş, "Katranı kaynatsan olur mu şeker?". Olmaz.

Doğma büyüme Istanbulluyum, 30 seneden fazla yaşadım, bir süredir de Amsterdam'da yaşıyorum. Iki şehir/kültür arasındaki farki tecrube ettim. Atlamadım, kasten karşılaştırmadim. Kültürü değiştirmek benim aklımın erdiği iş değil, bana göre yapılması mümkün olan fikrimi anlatmaya çalıştım sadece.

Aradaki kültür farklılığı çok büyük, sürekli bu bahanenin arkasına sığınıp, yapılaması mümkün olan ( kime göre derseniz, bu mesaj içerinde bana göre ) gelişmelere odaklanmazsak yerimizde saymaktan başka çaremiz yok. Bu yüzden hepimizin bildiği ama değiştirmenin pek mümkün olmadığı problemler yerine, sorunun kendisine ( Turkiye'de bisiklet kullanımı diyelim ) çözüm aramamız bana göre daha mantıklı.

Dediginiz gibi adam kan ter içinde bisiklet kullanmak istemiyor, yaşlısı var, uzun yol yapanı ( 10 km üstü ev - iş arası ) var vs. Işte buna çözümlerden ( ya da çözüme giden adımlardan ) birisi elektrikli bisiklet. Kondisyona, işe gidince kıyafet değiştirmeye gerek yok elektrikli bisiklet kullanınca.

Katran - şeker konusuna katılıyorum ama tekrar ediyorum benim anlatmak istediğim şeyle alakasız. Sizinle sabaha kadar söylenir, küfür ederim ben de.
 
Bizim insanımız ucuza "dandik", kaliteliye "pahalı" der. Bu ülkede ticaret yapmak çok zor.
Gıda sektöründe olduğum için sektörden örnek vereceğim, avrupa menşeili firmaların ülkemizde satılan ürünlerinde bile gramaj, kalite vs bir sürü farklar var.
Hatta otomotiv firmaları bile burada sattığı ürünler için TR standartları oluşturmuşlar. Kalite aynı değil.
Accell bu ülkeye fazla bile, ki adamlar avrupanın birçok ülkesine ihracat yapıp ülkeye girdi sağlıyor ki bildiğim kadarıyla avrupada da pazar lideri.
Biz de burada bik bik saydırmaya devam.
 
Eminim fark etmişsinizdir, bu aralar bisiklet parça ve aksesuar çeşitlerinde baya azalma var. Bu son döviz krizinden sonra ithalatla uğraşan birçok firma battı. Mesela bunlardan biri Plus firması. Fiyat/performans ürünleri vardı. İthalat yapan az artık. Son iki yılda alım gücümüz yüzde elli azaldı çünkü.
 
...
Başka bir konu başlığı altındaki öfkeli bir tartışmadan açık bir hesap kaldı. Onu kapatmadan rahat duramam.
...
Hocam kimseye bir şey ispatlamak zorunda değilsiniz. Başkaları için değil kendiniz için yaşayın ve bisiklete binin. Size söyleyeyim zor olur hayatınız.

Turkiye'de hem araç hem de yakıt fiyatları ortalama gelire göre inanılmaz yüksek malesef toplu taşıma da iyi değil, özellikle de büyük şehirlerde. Özellikle Istanbul'da insanların ulaşım amacıyla bisikleti tercih etmemesinin önemli sebeplerinden birisi de düz olmayan yapısı ( bence en önemli sebep güvenlik ). Bu şartlar altında elektrikli bisiklet çok iyi bir alternatif.
Elektrikli bisikletin en büyük maliyeti motor ve pil. Yüksek kapasiteli pil konusunda emin değilim ama elektrik motoru geliştirip üretecek altyapısı fazlasıyla var Türkiye'nin. Eletrikli şehir bisikletlerinin çoğunun kadrosu da aliminyum ya da çelik. Zaten halihazırda kadro üreten firmalar var, neden elektrikli bisiklet üretip satmadiklari ( ya da satıyorlar ama ben bilmiyorum ) benim gözümde hep bir muamma.
Kadro zaten üretiliyor, aktarma tak shimano nexus sorunsuz kapalı sistem. Hadi pili de dışarıdan al ama üret elektrik motorunu düşür maliyeti ulaşılabilir seviyeye insanlara bu imkanı sun. Gündelik hayatta bisiklet kullanılmadığı sürece altyapı yapılmaz hobi bisikletçisi için. Insanlar ise gitmek için bisiklet kullanabilse altyapıyı da büyük bir topluluk isteyecek.
Dünyanın pek çok ülkesinde ise bisikletle gidene vergi indirimi ya da karbon emisyonunu azalttığı için direkt ödeme var. Iktidar, kendin sermayedarı ortak olmadan hayatta böyle bir imkan sağlamaz ama istanbul, Ankara, Izmir belediyeleri atıyorum çöp vergisi almasa yine de teşvik.
O zaman ülkeye özgü mis gibi modeller çıkıyor mu ortaya gör bakalım.
Bunları yazabileceğim doğru başlık bu değil belki ama hep kafama takılıyor bu. Hatta zaman zaman ufak girişimcilik hayalleri de kuruyorum bu konuda.
Gündelik hayata girmeden bisiklet için altyapı yapılamayacağı konusunda haklısınız.

Elektrikli bisiklet büyük bir kolaylık ama güvenlik problemini çözmüyor, arabalar çok hızlı şehir içinde 90-100 normal görülen hızlar. Tüm düzenlemeler de bu hızı daha da artırmak üzerine şu anda. Böyle bir trafikte hele kışın yağışlı bir şehirde ulaşım için bisiklet kullanımı elektrikli bisiklet bile olsa artamaz. Ayrılmış bisiklet yolu yapsanız bu kullanım düzeyiyle ona da sahip olamaz otopark olarak kaptırırsınız. İstanbulda yapılacak en iyi şey haftasonu erken kalkıp arabalar yola çıkmadan antrenmanını yapmak olabilir. Çok şanslı bir azınlık trafiğin yavaş olduğu yerlerde -o da lokal olarak- kullanabilir bisikleti.

...
Bir kaç tane büyük şehir haricinde insanların hobisi filan yok.
...
Herhangi bir merak, bir ilgi alanı, bir meşgale yok. Kahveye gitmeyi hobiden sayıyoruz. Böyle olunca da kimse o kaliteli ürünleri ithal etmek istemiyor. Ucuz olanı getirip satıyorlar.
...
Her şeyimizin ithal olmasının sebebi aslında bu. Türkiyede üretim yok filan değil, üretim var, Türkiye'de müşteri yok.
...
Son derece doğru tespitler. yeme içme ve giyim dışında para harcanan tek şeyler arabalar ve futbol. Ülkede bir firmanın bu sektörlerde olmadıkça bir şeyler üretip yurtiçine satarak zengin olması çok zor.
Sosyal hayat da bu nedenle restoran ve cafelere indirgenmiş durumda. Bizim beşte birimiz ülkelerdeki ürün çeşitliliği bizde olamıyor tabi. Decathlon da durumu çaktı artık ürün getirmiyor.

Ama internet ve genç nüfus bu olayı yavaş yavaş değiştirecektir. İnsanların hayattan beklentileri -zengin olmasalar bile- artıyor. Bu da değişim getirecektir.

Örnek olarak üç üniversitemizin öğrenci kulüplerinin bağlantılarını koyuyorum. Ders dışında bu kulüplerde biraraya gelip türlü alanlarda çıktı yaratmış öğrenciler mezun olduklarında hobisiz duramazlar, mutlaka kendilerini ve çevrelerini geliştirecek bir şeyler yapmaya çalışırlar. Tüketici değil üretici de olurlar, yeni ihtiyaçlar ve pazarlar oluşur, ekonomik aktivite gelişir, çeşitlenir.
(link)
(link)
(link)

Bu forum da bunun gibi bir sosyal olay, bambaşka yaşamlardan kişiler olarak bir araya geliyoruz, ama birbirimizden öğrendiklerimizle hem hayatımız zenginleşiyor hem tüketimimiz çeşitleniyor. Bir kısmımız elde ettiği bilğilerle ihtiyaçları daha iyi anlayıp üretim de yapmaya başlıyor (çanta kadro, içerik üretenler, vb), üretenler duyulup iyi olanlar destekleniyor.
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:
altında arabası olan bir sürü insan var adam gibi aracını süren yol hakkı adamınken bana yol veren bir sürü sürücü gördüm ve çok sevindim aramız da böyle insanların olmasına bisiklete bineni aklınca hakir gören de bir zahmet aynaya baksın.
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:
@fandango Ben ehliyet sahibi bir insanım ALTIN DA ARABASI OLAN kişi kim ki beni eleştirecek. beni de adam yerine koymayacak pehhhh!!! hadi bir şekil de bana bunu ima etti bırak demeyi adama lafı bir sokarım dünyadaki en iyi bilim adamları gelse onu ondan çıkaramaz bırakın bu ezik düşünceleri ben izin vermezsem kimse bana ne fiziksel nede ruhsal hiç bir anlam da bir şey yapamaz altında bugatti bile olsa o beklerken ben basıp gidiyorum ;) kimmiş zavallı ve ezik sormak lazım bu kafalara.
Hocam benim de ehliyetlim var. Taaa 99 senesinden. Keşke onu çıkarıp gösterdiğim zaman saygı gösterseler. Ama saygı filan kalmadı artık. Ben çocukken büyüklerime abi derdim. Benden iki yaş büyük adama, kadına abi derdim, abla derdim. Şimdi bana abi diyen yok. 20'li yaşlarındaki bıçkın mahalle kabadayıları altlarında araba ile bütün gün sokakları dolaşıyolar müziğe benzeyen bi gürültüyü son ses açıp. Bu para nereden geliyor ben bilmiyorum. Bunlar bisikletlileri gördüler mi avını görmüş kaplan gibiler. Yaş filan dinlemiyorlar. Arabayı üstünüze sürüyorlar, tepki gösterince de inip dövmeye kalkıyorlar. Şiveleri bozuk mahalle kabadayıları, bu ülkeden mi başka ülkeden mi o bile belli değil. Kamyonetin biri yanımdan ters bir şekilde geçiyor, tek yaptığım kafamı sallamak oluyor. Adam kamyonetin içinden elini uzatıp "hayırdır kardeş, bi derdin mi var" diyor bana. Tek bir sinyal bekliyorlar, o sinyali aldıkları anda arabadan inip size dalacaklar. Emekli adam arabasıyla önüme fırlıyor yol kenarından, abi napıyosun diyorum "lagaluga yapma" diyor. Bu tarz örnekler şehir içinde trafikte bisikletli iseniz hemen hemen her gün başınıza geliyor.

Kusura bakmayın ama eğer belinizde silah filan yoksa ya da tek başınıza sürüyorsanız kendinize hiç güvenmeyin. Ben artık anladım, bu ülkede kast sistemi var. Bisikletli iseniz trafikte en alt sınıfsınız. Diğer tüm taşıtların sürücüleri, ve hatta yolcuları benden üstün. Bana ya da bisikletime bi zarar gelmediği sürece hiç kimseye bırakın dert anlatmayı, gözümü çevirip bakmıyorum bile, ne yaparlarsa yapsınlar. @umutcelik siz de okuyun bu yazdıklarımı :) Daha ülkede "saygı" denen en temel medeniyet taşı yok. Parasını verip alışveriş yaptığınız esnaf bile "beğenmiyosan defol git" kafasında. Saygıdan eser kalmadı. Arabayla kral gibi gezen adam hiç altına elektrikli de olsa bisiklet alıp da kast sisteminde sınıf düşmek ister mi?

Uçurum giderek büyüyor, zengin-fakir, soylu-avam, ünlü-ünsüz, adına ister kast sistemi diyin, ister sosyal/ekonomik sınıf diyin, ister ne derseniz diyin, Türkiye'de bu var. Bunun üstüne bi de herkes öfkeli. Sakin olmak yok. Ben sükunetimin ve saygılı olmamın cezasını her seferinde çekiyorum. Sesinizi yükseltmediğiniz zaman "aha bu zayıf, bunu ezeriz" diyorlar. Düzgün bir istanbul şivesi ile konuşuyorsanız "bu bana hiç bişi yapamaz" diyorlar. Kanundan artık kimse korkmuyor. Cezalar caydırıcı değil. İnsanlar ceza bile almıyorlar suç işlediklerinde. Salınıyorlar. Ehliyetlerine bile el konmuyor.

Benim şu anda kafamdaki tek pişmanlık, gençliğimde @umutcelik gibi kaçıp gitmemiş olmam. Artık pek mümkün gözükmüyor. O yüzden şimdi kafamda köye/ kasabaya filan taşınmak var. Ne kadar az insan o kadar iyi. "Ağız kokusu çekmek" deyiminin aslında ne anlama geldiğini hayat sizi döve döve öğretiyor. Özel sektörde çalışırken intiharı bile düşünüyordum. Şimdi tanrılara şükür sadece önümdeki ekranla muhatab olduğum bir işim var. Ben iyi niyetimin cezasını yeterince çektim diye umuyorum. Cezası biten bana katılsın. Keşke öyle bişey olsa. Toplanıp kendi köyümüzü filan kursak. Komün hayatı yaşasak. Ben domates biber yetiştirip size versem, siz de bana atıyorum yumurta verseniz. Kavga etmeden, ses yükseltmeden, gündüzleri çalışıp akşamları da oturup yemeğimizi yesek, güle oynaya, sonra sevdiğimiz kadını kollarımıza alsak yatsak huzurlu bi biçimde. Kimse kimseyi tehdit etmese, kimse kimseye rütbe çekmese, dayılanmasa. Ne güzel olurdu.

Nerden nereye getirdim konuyu. Şimdi bunu silsem olmaz, o kadar yazdım, valla göndere basıyorum. Kusura bakmayın :)
 
@fandango Büyüğümsünüz sayın abim tepkim size değil asla da olmaz belinize silah, bıçak, balta koyup bu kendini altın da arabası cebinde pahalı üst düzey telefonu olunca ''ADAM VE İNSAN''sananlara saldırmak onların seviyesine inin demek değil amacım ama onlar öyle diye onlardan saygı beklemem bana göre saygı hak edilir etmiyen varsa da ayarı verir yoluma bakarım ama şiddetle değil onlar emin olun herşeyin farkın da ve anlıyorlar siz rahat olun sadece işlerine gelmiyor.şimdi yakın zaman da mangalcılara da ayar verecekmiş hükümetimiz bekleyip görelim bakalım ne olacak çok şeyler değişirmi sanmam ama hayırlısı.
 
Hele ki kadınları hiç saymıyorum bile. İşyerinden mini eteği ile, abiyesi ile çıkan kadın bisiklete filan zaten binemez.

Mizojini bu forumun alametifarikası hâline gelecek yakında. Bu nasıl bir imgelem, bu nasıl bir klişecilik? Kayıtlı istihdamda kadınların oranı nedir, kaç milyon kadın çalışma hayatına dahildir, kaçta kaçı hangi sektörde ve hangi konumlarda çalışmaktadırlar, işlerine nasıl ulaşmakta, hangi ulaşım araçlarını tercih etmekte, ulaşımda ne tür sorunlar yaşamaktalar, gibi bir dizi soru sorup cevaplarıyla meşgul olmak yerine böyle kestirmeci ve ötekileştirici cümlelerle ahkâm kesmeye bir son verin artık.

Türkiye sadece İstanbul Ankara İzmir'den ibaret değil, kaldı ki bunlar da çalışan kadınların "mini etek ve abiye" ile göstergeleşeceği bir hayat tarzını dayatmıyor. Anadolu'nun birçok şehrinde kadınlar bisiklet de kullanıyor, motorsiklet de, ticari araç, pikap, at arabası da. Üç tekerlekli bisiklet satışlarını analiz edin, kullanıcıları arasında kadınların oranını araştırın. Eskişehir gibi hem modern hem de geleneksel hayat tarzını sürdüren şehirlerde her yaştan ve kesimden kadınların sabahın erken saatlerinden akşamın geç vakitlerine caddelerde sokaklarda bisiklet ile göründüğünden şüpheniz olmasın, forumun Eskişehirlileri anlatsınlar. Bu şehir mesela sportif amaçlı bisiklet kullanan kadınları da barındırır mesela, içlerinden ikisi de katıldıkları her yarışta kendi yaş kategorilerinde mutlaka kürsüye çıkarlar. Devamı var: Bu şehrin bisiklet derneğini de kadınlar yönetir. Sadece Eskişehir değil, tutuculukta aşırıya kaçmayan bütün şehirlerde kadınlar şu ya da bu şekilde kendi ulaşım çözümlerini yaratıyor ve giderek de çoğalıyorlar.

"Kadın zaten bisiklete filan binemez" yargısı bir önyargıdır, genelleme safsatasıdır, öğrenilmiş çaresizliğin karamsarlığına bulanmıştır. Mini etek ve abiye denmese, yanlış ama iyi niyetli bir yorum diyeceğim ama, bu indirgemeci tasvir öyle olmadığını söylüyor. Tuhaf olan şu ki, senede bir kez toplanıp bilmem kaç şehirde süslü sülü bisiklete binince de taşlanıyorlar. Lahavle!

Accell ve marka model meselesine döneyim. Tartışmayı kalite ve fiyat etrafında sürdürmeyi doğru bulmuyorum. Biz bu forumda ne zaman bisikletin kendisinden konuşsak, piyasasını tartışsak, teknik özellikleri, fiyatı, markası üzerinden konuşuyor, beklentileri karşılanmamış ve sıklıkla mağdur edilmiş müşteriler gibi mızıldanıp duruyoruz. Hele bir de yerli vs yabancı kıyaslaması var ki evlere şenlik. Herkesin çok kaliteli bisiklet kullanmaya ihtiyacı olmadığı gibi, yerli satıcıların da çok kaliteli bisiklet üretmeleri gerekmiyor. Bu bir arz talep meselesi ve işleyişini de iktisat giriş kitaplarının ilk sayfalarından öğrenmek mümkün.

Bizim asıl konuşmamız gereken meseleler, bisiklet tüketiminde içselleştirdiğimiz davranış ve kalıplar, piyasanın şekillenişinde etkin aktörlerin nasıl hareket ettikleri, alternatif tüketim modellerinin imkân ve sınırları olmalı. Accell'in hangi ürünü gerçek, hangisi kaliteli, hangisinin fiyatı makul, bunlarla vakit kaybetmek yerine, Türkiye'nin nerdeyse bütün şehirlerinde bisiklet piyasasına hâkim markaların albenili bayi mağazalarıyla bisiklet kültürümüze el koyuyor olması, onu manipüle ediyor ve beklentilerimizi irademiz dışında şekillendiriyor olmasını konuşmalıyız mesela. Paylaşım kültürüne dayalı, fiyat marka gibi değişim değeri temsillerine değil, ihtiyaç fayda üretim gibi kullanım değerl temsillerine dayanan bisiklet kooperatifleri kolektifleri atölyelerini konuşmalıyız mesela. Adı zikredilen bütün bu yerli markaların en ucuz bisikletini bile alamayacak durumdaki asgari ücretli kadın erkek çalışanların yaşadığı "ulaşım yoksulluğu"nu bu tür kolektivist çabalarla nasıl aşarız, bunları tartışmalıyız. Evlerde saklı ve atıl durumdaki milyonlarca bisikleti nasıl açığa çıkartıp ulaşımda bisiklet kullanımının yaygınlaştırılması amacına yönelik değerlendirebiliriz, bunu konuşmalıyız.

Bu markalar ve dağıtıcılar ve ihracatçıların bizi ilgilendiren tarafı ancak piyasadan elde ettikleri haksız kazanç ve bisiklet kültürüne katkı yapar gibi görünürken arka planda yürüyen üretim ve dağıtım politikaları olabilir. Bize sundukları ürünlerin şurasını burasını şusunu busunu konuşup duran müşteki müşteriler olmaktan başka kimliğimiz yok mu bizim bunlar karşısında? Şirketlerin mağdur ettiği müşteriler olma hâlimizden hareket ederek mi değerlendireceğiz ülkede neden bisikletin yaygınlaşmadığını falan? Amerika'nın bilmem hangi eyaletindeki atıl bisikletleri gönüllüler eliyle toplayıp Afirka'nın bilmem hangi çöl köyündeki yoksul ve hasta kadın ve erkeklere ulaştırarak onların ancak yürüyerek ulaşabildikleri kasabalara şehirlere ulaşmasını ve böylece kelimeniz tam anlamıyla hayata bağlanmalarını sağlayan insanları, toplulukları konuşalım mesela, bize nasıl ilham olurlar, bunu düşünelim.

Bisiklet konuşmak sadece ya da sıklıkla bisikletin kendisini konuşmak değildir, esasen kendisini nadiren konuşup onun bu dünyada neleri nasıl değiştirebileceğini konuşmaktır. Bu forum umarım o günleri de görecektir. Ana temamız bisikletin kendisi değil, bisikletin değiştirecekleri ve bunu nasıl yapacağımızdır. Bisikletli olmak bununla dertlenmek, dertlenenlerle hemhal olmaktır.
 
Mizojini bu forumun alametifarikası hâline gelecek yakında. Bu nasıl bir imgelem, bu nasıl bir klişecilik? Kayıtlı istihdamda kadınların oranı nedir, kaç milyon kadın çalışma hayatına dahildir, kaçta kaçı hangi sektörde ve hangi konumlarda çalışmaktadırlar, işlerine nasıl ulaşmakta, hangi ulaşım araçlarını tercih etmekte, ulaşımda ne tür sorunlar yaşamaktalar, gibi bir dizi soru sorup cevaplarıyla meşgul olmak yerine böyle kestirmeci ve ötekileştirici cümlelerle ahkâm kesmeye bir son verin artık.

Türkiye sadece İstanbul Ankara İzmir'den ibaret değil, kaldı ki bunlar da çalışan kadınların "mini etek ve abiye" ile göstergeleşeceği bir hayat tarzını dayatmıyor. Anadolu'nun birçok şehrinde kadınlar bisiklet de kullanıyor, motorsiklet de, ticari araç, pikap, at arabası da. Üç tekerlekli bisiklet satışlarını analiz edin, kullanıcıları arasında kadınların oranını araştırın. Eskişehir gibi hem modern hem de geleneksel hayat tarzını sürdüren şehirlerde her yaştan ve kesimden kadınların sabahın erken saatlerinden akşamın geç vakitlerine caddelerde sokaklarda bisiklet ile göründüğünden şüpheniz olmasın, forumun Eskişehirlileri anlatsınlar. Bu şehir mesela sportif amaçlı bisiklet kullanan kadınları da barındırır mesela, içlerinden ikisi de katıldıkları her yarışta kendi yaş kategorilerinde mutlaka kürsüye çıkarlar. Devamı var: Bu şehrin bisiklet derneğini de kadınlar yönetir. Sadece Eskişehir değil, tutuculukta aşırıya kaçmayan bütün şehirlerde kadınlar şu ya da bu şekilde kendi ulaşım çözümlerini yaratıyor ve giderek de çoğalıyorlar.

"Kadın zaten bisiklete filan binemez" yargısı bir önyargıdır, genelleme safsatasıdır, öğrenilmiş çaresizliğin karamsarlığına bulanmıştır. Mini etek ve abiye denmese, yanlış ama iyi niyetli bir yorum diyeceğim ama, bu indirgemeci tasvir öyle olmadığını söylüyor. Tuhaf olan şu ki, senede bir kez toplanıp bilmem kaç şehirde süslü sülü bisiklete binince de taşlanıyorlar. Lahavle!

Accell ve marka model meselesine döneyim. Tartışmayı kalite ve fiyat etrafında sürdürmeyi doğru bulmuyorum. Biz bu forumda ne zaman bisikletin kendisinden konuşsak, piyasasını tartışsak, teknik özellikleri, fiyatı, markası üzerinden konuşuyor, beklentileri karşılanmamış ve sıklıkla mağdur edilmiş müşteriler gibi mızıldanıp duruyoruz. Hele bir de yerli vs yabancı kıyaslaması var ki evlere şenlik. Herkesin çok kaliteli bisiklet kullanmaya ihtiyacı olmadığı gibi, yerli satıcıların da çok kaliteli bisiklet üretmeleri gerekmiyor. Bu bir arz talep meselesi ve işleyişini de iktisat giriş kitaplarının ilk sayfalarından öğrenmek mümkün.

Bizim asıl konuşmamız gereken meseleler, bisiklet tüketiminde içselleştirdiğimiz davranış ve kalıplar, piyasanın şekillenişinde etkin aktörlerin nasıl hareket ettikleri, alternatif tüketim modellerinin imkân ve sınırları olmalı. Accell'in hangi ürünü gerçek, hangisi kaliteli, hangisinin fiyatı makul, bunlarla vakit kaybetmek yerine, Türkiye'nin nerdeyse bütün şehirlerinde bisiklet piyasasına hâkim markaların albenili bayi mağazalarıyla bisiklet kültürümüze el koyuyor olması, onu manipüle ediyor ve beklentilerimizi irademiz dışında şekillendiriyor olmasını konuşmalıyız mesela. Paylaşım kültürüne dayalı, fiyat marka gibi değişim değeri temsillerine değil, ihtiyaç fayda üretim gibi kullanım değerl temsillerine dayanan bisiklet kooperatifleri kolektifleri atölyelerini konuşmalıyız mesela. Adı zikredilen bütün bu yerli markaların en ucuz bisikletini bile alamayacak durumdaki asgari ücretli kadın erkek çalışanların yaşadığı "ulaşım yoksulluğu"nu bu tür kolektivist çabalarla nasıl aşarız, bunları tartışmalıyız. Evlerde saklı ve atıl durumdaki milyonlarca bisikleti nasıl açığa çıkartıp ulaşımda bisiklet kullanımının yaygınlaştırılması amacına yönelik değerlendirebiliriz, bunu konuşmalıyız.

Bu markalar ve dağıtıcılar ve ihracatçıların bizi ilgilendiren tarafı ancak piyasadan elde ettikleri haksız kazanç ve bisiklet kültürüne katkı yapar gibi görünürken arka planda yürüyen üretim ve dağıtım politikaları olabilir. Bize sundukları ürünlerin şurasını burasını şusunu busunu konuşup duran müşteki müşteriler olmaktan başka kimliğimiz yok mu bizim bunlar karşısında? Şirketlerin mağdur ettiği müşteriler olma hâlimizden hareket ederek mi değerlendireceğiz ülkede neden bisikletin yaygınlaşmadığını falan? Amerika'nın bilmem hangi eyaletindeki atıl bisikletleri gönüllüler eliyle toplayıp Afirka'nın bilmem hangi çöl köyündeki yoksul ve hasta kadın ve erkeklere ulaştırarak onların ancak yürüyerek ulaşabildikleri kasabalara şehirlere ulaşmasını ve böylece kelimeniz tam anlamıyla hayata bağlanmalarını sağlayan insanları, toplulukları konuşalım mesela, bize nasıl ilham olurlar, bunu düşünelim.

Bisiklet konuşmak sadece ya da sıklıkla bisikletin kendisini konuşmak değildir, esasen kendisini nadiren konuşup onun bu dünyada neleri nasıl değiştirebileceğini konuşmaktır. Bu forum umarım o günleri de görecektir. Ana temamız bisikletin kendisi değil, bisikletin değiştirecekleri ve bunu nasıl yapacağımızdır. Bisikletli olmak bununla dertlenmek, dertlenenlerle hemhal olmaktır.

Bir sürü şey yazmışsınız, sadece kadınların kıyafeti konusunda bahsettikleriniz hakkında bir iki şey yazacağım. Son derece haklısınız o konuda. Benim yaşadığım yer Türk mahallesi, etrafımda 70'lerden gelen ve geldiği gibi yaşamaya devam eden bir sürü insan var. Bunlar da şartlar uygun olduğu için gayet güzel bisiklet kullanıyor. Anadolu'nun herhangi bir yerinde gorebielceginiz uzun elbise, pardesü ve başörtüsü giyen ablalar burada da var ve diğer insanlar gibi ulaşım için bisiklet kullanıyor. Dediginiz gibi kılık kıyafetin bisiklet kullanımı ile pek alakası yok.

Hocam benim de ehliyetlim var. Taaa 99 senesinden. Keşke onu çıkarıp gösterdiğim zaman saygı gösterseler. Ama saygı filan kalmadı artık. Ben çocukken büyüklerime abi derdim. Benden iki yaş büyük adama, kadına abi derdim, abla derdim. Şimdi bana abi diyen yok. 20'li yaşlarındaki bıçkın mahalle kabadayıları altlarında araba ile bütün gün sokakları dolaşıyolar müziğe benzeyen bi gürültüyü son ses açıp. Bu para nereden geliyor ben bilmiyorum. Bunlar bisikletlileri gördüler mi avını görmüş kaplan gibiler. Yaş filan dinlemiyorlar. Arabayı üstünüze sürüyorlar, tepki gösterince de inip dövmeye kalkıyorlar. Şiveleri bozuk mahalle kabadayıları, bu ülkeden mi başka ülkeden mi o bile belli değil. Kamyonetin biri yanımdan ters bir şekilde geçiyor, tek yaptığım kafamı sallamak oluyor. Adam kamyonetin içinden elini uzatıp "hayırdır kardeş, bi derdin mi var" diyor bana. Tek bir sinyal bekliyorlar, o sinyali aldıkları anda arabadan inip size dalacaklar. Emekli adam arabasıyla önüme fırlıyor yol kenarından, abi napıyosun diyorum "lagaluga yapma" diyor. Bu tarz örnekler şehir içinde trafikte bisikletli iseniz hemen hemen her gün başınıza geliyor.

Kusura bakmayın ama eğer belinizde silah filan yoksa ya da tek başınıza sürüyorsanız kendinize hiç güvenmeyin. Ben artık anladım, bu ülkede kast sistemi var. Bisikletli iseniz trafikte en alt sınıfsınız. Diğer tüm taşıtların sürücüleri, ve hatta yolcuları benden üstün. Bana ya da bisikletime bi zarar gelmediği sürece hiç kimseye bırakın dert anlatmayı, gözümü çevirip bakmıyorum bile, ne yaparlarsa yapsınlar. @umutcelik siz de okuyun bu yazdıklarımı :) Daha ülkede "saygı" denen en temel medeniyet taşı yok. Parasını verip alışveriş yaptığınız esnaf bile "beğenmiyosan defol git" kafasında. Saygıdan eser kalmadı. Arabayla kral gibi gezen adam hiç altına elektrikli de olsa bisiklet alıp da kast sisteminde sınıf düşmek ister mi?

Uçurum giderek büyüyor, zengin-fakir, soylu-avam, ünlü-ünsüz, adına ister kast sistemi diyin, ister sosyal/ekonomik sınıf diyin, ister ne derseniz diyin, Türkiye'de bu var. Bunun üstüne bi de herkes öfkeli. Sakin olmak yok. Ben sükunetimin ve saygılı olmamın cezasını her seferinde çekiyorum. Sesinizi yükseltmediğiniz zaman "aha bu zayıf, bunu ezeriz" diyorlar. Düzgün bir istanbul şivesi ile konuşuyorsanız "bu bana hiç bişi yapamaz" diyorlar. Kanundan artık kimse korkmuyor. Cezalar caydırıcı değil. İnsanlar ceza bile almıyorlar suç işlediklerinde. Salınıyorlar. Ehliyetlerine bile el konmuyor.

Benim şu anda kafamdaki tek pişmanlık, gençliğimde @umutcelik gibi kaçıp gitmemiş olmam. Artık pek mümkün gözükmüyor. O yüzden şimdi kafamda köye/ kasabaya filan taşınmak var. Ne kadar az insan o kadar iyi. "Ağız kokusu çekmek" deyiminin aslında ne anlama geldiğini hayat sizi döve döve öğretiyor. Özel sektörde çalışırken intiharı bile düşünüyordum. Şimdi tanrılara şükür sadece önümdeki ekranla muhatab olduğum bir işim var. Ben iyi niyetimin cezasını yeterince çektim diye umuyorum. Cezası biten bana katılsın. Keşke öyle bişey olsa. Toplanıp kendi köyümüzü filan kursak. Komün hayatı yaşasak. Ben domates biber yetiştirip size versem, siz de bana atıyorum yumurta verseniz. Kavga etmeden, ses yükseltmeden, gündüzleri çalışıp akşamları da oturup yemeğimizi yesek, güle oynaya, sonra sevdiğimiz kadını kollarımıza alsak yatsak huzurlu bi biçimde. Kimse kimseyi tehdit etmese, kimse kimseye rütbe çekmese, dayılanmasa. Ne güzel olurdu.

Nerden nereye getirdim konuyu. Şimdi bunu silsem olmaz, o kadar yazdım, valla göndere basıyorum. Kusura bakmayın :)

İçinizi dökmüşsünüz iyi güzel sadece bir şeyi düzelteyim. Ben kaçıp gitmedim. Ülkem daha iyi hale gelsin diye vatandaşlık görevlerimi yerine getirdim. Vergi verdim, oy kullandım, sınırda askerlik yaptım, herhangi bir suça bulaşmadım. Vicdani görevlerimi de yerine getirmeye çalıştım. Çeşitli stk'larda yer aldım, gezi de gaz fişeği ile vuruldum kaburgam kırıldı.
Ben ne kadar uğraşsam da bana "beğenmiyorsan s.ktir git" dediler, ben de boşuna çaba gösterdiğimi düşündüm ve gittim. Her yıl bir kaç kez de Turkiye'ye geliyorum, kaçma durumu söz konusu değil :)
Ayrıca 30 yaşımdan sonra göç ettim ben, genç olmaya gerek yok o kadar.
 
Mizojini bu forumun alametifarikası hâline gelecek yakında. Bu nasıl bir imgelem, bu nasıl bir klişecilik? Kayıtlı istihdamda kadınların oranı nedir, kaç milyon kadın çalışma hayatına dahildir, kaçta kaçı hangi sektörde ve hangi konumlarda çalışmaktadırlar, işlerine nasıl ulaşmakta, hangi ulaşım araçlarını tercih etmekte, ulaşımda ne tür sorunlar yaşamaktalar, gibi bir dizi soru sorup cevaplarıyla meşgul olmak yerine böyle kestirmeci ve ötekileştirici cümlelerle ahkâm kesmeye bir son verin artık.

Siz beni yanlış anlamışsınız. Ben kadınların nasıl giyindiği hususunda bir yorum yapmadım orada. Sadece demek istediğim modern "plaza çalışanı" kadın profilinin işyerine davete gider gibi gittiği (ki buna da karışacak değilim, isteyen nasıl isterse gider), ve bu insanların bu halleri ile bisikletle "commute" yapamayacakları idi. Sadece tırnakları için yarım saat harcayan bir kadından bisikletle ulaşımını sağlamasını beklemek pek gerçekçi değil. Ama bu bahsettiğim grup haricinde elbette daha relax işlerde çalışan, ya da atıyorum işyerinde üniforma giyen bayanlar belki, isterlerse bisikletle ulaşım sağlayabilirler pek tabi. Fakat ben yine de kültürümüz dahilinde kadınların iş/ev arası ulaşımlarını, ya da herhangi bir ulaşımı bisikletle sağlamak isteyeceklerini sanmıyorum. Bunun bir çok sebebi var ve bu konuya girersek bana muhtemelen daha fazla sinirleneceksiniz :) O yüzden hiç girmiyorum.
 
  • Beğen
Tepkiler: Atasoy
Hocam kimseye bir şey ispatlamak zorunda değilsiniz. Başkaları için değil kendiniz için yaşayın ve bisiklete binin. Size söyleyeyim zor olur hayatınız.


Gündelik hayata girmeden bisiklet için altyapı yapılamayacağı konusunda haklısınız.

Elektrikli bisiklet büyük bir kolaylık ama güvenlik problemini çözmüyor, arabalar çok hızlı şehir içinde 90-100 normal görülen hızlar. Tüm düzenlemeler de bu hızı daha da artırmak üzerine şu anda. Böyle bir trafikte hele kışın yağışlı bir şehirde ulaşım için bisiklet kullanımı elektrikli bisiklet bile olsa artamaz. Ayrılmış bisiklet yolu yapsanız bu kullanım düzeyiyle ona da sahip olamaz otopark olarak kaptırırsınız. İstanbulda yapılacak en iyi şey haftasonu erken kalkıp arabalar yola çıkmadan antrenmanını yapmak olabilir. Çok şanslı bir azınlık trafiğin yavaş olduğu yerlerde -o da lokal olarak- kullanabilir bisikleti.


Son derece doğru tespitler. yeme içme ve giyim dışında para harcanan tek şeyler arabalar ve futbol. Ülkede bir firmanın bu sektörlerde olmadıkça bir şeyler üretip yurtiçine satarak zengin olması çok zor.
Sosyal hayat da bu nedenle restoran ve cafelere indirgenmiş durumda. Bizim beşte birimiz ülkelerdeki ürün çeşitliliği bizde olamıyor tabi. Decathlon da durumu çaktı artık ürün getirmiyor.

Ama internet ve genç nüfus bu olayı yavaş yavaş değiştirecektir. İnsanların hayattan beklentileri -zengin olmasalar bile- artıyor. Bu da değişim getirecektir.

Örnek olarak üç üniversitemizin öğrenci kulüplerinin bağlantılarını koyuyorum. Ders dışında bu kulüplerde biraraya gelip türlü alanlarda çıktı yaratmış öğrenciler mezun olduklarında hobisiz duramazlar, mutlaka kendilerini ve çevrelerini geliştirecek bir şeyler yapmaya çalışırlar. Tüketici değil üretici de olurlar, yeni ihtiyaçlar ve pazarlar oluşur, ekonomik aktivite gelişir, çeşitlenir.
(link)
(link)
(link)

Bu forum da bunun gibi bir sosyal olay, bambaşka yaşamlardan kişiler olarak bir araya geliyoruz, ama birbirimizden öğrendiklerimizle hem hayatımız zenginleşiyor hem tüketimimiz çeşitleniyor. Bir kısmımız elde ettiği bilğilerle ihtiyaçları daha iyi anlayıp üretim de yapmaya başlıyor (çanta kadro, içerik üretenler, vb), üretenler duyulup iyi olanlar destekleniyor.
Yanlış bilmiyorsam Turkiye'de şehir ici hız limiti 50 km/s sizin bahsettiğiniz hızlar yok şehir içinde otoyollar harici. Otoyola da bisikletin girmesi yasak zaten. Derseniz ki trafik berbat, ne limite uyan var ne de diğer kurallara o konuda haklısınız.

Trafik konusunda ufak bir ornek verecegim.


Video'da 7. dakikada bisiklet - arac yolu kesisiminden geciyorum. Yoldaki isaretlere dikkat ederseniz, yerde cizilmis ucgenler var. Bu ucgenin kosesi/sivri tarafi/ucu sizi gosteriyorsa yol vermek zorundasiniz. Benim gececegim yolun iki tarafindan da arac geliyor ve isaretler onlarin yol vermesi gerektigini gosteriyor. Ben de buna guvenerek fren dahi yapmadan, aracla varken bu kesisim noktasindan geciyorum.
Arac suruculeri kendileri de bisiklet kullandiklari icin diger suruculere empati yapiyor, bu yuzden yol vermesi gerektiginin bilincinde. Diyelim ki vermedi, benim korkup dusmeme sebep olsa dahi ( carpmak demiyorum, Hollanda'da araba kullananlarin en buyuk kabusu bisikletliye carpmak ) cok buyuk bela alir basina. Bunun da farkinda, kanunlar bisikletliyi koruyor.

Trafikte hiz gibi kosullar bence cok onemli degil. Kolluk kuvvetleri bisikletlilerin hakkini korusun, bisiklet yollari yapilirken arac yollari ile kesisim/kavsaklar iyi guzenlensin guvenlik icin bence en buyuk adimlar bunlar.
 
  • Beğen
Tepkiler: Hami Bulut
@fandango muhterem arkadaşım, uzun uzun polemiğe girmeye gerek yok, lakin plaza çalışanları da sizin tasvir ettiğiniz gibi yaşamıyorlar, çok ağır çalışma koşullarında ağır mobbinge maruz kalarak çalışıyorlar, ağır psikolojik sorunlar yaşıyorlar ve bazen de dayanma güçlerini kaybedip intihar ediyorlar. Dış görünüşüne bakarak anlamaya çabaladığınız o insanlar kendi aralarında dayanışmak amacıyla Plaza Eylem adında bir platform da oluşturdular, sosyal medyadan takip edebilirsiniz, çok güzel dayanışma örnekleri sergiliyorlar. Sadece tırnakları için yarım saat de harcayabilir bir kadın, bize ne muhterem arkadaşım, o onun bileceği şey, bisiklete binmesine engel değil, işyerinde mini etek de giyebilir, kimse bunu ona dayatmıyorsa veya bu yüzden mobbinge maruz kalmıyorsa bu da onun bileceği şey, bisiklete binmesine engel mi, teknik olarak engel değil ama alacağı tepkiler dolayısıyla cesareti kırılabilir ve isterse bunun da çözümünü bulabilir, mesela küçük bir sırt çantasıyla işe gidip gelir ve işyerinde giysi değiştirebilir, bu durumda mesele işyerinin ona bu imkânı sunup sunmadığı olabilir, ki biz erkekler de bu imkânı işyerlerimizden bekliyoruz ve işe bisikletle gitmeme gerekçelerimiz arasında bu imkânın yokluğunu da gösteriyoruz. görüyorsunuz ki kadın ya da erkek olmakla değil, başka kriterlerle ilgili meseleler bunlar. fikirlerinizi ve tasavvurlarınızı bir kez daha gözden geçirmenizi öneririm.
 
@Aybek Cihan Plus yabancı ve üretici olan Plus mı? Gözlük ve eldivenini kullanıyorum, her ikisinden de çok memnunum. Geçen seneden beri böyle. İnternet alışveriş sitelerinde satılan malzemeler giderek azalıyor. Muhtemelen satılanın yerine yenisini koyamıyorlar. Kriz yüzünden ithalatta sıkıntı var. Onun için malzeme alacağım zaman acele ediyorum.
 
..
Yanlış bilmiyorsam Turkiye'de şehir ici hız limiti 50 km/s sizin bahsettiğiniz hızlar yok şehir içinde otoyollar harici. Otoyola da bisikletin girmesi yasak zaten. Derseniz ki trafik berbat, ne limite uyan var ne de diğer kurallara o konuda haklısınız.

Trafik konusunda ufak bir ornek verecegim.


Video'da 7. dakikada bisiklet - arac yolu kesisiminden geciyorum. Yoldaki isaretlere dikkat ederseniz, yerde cizilmis ucgenler var. Bu ucgenin kosesi/sivri tarafi/ucu sizi gosteriyorsa yol vermek zorundasiniz. Benim gececegim yolun iki tarafindan da arac geliyor ve isaretler onlarin yol vermesi gerektigini gosteriyor. Ben de buna guvenerek fren dahi yapmadan, aracla varken bu kesisim noktasindan geciyorum.
Arac suruculeri kendileri de bisiklet kullandiklari icin diger suruculere empati yapiyor, bu yuzden yol vermesi gerektiginin bilincinde. Diyelim ki vermedi, benim korkup dusmeme sebep olsa dahi ( carpmak demiyorum, Hollanda'da araba kullananlarin en buyuk kabusu bisikletliye carpmak ) cok buyuk bela alir basina. Bunun da farkinda, kanunlar bisikletliyi koruyor.

Trafikte hiz gibi kosullar bence cok onemli degil. Kolluk kuvvetleri bisikletlilerin hakkini korusun, bisiklet yollari yapilirken arac yollari ile kesisim/kavsaklar iyi guzenlensin guvenlik icin bence en buyuk adimlar bunlar.
siz sanırım Hollanda’da falan yaşıyorsunuz, bisikletliye yol veren araçlar, kanunların bisikletliyi koruması falan?
 
Geri