Scudo Sports

Etkileyici hikayeler, öyküler, sözler...

BİR ANNENİN İBRET VERİCİ HİKAYESİ!!!LÜTFEN OKUYALIM!!

--------------------------------------------------------------------------------
Çocugun biri annesinden nefret ediyomuş çünkü annesinin bir gözü yokmuş.Anneside evi geçindirmek için çocugun okudugu okulda aşçılık yapıyormuş.Bir gun anne çocugunu ziyarete gitmiş sınıfa bunu gören çocuk hiç düşünmeden annesine bağırmış azarlamış ve sınıftan kovalamış.Arkadaşları onunla dalga geçmiş annenin neden gözü yok diye.
BİR ANNENİN İBRET VERİCİ HİKAYESİ!!!LÜTFEN OKUYALIM!!
Eve geldiğinde ise sen napıyosun diye annesine çıkışmış.Sen nasıl bu halinle benim sınıfıma gelirsin ölsen daha iyi demiş.Annesinin duyguları onu ilgilendirmiyormuş.Daha sonra çocuk çok çalışmış ve singapurda okumaya gitmiş evlnmiş ve çocukları olmuş.Uzun bi aradan sonra annesi oğlunu görmek için singapura evine gitmiş.torunlarını tanımıyomuş.Adam Kapıyı açmış ve annesini gören çocukları annesiyle dalga geçmiş üzerine gülmüşler.Oda sen ne hakla benim evime gelir çocuklarımı korkutursun diye çıkışmış ve yine annesini kovalamış.Annesi başı öne eğik oğlum kusura bakmayın yanlış geldim demiş ve ordan uzaklaşmış.

Bi müddet sonra okulundan mezuniyet töreni için mektup gelmiş ve adam karısına iş seyahatine gidiyorum demiş.mezuniyet töreninden sonra sırf meraktan annesinin evine gitmiş.Adam annesinin evine gelince buyuk bir kalabalıkla karşılaşmış ve evden içeri girince annesinin ölüm haberini almış.hiç üzülmemiş.Annesi oğluna verilmesi için bi mektup bırakmış.

Mektup ta şöyle yazıyormuş."Büyüyene kadar sana utanç kaynağı oldugum için üzgünüm.Oğlum mezuniyet törenine geliceğini duyunca çok sevindim belki seni görmeye ömrüm olmaz kalkamam bu yataktan.Evine gelip çocuklarını korkuttuğum için özür dilerim.Biliyomusun oğlum sen küçükken bi kaza geçirdin ve gözünün birini kaybettin annen olarak buna dayanamazdım ve gözümün birini sana verdim.benim gözümle guzel şeyler gördüğün için Seninle gurur duyuyorum....sevgilerimle ANNENNN

ARKADAŞLAR LÜTFEN ANNELERİMİZİ İHMAL ETMEYELİM ONLARA SAHİP ÇIKALIM..
CENNET ANALARIMIZIN AYAKLARI ALTINDADIR.....
 
Scudo
Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğlunu anlatır:

(link)


Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.

Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.

Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi… İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir " 0 " ve "Dersten sonra beni gör!" uyarısı vardı. "Neden 0 aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk. "Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi hocası…

"Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız." dedi ve ekledi:

"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."

Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı. "Oğlum" dedi babası, "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim..."

Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına ve şöyle dedi:

"En güzeli siz verdiğiniz notu değiştirmeyin öğretmenim, ben de hayallerimi..."
 
(link)

Günlerden bir gün bir baba ve zengin ailesi oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek... Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler. Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu:

- İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"
- Evet...
- Ne öğrendin peki?
Oğlu cevap verdi:
- Şunu gördüm; bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar.

Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi, "Teşekkürler baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!"
 
Bir gün çok zengin bir adam oğlunu yanına alarak, insanların ne kadar fakir olabileceğini gÖstermek için onu bir kÖye gÖtürdü. çok fakir bir ailenin evinde bir gün-bir gece geçirdiler. Şehre dÖnerken baba oğluna sordu: "Yolculuğumuzu nasıl buldun?" "çok güzeldi babacığım" diye cevap verdi oğlu. "İnsanların ne kadar fakir olabileceğini gÖrdün değil mi?" "Evet." "Peki ne Öğrendin?" "Şunu gÖrdüm" dedi oğlu: "Bizim evde bir kÖpeğimiz, onların dÖrt kÖpeği var. Bizim evde bahçenin yarısına gelen bir havuzumuz var, onlann kilometrelerce uzunluğunda dereleri var. Bizim bahçede ithal lambalarımız, onlann yıldızlan var. Bizim taraçamız Ön bahçeye kadar, onlarınki ise ufka kadar uzanıyor." Ufaklık konuşurken, babası şaşkınlıktan tek kelime bile edemedi. Ve çocuk ekledi: "Ne kadar fakir olduğumuzu gÖsterdiğin için, teşekkür ederim babacığım!"
 
(link)

Bir dolar, seksen yedi sent. Hepsi bu kadardı. Della parayı dikkatlice tekrar saydı. Hata yoktu. Her gün, dükkanlara gittiğinde, fazla para harcamadı. En ucuz eti ve en ucuz sebzeleri aldı. Bu çok yorucuydu –en ucuz yiyeceği bulabilmek için dükkanların etrafında dört saat boyunca dolaşıyordu. Mümkün olan her senti biriktirdi. Sadece bir dolar, seksen yedi sent. Ertesi gün Noel’di ve onunla ilgili hiçbir şey yapamıyordu. Bu yüzden orada, küçük odasında oturdu ve sessizce ağladı.

Della New York’taki bu küçük fakir odada eşi James Dillingham Young ile birlikte yaşıyordu. James (arkadaşları arasında Jim derlerdi) şanslıydı çünkü bir işi vardı, ama iyi bir iş değildi. Zaman kötüydü ve Della için iş yoktu. Fakat Jim eve geldiğinde, Della onu kollarıyla sarardı. Ve bu iyiydi.

Della Jim’e bir Noel hediyesi almak istiyordu –ona olan sevgisini gösterecek gerçekten iyi bir şey. Aniden aynaya doğru koştu ve güzel, uzun saçlarına baktı. Ardından eski kahverengi şapkasını ve ceketini giyerek çabucak şehre gitti.

Üzerinde “Kuaför Madam Eloise” tabelası olan kapıya geldiğinde durdu. İçeride kısa, şişman bir kadın vardı. “Saç alıyor musunuz?” diye sordu Della.
“Alıyorum” diye cevap verdi Madam. “Şapkanı çıkart ve bana saçını göster” dedi. Madam yavaşça saçlarına dokundu. “Yirmi dolar” dedi.
“Çabuk! Kes. Bana parayı ver!” dedi Della.

Sonraki iki saat çabucak geçti. Della mutluydu çünkü elinde Jim’e alacağı hediye için para ile birlikte dükkanlardaydı. Sonunda onun için mükemmel hediyeyi buldu. Jim’in tek bir özel şeyi vardı. Onun, bir zamanlar babasına, ondan önce de büyükbabasına ait olan güzel bir altın saati vardı. Jim bu saati severdi ama zinciri yoktu. Della altından olan saat zincirini görünce, bunun Jim için uygun olacağını düşündü. Yirmi bir dolar tuttu.

Della seksen yedi sentle birlikte heyecanlı bir şekilde eve koştu. Vardığında, aynadaki kısacık saçına baktı. “Tanrım! Tıpkı bir okul çocuğuna benzedim. Jim beni gördüğünde ne diyecek?” dedi.

Saat yedide Jim eve geldi. Gözleri Della’nın üzerindeydi. Della onun yüzüne bakamadı. Jim kızgın veya şaşkın değildi. Sadece Della’ya bakıyordu ve Della tereddüt içinde ona doğru koştu.
“Jim, bana öyle bakma! Saçımı sattım çünkü sana bir hediye almak istedim.”
“Saçını mı sattın?” dedi sessizce.
“Evet, söyledim ya. Ama endişelenme çabuk uzar. Ama beni artık sevmeyecek misin yoksa Jim?”

Jim aniden kollarıyla Della’yı sardı. “Seni seviyorum Della. Saçlarının uzun veya kısa olmasının önemi yok. Ama aç bunu. O zaman başta niçin üzgün olduğumu anlayacaksın.”
Della heyecanla hediyeyi açtı. Ardından küçük bir mutluluk çığlığı attı. Ama bir saniye sonra mutsuzluk feryadına döndü. Güzel saçları için taraklar vardı. Bu güzel ve pahalı tarakları vitrinde gördüğü ilk an onları istemişti. Şimdi onundu ama artık saçı yoktu! Della onları elinde tuttu ve Jim'e baktı. Gözleri aşk doluydu.

Daha sonra Della’nın aklına geldi. Jim’in hediyesini getirmek için koştu. “Güzel değil mi Jim? O güzel saatini ver de onu yeni zinciriyle görelim!” dedi.
Ama Jim oturdu ve gülümsedi.
“Della, görüyorsun. Taraklarını almak için saati sattım.”
 
...çocuk evden kaçardı ve bisiklete binerdi/
bir bisikletle tüm çocuklar barış’a firar ederdi...
 
(link)

Adam yeni kamyonuna bakmak için evinden çıktığında, üç yaşındaki oğlunun gayet mutlu bir biçimde elindeki çekiçle kamyonunun kaportasını mahvettiğini görmüş. Hemen oğlunun yanına koşmuş ve çocuğun eline çekiçle vurmaya başlamış. Biraz sakinleşince oğlunu hemen hastaneye götürmüş. Doktor, çocuğun kırılan kemiklerini kurtarmaya çalıştıysa da elinden bir şey gelmemiş ve çocuğun iki elinin parmaklarını kesmek zorunda kalmış.

Çocuk ameliyattan çıkıp gözlerini açtığında, bandajlı ellerini fark etmiş ve gayet masum bir ifadeyle, “Babacığım, kamyonuna zarar verdiğim için çok üzgünüm.” demiş ve sonra babasına şu soruyu sormuş:
“Parmaklarım ne zaman yeniden çıkacak?"

Babası eve dönmüş ve hayatına son vermiş...
 
@Serkan Çoban

çok etkilendim evet ibret verici mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi o yalan bu yalan hadi birazda sen oyalan diyen o yunus emrem 100 lerce yıl önce söyledi bunları
ne değişmiş dünyada hiç bir şey maddeci dünya maddiyatçı dünya
maddeye tapacak duruma geldi yok yeni otomobil yok yeni bir teknoloji aleti yok plazma tv idi değildi yok jakuzi banyo idi değildi yok cep telefonu yok bilmem ne
tv lerde oturum esnasında adama laf ettirmezler ondan sonra bir dakika reklam vereceğiz derler sıkıntı bastı artık milleti manyak yaptılar kredi kartlarını millete dayadılar bankalar önüne açılan standlar yoldan geçenleri avladılar sonrada intiharlar bu ülkede epey kredi kartı borcu olan vardır herhalde
aza karar çoğa zarar
herşey fanidir bizde öyle o vakit maddeye takılmadan bir gün toprak olacağımızı bilerek yaşamak ,yaşamayı yakalamak etrafımızda bizi biz olmaktan alı koyan maddelere karşı uyanık olmak onların esiri olmadan yaşamak gerekirse bisikletinde esiri olmadan yaşamak sadece nefes alıp verdiğimiz bu dünyada
bir gün nefesimizin biteceğini bilmek
 
Söyledikleriniz öyle doğru, öyle gerçek ki ekleyecek pek fazla şey yok doğrusu Kudret Bey.
Değindiğiniz konular tam da günümüz insanını anlatıyor. Hepimiz kapitalist düzenin 'madde bağımlıları' olmuşuz adeta. Maddecilik bizi öyle sarmış ki çoğu zaman bunun farkında bile değiliz. Cep telefonlarımıza, bilgisayarlarımıza, televizyonlara öyle bağımlı hale gelmişiz ki onlarsız hayat devam etmeyecekmiş gibi hissediyor birçoğumuz.
Oysa bundan yıllar yıllar öncesi bu saydıklarımızın ve daha birçoklarının adı bile yoktu. O zaman insanlar daha mı mutsuzdu? Cevap veriyorum;
"Hiç sanmıyorum!"
 
@Serkan Çoban

valla dostum serkan ben bu dünyadan sıkıldım artık şöyle uzaklarda bir yerde bir kabile yaşantısına doğru mu gitsem yada amerikaya mı gitsem kızılderili amcalara takılsammı diye düşünüyorum yada efsanevi siyulara onların olduğu kasabalara yada bölgelere şehirlerden ırak kasabalardan birine küçük bir yerleşim bölgesinde kızılderililerin çok olduğu yeremi gitsem onlara toprak işinde yardımmı etsem böyle hayaller kurmaya başladım gene
bazen rahatlıyorum hayal kurarak ama hayallerimin esiri olmuyorum
fakat bir gerçek varsaki kendimi terbiye ettim artık yaşlandım yarı nirvanaya ulaştım belkide
aza karar çoğa zarar diyerek
evdeki tüm eskiyen teknolojik aletlerden kurtuldum hepsini ikinci elden sattım
bir adet traş makinesi kafamı traşlamak için ,biradet 37 ekran tv ,biradet ps2
bir adet mp3 ve 10 yıllık compaq pentium ikili bilgisayar ve elektrik süpürgesi
başkada elektronik alet olarak küçük bir adet buzdolabı büro tipi aslında bir kızılderili gibi yaşıyorum
şohben yok fırın ise doğal gazlı çamaşır makinesi yok öyle fazla giyim eşyasıda sevmem açıkçası
ayakkabı ise fazla yok sevmem allah allah diyebilirsin hocam sen yaşıyormusun diye valla şimdiye kadar yaşadım bundan sonrada yaşarım evlenmedim çocuğumda yok mutlumusun dersen karnım doyduğu vakit mutluyum tek korkum aç kalmaktı yaşamda ama bu gereksiz bir korku bunu anladım
komik bi aralar kafayı buna takmıştım ya ilerde aç kalırsam şimdi beni ilerde bekleyen hastalıklara bile kafayı takmıyorum açıkçası hasta hasta bisiklete binerim öylede deliyim ben bu karbon artık son bisikletim çok paramı yedi ama buna değdi 10 kilo 370 gram benim ferrarim onunla ruhum çoşuyor ve benim meditasyonum terapim o evet madde o ama ne madde bence insanoğlunun en büyük icadı bisiklet evet bisiklet

not
kızılderililerden tek farkım onlar ata biniyorlardı ben bisiklete benim atım o
ama bir gün atım olursa bisikleti bırakırım

siyuların çok sevdiğim bir geleneği vardır eğer herhangi bir şeyi çok beğendiysen senin için en kıymetli olan şeyi vereceksin bu en güzel takas biçimi bana göre ama günümüz insanı bunu bile başaramaz
 
@Kudret Kurtcebe


Kudret Bey,

Sizi geç tanıdım ama sevdim. Hayata bakışımız oldukça benziyor doğrusu...
Bu gibi hayalleri ben de sık sık kurarım. Dediğiniz gibi hayal belki ama yine de insanı anlık da olsa rahatlatıyor.
Tüm o teknolojik aletleri satıp öylesine sade bir yaşamı tercih etmeniz de çok güzel. Bunun hayalini de sık sık kurarım. Özellikle cebimde telefon olduğu zamanlarda büyük rahatsızlık duyarım. Ama maalesef çevremizin istekleri, onların sorumluluğu doğrultusunda bu gibi şeylere zorunlu kalıyoruz belki de. Bilmiyorum...

Sioux kabilesine gelince...
Kızılderililer ve onların yaşam biçimleri hep ilgimi çekmiştir. Hatta şu anda okuduğum bir kitaptan Sioux Kabilesi Reisi’nin beyaz adamın Kızılderili topraklarını “Vahşi Batı” olarak adlandırmasıyla ilgili yaptığı konuşmadan sizin için alıntı yaptım;

(link)

Büyük geniş ovaların, güzel tepelerin, kıvrılarak akan ırmakların “vahşi” olduğunu düşünmüyorduk biz. Yalnızca beyaz adama göre doğa “vahşiydi” ve yalnızca ona göre toprak, “vahşi” hayvanlarla “vahşi” insanlar tarafından istila edilmişti. Bizim için doğa vahşi değildi. Toprak cömertti, etrafımız Yüce Gizem’in bize verdiği nimetlerle doluydu. Bizim için doğa, ancak doğudan kıllı adamlar gelip de gaddarca bir coşkuyla bize ve sevdiğimiz insanlara onca haksızlığı yaptığında “vahşi” oldu. Ormandaki bütün hayvanlar onun yayılmasından kaçmaya başladığında –işte ancak o zaman bizim için “Vahşi Batı” başladı.

Sioux Reis Luther Dinelen Ayı

_______________

Yaşam tarzınıza hayran kaldım kısacası! İstanbul'da olsaydım sizinle sık sık görüşürdüm emin olun. Hatta bu yıl, yanlış hatırlamıyorsam ocak ayında, bir kez İstanbul'a gelmiştim. Kadıköy meydanında bir yerde kahvaltı yaparken dışarıda ışıklarda bir bisikletli gördüm. Hafiften yağmur yağıyordu ve hava soğuktu. Buna rağmen ışıklarda duran arabaların arasında tıpkı atına binmiş bir Kızılderili gibi aheste aheste kıvrılarak gidiyordu. Sanırım o kişi sizdiniz bilmiyorum...
 
GERÇEK DOST NASIL BELLİ OLUR(İBRET VERİCİ BİR HİKAYE)

Genç adamın biri,
Dermiş babasına her gün;
'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi'
Baba, itiraz eder,
Olmaz öyle çok dost, hakikisi
Belki bir, belki iki,
Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...
Devam eder durur konuşma...
Aralarında başlar bir tartışma,
Karar verirler bir sınava,
Dostun hakikisini anlamaya...
Bir akşam bir koyun keserler,
Ve koyarlar çuvala.
Baba der ki oğluna,
'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'.
Çuvaldan kanlar damlamakta,
Sanki öldürmüşler de bir adamı,
Koymuşlar çuvala,
Dıştan böyle sanılmakta.
Delikanlı sırtlar çuvalı,
Gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı.
O dost, bakar ki bir çuvala hem de kanlı,
Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına,
Almaz içeri arkadaşını,
Böylece tek tek dolaşır delikanlı,
Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını.
Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır.
Evlat geriye döner ama içten yıkılır...
Babasına dönerek; haklıymışsın baba ' der.
Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana.
Baba 'hayır Evlat 'der, benim bir dostum var bildiğim.
Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona.
Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar.
Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar...
Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir.
O dost, delikanlıyı alır hemen içeri.
Geçerler arka bahçeye. Bir çukur kazarlar birlikte,
Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye,
Üzerine de serpiştirirler toprak.
Belli olmasın diye dikerler sarımsak...
Genç adam gelir babasına;
'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca,
Babası; 'daha erken, o belli olmaz daha.
Sen yarın git O'na, çıkart bir kavga,
Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona,
işte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi.
Sonra gel olanları anlat bana...'
Genç adam, aynen yapar babasının dediğini,
Maksadı anlamaktır dostun hakikisini,
babasının dostuna istemeden basar iki tokadı!
Der ki tokadı yiyen DOST;
'Git de söyle babana, biz satmayız Sarımsak tarlasını
böyle iki tokada'!
Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni sevmeli...
Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana sarılmalı...
Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı...
Dost dediğin; fanatik olmalı;
Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli.
Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli,
Ve ağladığında, seninle ağlamalı...
Ama hepsinden daha çok; Dost matematiksel olmali;
Sevinci çarpmalı...
Üzüntüyü bölmeli...
Geçmişi çıkarmalı...
Yarını toplamalıi...
Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı...
Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı...
İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...
 
Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi
ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü.

Kendi kendine:

İçinde hangi yiyecek var acaba ?" diye
düşündü.

Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu
anladığında yıkılmıştı

"Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!"
diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı.

Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve
bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı:

"Zavallı farecik...Bu senin sorunun benim değil.
Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın" dedi.

Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla
koyunun yanına koştu ve,

"Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı
var!" diye adeta çırpındı.

Koyun anlayışla karşıladı ama,

"Çok üzgünüm fare kardeş ama dua etmekten başka
yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol"
dedi.

Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve ,

"Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı
var!" dedi.

İnek ;

Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni
ilgilendirmiyor." dedi.

Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü.
Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda
olduğunu
anladı.

O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı. Minik
farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir
ses duyuldu.Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanınından
geliyordu.

Çiftçinin karısı, ne yakalandığını
görmek için
yatağından fırladı ve mutfağa koştu.

Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun
kısıldığını fark edememişti.

Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden
çiftçinin karısını ısırdı.

Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü. Doktor,
zehiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının
ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde
kıvranıp duruyordu.

Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu
herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu.

Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine
geldi. Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler.

Onlara ikram etmek için çiftçi koyununu
kesti.

Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli
ki çok zehirliydi.
Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü.

Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et
sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı.

Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki
deliğinden izledi.

Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike
ile karşı karşıya ise tehlike bir gün hepimiz içindir unutmayalım
 
merhaba yazılarınızın bazılarını okudum hepsi çok güzel.ben bir söz yazmak istiyorum çok anlamlı bir söz benim hep aklıma gelen bir söz.Orhan Gencebay'ın Benim dünyam adlı eserinde geçen bir söz
"Sevilmek Ümidi Sevmekten Beter" bilmiyorum hoşunuza gidermi ama benim çok etkilendiğim bi söz.
 
@Niyazi ALTUN


Bu zaten konuda vardı ama yine de teşekkürler. :rolleyes:




@murat yayla


Sevilmek ümidi sevmekten beter.
Bizim için sorun değil, senin beğenmen yeter :in:
 
Büyük geniş ovaların, güzel tepelerin, kıvrılarak akan ırmakların “vahşi” olduğunu düşünmüyorduk biz. Yalnızca beyaz adama göre doğa “vahşiydi” ve yalnızca ona göre toprak, “vahşi” hayvanlarla “vahşi” insanlar tarafından istila edilmişti. Bizim için doğa vahşi değildi. Toprak cömertti, etrafımız Yüce Gizem’in bize verdiği nimetlerle doluydu. Bizim için doğa, ancak doğudan kıllı adamlar gelip de gaddarca bir coşkuyla bize ve sevdiğimiz insanlara onca haksızlığı yaptığında “vahşi” oldu. Ormandaki bütün hayvanlar onun yayılmasından kaçmaya başladığında –işte ancak o zaman bizim için “Vahşi Batı” başladı.

Sioux Reis Luther Dinelen Ayı


bu düşüncelerin altına imzamı atarım ilk kez kızılderililerin derisini beyazlar yüzmüştür bu olayı gören kızılderililer kısasa kısas demişlerdir ispanyollar yerlileri altın madenlerinde çalıştırıyorlardı altını bulamadıkları zaman yerlilerin çaldığını zanneden ispanyollar sözde ibret olsun diye yerlilerin bir ellerini kestiler onlarda kısasa kısas diyerek savaş açtılar ispanyollar küba yerlileri karşılaştı o meşhur kolomb onlar için şöyle dedi bunlar savaş nedir bilmiyorlar bir ordu ile bunları köle yaparım adamın zihniyetine bak kolomb katildir ama gel gelelim batı tarihçileri ona kahraman der bu küba yerlilerin azteklerle ve inkalarla ilgisi yoktur kuzey amerika kızılderilileri ise farklı 500 kabileden meydana gelir bu kabileler kendi aralarında etnik grublara ayrılır en sevdiğim en efsanevi en savaşcı kabile çirakua apaçileri diğer apaçi kabileleri çirakualara son derece saygı gösterirlerdi efsanevi şaman şavaşçısı goyatlay
meksikalılar ona geronimo diyordu hem meksika ordusu ile hemde abd ordusu ile tam 25 yıl savaştı ve onu yenemedi sevgili abd ordusu ve meksika ordusu bir gerilla gibi savaştı adamlarıyla geronimo toprak simsarlarının işine gelmiyordu geronimoyu topraklarından etmek istiyorlardı ve geronimo direndi meksika ordusu karısını çocuğu öldürmüştü o da çoluk çocuk demeden öldürdü meksikalı çiftçi ailelerini kurşuna dizdi amerikan çiftçi ailelerinide onları işgalci görüyordu apaçi topraklarında amerikan süvari birliğine çok büyük kayıplar verdirmiştir aynı şekilde meksika ordusunada çünki imanla savaşan bir kabileyi durdurmak güçtür geçit vermeyen ulaşılması zor dağlarda bir kaç kadın çoluk çocukla ve son kalan 35 savaşcısı ile son ana kadar direndi sonundaona iletilen bir haberle eğer teslim olmazsa tüm apaçi kabilelerinin yok edileceğini öğrendi ve teslim oldu
abd hükümeti onu asamadı bile onca abd askerini öldürmüşbir şaman savaşcısını asamadı abd
rezervasyonlarda öldüğü söylenir bir rivayete göre onu pencereden aşağı atıp öldürmüşler
general custer meşhur generali abd tarihçileri kahraman gösterirbu general kara kazanın köyünü yapılan anlaşmalara rağmen çoluk çoçuk demeden
topa tutmuştur onun sonunu oturan boğagetirmiştir efsanevi siyu lideri tatanka yotanka arapaholar ,siyular ve çeyenler ortak bir hareketle general custer ın peşine düşerek ordusunu sıkıştırıp en son adama kadar öldürmüşlerdir en sona custer ı bırakmışlardır

ne kadar ok mızrak kurşun varsa custer ın vücuduna denk gelmiştir feci şekilde öldürülmüştür bu çocuk katilinin sonu böyle olmuştur abd generalini kurtaramamıştır bir siyulu kadın parçalanmış generalin bıçakla kalbini çıkarmış o an 3000 savaşçısın çığlığı göğe yayılmıştır evet tarih ibretlerle doludur haksızlık yapanın asla yanına kalmaz

o gördüğünüz kişi belkide benim pek bu mega köyde kızılderililik olmaz ama insan kendini terbiye edebilir aza karar çoğa zarar diyerek
 
(link)


Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem; yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar....
Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85'imdeyim ve biliyorum...
Ölüyorum...


Jorge Luis BORGES
 
Bu hikaye çok etkilemişti beni gerçekten harika:

Bir gün Avrupa'nin ünlü sanat merkezi kentlerinden
birinde gezen

çocugun biri bir vitrinde çok hos bir tablo görür. Tablo bedeli
oldukça pahalidir.

Çocuk bu tabloyu bir sonraki sene abisinin dogum gününe
almayi ister ve bir is bulup kit kanaat geçinerek biriktirdigi tüm para ile
magazaya gider.

Sanslidir tablo hala satilmamistir. Içeri girer ve tabloyu
bir süre yakindan izledikten sonra resmi yapan sanatçiyi bulur ve

"Abimin dogum günü için bu resmi satin almak istiyorum, tüm paramda bukadar"
der.

Ressam birsüre düsündükten sonra. Resmi paketler ve resmi satar. Çocuk paketini alir ve tesekkür ederek çikar.
Magazada adamin arkadaslari da vardir ve saskin saskin
sorarlar: "Sen ne yaptin o resmin degeri milyonlar ederdi. Neden bu
kadar cüzi bir rakama sattin?"
Adam cevap verir:
"Evet
ben bu resme milyonlarini verecek bir sürü insan
bulabilirdim, ancak
tüm servetini bu resme verecek kaç kisi bulabilirdim?..."
"Günümüzde insanlar her seyin fiyatini biliyor, fakat hiçbir
seyin degerini bilmiyorlar."

Nasıl :)
 
(link)
Tuna nehri akmam diyor
Etrafımı yıkmam diyor
Şanı büyük Osman Paşa
Pilevneden çıkmam diyor.

Düşman Tunayı atladı
Karakolları yokladı
Osman Paşa nın kolunda
Beşbin top birden patladı


(link)
Bülbülüm altın kafeste bülbülüm altın kafeste
Öter aheste aheste öter aheste aheste
Ötme bülbül yarim haste ötme bülbül yarim haste
Ah neyleyim şu gönlüme hasret kaldım sevdiğime

Ben sana dayanamam yarim ben sana aldanamam
Ben sana dayanamam yarim ben sana katlanamam
Bülbülleri har ağlatır
Aşıkları yar ağlatır

Ben feleğe neylemişim
Beni her bahar ağlatır
Ben sana dayanamam yarim ben sana aldanamam
Ben sana dayanamam yarim ben sana katlanamam



Bu sıcakta başörtüsüne nasıl dayanılır, kızım ? Sorusuna, Mısırlı bir müslüman kız, şu âyetle cevap vermiş:

''De ki: Cehennem ateşi daha sıcaktır"


Hz. Muhammed (s.a.v.) Buyurmuş ki: "Sıcak günlerde oruç tutmak cihattır"


Aldığımız Nefesi Bile Geri Veriyoruz; Demek ki Hiçbir Şey Bizim Değil
...
 
Geri