En sevdiğim rotada başka birinin daha bir macera yaşamış olması muhteşem.
demek biri daha tireboluda tam yol ayrımındaki markete hışımla dalıp muz soda vb alıp kaçarcasına uzaklaşmış, karanlık güvenlik tünelini dehşet içinde geçmiş, ardından gelen tünelleri saymakla bitirememiş, benim duvarında patladığım isimsiz tünelin girişindeki köpeklerden nasibini almış ve karanlık virajında yeter artık demiş, torul yol ayrımına ulaştığında çocuklar gibi sevinmiş ama zigana rampasında su kaynatınca sevinci kursağında kalmış, tünele ulaşmasının ardından karanlık ve ıslak zigana tünelinde büyük dizellerin kabuslardan fırlamış yankılarıyla rüzgara karşı pedallamış, inişte yorgun ve ıslak bedeni soğuktan konuşamaz hale gelmiş, dik yokuş bittiğinde sahile daha 30 km rüzgara karşı pedallamak zorunda kalmış, hatta sahile indikten sonra yolu hala bitmemiş.
bisiklet ağır, lastikler tırtıllı

, pedallar kilitsiz, yol ilk defa geçiliyor..
Büyük bir macera olmuş gerçekten.
2002 yazında 110 km mesafedeki uzungöle gidip geldikten sonra her zaman hayalini kurduğum zigana-kürtün-tirebolu-trabzon rotasını yapacak gücüm olduğuna kanaat getirdim. Sonra karaca mağarası,gümüşhane vb turlarında torul-tirebolu vadisinde rüzgarın denizden çılgın bir hızla estiğini farkettim. Rotayı ilk planın aksine sahilden gidip ziganadan dönmenin daha doğru olacağını düşündüm. Sahil yolunun çoğu o zaman tek şerit olduğundan sabah erken geçmekte daha avantajlıydı.
Bisiklet 14 kiloydu ama lastiklerim fazla hava vurunca iyi kaçan cinstendi, pedallarda spd olduğundan ağırlık hariç fazla sıkıntım yoktu.
Neyse sabah 6 gibi ben vurdum sahil yoluna. ne kask var ne gözlük tabii o zaman bende, bir şapka var sadece. trabzon-tirebolu arasındaki 100 km'yi kafadan rüzgarı yiye yiye ve tek şerit yolda stabilizeye gire çıka 4 saatte aldım. 10:30'da köşedeki marketten malzeme alırken yorgunluktan tükenmiştim sanki. Geri dönmek söz konusu değildi, o saatten sonra sahil yolunda bir 100 km daha gitmeye cesaretim kalmamıştı.
Neyseki tirebolu-torul arasında rüzgar arkadandı ve yol bomboştu.
güvenlik tüneliyle ilk karşılaştığımda mevzuyu tam kavramamıştım tabii. 2 km çok gelmedi zira defalarca geçtiğim zigana tüneli neredeyse bu kadardı. oysa zigana nadiren ışıksız kalıyordu ve arabaların ışığıyla yolu kestirebiliyordum. Girdim tereddütsüz güvenlik'e

. girdim de ilerledikçe karanlık artmaya girişten net görünen çıkış iğne ucu kadar görünmeye başladı. tek baz alacağım hedef resmen nokta kadar bir ışıktı, başka görünen tek nokta bile yoktu. lastiğe türlü malzeme denk geliyordu ama sadece seslerini duyuyordum, su, çakıl, çukur vb. O dehşeti ve heyecanı anlatmak mümkün değil ancak sen, ben ve başka biri varsa aynı şeyi deneyen o anlar ne olduğunu.
Çıktım güvenlikten ama bende ne hormon dengesi kaldı ne birşey. Sonraki tüneller güvenlikten sonra çerez geldi tabii, o uzunluğu belli olmayan tünel 1300 metre bu arada.
Kürtüne geldiğimde enerjim bitmiş ve açlıktan çökmüştüm. En yapılmayacak şeyi yaptım ve lokantada pilav, dolma, türlü yedim. Yola çıktığımda 500 metre sonra artık bunun bisiklet macerası değil ölüm kalım mücadelesi olacağını anladım. Torul kavşağına geldiğimde saat 15:30 olmuştu diye hatırlıyorum. Kavşaktan önceki son virajı tanıdığımda nasıl sevindiğimi anlatamam.
Yazım yanlışı yaptıysan yada not alırken elin sürçtüyse kavşaktan tünele 28 değil 18 km var, ilk 3 km tatlı rampa sonra biraz dikleşir 2 km sonrada 3 şeritli asıl 13 km'lik tırmanma başlar. Bu tırmanmanın son 3 km'si en dik yeri ve denizden esen sert rüzgara karşı olduğundan adamı doğduğuna pişman eder.
O gün rampaya vurur vurmaz benim motor su koyverdi. Öyleki 13 km'lik tırmanmaya başlayana kadarki 5 km'de 1 saat geçmişti bile. Karanlığa kalıp kurda kuşa yem olma korkusuyla zorluyordum kendimi ama 1. viteste bir 5 km daha tırmandıktan sonra artık 10 dk pedallıyor 5 dk duruyordum. Biraz sonra 5 dk pedallıyor 10 dk duruyordum. Bir süre sonra pedallayamaz olup yürümeye başladım. 5 dk yürüyor 10 dk yatıyordum. yürüyerek biraz ilerledikten sonra bisiklete binmeme engel olan kas ve deri acılarım biraz dinince yine pedallamaya başladım. son 2 km kala yolun kenarındaki bir çakıl yığınına uzanıp hayatımın en konforlu yatağında rüzgara arkamı dönüp gözlerimi kapadım. yana dönmüş gövdemdeki taş gibi hissettiğim midemden acı bir sıvı ağzımdan birkaç kere boşaldı. Acılığı umursamadan hayatımın en tatlı uykusundan ay ışığındaki yolun yansıması ve karanlıktaki tepelerin gölgesiyle sıçradım. etrafın hala aydınlık olduğunu ve bir an için daldığımı farketmem hayatımın en güzel sürprizi oldu o an. o korkuyla bisiklete binip yarım saatlik pedallama ve mola serisiyle saat 19:30 gibi tünele çıktım. Ben de satıcıdan aldığım kömeyi yiyip zorlu tünel geçişine hazırlandım. ben geçerken tünelin çoğu aydınlık olduğundan tek engel acımasız rüzgarın sırtımdaki ıslak tişörtü dondurması ve beni geri itmesi oldu. Tüneli 10 km ortalama hızla 15 dk gibi bir sürede geçtim. Çıkışta yoğun sis ve çise altında beklemeden hemen inişe geçtim ama böyle üşüme görmedim arkadaş

açlık ve yorgunluk ıslak bedenle birleşince o duman-tise (sis-çise) artık etimi değil kemiklerimi dondurdu. Artık acıdan ağlayacak kadar üşüyünce ve ellerim gidonu tutamaz olunca yavaş inen yüklü bir kamyonun arkasına sığındım. Biraz olsun rüzgar perdelemesi sayesinde buluttan çıkana kadar aşırı üşümeden nisbeten sıcak rakıma kadar kamyonun yarım metre arkasında indim. Yolun kenarında durduğumda kollarım üstüne yatılıp uyuştuktan sonra kan giderken oluşan hissin aynısıyla kendilerine geldiler. hemen bisiklete binip ilerlemeye başladım zira hava kararmaya başladı ve eve daha 40 km vardı. Az sonra kaçınılmaz gerçekleşti ve maçkaya girerken o Trabzon 28 km levhasının yakınında hava tamamen karardı. Küfürü hakedecek şekilde yoldaki tek aydınlık yer 330 metrelik maçka tüneliydi
Gözümü alan farlar, yolu defalarca geçmenin güveniyle körlemesine girilen çukurlar, dibimde iken beni farkedip son anda sıyıranlar derken bir 15 km daha gitmiştim ki bisikletin fazla konforlu olduğunu farkettim. Ve acı gerçek arka lastik patlamıştı. Yol kenarında bir benzinliğe çekip medeniyetin son ışığında lastiği söktüm. iç lastiği benzinliğin pompasıyla şişirip patlağı dinleyerek buldum ve yapıştırdım. Aynen geri takıp sıkı bir hava vurarak yola koyuldum. Sahile indiğimde saat 22:00 olmuştu bile. şimdi 5 km tırmanıp eve gitmek gerekiyordu. sürünerek bir 3 km çıkmışken yol kenarına yıkılıp bu sefer harbiden kustum. yakındaki bir bahçede yerini bildiğim musluktan elimi yüzümü yıkayıp tekrar bisiklete bindim. sahilden eve 1 saatte çıktım; saat 23:10 iken kendimi banyoya attığımı hatırlıyorum.
Boğazım midem birşey kabul etmiyordu, su bile içemiyordum. Biraz uzandıktan ve vücudumdan korkutan çarpıntı, ısınma, soğuma, nefes gitmesi-gelmesi, kaşınma vb gibi efektler izledikten sonra gece yarısıyla birlikte önce biraz su, sonra tuzlu ayran, iki vitamin hapı ile başlayan ve gece 4'te tok ve kendimde olarak yatmamla biten bir kurtarma operasyonu yaptım.
yarım yamalak 272 km yol yapmıştım ama hayatımdaki en korkunç yorgunluk olduğuna da emin olmuştum. Daha kötüsü olamazdı.