tüketim konusunda yazılanların bir çoğuna katılıyorum, deliler gibi tükettiğimizin, gereksiz bir çok şeyi harcadığımızın hepimiz az çok farkındayız. bu konuda savaş vermek de son derece vicdani. insan dediğimiz varlık konforu seviyor, organizma daha az eforla daha çok sonuç elde etmeye evrilmiş galiba ve imkanları sonuna kadar sömürmek insan doğasına pek de aykırı değil. amaaaa bunu kabul ediyorsak insanın bütün bilincini ve vicdanını çöpe atıp, salt leş parçalama mücadelesi veren sırtlanlarla aynı kefeye koyuyoruz. sırtlanlar arasında cinayet olmaz, meşruiyet diye bir şey de olmaz, ahlak diye bir şey de olmaz, dolayısıyla "kötü" diye, "yanlış" diye bir şey de olmaz. evet tüketmemek daha çok vicdanla, adaletle, empati ile ilgili. ne kadar kaçmaya, ne kadar reddetmeye çalışırsak çalışalım, ahlaki bir hayvanız, varoluşuna anlam arayan bir varlığız, empati yapabilen, dünyanın öbür ucunda olan bir olaydan duygusal olarak etkilenebilen, hiçbir zaman görmediğin ve görmeyeceğin yerlerde yaşayan hiçbir zaman tanımadığın ve tanımayacağın insanların yaşadıkları acıları hissedebilen ve onların acılarından dolayı acı çekebilen bir varlığız. vicdan da tam olarak burada başlıyor. işte tüketmek konusunda vicdana dayanmamın sebebi de tam olarak bundan. ve evet bir yerlerde bir yanlış olduğunu görmek işe başlamak için yeterli de.
arabaya binmeyip bisikleti öne çıkarmak, mümkün olduğu kadar tüketmemeye gayret etmek bu vicdansızlığa çomak sokmak demek, görüp arttıranlara saygı sonsuz ama en azından arabayı hayatımızdan mümkün olduğunca çıkarmak bile bizim gibi belirli bütçeli bir sınıf için oldukça önemli ve küçümsenemeyecek bir adım. böylesi önemli bir konuyu başlatan ahmet kardeşime ve bu konuya ilgi duyan tüm dostlara da saygılar.