Scudo Sports

Etkileyici hikayeler, öyküler, sözler...

"İncecik ip üzerine koca ayaklar bindi nefsim içine sindi, kirpiklerim titremekte korkularımdan düşersem yanarım" (Sırat Köprüsü;) )
Sagopa Kajmer - Düşersem Yanarım
 
Scudo
(link)

Büyük bir havaalanının bekleme salonunda, genç bir bayan uçağına binmek üzere bekliyordu. Uçağın hareketine saatler olduğundan zaman geçirmek için bir kitap ve bir paket kurabiye satın aldı. Dinlenmek ve kitabını okumak için VIP salonunda bir koltuğa yerleşti.

Kurabiye paketinin durduğu sehpanın yanındaki koltuğa bir adam oturdu, dergisini açıp okumaya başladı. Genç kadın sehpada duran paketin içinden ilk kurabiyesini aldı. Adam da bir tane aldı. Bayan şaşkınlık içinde kendini çok rahatsız hissetti ve;
“Şuna bak, ne kadar sinir bozucu biri! Havamda olsaydım bu cüretinden dolayı onu tokatlardım!” diye düşündü. Gerçekten de şaşılacak bir durumdu; bayan bir kurabiye alıyor, adam da bir tane alıyordu! Bayan çıldıracak gibiydi ama olay çıkarmak istemiyordu.

Nihayet son kurabiye kalınca kadın; “Bu küstah adam şimdi ne yapacak bakalım?” diye düşünerek paketin içinde kalan son kurabiyeye bakıyordu. Tam da o sırada adam kurabiyeyi aldı, ikiye böldü ve yarısını kadına verdi.

Aaaa! Bu kadarı da fazla! Çok öfkelenmişti şimdi! Kadın o öfkeyle kitabını ve diğer şeylerini alıp fırtına gibi giriş salonuna, oradan da uçağın içine yöneldi. Uçaktaki koltuğuna oturdu. Gözlüğünü almak için çantasını açtı. Ne görsün? Kurabiye paketi açılmamış olarak orada duruyordu!

Çok utandı. Çok büyük bir yanlış yaptığını anladı. Kurabiyelerinin paketini açmadan çantasına koyduğunu unutmuştu. Adam kendi kurabiyelerini hiç sinirlenmeden, yüksünmeden kadınla paylaşmıştı. Halbuki kadın kendi kurabiyelerinin paylaşıldığını düşünerek ne kadar çok sinirlenmişti. Şimdiyse bu durumu açıklama şansı yoktu. Artık özür dileme olanağı da kalmamıştı...
 
@Serkan Çoban


amma dalgınmış bayan ...
bayanlarmı dalgın yoksa baylarmı...bence her ikiside ,bu olayın terside olabilir dalgınlık .....
dalgınlıkla yaptığımız hareketler olmuştur yaşamda ah bu beyin bize ne kötü oyunlar oynar yada o kimyasal sıvılar ve beynimizde sinir ağları üzerinde sürekli dolaşan elektrik akımları ...onlara hakim olamayız bu nedenle o yani beyin bizde düşünür ve bizi yönlendirir beynini ele geçirmiş insan zati yetkin olur insan üstü olur böyle insanlar var olabilir ...
einstein beyninin yüzde 12 sini kullanıyordu geriye kalanıda ele geçirseydi ışınlamayı ,cisimleri atomlarına ayırıp milyarlarca ışık yılı ötede başka bir galaksinin başka bir güneş sistemindeki gezegene ışınlardı eminim ...
ama tabi doğuştan bir yetenek olduğu einsteinde malumdur .....
 
sözler diyosan eğer... nietzsche beni hep düşündürür. ha anladım mı bu adamı. sanmıyorum. zaten anlayabilen beri gelsin bi durum var. ama düşünmye itiyor. insanca, pek insanca :)
 
@çağrı kolçak

Bir zamanlar yine Forum Cafe bölümünde sayın Mesut Girgiç'in Nietzsche hakkında açtığı bir konu vardı, epey de güzel gidiyordu ama bazı işgüzarlıklar yüzünden maalesef kapatılmak zorunda kaldı.
Haklısınız, Nietzsche epey düşündürür insanı...
 
çok etkilendiğim bir öykü vardır kısaca yazayım.

ZENGİN İLE FAKİR :

şehrin en zengin adamı bir akşam yemeğinden sonra uyumak için için yatağına uzandığında bir ses duyar derinden.bu gece şehrin en zengin insanı ölücek der bu ses.zengin adam hemen kalkar yatağından gözünü saate diker sabah olmak bilmez gece saat 2,3,ve sonunda sabah olur güneş doğar zengin adam ölmemiş ve hayattadır çok sevinir oh be ölmedim yaşıyorum der.hemen bütün hizmetçilerine emir verir en güzel sofraları kurdurup ziyafetler verir davullar zurnalar çaldırır.daha sonra öğlen vaktine doğru fabrikasına gitmek için yola çıkar.yolda yürürken bir arkadaşına rastlar arkadaşı zengin adama derki duydunmu bu gece birisi öldü der.zengin adam bilmiyorum tanımıyorum kim bu ölen kişi der.hani der arkadaşı zengin adama bu şehrin en fakir insanı vardı şu köşe başında kaldırımın üstünde yaşardı o adam dün gece öldü der.
 
(link)

Genç adam iyi bir dağcı idi. Bir gün cesaretini toplayarak bir dağ tırmanıcı grubuna katıldı. Tırmanacakları yere vardıklarında neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına. Bütün korkularına rağmen, genç azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı.

Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu. Orada asılı dururken gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla gencin gözüne çarparak lensinin düşmesine sebep oldu.

Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkansızdı. Lens, yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve genç artık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içindeki genç dağcı lensini bulması için dua edebilirdi yalnızca ve öyle de yaptı:

“Allahım! Sen bu anda buradaki bütün dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi benim lensimin yerini de bilirsin. Onu bulmama yardım et…”

Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. İndiklerinde tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri: “Aranızda lens kaybeden var mı?” diye bağırdı.

Gencin sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yürüdükçe yavaşça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens birinin dikkatini çekmişti.

Eve döndüklerinde dağcı genç, lensini nasıl bulduklarını babasına anlatacak ve bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacaktı:

“Allahım! Bu nesneyi ne sebeple taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa, senin için taşıyacağım…”
 
İyi bir özür son karşılaşma olduğu bilinerek edilen bir veda gibidir.
 
@42FY


İyi bir özüre karşılık beklenen afla ilgili de şu söz aklıma geldi;

Başkalarını affetmeyen kimse, kendisinin de birgün üzerinden geçmek zorunda olduğu köprüyü yıkmış demektir.
 
(link)

Yavuz Sultan Selim Han döneminde, İran hükümdarı Şah İsmail, kıymetli mücevherler ile dolu bir hediye sandığı gönderir hünkâra. Sandık açılır. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkar. Fakat sandık açılır açılmaz etrafa pek fena bir koku yayılır. Önce hiç kimse bir anlam veremez nadide mücevherler ile dolu sandıktaki bu fena kokuya. Sonra mesele anlaşılır; sandığın dibine insan dışkısı doldurulmuş! Yani, Şah İsmail, aklı sıra, cihan padişahına hakaret ediyor!

Cihan padişahı emir verir;
“Herkes düşünsün, bu edepsizliğe Osmanlı'nın şanına yakışacak şekilde bir mukabelede bulunmalıyız!”

Ve çözümü yine kendisi bulur. Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatılır. Sandığın içine o zamanın en nefis gül kokulu lokumlarından hazırlanmış bir kutu yerleştirilir. Kutunun altına da bir satırlık yazıdan ibaret bir pusula iliştirilir. Hediye sandığı, itina ile süslendikten sonra Şah İsmail'e gönderilir.

Sandık, Şah'ın huzurunda açılır. Sandık açılır açılmaz etrafa mis gibi gül kokusu yayılır. Mücevher gibi hediyeler takdim edildikten sonra Osmanlı elçisi, Şah’ın tedirgin olmaması için önce kendisi tatmak kaydıyla, büyük bir saygı ve nezaketle Şah İsmail'e lokumdan ikram eder. Bilahare, görevliler huzurda bulunanlara teker teker ikram etmeye başlarlar lokumdan.

Şah, bütün bu olup bitenlere bir anlam veremez.

Osmanlı elçisi, Şah'ın şaşkınlığını gidermek için lokum kutusunun altına iliştirilmiş o mütevazı pusulayı uzatır. Pusulayı okuyan Şah'ın yüzünde bu sefer şaşkınlığın yerini büyük bir utanç ifadesi alır;

“İsmail, herkes yediğinden ikram eder.”
 
MUCİZE KAÇ PARADIR

Sally, küçük kardeşi George hakkında anne ve babasının konuşmalarını duyduğu
zaman yalnızca sekiz yaşındaydı. Kardeşi çok hastaydı ve onu kurtarabilmek
için ellerinden gelen herşeyi yapmışlardı, Georgi'nin yalnızca çok pahalıyaKaynakwh webhatti.com: Bir mucize (etkileyici bir hikaye)
malolacak bir ameliyatla kurtulma şansı vardı fakat bunun için yeterli
paraları yoktu. Babasının, umutsuz bir biçimde annesine şöyle fısıldadığını
duymuştu Sally: "Yalnızca bir mucize onu kurtarabilir." Bu sözleri duyar
duymaz, usulca kendi odasına yürüdü Sally. Domuz biçimindeki kumbarasını
gizlediği yerden çıkartarak içindeki paraları yavaşça yere dökerek saymaya
başladı. Yanılgıya düşmemek için tam üç kez saydı kumbaradan çıkardığı bozuk
paraları. Sonra hepsini cebine koyarak aceleyle evden çıkıp, köşedeki
eczaneye gitti. Eczacının dikkatini çekebilmek için büyük bir sabırla
bekledi. Eczacı çok yoğundu ve bir adama ilaçlarını nasıl kullanacağını
anlatıyordu. Bu yoğun çalışmanın arasında sekiz yaşındaki bir çocukla
ilgilenmeye hiç niyeti yoktu ama Sally'nin beklediğini görünce "Evet, ne
istiyorsun söyle bakalım" dedi. "Biraz acele et, gördüğün gibi beyefendiyle
ilgileniyorum" diyerek yanındaki şık giyimli adamı gösterdi. Sally
"Kardeşim" dedi. Sessizce yutkunduktan sonra devam etti: "Kardeşim çok
hasta, bir mucize almak istiyorum." Eczacı Sally'e bakarak "Anlayamadım"
dedi. "Şeyy, babam 'Onu ancak bir mucize kurtarabilir' dedi, bir
mucize kaç paradır, bayım?" Eczacı Sally'e sevgi ve acımayla baktı bu kez:
"Üzgünüm küçük kız, biz burada mucize satmıyoruz, sana yardımcı
olamayacağım" dedi. Sally o kadar kolay vazgeçmek istemedi. Eczacının
gözlerinin içine bakarak "Karşılığını ödemek için param var benim, bana
yalnızca fiyatını söylemeniz yeterli" dedi. Bu arada Sally ve eczacının
yanında bekleyen iyi giyimli bey Sally'e dönerek "Ne tür bir mucize
gerekiyor
kardeşin için küçük hanım? diye sordu. "Bilmiyorum" dedi Sally. Sonra
gözlerinden aşağı süzülen yaşlara aldırmaksızın devam etti: "Tek bildiğim, o
çok hasta ve annem ameliyat olmazsa kurtulamayacağını söyledi ve ailemin de
ameliyat için ödeyebilecekleri paraları yok. Ama babam 'Onu ancak bir mucize
kurtarabilir' deyince ben de paramı alıp buraya geldim." "Ne kadar paran
var?" diye sordu iyi giyimli adam. "Bir dolar ve onbir sent" dedi Sally. "Ve
dünyadaki tüm param bu!" "Bu iyi bir şans, küçük kardeşini kurtarmak için
gerekli olan mucize için yeterli bu para" dedi, iyi giyimli adam. Adam bir
eline parayı aldı, öteki eliyle de Sally'nin elini tutarak "Beni yaşadığın
yere götürür müsün lütfen?" diye sordu. "Küçük kardeşini ve aileni tanımakKaynakwh webhatti.com: Bir mucize (etkileyici bir hikaye)
istiyorum" dedi. İyi giyimli adam Dr. Carlton Armstrong'du ve George için
gerekli olan ameliyatı yapabilecek tanınmış bir cerrahtı. Ameliyat başarıyla
sonuçlanmış ve aile hiçbir ödeme yapmamıştı. Hep birlikte mutluluk içinde
evlerine döndükleri zaman hâlâ yaşadıkları olayların etkisinden
kurtulamamışlardı. Anne "Hâlâ inanamıyorum. Bu ameliyat bir mucize! Doğrusu
maliyeti ne kadardır merak ediyorum" dedi. Sally kendi kendine gülümsedi. O
bir mucizenin kaça malolduğunu çok iyi biliyordu. Tam tamına bir dolar ve
onbir sent!...
 
  • Beğen
Tepkiler: Arda_7
Yolumuzdaki Engeller
Eski zamanlarda bir Kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı? Sabahtan öğlene kadar ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu Kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.
Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Baktı yolun ortasında bir kaya; sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Kan ter içinde kaldı, ama sonunda kayayı da yolun kenarına çekti.

Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı... Kese altın doluydu. Bir de Kralın notu vardı içinde..

"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir." diyordu Kral.

Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı:

"Her engel, yasam koşullarınızı iyileştirmek adına bir fırsattır…"
 
  • Beğen
Tepkiler: onurcan tokuş
(link)

Emektar öğretmen, dersini bitirip sınıftan çıkarken öğrencilerinden birinin diğerine çelme taktığını görüp onların yanına koştu. Düşen çocuk sınıfın en çalışkanlarından biriydi ve ayağı burkulduğu için sessizce ağlıyordu. Öğretmen, çocuğu yerden kaldırdıktan sonra üstünü başını temizleyip evine gönderdi ve öbür çocuğu kolundan çekerek öğrencilerin terk ettiği sınıfa soktu.

Kendisi, aynı köyün ilkokulunda yirmi yıldan bu yana hizmet vermiş, o köyden evlenmiş ve bir yuva olarak bildiği okulunu terk etmemişti. Bu yüzden öz evlatları gibi gördüğü öğrencilerin haylazlıklarını hazmedemiyordu.

Çelme takan çocuğu şiddetle azarladıktan sonra, onun korkudan tir tir titremesine aldırış bile etmeden suratına bir tokat patlattı. Tokadın şiddetinden, öğrencinin dişlerinden akan kan, öğretmenin ceketine sıçramıştı.

Öğretmen, yedi yaşındaki bir çocuğa yaptığı bu hareketten sonra hemen pişmanlık duymasına rağmen, bunun kendisine iyi bir ders olacağını düşünüyordu. Tam öğrencisini bırakıp gidecekken, çocuğun elini cebine attığını fark ederek telaşa düştü. En yakın arkadaşını düşüren bir yaramaz, öğretmenine de bıçakla veya çakıyla saldırabilirdi! Beklenmedik bu harekete karşı korunmaya hazırlanırken, küçük çocuk teyzesinin bayramda hediye ettiği mendili çıkarttı ve düştüğü yerden kalkmaya çalışırken;

"Ceketiniz kanlandı öğretmenim." dedi. "Sileyim isterseniz…"
 
(link)


Yeis öyle bir bataktır ki düşersen boğulursun.
Azmine sarıl sımsıkı, bak ne olursun!
Yaşayanlar hep ümitle yaşar,
Me’yus olan ruhunu, vicdanını bağlar.

Ey dipdiri meyyit iki el bir baş içindir.
El de senin, baş da senindir.
Kurtarmaya azmin niçin böyle süreksiz,
Sen mi yoksa ümidin mi yüreksiz?


Mehmet Akif ERSOY
 
Savasin en kanli gunlerinden biri. Asker,en iyi arkadasinin az ileride kanlar
içinde yere dustugunu gordu. Insanin basini bir saniye bile siperin uzerinde
tutamayacagi ates yagmuru altindaydilar. Asker tegmene kostu.
- Tegmenim,
firlayip arkadasimi alip gelebilir miyim?
- "Delirdin mi?der gibi bakti tegmen.
- Gitmeye deger mi? Arkadasin delik desik olmus.
- Buyuk olasilikla olmustur
bile. Kendi hayatini da tehlikeye atma" Asker israr etti. Tegmen:
- Peki.. Git o zaman ....
Inanilmasi guc bir mucize. Asker o korkunç ates yagmuru altinda
arkadasina ulasti. Onu sirtina aldi kosa kosa dondu. Birlikte siperin içine
yuvarlandilar. Tegmen, kanlar icindeki askeri muayene etti. Sonra onu sipere
tasiyan aaskere dondu:
- Sana degmez,hayatini tehlikeye atmana degmez, demistim.
- Bak hakli ciktim. Bu zaten olmus. - Degdi tegmenim " dedi asker.
- Degdi tegmenim " dedi asker.
- Nasil degdi?" dedi tegmen.
- Bu adam olmus gormuyor musun?
- Gene de degdi komutanim.
- Cunku yanina ulastigimda henuz sagdi.
- Onun son sozlerini duymak dunyaya bedeldi benim icin. Ve arkadasinin son
sozlerini hickirarak tekrarladi tegmene:

"Jim!..Gelecegini biliyordum!.." demisti arkadasi...
"Gelecegini biliyordum!....."
 
  • Beğen
Tepkiler: onurcan tokuş
(Seni diğerlerinden farksız hale getirmeye olanca gücüyle çalışan hayatla savaşın bir başladımı bir daha asla bitmez.) sorunlar yüzünden defalarca bisiklete binmeme kararı aldım,binemedim. çok pişman oldum.artık aklımdan bile geçirmiyorum.bu söz bana her sorunda yardım eder.saygılar, iyi günler(bisiklet sihirdir.)
 
Bir potansiyel çukurunda baş başa kalmak istedim her zaman seninle kuantum yasaları altında.
Oysaki başka referans sistemlerinde hep bağıl hesaplar yapmak zorunda kaldım senin için.
Yada belki uzay zamanda çok ağır davrandım, sen bu yüzden bir eğri çizdin bana.
Ben sana karşı newton kadar deterministtim oysa, sense Heisenberg kadar belirsiz.
Hayatım sana lineer bağımlı olsun istedim hep, sende ise olabildeğince bağımsız değişken.
Ben varlığımdan emindim çünkü hep seni düşündüm, sen in varlığınsa sanki hep kendinde saklı.
Olmaz bu iş biz parelel evrenlerin insanlarıyız , kavuşamayız diyorsan, şunu söyliyeyimki aynı tekillikten çoğalttı bizi evren.
Zamanın boyutunu düşün, oku terse dönerse aynı tekillikte kavuşmamız içten bile değil.
Sabırla bekliyorum şimdi hadron çarpıştırıcıyı ki doğrulansın matemetik yasaları.
Biliyorsundur ki sezgiler yasalardan önce gelir içimde bir his orda bir yerlerde olduğunu söylüyor.

:)
 
(link)

Bir ağaç altında vuruldum,
Gözlerimi kapattı iki yaprak.
Beni bundan tanırsınız;
Kan rengi güller verecek yattığım toprak...



Tüm şehitlerimize saygıyla...
 
http://i53.tinypic.com/2lv0mlf.jpg

Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu lakin bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi fakat o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve müşkülatını izah etti:

”Sevgili David,
Patates bahçemi belleyemeyeceğim için kendimi çok kötü hissediyorum.
Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.
Sevgiler,
Baban.”


Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı:

”Babacığım,
Allah aşkına bahçeyi kazma; ben oraya cesetleri gömmüştüm!
Sevgiler,
David.”


Ertesi gün sabaha karşı saat 04.00' de FBI ve yerel polis çıkageldi ve tüm sahayı kazdılar lakin hiçbir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler. Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı:

”Babacığım,
Şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım.
Sevgiler,
David.”
 
(link)

Baba ve oğul inşaat işleri yaparak geçimlerini sağlarlarmış. Baba inşaat ustası, oğul ise onun kalfasıymış. Görünüşte mutlu bir tablo çizseler de babası oğlundan çok şikayetçiymiş. Oğul durmadan birileriyle kavga ediyor, etrafındakilere zarar veriyor, babası da buna çok üzülüyormuş.

Günlerden bir gün babası oğlunu bir kenara çekerek, ona bir torba çivi vermiş. Oğul önce çok şaşırmış. Oğlunun şaşkınlığını gören babası da:

"Oğlum sana bir torba çivi veriyorum. Arkadaşlarınla tartışıp kavga ettiğin her sefer şu gördüğün tahtaya bir çivi çak." demiş.

Oğul, babasının sözünü dinlemiş, birinci gün tahtaya 37, ikinci gün 25, üçüncü gün ise 17 çivi çakmış. Günler geçip gidiyor, oğul tahtaya daha az çivi çakmak için kendini kontrol etmeye çalışıyormuş. Ve her geçen gün daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış tahtaya. Bu mutlu haberi babasına söylemiş. Babası oğlunu yeniden tahtanın önüne götürmüş ve:

"Bu günden başlayarak tartışmayıp, kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkart." demiş.

Oğul tartışıp, kavga etmediği her gün tahtadan bir çivi çıkartıyormuş. Bir gün tahtada hiç çivi kalmamış. Bunu gören baba, oğlunu yeniden tahtanın karşısına götürmüş ve:

"Aferin oğlum herkese iyi davrandın, arkadaşlarınla iyi geçindin, hiç kimseyle kavga etmedin; ama bu tahtaya dikkatli bak. Üzerinde artık çok delik var. Bu tahta asla eskisi gibi güzel olmayacak. Tartışma ve kavgada söylenen kötü sözlerin her biri tıpkı bu tahtada olduğu gibi bir yara bırakır. Bin kez özür dilesen de bu delikler kapanmaz." demiş.
 
Geri