@alper 76 Ben de önünden onlarca kere geçtiğim Bay Mekanik'in farkına varmamışım, sonraki ilk geçişimde dikkatle bakacağım. Opel Gedizler'in karşısı, atıl benzinlik, unutmayayım.
Hangi bayi daha iyi, hangi satıcı daha güvenilir, bunları konuşurken kriterlerimizi sıradan bir alışveriş sürecinin dışına taşırıp, tüketim ve kültür bağlamına yerleştirmek gerektiği kanısındayım. Bisiklet seçerken, alırken, kullanırken, konuşurken ve paylaşırken zihnimizde bir "bisiklet kültürü" nosyonunun bulunması önemli. Henüz bisiklet ile tanışmamış ya da onu sadece bir çocukluk deneyimi olarak hatırlayan insanlar, hayatlarının sonraki dönemlerinde bisikletle kalıcı ve sağlıklı bir ilişki kurmak istediklerinde, ilk adımın bisiklet seçimi olduğunu düşünüyor ve maliyet hesapları yapmaya başlıyorlar. Oysa ilk adımın, bisiklete bakış açınızı ve bisikletle kuracağınız ilişkiyi tüketim kültürü bağlamında sorgulamak olması çok daha doğru bir başlangıç. Cebindeki parayla en iyisini almaya çalışırken yaptığı seçimden belki birkaç ay içinde pişmanlık hisseden ve hatasını telafi etmek için ek harcamalara girişen, belki de yılgınlıkla bisikletten soğuyan kaç kişi tanıyorsunuzdur, kim bilir? Sonu gelmez MTB, Yol, Tur vs polemiklerinin, marka kıyaslamalarının, teknik özellikleri kapıştırmanın olumsuz etkilerini yaşamamış, morali bozulmamış, moral bozmamış kaç kişi var aramızda? Bütün bu keşmekeşin, karmaşanın temelinde tüketim ve bisiklet kültürüne dair bir bakış yoksunluğu, bir düşünüş eksikliği, bir algı çarpılması bulunduğunu kabullenmeliyiz. Bisikleti sadece eşya, bisiklet almayı sadece sıkı pazarlık, bisiklet kullanmayı ise rekabet olarak görmekten vazgeçip, daha öteye, daha geniş bir ufka bakmalıyız.
Metropoller dışında, taşrada hayatın avantajları da var elbette ama bilhassa alternatiflerin varlığı bakımından hayli dezavantajlı olduğu aşikâr. Yaşadığınız şehirde yüzlerce, binlerce bisiklet görürsünüz belki ama bisiklet bayisi aradığınızda karşınıza sadece iki dükkân çıkar mesela! Yaşadığınız şehirde bisiklet kültürünü yaymayı amaçlayan, hem de iki dernek birden vardır ama bisiklet almak istediğinizde karşınıza sadece iki dükkân çıkar. Haftanın en az iki günü şehirde onlarca bisikletlinin tur attığını görürsünüz, yollarda uzun ya da kısa turcularla karşılaşmanız an meselesidir ama hayatınıza yeni bir bisiklet katılsın istediğinizde muhatabınız sadece iki kişidir. Siz şehrin sokaklarına, sahillere, kasabalara, yaylalara, dağlara, ovalara pedallerken ardınızdaki koca şehir iki bayinin eline bakar, aslında çoğu kimsenin o bayilerden bile haberi yoktur, bisikleti gidip AVM'lerden, zincir marketlerden ve işi bisikletçilik olmayan küçük dükkânlardan alırlar.
Devam edelim. Bilinçli, dikkatli ve titiz bir insansınız, araştırıp incelemeden alışveriş yapmazsınız, sorup soruşturmadan karar vermezsiniz, hangi bisikleti almalıyım diye uzun uzun düşünmüşsünüz, forumlara katılmış, yazılanları okumuşsunuz, kafanız daha da karışmıştır, bayileri şöyle bir dolaşayım, seçenekleri yerinde göreyim, dokunup hissedeyim, yüz yüze iletişim kurayım, beş duyumla da anlayayım diye yola koyulursunuz, ama karşınıza çıkan kişiler her yerde gördüğünüz sıradan satıcılardan pek de farklı değildir, yapacağı satışa bakar, size ayıracağı zamandan maksimum kârı elde etmeye çabalar, bildiğiniz ya da bilmediğiniz hususlarda kendi doğrularını size empoze etmeye, satışı bir an önce tamamlamak için sizi manipüle etmeye uğraşır, bunun da adını ticaret koyar, sattığı an kendini başarılı sanır. Siz de eğer sıkı pazarlık yapmışsanız, etiket fiyatının üç yüz, beş yüz altına almışsanız kendinizi iyi bir alışveriş yapmış sanırsınız
Bu manzara külliyen yanlış. Koca bir şehir, içindeki o garip bisiklet sevdalısı ve kaptığı köşede ellerini ovuşturan o tacirler, hepsi birden kocaman bir yanlışın içindeler. Hiçbirinin tüketim ve kültür kavramlarından haberi yok, hiçbiri tüketmek ve kültür üzerine düşünmediler, tüketimi alışveriş, kültürü ise mülkiyetten ibaret sandılar. Tüketim kültürüne, bisiklet kültürüne dair bir bakış açıları olsaydı, zihinlerinde onlara dair güzel bir oda açılsaydı, tüketimin alışverişe, kültürü de mülkiyete indirgemeyeceklerdi. Bisiklet alırken ilk akla gelen soru, hangisi hem daha iyi hem de daha ucuz, değil, ben bisikletten ne anlıyorum, onla nasıl bir ilişki kurmak istiyorum, bisiklet kullanan başka insanlarla nasıl bir iletişim içinde olmak istiyorum, kendimi bir bisiklet sürücüsü olarak nasıl hayal ediyorum, büyük resimde kendimi nasıl çiziyor, nereye yerleştiriyorum, gibi sorular olacaktır. Aynı sorular sadece bisikleti sürecek insan değil, onu satacaklar için de geçerli: Bu dükkânı neden açtım, kime hizmet edeceğim, kimle ve nasıl iletişim kuracağım, bisikletten ben ne anlıyorum, onun benim hayatımdaki yeri ne, bisiklet kültürüne katkım var mı, bisiklet topluluklarının içinde miyim, içindeysem hangi amaçla katılıyor, faaliyetlerde kendimi nasıl ifade ediyorum? Soruları çoğaltmak, genişletmek mümkün, yeter ki kültür ve tüketim nosyonundan uzaklaşmayalım.
Sözü bağlamanın vakti yaklaştı. Hülasa, diye başlayan bir cümle kurmalı. Hülasa, ister Mersin'de, ister Türkiye'nin herhangi bir yerinde, taşranın en ücra köşelerinde bile, bisiklet satıcılarından doğru düzgün bir pazarlama iletişimi kurmalarını ve bisiklet alıcılarından ise daha başlangıçta sağlıklı bir kültür ve tüketim algısı oluşturmalarını bekleme hakkımız var. Satıcıların artık satış ve pazarlama arasındaki farkı görmeleri, alışveriş sürecinde satış değil pazarlama dili kullanmaları, manipülatif tanıtım ve optimum pazarlık çabasının ötesine geçip karşısındaki tüketiciyi (alıcıyı değil) yakından tanımaları, onunla satış değil pazarlama iletişimi kurmaları, her tüketicinin özgün ve tekil olduğunu anlamaları, her tüketiciyle ayrı ve özel bir bilgilenme, bilgilendirme ilişkisi kurmaları, yaptıkları işin gelir-gider tablosu doldurmaktan ötede, tüketim ve kültür süreçlerine katılmak olduğunu görmeleri gerekiyor. Bunları fark etmeyen, bunları sorgulamayan, iletişimini gözden geçirmeyen, yaptığı işe bakış açısını yenileyip geliştiremeyen satıcılar maalesef satıcı olarak kalacak, sattıkları malı pazarlamayı öğrenemeyecek ve tüketicilere yaşattıkları tecrübelerden dolayı imajları aşınacak, işleri üç vakte kadar bozulup yıkılacaktır. Bisiklet alıcılarının da en ucuz, en havalı, en kaliteli bilgisayarı aramaktan vazgeçmeleri, sıkı pazarlık yapıp ucuza kaptım diye düşünmek yerine kendi ihtiyaçlarına ve bakış açısına en uygun, en sağlıklı seçimi yaptığına kanaat getirmesi gerekiyor.
Kültürü ve tüketimi anlamadan yapacağımız her tercih, her alışveriş, her iletişim, her paylaşım eksik, yanlış, şüpheli ve risklidir.