Scudo Sports

Arı ve arı ürünleri antrenmandan sonra en iyi besin kaynağı

@Mert E.

asıl vurgu yaptığınız yerleri belirtin ki açıklama mı ona göre yapayım.
iş başa düştü bir konu açtık bari arkasını getirelim. bir işe yarasın
başlıyorum mert e. :)

dr. samir ismail *samirhilo@gmail.com

propolis olağan üstü bir doğal ilaç
arı reçinesi lokal ve sistemik olanlar da dahil sağlık yönünden, birçok özgün faydaları bulunmakta ve tıpta çok farklı şekillerde kullanılmaktadır. bu konferansta,kanıtlara dayalı bu tıp çalışmalarının yanı sıra bir doktor olarak kendi tecrübelerim üzerine de eğileceğim. propolisin sağlık yönünden hayatımızdaki yeri daha da artmalı ve çoğu rahatsızlıklar için reçetelerimizin bir parçası olmalıdır. hastalarımız kadar sağlıklı insanlarında sorunsuz bir hayatın keyfinevarabilmeleri için arı reçinesinin bu yararlarından haberdar olmalarını sağlamalıyız. bu kadar.

şimdi bu doktorun dediğine göre reçineyi reçetelere yazmak istiyor. faydalarından dolayı, ve antibiyotik yazmayıp bu reçineyi önermesi antibiyotikten daha iyi olduğunun kanıtıdır. ve reçine tek bir çeşit değildir. türkiyenin bitki örtüsüne göre değişir.
bu makaleden arı reçinesinin antibiyotikten daha iyi olduğu anlaşılmıştır umarım.

mumyalama konusunu da paylaşıyorum bilginize azmin elinden hiç bir şey kurtulamaz. sayenizde tekrar edeceğim :)

gelelim bakterileri öldürme konusuna

propolisin kullanım alanları

tuba pehlivan , nuray şahinler, aziz gül
mustafa kemal üniversetesi,ziraat fakültesi,zootekni bölümü, hatay tpehlivan1@hotmail.com

bu çalışmada reçinenin içeriği, kullanım alanları ve sağlık açısından önemi hakkında yapılmış olan çalışmalar derlenmiştir. propolis "işçi arıların bitkilerin filiz ve tomurcuklarından topladığı, reçinemsi maddeleri ve bitki salgılarını başlarında bulunan guddeler tarafından salgılanan enzimlerle biyokimyasal değişikliğe uğratarak oluşturdukları kirli sarıdan, koyukahve rengine kadar değişen renkte ve oda sıcaklığında yarı katı halde olan bir maddedir." reçine toplandığı çoğrafik bölge ve iklime göre içeriği değiştiği için birbirinden farklı kimyasal içeriklere sahiptirler. reçinenin tıbbi alanda kullanımı çok eski çağa uzanır. propolis ile vazelin karıştırılarak hazırlandığı merhemler. boer savaşları sırasında kullanılmış ve bu preparatın (yani karışımın) yaraları iyleştirildiği görülmüştür. reçine mısır uygarlığında da ölülerin mumyalanması amacıyla kullanılmıştır. reçinenin bu özellikleri 1960 yıllarında bilim adamlarının dikkatini çekmiş ve son 40 yılda pek çok araştırmacı reçinenin kimyasal kompozisyonu, biyolojik aktivitesi, farmakolojik ve tedavi edici özellikleri üzerine yayınlar yapmışlardır. bu konuda ilk çalışma 1978 yılında ghsalberti tarafından. ayrıca son zamanlarda yapılan çalışmalarda;
reçinenin içerdiği maddeler nedeniyle
antioksidatif,antikanser,antitimör,antimikrobiyal,antifungal,antiviral,antiseptik,antimikotik,___BAKTERİOSTATİK__, astirngent,spazmolitik,antiinflamatuar etkilerine sahip olduğu bildirilmiştir. sonuç olarak reçine arı ürünleri içerisinde geniş kullanım alanına sahip olan, sağlık açısından en etkili arı ürünüdür. bu ürünün kullanım alanları yapılan çalışmalarda amaca yönelik etki potansiyeli yapılan çalışmalarda belirtilmiştir.

kemal kılıçtar oğlu senin gibi olsa erdoğan istifa ederdi :D oku ve hala sabah dediklerini savunuyorsan aksini ıspatlayan delil getir.

şimdi reçine antibiyotiklerden daha iyi korur ,reçine bakterileri öldürür. diyorum karşı olarak bir şey diyormusun hala ? mert kardeşim
 
Scudo
@berkay onaylıı

Sorular bildiğiniz yerden çıkınca çok hoş yanıtlar vermişsiziz de,keşke alıntıyı,benim asıl vurgu yaptığım konudan,yani şekerin zararlarından yapsaydınız.O konuya hiç değinmemiş olmanızın nedeni şekerin zararlı olduğuna inanmıyor olmanızdan mı,yoksa yazımın bütününü okumamış olmanızdan mı kaynaklanıyor.Yazıma cevaben yazdığınız yazıyla benim yazımın içeriği çok farklı.

Bir firmanın adını da kullanarak "en namussuz" olarak nitelemeniz şaşırtı beni.Şimdi bu yazınızı ilgili firmanın avukatları okusa başınız ciddi olarak derde girer.Nesiniz siz,balcı falan mı.Bal üreticisi mi yoksa bal uzmanı mı anlayamadım.iyi dinleyin:

ŞEKER ZARARLIDIR.Nokta.içindeki protein ya da her ne varsa bu onun %99.9'unun şeker türevi olduğu gerçeğini değiştirmez.Forum üzerinden firma karalaması yapmayın.
 
karbonhidratların hiçbir türü antremandan sonrası uygun besin değildir.
antremandan sonra kas yapımını desteklemek için proteinlerle beslenmeniz gerekir.
antremandan sonra karbonhidratlar ile beslenirseniz vucüt kas yapımı gerekli proteini tam olarak bulamayacağı için antremanınızı çöpe atmış sayılırsınız.
benim önerim peynir, kırmızı et, yumurta gibi hayvansal proteinlerdir antreman sonrası için.
bal, pekmez, reçel gibi besinlerden antreman sonralarında uzak durmak sporcunun faydasına olacaktır.
 
gerçek bal bile şeker olduğu için zararlı madem, elma,armut,portakal da mı zararlı? şekerli olan herşey zararlı mı?
 
Karbonhidrat spor ilişkisi konusunda bütün bilinenlerin yanlış olduğunu söyleyebilirim. Eğer karbonhidrat almaya alışmışsanız katbonhidratsız yapamazsınız. Ben 2.5 senedir karbonhidratları bıraktım. Bisiklet sonrası hiçbir açlık çekmiyorum. Karbonhidrat yemeden spor yapamayanlar şeker bağımlılığı sebebiyle karbonhidrat kullanmadan spora devam edemiyorlar. Sebebi kan şekerinin hızla düşüp hızla yükselmesi. Kandaki şekerin dengesizliği. Yani şeker bağımlılığı. Sigara veya alkol bağımlılığından farklı değil.

Mesela bu sabah ortalama 150 nabızla iki saat bisiklet kullandım. Karşılığında 1330 kcal yaktım. Sonrasında karbonhidratlı hiçbirşey yemedim. Sadece sebze çorbası, büyük bir salata, ve sebze yedim. Akşam yemeğim de sadece sebzelerden oluşuyordu. Et dahi yemedim.

Karbonhidratla beslenmeye alışmış bünyeler bu yazdıklarımı okuduğunda inanmıyorlar.

Aslında karbonhidrat yemedim derken yanlış yazdım, kompleks karbonhidrat yemedim. Yediğim sebzelerde de karbonhidrat var (yavaş karbonhidrat dedikleri). Karbonhidrat ihtiyacımı sebzelerdeki karbonhidrat ile karşılıyorum. Sadece biraz daha fazla sebze yemek gerekiyor.
 
@tuna k
bu görecelidir.
filler, su aygırları, inekler, gergedanlar hep karbonhidrat ile beslenir. kişide bu hayvanlarınki gibi yumurtaya benzer bir vucüt istiyorsa şeker ve karbonhidratlar o amaca çok iyi hizmet eder.
ama
proteinle beslenen aslan, kaplan gibi kaslı atletik bir bünye isteniyorsa şekerler ve karbonhidratlar o amaca hizmet etmez.
bünyemiz enerjisini tüketemediği karbonhidratı doğrudan yağa çevirip stoklar.
o şeker yüklü meyveler bünyeye yağ stoğu olarak katılmış olur.
bunu zarar veya yarar olarak tanımlamak size kalmış
 
@tuna k

Evet meyveler de zararlı. Şekere bağlı hastalığınız yoksa yada fazla kilonuz yoksa günde sadece bir porsiyon meyve yemeniz öneriliyor. 1 elma veya 1 portakal gibi. İkincisini yediğinizde meyvenin içndeki şeker fazla gelmeye başlıyor.

Aşağıdaki yazı alıntıdır. İsteyene özelden linkini gönderirim.

"Meyvenin de fazlası alkol kadar zararlı!Mine Şenocaklı, Türk Tabipler Birliği Tarım, Gıda ve Beslenme Komisyonu Başkanı Prof. Kenan Demirkol ile konuştu:
Mine Şenocaklı - msenocakli@gazetevatan.com

*İçki şişede durduğu gibi durmaz, bunu içen de bilir, içmeyen de... İşte bu yüzden üzüm rakıdan tehlikeli. Çünkü kimse bilmez ki üzüm de salkımda durduğu gibi durmaz, biraz fazla kaçırdınız mı; sağlığınızı bozar, mesela damar sertliğine yol açar. Ben de bilmiyordum, Başbakan sayesinde öğrendim! “Rakı içmeyin, üzüm yiyin” deyince, bir bilene danıştım. Prof. Dr. Kenan Demirkol anlattıkça anladım ki, meyvenin de fazlası içindeki fruktoz yüzünden en az alkolün fazlası kadar zararlı!

*Diyelim ki bir restorana gittik ve Başbakan’ın önerdiği gibi bonfilenin yanında bir kadeh şarap yerine, bir bardak taze sıkılmış portakal suyu içtik. Bir bardak portakal suyunda yaklaşık olarak 30 gram fruktoz, yani meyve şekeri var. 15 gramdan fazla alınan fruktoz ise, trigliserite, yani yağa dönüşür. Bu hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Yani ne olur şarapta kalalım! Çünkü şarap damar sertliğine ve kansere karşı koruyucudur...

Mesele sağlık oldu mu, hepimiz doktor kesiliriz. Hastalık ne olursa olsun, hepimizin bir reçetesi vardır! Mahalle kahvesi olsun, siyaset kürsüsü olsun fark etmez, mesnetsiz atar tutarız! Başbakan, biraz ideolojik biraz da gerçekten sağlıklı bir toplum hayalinden geçen hafta bir reçete daha sundu. Kendince kimyasal bir formül oluşturdu, “Rakı içmek yerine üzüm yiyin” dedi. Formülü basitti, madem ki alkol meyveden üretiliyor, o zaman ne gerek var içki içmeye!.. Hani biraz “Biber acıdır, hayat da acıdır, öyleyse hayat biberdir” gibi bir mantık önermesi... Laik çevreler çok kızdı, muhafazakârlar sevindi. Ama kimse de kalkıp bir bilene sorma ihtiyacı hissetmedi!

Ben içki içmem. Çok içeni de sevmem! Yine de takıldı kafama bu mesele. Bir türlü çözemedim, üzüm yemekle bu iş çözülür mü? Gerçekten alkol içmek sağlıksız, üzüm yemek daha mı sağlıklı, bir uzmana danışmaya karar verdim. Türk Tabipler Birliği Tarım, Gıda ve Beslenme Komisyonu Başkanı Prof. Kenan Demirkol ile buluştum. 30 yıllık hekim Demirkol, hiç tereddüt etmeden girdi konuya; “Vücudumuz için zararlı üç beyazdan, yani un, tuz ve şekerden en zararlısı şekerdir. Sanıldığı gibi kolesterol değil, şekerdir damar sertliğine sebep olan. Meyvelerin içinde ise bol miktarda şeker var, hele ki üzümde en çok.” Yani, üzüm yiyin diyerek, alkol kadar zararlı bir reçete sunmuş Başbakan. Nasıl mı? Meyvenin içindeki fruktoz fazla alındığında, ki bu sınır günde 15 gram, kolesterolü oksitleyerek, trigliserite, yani yağa dönüştürüyor. Yani damar sertliğine sebep oluyor. Prof. Demirkol özellikle uyarıyor; “Diyetisyenlerin önerdiği gibi bol bol meyve yemek, yarardan çok zarar getirir. Siz siz olun, alkolü de ölçülü alın, meyveyi de ölçülü yiyin. Salkım salkım üzüm yemektense bir küçük kadeh kırmızı şarap içmek sağlığa daha
yararlıdır!”

Mesele aslında bildiğimiz, ama hep unuttuğumuz gibi, her şeyin çoğu zarar, azı karar. Günde bir kadeh şarap yerine bir şişe devirirseniz alkol de zarar. Tıpkı bir salkım yerine bir kilo üzümü gövdeye indirmek gibi...



***


Prof. Demirkol ile Cuma günü Topkapı Suriçi’nde Fatih Belediyesi’nin tesislerinde buluştuk. Mekanı öneren oydu, sayesinde böyle güzel bir tesis görmüş oldum. Bir ara çimlere bile oturduk... Üç saat boyunca sağlık konusunda daldan dala atladık; pet şişedeki sudan zehirli bebek mamalarına kadar... Sağlık gibi bir konuda uzun zamandır bu kadar bilgilendirici bir sohbet yapmamıştım, bir o kadar da keyifli...


***


Hocam, Başbakan’ın sözlerinden önce şunu sormak istiyorum. Gelirken bir arkadaşıma rastladım, kilolarından şikayetçidir hep. Ona “Canının istediğini ye ama çok hareket et” dedim. Yanlış mı yaptım acaba?

Sağlıklı kilo vermede spor asla yeterli olmaz. Bugün şişmanlık, kaloriye dayandırılıyor. Oysa kalori hesabı fiziksel bir özellik. Gıdaların kimyasal özellikleri de var. Siz sadece kaloriye baktığınız zaman o kimyasal özellikleri tümden yok sayıyorsunuz. Mesela bizim bugünkü konumuz da olan şeker kendi başına eklem kıkırdağını eriterek dizde kireçlenmeye yol açıyor ve o kadar yaygın ki bu hastalık! Diz protezi, kalça protezi yapılmasının başlıca nedeni şeker. Damarları tıkayan da sanılanın aksine kolesterol değil, şeker.


*Yani şeker sadece kalorisi ve şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da tehlikeli. “Şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım” demek çok yanlış...

Kesinlikle.


*Peki ne kadar şeker kullanabiliriz?

Günde 8 kesme şeker hakkınız var. Başka hiçbir meyve ya da bal, reçel yememişseniz tabii.


* Ben sabahları bir tatlı kaşığı bal yiyorum...

O zaman 6’ya iniyor şeker hakkınız. Bal ağırlıklı olarak fruktoz içerdiği için, yiyeceğiniz meyveyi de üçte bir oranında düşürmeniz gerekir.


* Peki hangisi daha zararlı? Tuz mu, şeker mi?

Kesinlikle şeker.


* Tuz için de “Günde en fazla 6 gram alın” deniyor...

Tuz konusunda yeni çalışmalar var, bugüne kadar yapılan kısıtlamaların çok da doğru olmadığını gösteren... Mesela siz tuzu terle vücuttan atabiliyorsunuz ama şekeri atamıyorsunuz. Şeker direkt olarak size popo ve karın yağı olarak geri dönüyor. Oralarda depolanan yağın ise getirdiği bir sürü olumsuzluk var. Kalp hastalığı, damar sertliği gibi...


ÇOK MEYVE YİYEN MÜTHİŞ BİR ERKEK GÖRDÜNÜZ MÜ?


* İyi ama bazı dönemlerde tatlı yeme ihtiyacı artıyor insanın. O zaman ne yapacağız?

Vücudun şeker talebi yoktur. Ama biz sürekli şekerle beslendiğimiz zaman, vücudumuz zararlı olduğunu bildiği için şekeri metabolize edecek olan insülini hazır bekletir. Dolayısıyla sürekli fazla şeker ya da nişastayla beslenen kişinin açlık kan insülin düzeyi yükselir. Açlık kan insülin düzeyi yükseldiği zaman kan şekeri düşer. Kan şekeri düştüğü zaman, “Eyvah kan şekeri düşüyor” sinyalini vücut size nasıl yansıtır? Mide özsuyunu salgılatarak, size açlık hissettirerek... O yüzden de siz aşerirsiniz. “Reçel kavanozu nerede?” diye aranmaya başlarsınız. Halbuki 100 yaşını aşan insanların ortak özelliği nedir diye bakıldığında açlık insülin düzeylerinin düşük olduğu görüldü.


* Yani uzun yaşamanın temelinde şeker yememek yatıyor...

Evet. Açlık insülin düzeyini düşük tuttuğunuz oranda sağlıklı ve uzun yaşarsınız. 1700 yılından kalma İngiltere’ye ait istatistikler var elimizde. Kişi başına yıllık bildiğimiz şeker tüketimi ne kadar biliyor musunuz? 5 gram! Yani yaklaşık 1 kesme şekeri kadar. Kesme şekeri 4 gram gerçi ama... Demek ki, şeker bir ihtiyaç değil. Tam tersi, sonradan tamamen alışkanlık olarak soframıza girmiş. 1801 yılında şeker pancarından da şeker üretilmeye başlanmış ve Almanya’da ilk pancardan şeker üreten fabrika kurulmuş. Sonra bütün Avrupa’da ard arda şeker fabrikaları açılmış. 1815 yılına gelindiğinde İngiltere’de kişi başına şeker tüketimi, 115 yıllık süre içinde tam bin 200 kat artmış ve 6 kiloya çıkmış. Bugün Orta Avrupa’da yıllık kişi başına şeker tüketimi bir kişinin kendi beden ağırlığından fazla; tam 70 kilo! Ve 1815’ten günümüze kadar şeker tüketim artış eğrisiyle, kanser, kalp hastalığı, inme, diyabet ve obezite gibi kronik hastalıklarda artış eğrisi bire bir örtüşüyor.


*Merak ettim, siz şeker kullanıyor musunuz?

Hiç. 38 senedir ne çayıma ne kahveme şeker koyuyorum. Onun dışında tatlı hiç yemiyorum.


*Ama hep denir ki şeker, yani glikoz beyin hücrelerini çalıştırır...

Doğru, çok iyi hatırlattınız. Eritrositin, omurilik ve beyin hücrelerinin enerji kaynağı glikozdur. Ama şeker yiyerek daha akıllı olmuş bir insan gördünüz mü siz? Çünkü vücut gereksinim duyduğu o glikozu yağdan da, proteinden de kendisi üretmeyi becerebiliyor. Mesela spermin enerji kaynağı fruktozdur. Peki siz hiç çok meyve yiyen müthiş bir erkek gördünüz mü? Göremezsiniz, çünkü testis hücresi spermin ihtiyaç duyduğu fruktozu kendisi üretir. Fruktoz çok dikkatli alınmalıdır. Çünkü, şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker, yani bilimsel adıyla ‘sakaroz’ (bir yapay tatlandırıcı olan sakarinle karıştırılmamalı) iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz kan şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar.


* Nasıl?

Eğer çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır. İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. Çok az enerjiyle çok işler yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. Bu fazla şeker, insülin aracılığıyla ya kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek, ki vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır ve orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü, ya da insülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecektir. Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacaktır. Ama insülin salgılanırken bir de leptin denilen tokluk hormonu salgılanır. Dolayısıyla belli bir miktar glikoz yedikten sonra vücut “Pes” diyor, “Artık yeme!” Doyuruyor sizi. Yani hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş oluyor. Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz ise; insülin salgılatmadığı için tokluk hissi de yaratmaz. Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. İşte bu çok tehlikeli. Fruktozun günde 15 gram kadarı vücudumuzda değişik kimyasal süreçlerde kullanılabiliyor. Eğer bundan fazla fruktoz alınırsa karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır. Hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Amerika’da son 30-35 yıldır ortaya çıkan obezite salgını, meşrubatların, bisküvilerin, dondurmanın ya da diğer tatlıların mısır şurubuyla, yani fruktoz ağırlıklı üretilmiş olmasına bağlanıyor. Çok şükür biz de Amerikanlaştık! Çünkü bizde de mısırdan tatlandırıcı üreten 5 fabrika var. Baklava şerbeti bile artık mısır şurubundan üretiliyor... Böylece eskiden baklavayla şişmanlamamızdan daha fazla şişmanlamamız sağlanmış oldu.


* Ama meyvedeki fruktoz doğal?

Doğal sözcüğüne bayılıyorum. Akrep zehiri de doğal, bir porsiyon ister misiniz? İster dondurmadan ister elmadan alın, fruktoz fruktozdur. 15 gramdan fazlası alındığında yağa dönüşür, kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine yol açar. Ama yine de meyvenin meyve suyuna üstünlüğü var. Meyve suyunda hiç posa bulunmadığından, fruktoz tümüyle emilirken, meyvedeki posa fruktozun hiç değilse bir bölümünün emilmesini engellemektedir. Ama posa da meyveyi tümüyle masumlaştırmamaktadır. Yani siz fazla meyve yiyerek kendinize iyilik ettiğinizi düşünüyorsunuz. Ama bir avuç trigliserit elde ediyorsunuz.


SİZİ KADIN, BENİ ERKEK YAPAN KOLESTEROLDÜR

* Bu trigliseritin önemi ne peki?

Kolesterol masum bir maddedir. Ve bütün hormonlarımızın hammaddesidir. Sizi kadın, beni erkek yapan kolesteroldür. Kolesterol olmazsa hormonlarımız olmaz. Nitekim sıfır beden mankenlerimizin kolesterol almadıkları için hormonları çok azalır ve adetten kesilirler. Ve maalesef tamamen sağlıklarını kaybederler. Anne sütü o yüzden kolesterolden zengindir. Doğa kendi kendine zarar vermez. Çocuğun kolesterole ihtiyacı var ki, anne sütünde de kolesterol var. Ama eğer siz kolesterolün oksitlenmesine yol açarsanız o zaman damar sertliği olur. Dolayısıyla kolesterolün kendisi zararlı değil, oksitlenmiş kolesterol zararlı. Kolesterolü oksitleyen dört madde var. Bunlardan biri de fruktoz. Dediğim gibi sihirli sınır da 15 gram fruktoz. Diyelim ki biz bir restorana gittik ve Sayın Başbakan’ın önerdiği gibi bonfilenin yanında bir bardak şarap içmedik, sağlıklı olalım dedik, o yüzden bir bardak taze sıkılmış portakal suyu içtik. Bir bardak portakal suyunda yaklaşık olarak 60 gram şeker, 30 gram fruktoz vardır. Bu miktar ise 15 gram sınırını aşıyor. Dolayısıyla yemekte bonfileden aldığımız kolesterol meyve suyundan veya meyveden aldığımız fruktozun fazlasının karaciğerde trigliserite dönüşmesi sonucu oksitlenerek damar sertliğine yol açıyor. Yani ne olur şarapta kalalım! Çünkü şarap antioksidandır. Özellikle kırmızı şarap. Beyaz şarap beyaz üzümden, kırmızı şarap kırmızı üzümden yapılır diye bir ayrım yoktur. Kırmızı şarabın önemi, üzümün kabuklarıyla birlikte ezilip mayalanmasından gelir. O yüzden beyaz şaraptan daha değerlidir. Çünkü üzümün kabuğunda antioksidan bir sürü madde vardır ve bu antioksidanlar da damar sertliğine ve kansere karşı koruyucudur.



YEMENİZ GEREKEN EN SON ŞEY BEYAZ PEYNİRLE KARPUZ

* Çoğu beslenme uzmanı meyve ve sebze serbest diyor...

Bir kere meyve ve sebze aynı satıra yazılmayı hak etmiyor. Meyveden almak istediğimiz tüm antioksidanlar, vitaminler ve mineraller sebzede de var. Halbuki meyvede, sebzeden farklı olarak oksitleyici şeker mevcut. Burada Taş Devri Diyeti önerenlere bir hatırlatmamız olmalı. O dönemki meyvelerin şeker içeriği bugünkü meyvelerden üç kat daha azdı. Kültür bahçeciliği ile biz meyveleri giderek şekerlendirdik. Yani 10 bin sene önce elmanın şeker içeriği bugünkü domatesin şeker içeriği kadardı. Biz aslında meyveleri sağlığımıza zarar verecek hale getirdik. O yüzden Taş Devri Diyeti’nde “İstediğiniz kadar meyve yiyin” deniyor. Ama hayır. Meyve sakıncalı. İçindeki fruktoz oranı yüzünden sakıncalı. Şimdi gelelim yine Başbakan’a... Başbakan, alkol içeceğinize meyve yiyin diye bilime son derece aykırı bir ifade kullandı.


* Vallahi ben yıllardır Başbakan’ın söylediği gibi yapıyorum. Hiç içki içmiyorum ve çok meyve yiyorum. Özellikle de üzüm...

Ve kendinize zarar veriyorsunuz. Çünkü bütün meyveler hem glikoz hem fruktoz hem de o ikisinin birlikteliğinden oluşan sakaroz içerir. Unutmayın, bugün Amerika’da alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.


* Öyleyse ne kadar meyve yiyebiliriz?

Meyveleri, az, çok ve orta şekerli diye, tabii ki geçişler var ama kabaca üçe bölmemiz mümkün. İlkbahar meyveleri, kiraz, vişne, erik, kayısı bir dereceye kadar az şekerli meyveler arasına giriyor ve başka hiçbir şeker tüketmediyseniz, yani hiç pasta kek yemediyseniz, çayınıza, kahvenize şeker katmadıysanız, günde 400 gram bu meyvelerden yiyebilirsiniz. Elma, armut, şeftali, portakal mandalina orta şekerli meyveler sınıfına giriyor. Bunlardan da 300 gram yiyebilirsiniz. Ama yine çayınıza, kahvenize hiç şeker koymamış , sabah kahvaltıda bal ve reçel yememiş olmak koşuluyla. Eğer yediyseniz onları da bu miktardan düşmek gerekir. İncir, muz ve üzüm gibi çok şekerli meyvelerden ise günde en fazla 200 gram yiyebilirsiniz. Yani yaklaşık olarak 3-4 incir, bir muz gibi...


* Peki ya karpuz ve kavun?

Karpuz az şekerli meyve sınıfına giriyor. Kavun da az şekerli ile orta şekerli arasında... Ama ben biliyorum ki mesela “Yazın ne yemeli?” diye bir diyetisyene sorduğunuz zaman, “Hafif yemeli. Mesela beyaz peynir ve karpuzla öğlen yemeğini geçiştirmeli” der. Tebrik ederim, yapmanız gereken en son şey bu. Çünkü beyaz peynirden aldığınız kolesterolü karpuzdan aldığınız fruktozla oksitleyerek damar sertliğine yol açmış oluyorsunuz. Ama buna karşın yağsız bir kuzu şiş yeseniz, yanında da bir bardak şarap içseniz hiçbir damar sertliği olmaz... Bu arada, sorunuza gelecek olursam, karpuz bir dilim yenir, ama bir dilim karpuz yiyen insan görmedim şimdiye kadar. Halbuki en fazla 400 gram, yani bir dilim yenmelidir. Fazlası sağlığa zararlıdır.


* Yani içki meyveden daha mı ehven-i şer?

Alkol sınırını Dünya Sağlık Örgütü belirledi. Alkol karaciğer için bir toksik maddedir. Bu kesin. Bu toksik madde karaciğerde detoksifiye ediliyor, yani zararlı etkisi ortadan kaldırılıyor. Ama karaciğerin de bir sınırı var. Erkekte bu sınır, günde 20 gram alkoldür. Kadında ise yarısıdır; 10 gram.


* Peki neye tekabül ediyor 20 gram alkol?

Bir duble rakıya tekabül ediyor günde. Veya 300 ml. biraya (bir şişe), veya 100 ml. şaraba (küçük bir kadeh). Bu arada kadınlara bu oranların yarısını, mesela yarım kadeh şarap öneriyoruz. Özellikle şarap az içildiği takdirde hem damar genişletici etkisinden dolayı dolaşımı rahatlatır, hem de antioksidan içeriği açısından kansere, kalp hastalığına ve damar sertliğine karşı koruyucu etki gösterir. Bir küçük kadeh şarap içmek, her gün de içilse sağlığa katkı sağlar, zarar vermez. Ha, dini açıdan buna yaklaşırsanız, ben din bilimcisi değilim. Ama sarhoş olmanın yasak olduğunu biliyorum. Eğer din alkolü kesin bir şekilde yasaklıyor olsaydı, yediğimiz her meyvede çok az miktarda alkol var, meyveyi de yasaklardı.


* Ama bilim de alkole bir sınır, dolayısıyla bir yasak getiriyor...

Elbette.


* Peki neden kadın-erkek ayrımı var?

Kadının metabolizması farklı. Bunun yüzde 100 şu nedenle olduğu söylenemiyor. Ama kadınlarda daha düşük orandaki alkolün karaciğerde hasara sebebiyet verdiği saptanmış durumda. O yüzden Dünya Sağlık Örgütü, üst sınır olarak erkeğe günde 20 gram alkol önerirken, kadına 10 gram alkol öneriyor. Yani yarısı kadar...


* Peki haftanın üç günü birer kadeh içilse?

Bu soru çok sık soruluyor bana. “Ben 6 gün içmeyeyim ama 7’nci gün dört duble içeyim” diye... Hayır. Önerilen dozun her aşıldığı durum ciddi bir darbe vuruyor karaciğere. O yüzden her gün için ama bu sınırı dikkate alın.


HER GÜN YARIM KADEH KIRMIZI ŞARAP FAYDALI

*Ben hiç içmiyorum...

Bence her gün yarım kadeh kırmızı şarap sağlığınıza olumlu etki sağlar. Rahatlatır, sonra antioksidan kaynağı olarak çok önemlidir. Alkolün sınırlarını bilip o sınırlara özen gösterirseniz, şaraptan veya rakıdan korkmanız gerekmiyor. Ama sınırınızı bileceksiniz.


* Peki içkinin fazlası ne yapıyor vücuda?

Bir kere kalorisi yüksek olduğu için kilo fazlalığı yapar. Yani bütün o şişmanlığın getirdiği olumsuzlukları yanında taşır ama her şeyden önce karaciğeri zehirler ve karaciğer yetersizliğine neden olur. Tıpta, matematik gibi eşittir işareti hiç yoktur. Yani “Sen şunu yaparsan şu olursun!” Siz doğada bir ağacın üzerinde tıpkı iki yaprak gördünüz mü? Hep bir biyolojik değişim vardır. Ama çok ender olarak eşittir işareti vardır tıpta da. O da alkolü fazla tüketirsen karaciğer yetersizliği gelişir. İki artı iki eşittir dört gibi...


* Başbakan belki bu konuda haklı olabilir?

Başbakan, ne olur insanların beslenmesine karışırken, sağlıkta dönüşüm diye ciddi bir paket ortaya atarken, insanların hasta olmamasını sağlayan bir sistem sunsun. Hastaları üç dakikada muayene edip, “Performans alacağım” diye koşan hekim orduları yaratmayı başarı gibi göstermesin! Siz değerinizin kaç lira olduğunu biliyor musunuz? Sizin değeriniz 3 lira! Devlet hastanesinde bir hekim, bir hasta gördüğü zaman karşılığında aldığı para 3 lira. Bugün bir hekimin çıplak maaşı bin 200 lira. Eğer 4 bin lira gibi bir aylık gelir elde etmek istiyorsa hekim, günde 100 hasta bakmak zorunda. Peki bu mudur Türk insanına görülen reva?"
 
@berkay onaylıı

Ben de diyorum ki:

1- Kim bu Samir Ismail? Nerede doktor? Internette bir tane bilgi veya yayinlanmis bir makalesini bulamadim.
2- Ilk yazimda dedigim gibi Antibiyotik sizi hastaliklardan korumaz.
3- Ilk yazimda dedigim gibi HIV virusu delinmez.
4- Recine=propolis ise tartismaya acik. PubMed'de 2000 kusur makale var propolis ile ilgili, yarisi sallama olsa, en az yarisi ciddi arastirmadir. Tabii ki hepsine bakmadim ama mucize urun diye lanse edilen bu urunle ilgili net olarak maddenin hangi bileşiği, kilograma kaç mili veya mikro gram alındığında, hangi yolla alındığında (mesela tarihte tropik uygulamalarin ornekleri var, yiyip icene ne olduguyla ilgili kanit yok), hangi mekanizmalar ile etkili olur, toksik dozu nedir soruların yanitlarini goremedim. Yine de bu konuda ciddi calismalar oldugu muhakkak.

Yani.. Her ne kadar bilimsel calismalar olsa da, bununla ilgili muspet neticelendirilmis bir farmakolojik calisma yok.

Bakin, bir kimya muhendisi olarak iyi biliyorum ki, sonucta ilac dediginiz hadise sentetik olarak uretildigi kadar bitkisel ekstratlardan da uretilmekte. Yani soyledikleriniz gercekse buna sasirmazdim. Ancak soylediklerinizle ilgili (hadi recine isini haric tutalim), soylediginiz netlikte bilimsel veri yok.

Bunu soylemeye calisiyorum. Umarim meramimi anlatabilmisimdir.
 
Arkadaşlar bu böyle olmayacak. size özel 1 değil 2 değil 3 değil 4 değil tam 5 kavanoz bal 100TL. Hadi bu kıyağımı unutmayın. bu işi de tatlıya bağlayalım :D
 
@Ahmet O
Of ben napmışım ya :)
Baktım konu fazla bilimselleşmiş, kimyayı da hiç sevmem. tabi bıraktım bi noktada okumayı... :utn:
Biraz mesaj falan yazın bari arada kaynasın :D
 
  • Beğen
Tepkiler: Ahmet Onur Çakmak
@Derya Keçeci
abi ben konuyu ıspatlamak amaçlı açmadığım için az az değiniyorum şekerin yararlı olduğunu söylemiyorum.
ama malesef yediğimiz bir çok şeyin içerisinde şeker mevcut
ben şekerli bir şey kullanmam çaya şeker katmam tatlı,sütlaç,yaş pasta,kurabiye vb şeylerin zararını bildiğim için kullanmam
zaten ben balın arı ürünleri içerisinde son sıralarda olduğunu belirttim. ve kahvaltıda yenmemesini söyledim eğer bal tüketilecekse sabah akşam bir tatlı kaşığını geçmemelidir. fazlası zarar tabi şeker zararlı ama ona da ihtiyacımız var belli oranda ve bu şekeri biz yapay olarak değilde doğal yollardan kullanmalıyız. ben balı tek olarak tüketmiyorum gördüğünüz gibi
doğru söylüyorsunuz ben yapım gereği haksızlıklara karşı boyun eğip geçemiyorum. dediğiniz doğru yok yere başımı derde sokmamın bir anlamı yok.
ben balcı değilim sadece ilerde bu işi yapacağım için şimdiden bilgi ediniyorum ve bilgileri paylaşıyorum. içlerinden yanlış olanı varsa düzeltmenizi istiyorum.
O konuya hiç değinmemiş olmanızın nedeni şekerin zararlı olduğuna inanmıyor olmanızdan mı,yoksa yazımın bütününü okumamış olmanızdan mı kaynaklanıyor.
ikisi de değil. bence ön yargısız tartışırsak daha iyi sonuçlar elde edebiliriz. yoksa birbirimizi rencide etmekten başka bir yere varamayız.
ben sorularınızın hepsini cevaplamak zorunda değilim.bu konuyu insanlarda merak uyandırmak için açtım. ben kendimden fedakarlık ederek üşenmeden cevapları ve kaynaklarını yazdım. soru soran kişilere "sana ne lan kullanıyorsan kullan kullanmıyorsan kullanma da diyebilirdim." ve tü kaka mantığıyla gidebilirdim. beni hiç kimsenin sağlıklı beslenmesi uzun yaşaması bu ürünleri kullanıp kullanmaması ilgilendirmez. ben bir kişi buradan yola çıkarak beslenmesine biraz olsun dikkat gösterirse sevinirim. sadece bu forum üzerinden firma karalaması yaptığım içinde özür diliyorum.
@Mert S.
mert :D ben yazacaktım da :D kavanozun ham maddesine kadar sorarlar diye yazmadım vallahi :D
 
@berkay onaylıı

şimdi ne yalan söyleyeyim kavanozun cam olması lazım. diğerleri sağlıksız çünkü. (hemen kaçtım) :D
 
@cenkduran

tamam üzümün fazlası zarar onu anladık ama rakıyı üzüme tercih etmekte neyin nesi. resmen rakının avukatlığını yapmış bu alıntıdaki yazı. sırf RTE üzüm yiyin dedi diye kasıtlı bir karşıt görüş var bu yazıda
 
@Mert E.
bidaha böyle konu açarsam iki olsun eğer açarsam sakın yorum yazma kardeşim :D
en son kaldığımız yerden devam edelim hahhaha :D
ben kimim neden buradayım bal ne :)
@Mert E.
ben antibiyotik bizi hastalıklardan korur diye bir şey demedim.
hiv virüsünün delindiğini de ben söylemiyorum. araştırmacılar söylüyorlar. kardeşim dergi yayınlandığı zaman dergiye sataşsaydın ya virüs delinmez diye bana neden yükleniyorsun. git adamlara ıspat et düzeltip yeni sayı çıkarsınlar bizde okuyalım ama buradan o öyle olmaz şu şöyle olmaz böyle olur diyorsun. ve sen hiç bir belge koymuyorsun sadece tü kaka diyorsun. ben de bir birey olarak iyi biliyorum ki sorularınıza cevap aldıkça yanlışlarınızı kabul etmek yerine hala savunma piskolojisi uyguluyorsunuz. "bir delil ile kırk alimi yendim, kırk belgeyle bir cahili yenemedim" sözü aklıma geldi nedense konuyu çarpıtıyorsunuz.
@Mert E.
burda dam diyorsunuz başka yerde kapı

asıl vurgulanan yere açıklık getiriyorum. sonra siz, ben konunun başında şunu dedim bunu dedim nereye kadar dayanacaksınız ?

sen böyle giderse evrenin nasıl yaratıldığına kadar soracaksın ve gene hiç bir belge olmadan kendi kendine konuşacaksın
 
Yahu Berkay bey,

Neye gore belge de belge diyorsunuz? HIV konusu ile ilgili Bilim ve Teknik'teki yazi bir makale degil, baska bir makaleden alinti yapmis, gittim o makaleyi buldum, ariyla falan alakasi yok o calismanin ve sonuclari da incelenmeli diye bitiyor, kesin bir sonucu olan calisma degil yani. Bilim Teknik'teki makale de etken maddenin arilarin venomunda olmasina refere ederek, soru olarak sormus zaten. Ortada aridan bahsetmeyen bir makale var, bu makele atifta bulunup soru soran bir dergi yazisi var, bunlarin hic birinde "ari zehri AIDS'i engeller, yokeder" demiyor. Daha ne belgesi istiyorsunuz?

Antibiyotik meselesine gelirsek: Su sizin yazinizdan alinti.

hastalıklara karşı dayanıklı olmaları için, en iyi antibiyotikten bin kat daha üstündür ve doğru kullanımda bir yan etkisi yoktur. antibiyotik le karşılaştırılamaz bile.

Bu kadar iddiali bir tezin bilimsel dayanagi yok. Arastirmalar var ama o kadar. Ustelik tekrar soyluyorum, hastaliklara karsi dayanikli olmak icin antibiyotiklerden daha ustun olamazlar, cunku antibiyotiukler hastaliklara karsi sizi dayanikli yapmaz. Antibiyotik zaten ancak hasta olunca alinmasi gereken bir ilactir.

Sorularima cevap alabilmis de degilim, zira soru sormuyorum. AIDS meselesini yazdim, antibiyotik meselesini yazdim, recine konusunda size kismen hak verdim.

Bir tane soru sordum, o da "receteye recine yazmak istiyorum" diyen doktor hakkinda ne bilginiz olduguyla ilgili ama ona da cevap vermemissiniz.

Bold ile yazdigim seyi ilk yazidan beri soyluyorum. Israrla ve defaatle. Hala "ben nerden bileyim onu vurguladiginizi" demeyin o yuzden:

Ilk yazi
Dogal urunlerin insan sagligina yarari yadsinamaz ama bunu bilimden uzak hikayelerle desteklemeden yaparsak daha iyi olur.

Ikinci yazi
Daha once de yazdigim, yazdiginiz yaziya ve emeginize saygiliyim, dogal urunlerin faydalariyla ilgili bir cok bilime dayali makale, arastirma ve amator yazi da var, eminim sizin de yazdiklarinizin bir cogu dogrudur. Ancak bunlari bilimsel gerceklerden uzak, yanlis argumanlarla desteklemeye kalkarsaniz, dikkat ceksin dediginiz yazinin inanirligi azalmakta.

Ucuncu yazi
Berkay bey, ozur dilenecek bir durum yok. Sadece dogal urunlerin gercekten de varolan faydalarini bazen dikkat ceksin diye bazen de yanlis bilerek olduklarindan daha kapsamli veya pek de dogru olmayan sekilde sunmanin dogru olmadigini dusunuyorum.


Dorduncu yazi
Buna ragmen Berkay bey'e ozur dilememesi gerektigini soyledigim gibi, tersine konuyu arastirmama vesile oldugu icin de tesekkur ettim. Bununla beraber soylediklerimin arkasindayim, hala bilimsel gerceklerle cok alakasi olmayan (Antibiyotiklerden daha iyi korur, recineler bakterileri oldurur vs) argumanlarla bal ve bal turevlerinin antreman sagligina iyi geldigi tezinin desteklenemeyecegini dusunuyorum.

Besinci yazi
Berkay bey, asil vurguladigim kismi almamissiniz. Cumlenin tamami "hala bilimsel gerceklerle cok alakasi olmayan (Antibiyotiklerden daha iyi korur, recineler bakterileri oldurur vs) argumanlarla bal ve bal turevlerinin antreman sagligina iyi geldigi tezinin desteklenemeyecegini dusunuyorum." seklindedir.

Balin yararli bir besin oldugu konusunda hemfikirim, sadece bunun daha bilimsel tezlerle desteklenmesi gerektigini dusunuyorum.

Bes tane yazida da soylemisim. Daha nasil anlatayim?

Valla daha da birsey yazmayacagim, benden pas.
 
  • Beğen
Tepkiler: Ahmet Onur Çakmak
Geri