Scudo Sports

"Köprüyü Geçene Kadar"

Kaan.Özçelik

Forum Bağımlısı
Kayıt
5 Ağustos 2014
Mesaj
774
Tepki
1.961
Yaş
54
Şehir
İstanbul
Bisiklet
b'Twin
Geçtiğimiz günlerde, Belçika’dan yola çıkarak “değişim” uğruna bisikletiyle 3200 km.’nin üzerinde yol kat etmiş olan Belçika’lı aktivist Florian Goffin’i Türkiye’de yakalayıp birlikte ve olaylı bir şekilde birinci boğaz köprüsünden bisikletle geçtik.

http://cdn.haber10.com/uploads/2016/02/22/281fc2939b57627e90c730dfd47d5c52_pedaljpg_610x375.jpeg

Florian, permakültür felsefesini benimseyerek, günümüzde çığırından çıkmış tüketim alışkanlıklarına vurgu yapmayı ve gerekli gördüğü “değişim” ve “paylaşım” olgularını mümkün olduğu kadar çok insana dokunarak anlatmayı hedeflemiş olan, bunu yaparken de kendisiyle çelişmemek adına ekosisteme zararı dokunmayan bisiklet ile ulaşım ihtiyacını gerçekleştiren bir aktivist. Permakültür bize daha çok toprağı ekip biçmeyi çağrıştırsa da aslında kendisi, sürdürülebilir yaşam döngüsünün içine giren tüm kaynakların başrolü oynadığı sağlam bir felsefe. Bitki, hayvan, su, hava gibi ekosistemdeki tüm varlıkları gözeterek onları en verimli şekilde kullanmayı hedefleyen, sürdürülebilir bir üretim zinciriyle kendi kendine yeten bir yaşam alanını minimalistik bir çerçevede oluşturmaya yönelik, geniş mi geniş bir kavram permakültür. Paylaşım, dayanışma ve üretim temelinde, ekolojik çevreler oluşturmayı hedefler yani.

Florian da bu felsefeden yola çıkarak, var olan ve gittikçe azalan kaynakları daha verimli kullanmaya yönelik şevk ve taktiklerini yolunda karşısına çıkan herkese aktarmayı hedeflemiş bir güzel insan. Gittiği ülkelerde üniversitelere konuk olup söyleşiler veriyor, gönüllü etkinliklere dahil oluyor, farklı topluluklardaki insanlarla tanışıp ekolojik sohbetler yapıyor. Ulaşımını bisikletle, konaklamasını couchsurfing, warmshowers gibi misafirperver portallarla, yemek ihtiyacı ise cafe, restoran, fırın ve marketlerin büyük bir ziyanlıkla atmaya niyetlediği yiyeceklerle karşılıyor. Örneğin sabahın erken saatlerinde ve günün kapanmasına yakın, bir markete giderek tezgahlara defolu olduğu gerekçesiyle konulmayan sebze ve meyvelerle çantasını dolduruyor. Aynı şekilde ekmek fırınlarını ziyaret ederek, önceki günden kalan ekmekleri bir ücret ödemeden alıyor. Hatta Türk misafirperverliğiyle ona yeni, taze ekmek vermek isteyenleri geri çevirip, ille de önceki güne ait daha bayat olanını tercih ediyor. Amacı, başkaları için artık kullanımda olmayanı sahiplenip israfı önlemeye katkıda bulunmak.

Anlayacağınız binlerce kişinin aynı anda yaparak çok büyük bir değişimi meydana getireceği eylemleri, “birey”in büyük “kalabalıklar” içindeki güçlü etkisinin farkında olarak, kendi başına büyük bir inançla yapıyor. Onun için çevresinde düşüncelerini başka yöne çekebileceği tek bir kişi bile dünyanın en önemli kazanımları arasında. Herkes güzel düşüncelerle sadece yanındakine dokunursa, yaşanabilir bir dünyaya uzak olmadığımızı savunuyor. Hepimiz gibi... Böylesi geniş bir ufkun Türkiye’ye gelip de abuk sabuk bir sığlığa takılmaması mümkün mü peki, hayır.

http://www.outdoorfitnessturkiye.com/wp-content/uploads/2016/02/IMG_20160208_173111-3264-x-1840-300x169.jpg

Florian ile yaptığı şeyler hakkında görüşmek istiyorum. Yer ve zaman konusunda sözleşirken, Avrupa yakasından Anadolu yakasına bisikletiyle geçiş yapacağını öğreniyorum. “Nasıl” diye soruyorum, “köprüden bisikletle geçmek sorun yaratmıyor mu?” Pek çok defalar geçtiğini, polislerin kendisini ya görmediğini ya da görüp de bir uyarıda bulunmadığını söylüyor. “İmkansız” diyorum; “özellikle de zararlı olmayana karşı zaafları vardır polislerimizin, seni görüp durdurmamış olmaları, çok düşük bir ihtimal..."

Nihayetinde benim de ağzım sulanıyor, “ben de seninle geliyorum” diyorum; iki kişinin köprüden bisikletle geçmesinin tek kişinin geçmesinden daha fazla bir görünürlük yaratacak olması ihtimaliyle kaygılanarak. Ancak madem maksat değişim, biz madem köprünün bisikletli ulaşıma açılması için imzalar atıyoruz ve madem bireysel protesto için bundan güzel bir fırsat olamaz, kaygılarımı kenara bırakıyor ve ertesi gün, köprüden geçmek üzere önce Avrupa yakasına vapurla geçiyorum...

Florian ile Beşiktaş iskelesinde buluşuyoruz. Biraz bisiklet üstü sohbet ettikten sonra son hazırlıkları yapıp Barbaros Bulvarı’nın eğimli yolu boyunca pedal çevirmeye başlıyoruz. Bu esnada da polis tarafından ola ki çevrilirsek, benim de onun gibi turist taklidi yapıp İngilizce konuşmam konusunda

http://www.outdoorfitnessturkiye.com/wp-content/uploads/2016/02/2772-x-1836-300x199.jpg

mantıklıca mutabık kalıyoruz ve köprü yolunda ne olursa olsun hız kesmemek ve dosdoğruca ilerlemek konusunda... Birinci köprü yoluna yaklaştığımızda girişte biraz durup dinlenip, son hız pedallamak için yeniden harekete geçiyoruz. Çok uzun sürmüyor ne yazık ki… Bu zamana kadar köprüden defalarca geçip bir kez bile durdurulmamış olan Florian’ın “her şey yolunda” eğrisi, benim şanssızlığım ve bir güneş gibi parlayarak fazla görünür olmamdan ötü rü, düşüşe geçiyor. Köprünün girişinde trafik olmasına rağmen, solumuzdaki araçları yöneten polis bağırıp bir şeyler söylüyor. Panikliyorum ve pedallamaya devam ediyorum ve istemsizce yavaşladığımı farkediyorum. Önümde olan Florian’a yetişiyor, aynı zamanda “dur” ihtarına uymadığım polisin beni arkamdan kurşunlamasından korkuyor, hatta bu sahneyi saliseler içinde gözümün önüne getirip kendimi sevdiklerimin önünde bir mezara defnediyorum. Şans eseri, tamamen tesadüfen, korktuğum başıma gelmiyor. Onun yerine kurşundan çok daha yumuşak bir polis tepkisiyle, araç takibiyle karşılaşıyoruz. İyice yavaşlıyorum, polis araçtan iniyor ve sorular sormaya başlıyor. Bu esnada Florian arkasını dönüp beni görüyor ve geri dönüyor. Zavallı Florian Başını derde sokacağım.

Kural neydi? Çok yüksek ihtimal İngilizce bilmeyen polisin karşısında, işleri kolaylaştırmak adına, turist taklidi yapmak. Üstten üstten Türkçe bir şeyler söylüyor polis, Florian zaten anlamıyor ve ama ben anlamıyormuş gibi yaparken boncuk boncuk terliyorum. Sonra, bu efor sırasında sarfettiğim kalorileri düşünüp, “anlamıyormuş gibi yapmak” eyleminin aslında bir doğa sporu olabileceği üzerine düşünüyorum. Yalan söylemenin doğamızda olduğunu varsayarak, yapay gerçeklik üzerine kurulu bir doğa sporu: -mış gibi yapmak. Geçelim...

Polis İngilizce konuşmaya başlamasın mı! Böylesi anca benim şanssızlığımla, beni ve çevremde kim varsa talihsizce onu bulur. Başlıyor İngilizce sorular sormaya: Kimiz, nereden geliyoruz, köprüden

http://www.outdoorfitnessturkiye.com/wp-content/uploads/2016/02/1200-x-795-300x199.jpg

geçmenin yasssak olduğunu bilmiyor muyuz?
Adeta bir turist saflığı ve olan bitene anlam veremez bir ifadeye bürünmeye çalışarak, aynı zamanda Türk’ün İngiliz aksanından epeyce uzaklaşmaya da çalışarak İngilizce kelimeleri olabildiğince yuvarlıyor ve yanıtlıyorum. Yanıtını bilmediklerimi, yanıtını daha önce düşünmediklerimi, İstanbul’a ne zaman geldiğimi, neden geldiğimi, nerede kaldığımı, o an, saniyede, hissedilen 1200 kalori sarfederek, yanıtlıyorum. -Where do you stay?

–A hostel in Sultanahmet.

Buradaki Sultanahmet’i nasıl bir turist aksanıyla söylediğimi duymanız lazımdı! Sultan ile Ahmet’in telaffuzları arasında olabildiğince boşluk bırakarak sanki bir kelime pofuduk terlik, diğeri ise klozet kapağı gibi birbirinden bağımsız ve anlamsız sözcüklere denk geliyormuşçasına; dünyadan bir haber hali takınarak telaffuz ediyorum yılların tarihi yarımada mekanını. Hostel’in ismini sorar diye, niyeyse sonu Zade ile biten isimler türetmeye çalışıyorum. EmirZade, EkremZade gibi şeyler türetirken içimden telaffuzlarına da çalışıyordum.

Vee sıra, her polis tarafından çevrilen turistin maruz kalabileceği o soruyla karışık emire geliyor: Passports pilis! Burada içimdeki sesi bipliyorum. Biiiiiiippppppppppppp

Florian bir güzel pasaportunu çıkarıp gösterirken ben ise “ah tabii kii, şurada olacaktı” yüz ifademle, elimi sırt çantamın gözüne doğru kaydırıyorum, taam fermuarı açacaktım ki o da ne: “Oh My God!! Today I did not take my passport!” Ağlanacak bir halde olan kendime o an çok üzülüyor, acıyorum. Polis bunun üzerine kulübesine gidiyor, diğer polis arkadaşlarına bizi ihbar ediyor. Dönüyor, önce Florian’a bakarak “Senin durumun vahim değil ancak…” bana dönerek “Seninki ciddi. Pasaportun her zaman yanında olmalı. Şimdi diğer arkadaşlar gelip seni götürecek” diyor. F*ck?!

Karakola gitmek, alıkonulmak zerre umurumda değildi ama yalanımın ortaya çıkacak olma düşüncesini, o an yaşayacağım utancı düşündükçe yerin dibine giriyordum. O an odaklandığım şeyin ne ödeyeceğim bir ceza, ne de mesela nezarethanede kalmak gibi (abartılı bir ihtimal tabii) durumlar olduğunu, sadece gerçek anlaşıldığı takdirde duyacağım utanç duygusu olduğunu çok net hatırlıyorum. Sonra niye Türk’ken bir turist taklidi yapıyordum, üzerimde neler düşünürlerdi kim bilir, yoksa bir canlı bomba mıydım, ajan mıydım, kimdim ben!

Florian devreye giriyor, sayemde Türk polisiyle, ülkede bulunduğu süre içerisinde etmediği muhabbeti ediyor, diller döküyor: “Tamam, köprüden neden bisikletle geçmenin yasak olduğunu hala anlayamamış olsam da bir gerçek var ki biz köprüyü geçmeden siz bizi durdurdunuz. Yani ortada işlenen bir suç yok, öyle değil mi? Bu arada köprüye gelene kadar yollar bisiklet kullanımına açık ancak köprüye gelince birden yasak başlıyor. Bunun sebebini biliyor musunuz? Mantığı tam olarak nedir?”

Soğukkanlı olmaya çalışarak Florian’a ve polisin vereceği cevaba kulak kesiliyorum. Polis “ yasak, benimle ilgili bir durum değil” diyor, “kural böyle.”

Florian devam ediyor: “Daha önce pek çok kez bu köprüden bisikletimle geçtim ancak hiç uyarılmadım. Bu sefer neden böyle oldu?” diye soruyor, polis “daha önce görmemişizdir, görseydik anında müdahele ederdik” diyor. Florian köprüde sağ şeritte bisiklet kullanımına müsait bir şeridin var olduğunu, bunun bir tehlike doğurmadığını söylüyor, polis “köprüde bisiklet kullanmak yasak” diyor. Son olarak Florian “ben dünyanın her yerine bisikletimle seyahat ediyorum, pek çok köprüden bisikletimle geçiyorum. Bir birey olarak seyahat özgürlüğüm var çünkü; ancak burada özgür değilim. Burada alıkonuluyorum. Bu köprü bizim, vatandaşların değil, bu köprü sizin demek ki, size ait.” Diye yakınıyor, polis yanıtlamıyor. Ben bir süre devre dışında kalmışken, Florian’dan bıkıp birden bana dönen polis “Senin durumun ciddi, senin pasaportun yok” diye tekrarlıyor. Başlıyorum yine terlemeye. İçimden birden Türkçe konuşup tüm oyunu bozmak, bu stresime bir son vermek geliyor ama iyi bir his diğer yandan bu işten sıyrılacağımı söylüyor, Fransız usulü Belçikalı’yı oynamaya devam ediyorum.

Hatta durumumu inandırıcı kılmak adına “İsterseniz İstanbul’daki tanıdıklarımı arayıp otel odama girmelerini ve pasaportumu bularak resmini çekip göndermelerini isteyebilirim” diye parlak bir fikir öneriyorum. Ortada ne bir otel ne de üzerinde fotoğrafımın olduğu yabancı bir pasaport olmasına rağmen, verilecek yanıtı bildiğimden rahatlıkla önerilerimi sunuyorum. Böylece durumu iyice karmaşıklaştırıp Florian’ın durmak bilmeyen çenesine ek olarak poliste oluşabilecek bıkkınlık sendromuna katkım olsun istiyorum. “Tamam hadi gidin tamam” gibi bir şeyler bekliyorum ağzından; ama nafile.

Diğer polisler geliyorlar. İki adet. Birbirleriyle selamlaşıyorlar. Florian bizi durduran polise özgür olmak, özgür hareket etmek ile ilgili bir şeyler söylemeye devam ediyor. Kendini anlatıyor, yaptıklarını, değişimin gerekliliğini, sistemin bozukluğunu… Polis tepki vermeden dinlemeye devam ediyor. Diğer iki polisten biri de İngilizce bilir çıkıyor ve Türkçe şekilde Florian’ı ve anlattıklarını küçümseyerek bir diğerine üstün körü çevirisini yapıyor: “Te Belçika’dan bisikletle gelmiş, deli la bu…” “Özgürlükçüymüş, değişim falan diyor…”
Hiiççç birini duymamaya, anlamıyormuş gibi yapmaya çalışırken, aklıma İstanbul Kısa Film Festivali’nde izleyip de etkilendiğim Ret filmi geliyor. Askere gitmeye gönülsüz olan adayların, askerlik şubesinde kör, sağır, deli taklidi yaparak muaf olmaya çalışmaları, foyalarının ortaya çıkması için askerler tarafından yapılan tüm hinliklere terleyerek direnişleri, kiminin yenilişi, kiminin zaferi. Mış gibi yapmanın ne kadar zor olabileceği üzerine ilk defa o zaman uzun uzun düşünmüştüm.

Bir ara biri bana dönüp Türkçe bir şeyler söylüyor, pazarda annesini kaybetmiş ve korkudan ağlamak üzere olan bir kız çocuğu edasıyla yanıtlıyorum: “What?!”

Uzun bir müzakereden sonra serbest bırakılıyoruz. Bizi metrobüse atıp atmamak konusunda gidip geliyorlar ve nihayetinde polis aracının bizi arkadan köprüyü geçene kadar takip etmesi suretiyle boğazın serin sularının rüzgarı eşliğinde bisikletlerimizle köprüyü pedallıyoruz. Yüzümde öyle bir mutluluk ki anlatamam. Aylardır hazırlandığım bir oyunu sahnede başarıyla ilk defa sergilemiş olup salonu yıkan alkışları selamlarcasına adeta, bisikletimin üzerinde çok daha dik ve güvenli, pedallarıma asılıyorum. İstanbul’u başımla bir selamlıyorum ki...

Polislere çok teşekkür ederek köprü sonunda dostça vedalaşıyor, durumu kritize etmek üzere Florian ile aynı hizaya geliyor ve yola devam ediyoruz. Stresten fazlaca acıkmış olacağız ki ilk fırsatta bir kenarda durup Florian’ın önceki gün bir ekmek fırınından aldığı kuru sayılabilecek ekmeği paylaşıyoruz. O kuru ekmek nasıl tatlı geliyor anlatamam! Yudumlarımı alırken Florian’ı, yaptıklarını, hangi amaçla burada olduğunu daha da açılmış olan gönül gözümle bir kez daha içimde vurguluyor, “değişim” uğruna verilen her masum mücadelenin kutsallığını, ziyan olmaktan kurtulmuş bir kuru ekmeğin kutsallığıyla tokuşturuyorum.

http://www.outdoorfitnessturkiye.com/wp-content/uploads/2016/02/IMG_20160208_173543-300x169.jpg

Güzel bir macera ve hoş bir yazı olmuş.

Yazarın adını bulamadım, o nedenle ekleyemiyorum.

(link)
 
Scudo
Florian, permakültür felsefesini benimseyerek, günümüzde çığırından çıkmış tüketim alışkanlıklarına vurgu yapmayı ve gerekli gördüğü “değişim” ve “paylaşım” olgularını mümkün olduğu kadar çok insana dokunarak anlatmayı hedeflemiş olan, bunu yaparken de kendisiyle çelişmemek adına ekosisteme zararı dokunmayan bisiklet ile ulaşım ihtiyacını gerçekleştiren bir aktivist. Permakültür bize daha çok toprağı ekip biçmeyi çağrıştırsa da aslında kendisi, sürdürülebilir yaşam döngüsünün içine giren tüm kaynakların başrolü oynadığı sağlam bir felsefe. Bitki, hayvan, su, hava gibi ekosistemdeki tüm varlıkları gözeterek onları en verimli şekilde kullanmayı hedefleyen, sürdürülebilir bir üretim zinciriyle kendi kendine yeten bir yaşam alanını minimalistik bir çerçevede oluşturmaya yönelik, geniş mi geniş bir kavram permakültür. Paylaşım, dayanışma ve üretim temelinde, ekolojik çevreler oluşturmayı hedefler yani.

Köprüsü möprüsü bence işin hikaye kısmı. Yazıda hisse olarak çıkardığım bölüm bu. Adam tatlı su bisikletçisi değilmiş. Bizdeki gibi bisiklet sitesine otomobil başlığı açıp 250 beygirlik yakıt canavarlarına ilanı aşk eden bisikletçi arkadaşlara önemle duyurulur. Bak böyleleri de varmış.
 
Florian ile gürsel abinin dükkanında tanışmıştık. Bisikletinde bir problem vardı . Gürsel abi sağolsun beş kuruş para almadı.
 
Bence ortada büyük bir yanlış var ve yazar çok büyük süper birşeymiş gibi anlatmış. Üstelik yabancı vatandaş da gereksiz diyaloglara girmiş. Bence %100 haksızlar.

İlk yanlış, zaten E-5, köprü yolu türevi yola bisikletle girmek. Polis sırf bunun üzerinden bile gidebilirdi. E-5 TEM gibi yollara bisiklet girmesi yasak. Ayrıca Floresan amca bilmiyor mu yandaki şeridin boş şerit değil de "emniyet" şeridi olup olmadığını?

Hadi tüm bunları da geçtim, kıytırık köprüyü geçicem diye o sırada ya bunlara bi araba çarpıp ölselerdi? Ne olacaktı "özgürlükçü" Floresan'a? Kendi ülkesinde de böyle şeyler yapabiliyor muymuş acaba? Bu yabancıların da bu salak salak olaylarına hastayım. Otobana çıksın hadi bisikletle, geçmesi yasak olan bir yerden geçsin, bir de polise atar yapsın "heee dayı bu yol sizin o zaman, halkın değil" diye.

Amacım muhalefet değil, gıcıklık değil, çok güzel birşeymiş gibi yazılması. Evet yazım, üslup vs. güzel, okurken insan gülümsüyor ama bence büyük bir aptallıktan öte birşey değil.

Bir de turist rolü yapmak bilmemne... İyi göz altına almamış adamlar durumu anlayıp "ne ayaksın lan sen" diye.

Zaten bu kadar salaklığın yerine, polisle gidip "hocam durum böle böle, madem böyle diyorsunuz, bak işte adam turist, gider her yerde anlatır eder, yok mudur bunun bi orta yolu, siz de eşlik etseniz, bi şekil yapsak, bu kadar yolu gelmişiz geri dönmeyelim" bilmemne şeklinde Türkçe bir diyaloğa girse belki işleri daha kolay olurdu, boncuk boncuk kafası haricinde başka yerleriyle de terlemezdi.

Ayrıca daha önce kaç defa nasıl geçmiş, o kısma da inanmadım.
 
@Ormanci Olay köprü meselesi değil! Parmağın ucuna değil gösterdiği yere bakmak lazım. Yani tüketim çılgınlığına.
 
@mehmetsunu

Otomobil başlığı altında yazanlardan biri de bendim, bu başlığı açan kişi de ben olduğuma göre son bölümü üstüme alındım :)
Kendi adıma ikisini birbirine karıştırmadığımı düşünüyorum. Ben sahip olduğum otomobilleri bir anlamda "sanat eseri" gibi düşünüp, tasarımcısı ile aramda bir bağ hissederek ve asla canavarca yakıt tüketmeden kullanıyorum. Yalıtımsız bir evde kış boyu tüketilen fazladan enerjiden ve üretilen karbondan daha fazla zarar vermediğim aşikar. Ama ben böyle yapıyorum diye de durumun vehametinin farkında olmadığım sanılmasın. Kendi arkadaş çevremde bile "yakıt canavarları" var, dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum :)

Neyse... Sanırım anlamsız bir savunma pozisyonuna geçtim. Burada bıraksam iyi olacak.
 
  • Beğen
Tepkiler: mehmetsunu
@Ormanci

E-5'in yasak olduğundan emin misiniz? Ülkemizde sadece paralı yollar yasak olmasın sakın?

"Araba çarpıp ölselerdi" derken tüm bisikletçilere hitap ettiğinizin farkında mısınız? Hepimiz her durumda araba çarpıp ölme riskiyle karşı karşıya değil miyiz? Bundan nasıl bir doğru çıkartıyorsunuz?

"Bu yabancıların da bu salak salak olaylarına hastayım"....? Sizden farklı davranan insanların davranışlarını bu şekilde tarif ediyorsanız daha uzun yolunuz var.
 
  • Beğen
Tepkiler: şamilkafkas
@Ormanci

Polemiğe girmek istemem ama yazıda anlatılanların bundan farklı olduğunu düşünüyorum.

"Yasak"ları koyanlar da sonuçta insanlar ve bazı yasaklar bazı insanların aklına pek yatmıyor. Bu konuda çokça konuşulabilir ama bu ortamda bir sonuç alınamaz. Olaydaki köprü geçme işinin bir inattan kaynaklanmadığı sanırım net. Birileri "köprüye bisiklet giremez" yasağının anlamsız olduğunu düşünüp kendince buna karşı çıkmış, ki bu yasak başkalarının özgürlük alanına müdahale etmiyor. Yani yasağı çiğneyen kişi başkasının özgürlüğüne müdahale etmiş değil. Ayrıca belirtmek lazım ki insanlara sadece köprüde araç çarpmıyor, örnek vermeye gerek yok.

İşin turist rolü yapmak vs kısmı ise gerçek "macera". Doğrusunu isterseniz başlığı açarken "macera" kelimesi yerine başka bir söz düşündüm ama bulamadım. Anlamı karşılayacak başka bir kelime bilmiyorum. Dediğiniz gibi Türkçe sohbet etmek de mümkünmüş ama yazar İngilizce konuşarak bir suç işlemiş değil aslında. Gerçekten ihtiyaç duysa kimliğini çıkarıp göstermekten çekinmeyeceği, zaten buna mecbur kalacağı da yazının gelişinden anlaşılıyor.

Sonuç olarak ben konuyu "macera" tarafından alıyorum ve hoşuma gittiği için de paylaştım.
 
@Ormanci Eleştiri hakkınız mutlaka bakidir ancak ciddi manada üslup sorununuz ve hakarete meyiliniz söz konusu. "Floresan" diye tutturmuşsunuz, nedir bu yahu! Adamın bir adı var ve o ad Florian. Siz adınızı yazmamışsınız, diyelim ki adınız Mustafa ve birisi sizin hakkınızda (tamamen örnek olmasi açısından söylüyorum) "Suntafa, Suntakafa" vb. gibi alaycı bir tavırla prim yapmaya çalışsa siz bundan hoşnut kalır mısınız. Bir insanın adı onun şerefidir, adın korunmasına dair yasal düzenlemeler mevcuttur ve siz hangi hakla bunu kendinize malzeme edebiliyorsunuz. Onun anlayabileceği dilde yüzüne karşı da bu ifadeyi kullanabilir misiniz ?
"Florian"ın benimsediği felsefe, yaşadığımız dünyanın geleceği açısından önemli bir mevzu bu nedenle şahsen takdir ettim. Ancak bahsi geçen yolları bilmemekle birlikte, oradan geçmenin şu ortamda çok da güvenli olmadığını düşünüyorum. Ortada bir amaç varken işin hikaye kısmını tartışmaya lüzum yok.
 
Florian ve felsefesi çok güzel ve cesurca fakat ütopik, gercek olansa forum dahil hayatın her alanında sürekli karşılastığımız sığlık, lümpenlik. Forumda karşılaşmak daha bi can sıkıcı.
 
@mehmetsunu "tatlısu bisikletçisi" tabiriniz çok hoşuma gitti, tabii şunu da baştan kabul ediyorum kimse tatlısu bisikletçisi olduğu için bir noksanlık taşımamaktadır bana kalırsa. İsteyen bisikletini alıp pazar günü sahilde salına salına gezer, isteyen atlar şehirler arası tura çıkar, hızını alamayan yurtdışına gider, isteyen sabah akşam işe okula giderken ulaşım aracı olarak kullanır, isteyen sırf instagramda şekil olsun diye alıp fotosunu çeker, isteyen yolda 60 km basmak için kasar. Velhasıl kimse kimseyi yargılama hakkına sahip değil bence. Ancak " tatlısu bisikletçisi" tabirinize de bayıldım walla yalan yok hani :=) benim için bisiklet bir ulaşım aracıdır, o ayrı konu.

@Ormanci tartışmak istemiyorum ve bu konuda paylaştığınız düşünceleriniz için kimse sizi yargılayamaz. Düşüncelerinizin hiç birisine katılmıyorum o ayrı bir konu. Tartışmak polemiğe yol açacak; ki hiç sevmem çünkü katıldığım hiç bir tartışmada tarafların bir birinin fikrini değiştirdiğini görmedim. Tartışmalar ego tatmininden başka bir işe yaramaz. Bir kez daha söylemek istiyorum düşüncelerinizin "Hiç Birisine Katılmıyorum" ve bundan bana ne derseniz saygı duyarım.

@Kaan.Özçelik tavrınıza özellikle bayıldım. Benim yetiştiğim kültürde insanı yüzüne karşı övmek ayıp sayılır. O yüzden çok zorlanarak şunu söylemek istiyorum, hakikaten çok olgun bir insansınız.

Bu sayfadakileri okuyup "vah vah memleketin haline bak arkadaş" diyen arkadaşlarıma da bir çift sözüm var. Birileri bedel ödemeden toplumlarda bir şeyler değiştiği görülmedi. Bireysel olarak beğenmediğimiz tüm toplumsal sorunlar için bir tavrımız olmalı bence. Şahsen Bisikleti bir duruş olarak görüyorum. İnatla yağmur, çamur, kar, kış demeden her gün işime bisikletle geliyorum. Kendi şahsi aracım kapıda yatıyor. Şirkette iki de kiralık araç var. Trafikte karşılaştığım sürücü ve yayaların yarısından fazlası akıl ve mantık dışı hareketler yapsa da ( belki bunu daha önce okumuşsunuzdur :=) ) yine de kimseyle kavga etmeden bisikletimle & kaskımla her gün şehirdeyim, yollardayım. Çalıştığım ofiste bir arkadaşım var. Her hafta ambalaj malzemelerini ayrıca geri dönüşüme ayırıp götürüyor. Camları biriktirip cam kumbarasına atıyor. Her hafta Üsküdar Belediyesine mail atıyor " şu parklara barfiks ve paralel bar koyun gençler spor yapsın" diye bıkmadan yazıyor. Küçük oğluna yeşili sevdirmek için üşenmiyor 15 günde bir mutlaka bir gününü ormanda geçiriyorlar, ağaçların, kuşların isimlerini öğretiyor. 3 yaşına gelip de oynayacak babası olmayan çocuklar var, bir de onlara da elini uzatmaya çalışan insanlar var.
Yani benim bisiklete sevdalı arkadaşlarım artık şu ataleti üzerimizden atalım, şikayeti bırakıp silkinelim. Biraz uzaklara bakabilen herkes toplumsal gidişatın pek hayra olmadığını zaten görüyor. Artık aksiyon zamanı ve hepimizin yapabileceği bir şey var mutlaka. Hiç bir şey yapamıyorsanız sokaktaki hayvanlara akşamları bir tas su bırakabilirsiniz. Çöpe atacağınız ekmekleri pencerenizde kuşlara ikram edebilirsiniz. Bu bireysel tavırların hepsi yakın çevrenizde bir farkındalık oluşmasına vesile oluyor. Yapılabilecek o kadar çok şey var ki...
 
@şamilkafkas

Hocam sadece size cevap vereceğim, zira çok güzel bir şekilde düşüncelerinizi dile getirmişsiniz, amaç zaten tartışmak değil. Yo, fikrim de değişebilir, siz çok güzel bir açıklama yazarsınız, bütün fikrim değişebilir, bakış açısına bağlı.

Yalnızca size cevap vereceğim çünkü 1-2 katıldığım görüş veya sizinkine benzer "düzeyli" cevap haricinde, iş ya boş muhabbetlere gitmiş, ya da tamamen yanlış anlaşılmış. O yüzden onlara da cevap vermeyeceğim. Yalan yanlış yerlere takılmış millet. Bana "anlatılanın özüne bak" derken, kendileri de kaçırmışlar benim "özünde" söylemek istediklerimi.

Çıkışım sert gelmiş olabilir, ne diyo la bu dangalak diye gelmiş olabilir, olabilir de olabilir. Kendimi iyi ifade edememiş de olabilirim. Ama anlayıp "Beğen"e tıklayanlar da olmuş aslında :)

Benim bu macerada takıldığım noktalar şunlardı; geri kalanını takdir etmek veya hikayede anlatılmak istenen yönünden hiçbir sıkıntım yok, ama yazı içerisinde aktarılanlar, "olmaması gereken"lerin de sanki illa olması gerektiğiymiş gibi, veya sanki çok doğru şeylermiş gibi aktarılması sıkıntım. Bakın bunu motosiklet kullananlar da "yahu bizi görmüyorlar, etmiyorlar, bu araç sürücülerinin anasını ben bilmemne edeyim" diye bin tane yazı yazıyorlar forumlarda, ama daha dün, BMW motosikletle dolanan adam E-5'te en solda beton bariyerle şerit çizgisi arasına girmiş, o çizgiye yanaşık giden adama korna çalıp bir de el kol yapıyor. E arkadaş, senin orada işin ne? O adama korna çalmaya veya sövüp saymaya hakkın yok ki? Önce sen kurallara bi uy, sen bi adam gibi takıl da, ondan sonra çevrendeki öküzlerin de sana saygı göstermesini bekle. Sen de aynı öküzlüğü yaptıktan sonra ne fark kaldı?

Adam köprüye giriş yasak diyor. Bitti. Hadi turisti geçtim, bilmiyor olabilir, ama diyorum ki, haydi kendi ülkesine gitsin de polisle pazarlık yapmaya kalkışsın böyle? Tek dediğim bu? Yabancıların bazılarında genelde salak bi ego oluyor, biz sizden üstünüz, gelişmiş ülke vatandaşıyız, niye böyle niye bilmemne, ay anlamıyorummm hmmm hahah falan gibi. Anlatılanlardan bunu sezdim ve ona takıldım Florian'ın tavrı için.

Ha bir de Florian'ın sanki yılların Türk vatandaşıymış gibi "e ama ben hergün geçiyom burdan yeeaa??" itirazına ne demeli? :) Sen kendi ülkende ters yöne de girip, yayalara da yol vermiyorsundur, "ama ben hergün bele yapıyom zaten yaaa" diye, öyle değil mi? :) Bu salak mantık bizim mantığımız anca, onlarda böyle bi mantık işleyişi yok normalde :) Bir de Floresan dedik diye avukatlığa soyunanlar bile oldu :D Ha bir de bu salaklığa takıldım diye "sizden farklı düşünenleri böyle yargılıyorsanız daha çok yolunuz var" diye de bir serzeniş geldi. Orada da söylemek istediğimin nasıl anlaşıldığını, daha doğrusu "anlaşılamadığını" görmüş oluyoruz. Merak edilmesin, kendi gibi düşünmeyenleri şuursuzca eleştiren salaklar gibi "salak" diye nitelendirmiyorum kimseyi. O "sığ"lıkta değilim çok şükür. Gerçekten hak edene anca :)

Onu geçtim, E-5 yasak veya değil, diyorum ki hepimiz zaten bisiklet üzerinde can güvenliğimizin özellikle karayollarında olmadığından bahsediyoruz, şikayet ediyoruz, dem vurup duruyoruz, gerizekalı bazı sürücülerden şikayet ediyoruz. Adam herşeyi bırakmış, bunları da geçmişiz, "ben şuradan giderim, ne var ki" modunda... E hadi git "yiyorsa"... Ben olsam gitmem. Gitmek istediği yer de "emniyet şeridi" bu arada. Normal şeritte o yolda hiç gitmem zaten :) İsterse hakkım olsun, bilmemne olsun. Enayiliğin lüzumu yok bana göre. Bu ülkede motosiklet kullanmak bile bi dertken, bir sürü hıyarağası ile uğraşmak ve bunların canımı tehlikeye atmasını tercih etmem. Haliyle kendi canımı tehlikeye atmak istemem, bu yüzden de böyle bir düşünceyle yazdım.

Hadi Florian'ı geçtim, diğer vatandaşın da tavrı, yaklaşımı, bana hiç doğru gelmedi, yaptığı saçmalıklara takıldım, bu kadar kasmasına gerek yoktu dedim. Hatta iyi dedim, foyası meydana çıkmamış, polisler de şüphelenip götürmeye kalkmamışlar. Bu kadar uğraşmaya değer miydi?

Bunların da dışında, bir de bazıları havaya girmiş sanıyorum, "gerçek bisikletçi" olmak için illa tura gitmek, bilmemne yapmak gerekiyormuş gibi bir hava yaratılıyor forum ortamlarında. Ben sahilde bilmemkaç kilometre bisiklet yolu üzerinde yaparsam gerçek bisikletçi olmuyorum.
Vay canına...
O zaman ben de bu tip ayrım yapanları gerçek bisikletçi olarak görmüyorum, bir yarışa katılmadıkları, Tour de France'da milli olmadıkları sürece. Hadi bakalım :)
 
@Ormanci Söyledikleriniz kendi içinde çok tutarlı. Benim katılıp katılmamam ne sizin düşüncelerinize bir değer katar ne de bir değer eksiltir, bunu baştan ifade edeyim. Değindiğiniz bir nokta bana göre çok önemli olduğu için fikirlerimi paylaşmak istiyorum.
Sizin bahsettiğiniz şekilde maalesef pedal çeviren arkadaşlarımızın hepsi trafikte sütten çıkmış ak kaşık değil. Topu topu 3 aydır bisiklet tepesindeyim. Bu kadar kısa süre içresinde bile bisiklet kullanırken trafik kurallarını hiçe sayarak hareket eden sürücüler gördüm. Kimi yoğun trafikte kırmızı ışıkta basıp geçti, kimi hızlı akan trafikte arabalara makas atarak kazaya davetiye çıkararak yol aldı, kimi trafikte ters yöne dalıp karşıdan gelen araçları taciz etti, kimi bisiklet yolunda yana yana dizilip muhabbete dalarak yolu tek yöne çevirdi vs vs bunlar ilk aklıma gelenler. Bisiklet sürmek kimseye trafik kurallarını tek taraflı ihlal edebilme hakkını vermiyor bildiğim kadarı ile. Dünyada herkes eşittir ama bazılar daha eşittir gibi bir önermeyi trafikte bisikletliler için kabul eden bir güruh var. Ben bisiklet tepesindeyim o zaman herkes bana yol verecek, her kavşakta ben geçeceğim, ben hiç elimi frene sürmeyeceğim çünkü ben aydınlanmış bir insanım kafası yaşayan arkadaşlarımız, "Anadolu Çomarı" diye kınadıkları insanlardan bence hiç farklı değil.
Ülkemiz hakların verildiği bir ülke değil, alındığı bir ülke. Zaten mücadele edilmeden kazanılan hakkın kıymetini de pek bilmiyoruz. Trafikte bisikletli insan sayısı artmadan kimse bize bisiklet yolu filan yapmaz. Ben işe bisikletle geliyorum, elimden geldiğince trafikte "olumlu bir tavır" ile görünür olmaya gayret ediyorum. O gün trafikte yolu benimle kesişen aklı başında sürücüler "yaw bu bisiklette aslında süper bişi ama bir türlü şu tembelliği üzerimden atamıyorum" diyorsa o zaman hem kendim için hem de toplum için faydalı bir şey yapabilmişim demektir. Her gün bisikletle trafiğe çıkıp arkamdan bir dünya adam da bana küfür ediyorsa sadece kendime değil diğer bisikletseverlere de zarar vermiş olurum.
 
  • Beğen
Tepkiler: Ormanci
@şamilkafkas

Olur mu hocam, söylediklerime katılırsanız elbette ki düşüncelerim yalnızca benim düşüncem olmadığı için değer kazanır :) Diğer türlü tek başına kalır ve beni de düşünmeye iter, lan ben gerçekten yalan yanlış düşünüyorum demek ki diye :)

Ayyyyynen hocam aynen %100 katılıyorum diğer yazdıklarınıza da, kesinlikle anlattığınız gibi.
 
Geri