Selama arkadaşlar;
Müthiş keyifli ve bol pedallı tatilden döndüm ve artık İzmir'deyim.
Nereler mi gittim? :
Köyceğiz-Dalyan-Kaounos-Ekincik-Köyceğiz ( 120 KM )
Yola çıktığımda amacım Sandras dağlarının epelerine doğru yol almak ve Ağlaköye ulaşıp oradan zirveye doğru devam ederek, zirvenn eteklerindeki krater gölüne ulaşmaktı. Ama yol hazırlığı için uğradığım marketin uyarısı rotamı değiştiemi sağladı. Yaptığı uyarı, bir gün sonrasının Ağlaköyün festivali olduğunu söylemesiydi. O ki o kadar gidecem, bari festivalide göreyim niyetiyle programımı bir gün sonraya erteleyip yeni programla yola koyuldum.
Aslında başlangıçta amacım çok uzun gitmek değildi. Yıllardır Köyceğiz'e giderim ve daima Eskiköyceğizköy denilen yeri merak etmiş bir türlüde gidemedim. Bugün bunu için fırsat olması benim şansım oldu ve Eskiköyceğizköye doğru yola koyuldum. 7 km Köyceğiz Ortaca yolunda ilerledikten sonra, Zeytinalanına gelmeden sağa, Eskiköyceğizköy yoluna sapıp, çam ve günlük ağaçlarının fısıltısında ve çamın muhteşem kokularıyla yol almaya koyulduğumda Köyceğiz gölü sağ tarafımda kalmıştı. İnişli çıkışlı ilerlerken adını bilmediğim köylerden geçmeye başladım. Sanırım o köylerden bidi Eskiköyceğizköyü olmalı. Bir yol ayrımına geldim, sağa ve sola kıvrılan iki yola dönüşüyordu ilerlediğim yol ve sol tarafa dönme eğilimimle sola yöneldim. Sonunda Dalyan yoluna çıkınca, Dalyana doğru pedallarıma asıldım ve saat 10 gibi Dalyan'a vardım. Biraz kayboladuktan sonra Dalyanı keşif turumu tamamlayıp kanalın kenarındaki çay bahçedi cafe arasındaki mekanlardan birine oturup kahvemi yudumlamaya koyuldum. Karşımda kanal, henüz uyanmamış kaptanlarını bekleyen kanalın gelincikleri oılan demirli telneler, sandallar ve tam karşımda bütün endamıyla Kaonus kaya mezarları.
Bir sandal kiralayıp bisikletimi de kucağıma alarak karşı kıyıya geçtim. Ortaca sınırlarından Köyceğiz sınırlarına geçiş yapmış da oluyordum böylece. Ev cafe dediğim, evlerinin bahçelerini cafe restorant haline getirilmiş mekanlardan birinde gözleme yedikten sonra harabelere doğru yola koyuldum, tırmanış da böylece başlamış oluyordu.
Kaunos; Muğla’nın Köyceğiz ilçesinin güneyindeki Dalyan’ın yakınındadır. Strabon kentin bir yarımada üzerinde kurulduğunu fakat sonra alüvyonlarla dolarak içeride kaldığını söyler . Gerçekten de bu gün Kaunos denizden 3 km. kadar içeridedir. Yine Strabon’un bahsettiği Kaunia gölünün denize bakan ayağı bugün “Sülüklü” adıyla anılan bir bataklığa dönüşmüştür.
Kaunos Hellen dilinde anlamı olmayan bir sözcüktür. Lykçe yazıtlarda Ksibde olarak geçen bu kent Rodos Pereia’sı içinde büyük bir yerleşim yeridir.
Yunan mitolojisine göre Miletos’un oğlu Kaunos, kendisine aşık olan Byblis’e karşılık vermemiş o da üzüntüsünden canına kıymıştı. Bunun üzerine Kaunos da Miletos’u terk ederek bu kenti kurduğunu Ovidius da anlatmıştır.
Kaunos’un ne zaman kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Homeros kitabında açıkça buradaki sekene için şöyle yazar:
“Kaunos’lular ,bana kalırsa,buranın yerlisidir; ama kendileri Girit’ten gelme olduklarını söylerler. Dillerinde Karia etkisi vardır ya da Karia dilinde onların etkisi.”
Nitekim Kaunosluların Karia’lılardan farklı 30 harfli bir alfabe kullandıkları bugün anlaşılmıştır. Ayrıca Lykia kültürünün de etkili olduğu günümüze gelen eserlerden anlaşılmaktadır.
Kaunosda, M.Ö.VIII yy.dan beri yaşamın olduğu bilinirse de tarihte ilk kez adları M.Ö.545’de Pers generali Harpagos’a karşı gösterdikleri direniş ile geçmektedir. Herodotos Harpagos’un İonia’yı yönetimi altına aldıktan sonra Karialı’ların, Kaunos’luların ve Lykia’lıların üzerine yürüdüğünü söylemektedir. Bu sözler Pers istilâsı sırasında Kaunos’un önemli bir kent olduğunu göstermektedir. Onurlarına ve özgürlüklerine düşkün olan Kaunos’lular Harpagos’a karşı koymalarına rağmen yenilgiden kurtulamadılar. Harpagos Kaunoslulara karşı, kendisine direnç gösterdikleri için çok zalimce hareket etti. Hellenlerin Persleri Anadolu’dan atmak için giriştikleri mücadelede Kaunos’da yerini aldı ve Attika-Delos Deniz birliğine girdi. Peleponnes savaşı sırasında kentin limanı her iki tarafça zaman zaman kullanılmıştır. Kent M.Ö. 377’de Karia Satrabı Mausolos’un idaresine girdi ve bu dönemde şehirde büyük imar faaliyetleri başladı. Bu dönemde ilk defa sikke basan şehir M.Ö.334’de Büyük İskender tarafından Mausolos’un kız kardeşi Prenses Ada’ya verildi. İskender’in ölümünden sonra generalleri arasında çıkan savaşlar sırasında sık sık el değiştiren kent, bir ara Ptolemaios ve Seleukosların da idaresine girmiştir. M.Ö. II.yy.da Bergama krallığından vasiyet yoluyla Roma tarafından Rodos eyaletine bağlanan kent M.Ö.129’da
Roma’nın Asya eyaleti sınırları içine alındıysa da özgür kent statüsünü korudu. Bizans devrinde ise Myra metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur.
Zamanla Dalyan çayının taşıdığı alüvyonlar ve gel-git olayları denizi sığlaştırmış ve kent en büyük özelliği olan limanını yitirmiştir. Bunun yarı sıra bataklıktan dolayı sivrisinekler azmış ve halkı sıtma kırıp geçirmeye başlamıştır. Bu duruma fazla direnemeyen halk doğa ile baş edemeyince, kenti terk etmek zorunda kalmıştır. Bir zamanlar Attika-Delos Deniz Birliğine 10 talent gibi yüklü bir para ödeyen, Perslere direnen insanların yenemediği Kaunos’u sıtma yenmiş ve halkını kentlerini terke mecbur bırakmıştır.
Yaşam tarzları ve inançları komşularından farklı olan Kaunosluları Homeros şöyle anlatır:
“...görenekleri bakımında,.ötekilerden olduğu kadar Karialılardan da uzaktırlar. Bunlarda içki âlemi tertiplemek geleneği vardı,ancak bunu yaparken erkek,kadın,çocuk ve ayrıca yaş ve
arkadaşlık ilişkileri de dikkate alınırdı. Kendilerine yabancı olan tanrılar için bir din uyarlamışlar,ama sonradan vazgeçmişler,yalnız babalarının tanıdıkları tanrılara tapmayı kararlaştırmışlardır; bunun üzerine ülkenin gençleri silâhlanmışlar, bu tanrıları,havaya kılıç sallıyarak Kalynda sınırına kadar kovalamışlardır; bunu yabancı tanrıları işte böyle kovaladık,diye anlatırlar. Bu ulusun gelenekleri böyledir.”
Kaunos’un varlığını ilk kez 1842’de fark edilmiş bilimsel kazılara da 1967’den itibaren Prof. Baki Öğün başlamıştır. Buradaki araştırma ve kazılar kentin tarihini Arkaik döneme kadar indirmiştir. Onu Helenistik, Roma ve Bizans dönemleri izlemiştir. Kent başlıca iki kısımdan meydana gelir 1- Akropol 2-Aşağı şehir. Kuzeydeki oldukça sarp kayalıklara oyularak yapılan kaya mezarlarının tahmini sayısı 150 kadardır. Bunlardan 20 tanesinin cephesi İon nizamında bir tapınağın cephesine benzer. Bu mezarların büyük bir kısmı M.Ö. IV.yy.a aittir. Büyük İskender’in istilası yüzünden bir kısmı tamamlanamamıştır. Mezar odalarının içerisindeki kline , hediye koymaya yarayan sekiler bulunmaktadır. Ayrıca güvercin yuvası şeklinde mezarların yanı sıra kare veya dikdörtgen mezar çukurları ile de karşılaşılmıştır. Kayalara oyulmuş, üstü kapaklı sanduka tipi mezarlar ve lahitler de dikkati çekmektedir. Bunlar büyük bir olasılıkla kaya mezarlarından daha önceki bir tarihe aittirler.
Kentin akropolü yaklaşık 150 m. yüksekliğinde olup, ovanın ortasında yükseliyordu. Güney yamaçları sarp kayalık olduğundan kuzey ve batı kesimleri Orta çağda yapılmış kulelerle desteklenen surlarla çevrilmiştir. Dikdörtgen, prizma biçiminde kesilmiş taşlardan oluşan surlar eski limanın batısından başlayarak yukarıdaki sırtları da içerisine almıştır. Bu uzun sur, büyük bir olasılıkla Kral Mausolos tarafından yaptırılmıştır. Prof.Dr. Baki Öğün ile birlikte kazılarda çalışan Alman Prof. B.Schmaltz burada yoğunlaştırdığı çalışmalarında kule ve duvarların eski devirlere ait toplama taşlardan yapıldığını ileri sürmektedir. Bu sur duvarında Klasik Çağ’a ait üzerinde sanatçının imzası da bulunan muhtemelen bir adak steline ait bir kitabe parçası bulunmuştur. Batı kulesinde ise nekropolden gelmiş, eski bir mezar epigramı parçası ile beyaz zeminli bir leyktos parçası bulunmuştur. Prof. Schmaltz M.Ö.227-26’da Rodos ve çevresini etkileyen depremin Kaunos’u da etkilediğini, bu duvarlar ile Küçük Kale üzerindeki surların büyük çoğunluğunun bu depremden sonra inşa edildiğini ileri sürmektedir.
Akropolün doğusunda yer alan, güneyi kayalara oyulmuş, diğer kısımları beşik tonozlar üzerine oturan tiyatro, günümüze çok iyi bir durumda gelebilmiştir. Prof. Dr. Baki Öğün’ün 1982’deki çalışmalarında Cavea ve Scena temizlenmiş, proscene’nin büyük bir kısmı ortaya çıkarılmış, sahne binasını taşıyan payeler arasında Milo Aphroditi kopyası, bir torso ve üç büst bulunmuştur. Cavea ve diazomanın yanı sıra altta 18 üstte de 16 oturma sırasının bulunduğu tiyatro Helenistik Çağ izlerinin görülmesiyle birlikte büyük bir kısmının Roma devrinde yapılmış olmalıdır.
Tiyatronun kuzey-batısındaki bayırda üç yapıdan oluşan bir mimari dizi dikkati çekmektedir. Bunlardan ilkinin Bazilika tipinde bir kilise olduğu anlaşılmıştır. Kesme taşlardan yapılmış Apsis’i ile üç nefli bir erken Bizans kilisesidir. Diğeri Roma devrine ait bir hamamdır. Üçüncü yapının ne olduğu kesinlik kazanamamıştır. Bunun mabet veya kitaplık olduğu düşünülürse de kesin bir söz söyleyebilmek biraz zordur. Bununla beraber megaron şeklindeki bu yapının Dionysos’a ait olması da olasıdır. Hamamın güneyinde Vespasianus çeşmesi ile Stoa yer almaktadır. Aynı zamanda eski limanın kuzeyindeki stoa Helenistik Çağ’da yapılmış, Roma döneminde de bazı ilaveler eklenmiştir. M.Ö.II. yy.a tarihlenen Stoa 94 m. uzunluğunda, tek yönlü bir yapı olup iki katlıdır. Alt katın Dor nizamında olmasına karşılık yıkıldığından dolayı ikinci kat hakkında bir bilgi yoktur. Stoa’nın hemen yanı başındaki Nymphaion “in antis” planındadır ve restore edilmiştir.Prof. Baki Öğün’ün burada yapmış olduğu çalışmalar sonunda taşlarının büyük bir kısmı yenilenmiştir. Ayrıca çok sayıda kitabe limana bakan yüzünde ortaya çıkarılmıştır.
Agora bütünüyle 2 m.ye ulaşan toprak tabakası altında kalmış ve 1981 yılında temizlenmesine başlanmıştır. Agora’yı çeviren revakların kalıntılarının yanı sıra bezemeli mimari parçalar da bulunmuştur. Agora’nın içindeki çeşmenin restitüsyonu da bu çalışmalar sırasında yapılmıştır.
Kaunos’da ele geçen yazıtlardan kent içerisinde birçok mabedin olduğu anlaşılmıştır. Çalışmaların bu bölgede yoğunlaşmasına karşılık bunların hangi tanrılara ait oldukları kesinlik kazanamamıştır. Agora’nın kuzey-doğusundaki suni bir teras üzerinde Stoa ile Hamam arasında bulunan mabet Dor nizamındadır ve M.Ö. I.yy.a ait olmalıdır. Büyük bir olasılıkla Zeuss’a atanmış olmalıdır. Mabed’in çevresinde 30’a yakın mezarla karşılaşılmıştır. Erken Bizans dönemine tarihlenen bu mezarların çevresinde çok sayıda mimari parça ile karşılaşılmıştır. Bu buluntulara dayanılarak bu mabed Helenistik döneme tarihlendirilmiştir. Burada kalp şeklindeki portikonun başlıkları ile karşılaşılması oldukça ilginçtir.
Limanda, Agora’nın doğusundaki Korint nizamındaki mabet de mimarisine bakılarak M.S.II.nci yy.a tarihlendirilmiştir. Ayrıca Büyük limanın yakınında Prostylos plânlı, kuzey-güney doğrultusunda, Cella duvarlarının büyük bir bölümü ayakta olan bir başka mabet daha bulunmaktadır.
Harabelerin sonrası bir hayli çetin ve yaklaşık 8 km lik çıkışların başlangıcı. Çandır köyünü takiben tırmanış devam ediyor ve müthiş manzara ezgilriyle yolculuğunu devam ediyor. Zirvenin ardından tatlı tatlı inmeye başladığınızda tol sizi Sultaniye kaplıcalarına doğru salıyor. Kaplıcayı geçip ana yola ulaştığınızda sağa Ekinciğe sola Köyceğize. Haliyle zor olan yan yani Ekincik yanına çeviriyorum gidonumu ve dik tırmanışlar yeniden başlıyor, zirvenin ardında Ekincik var. Cennete bakıyor misali gözerim kamaşıyor ve kendimi inişe salıyorum bir an önce Ekincik koyuna varma umudumla.
EKİNCİK
Marmaris-Göcek arasında dolaşan teknelerin başlıca uğrak noktalarından biri olan Ekincik koyu, Köyceğiz’e geniş bir asfalt yolla bağlandıktan sonra hızla kalabalıklaşmaya başladı. Kumsal ve iskele çevresi irili ufaklı otel ve pansiyonlarla doluyor.
Ekincik’e karayoluyla gitmek için Köyceğiz’den Hamitköy üzerinden gölün nefis manzarasını seyrederek ilerliyorsunuz.
Hamitköy’den çıkıp köprüyü geçtikten sonra ilk uzun rampayı tırmandığınızda, tepede bir manzara molası verin, meraklıysanız fotoğraf çekin. Kersele Koyu’ndaki düzlük bir sabah erkenden gelip kahvaltı etmeyi aklınıza getirirse neden denemeyesiniz. Hapisane Adası’nın hizasına geldiğinizde çam ağaçlarına dikkatlice bakın, ağaçların saçları ağarmış, kocamış bir insan gibi beyazlaşmış olduğunu göreceksiniz. Bu ağarmanın nenedi kuş pisliğidir. Ama bu kuş bildiğiniz "minik kuşlardan" değil. Türkiye’de çok azalmış kartallar burayı mesken tutmuşlar. Bu tür kartaldan dünyanın dört yöresinde kalmış sadece. Sabırla beklerseniz kayalardan göle doğru süzülen bir kartalı görme şansına sahip olabilirsiniz.
Yol gölden ayrılırken sola dönerseniz Sultaniye Kaplıcaları’na gidersiniz. Devam ederseniz artık gölden ayrıldınız ve orman içinde devam ediyor yol. Ve tırmanmaya başlıyor. Geride Köyceğiz gölünün manzarası bir kayboluyor, bir çıkıveriyor ortaya.
Günlük ve çamın iç içe ortak bir orman oluşturduğu dünyadaki tek yer Köyceğiz’de.
Dünyanın çok az yerinde yetişen günlük ağacından elde edilen sığla yağı parfümcülükte kokuyu sabitleştirmek ve yoğunlaştırmak için kullanılıyor.
Yöre halkı da cilt hastalıklarından solunum rahatsızlığına kadar bir çok soruna çare olarak kullanılıyor.
Tepeye çıkıp ta yokuş aşağı inmeye başladığınızda bu kez Ekincik koyunun dehşetli güzelliği çıkıveriyor karşınıza. Önce yeşillikler içinde şirin Ekincik Köyü’nü geçiyorsunuz. Sonra pırıl pırıl ve tesis kalabalığına boğulmamış ama kısa süre içinde yapılaşmanın artacağı işareti veren inşaatların boy attığı bir koya çıkıyorsunuz. Çevreniz orman, önünüz kumsal ve deniz. Kumsal çok güzel, deniz çok temiz. Kumsalı bir küçük dere bölüyor.
Kışın kumsalda S’ler çizerek denize ulaştığı ve bu arada kumsalı bozduğu için tesis sahipleri bu küçük dereden pek hoşlanmıyorlar ama bizce sahile hoşluk katıyor. Yolun kıyıya ulaştığı yerde yatların demirlemesi için uygun bir iskele ve yatların ihtiyaçlarını karşılayabildikleri küçük bir büfe var. İskele aynı zamanda Dalyan’a günübirlik yolcu taşıyan teknelerin bağlanma yeri.
Kumsalda otel ve lokantalar var.
Yöredeki en iyi lokanta ise ancak denizden ulaşılabilen ve genelilikle mavi yolculuk tekneleri ve yatların bağlandıkları My Marina Yacth Club. Çadır kurmak ya da karavanıyla gelmek isteyenler için de Anatolia Kamp alanı bulunuyor.
Ekincik’te konaklayıp ta çevreye günübirlik tur yapmak isteyenlere bir kaç öneri.
Ekincik kooperatifine bağlı tekneler Dalyan Istuzu kumsalına, Kaunos antik kentine ve çamur banyosuna tur düzenliyorlar. Sabah çıkıp akşam üzeri geri dönüyorlar.
Bir başka seçenek ise ayaklarına ve nefesine güvenenlere. Ekincik’ten çıkıp Candır köyü üzerinden Kaunos antik kentine trekking yapabilirsiniz.
Candır köyü ile Ekincik arasında adeta etiketlenmiş patika yolu bulmak için yanınıza rehber alın ya da yolu iyice öğrenin. Candır köyünde Muammer amcanın bir çayını içmeyi de unutmayın.
SULTANİYE KAPLICASI
Köyceğiz’den çıkıp Hamitköy üzerinden Ekincik’e doğru giderken yolda Sultaniye Kaplıcası’nın tabelasını görüp 500 metre içeriye gireceksiniz..
Dalyan’dan gölün etrafını dolaşmadan doğal kanalı geçerek Sultaniye Köyü üzerinden de gidilebilir. Köyceğiz, Dalyan ve Ekincik’ten günübirlik dolmuş motorları ile de ulaşabilirsiniz. Tekne turlarının bazıları da kaplıcalara uğruyor ve mola veriyor.
Çevrede tekerlekli sandalye veya sedyeyle getirilen hastaların 21 kürlük bir tedaviden sonra yürüyerek gittiklerine dair çok sayıda öykü dinleyeceksiniz. Bunlara inanıp inanmamayı size bırakıyoruz ama kesin olan bir şeyi belirtiyoruz: Sultaniye Türkiye’nin en yüksek radyoaktivitesi olan kaplıcasıdır. (98.3) 39 Derece sıcaklıktaki su kalsiyum klorür, kalsiyum sülfat, kalsiyum sülfür ve radon içermektedir. Romatizma, siyatik yanında cilt ve kadın hastalıklarına da iyi gelmektedir. Ama asıl önemlisi radyoaktivite yüksekliği yoluyla rehabilite edici özelliğinin varlığıdır.
Kaplıcanın Kaunos’lular tarafından bundan ikibin yıl önce açıldığı belirlenmektedir. Çevredeki hastane kalıntıları da bunu doğruluyor. O yıllarda seks gücünü arttırdığı için pek gözdeymiş. Büyük banyonun yanından çıkan kaynak suyu da içildiğinde çeşitli iç hastalıklarını iyileştiriyor. Kaplıcada kalınabilecek kiralık odalar bulunuyor. Bakkal, fırın ve kahve var.
Yörenin Sultaniye kadar popüler olmayan başka kaplıcaları da var. Sultaniye’den Horozlu’ya doğru 5 km. giderseniz daha tenha olan Ilıca’ya ulaşırsınız. Çamlık çamur banyolarına giderken çevre koruma üzerine ilginç tabelalar göreceksiniz. Çamlık Köyü’nü beş-altıyüz metre geçince çok daha tenha bir kaplıca göreceksiniz.
Zenci olsaydınız nasıl biri olurdunuz? Bu sorunun cevabını merak ediyorsanız bu merakınızı da giderebilirsiniz. Çamuru vücudunuza ve yüzünüze sürüp bir hatıra fotoğrafı çektirin. İşte sorunun cevabı!
Eve vardığımda çok ama çok yorgundum, yol, rüzgar, günş ve denizin yanında yol aldığım muhteşem coğrafyada çarpmıştı beni.
Herkese selamlar.