nevzatcinar
Üye
- Kayıt
- 17 Haziran 2020
- Mesaj
- 79
- Tepki
- 1.359
- Şehir
- Amsterdam
- İsim
- Nevzat
- Başlangıç
- 2003—04
- Bisiklet
- Merida
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
Bazen hayatı gerçekten hissetmek için bir sırt çantasına birkaç parça kıyafet koyup yola çıkmak gerekiyor. Ben de öyle yaptım. 29 yaşındayım, adım Nevzat. İstanbul’dan başladım bu yolculuğa. Edirne’ye kadar trenle geldim, sonrası sadece ben, bisikletim ve önümde uzayıp giden yollar… Şu ana kadar Bulgaristan, Makedonya, Kosova’yı geçtim. Şu an Prizren’deyim. Hedefim Hırvatistan. Belki de yol beni İtalya’ya kadar götürür, kim bilir?

Yanımda sadece bir içlik, iki şort, üç tişört, bir yağmurluk, bir mont ve bir polar ceket var. Bu kadar azla yaşamak, aslında neye gerçekten ihtiyaç duyduğunu anlamanı sağlıyor. Yemek konusunda da plan yok; bazen köy bakkalından alınan ekmek, bazen yol üstünde denk gelen bir lokanta… bazen içten bir davetle paylaşılan bir sofra.

Konaklama da çeşit çeşit. Bazen doğanın içinde çadırımda, bazen bir hostelin sıcaklığına sığınıyorum. Ama en unutulmazları, tanımadığım ama kalbini açan insanların evinde oluyor. Couchsurfing sayesinde tanıştığım güzel insanlar, bana bu yolculuğun sadece yollarla değil, kalplerle de ilgili olduğunu hatırlatıyor.

Ve hayatımda ilk kez, bir Paskalya’ya katıldım… Makedonya’da hiç tanımadığım bir ailenin evinde kutladık. Gece kiliseye gittik, ardından sofralar kuruldu, şarkılar söylendi. O gece yabancı değildim; o evde, o sofrada, o kalplerde yerim vardı. Sanırım bu yolculuğun bana verdiği en büyük şey, insanlara duyduğum güveni ve ait olma hissini yeniden bulmak oldu.

Tabii yol hep düz gitmiyor. Üsküp’te bisikletimin arka rublesi kırıldı. Şehrin dışındaydım. Yavaş yavaş, yürüyerek döndüm şehre. Yorucuydu ama içimdeki o tanıdık ses “Devam et” dedi. Dinledim.

Yağmura yakalanmak bu yolun kuralı gibi… Dün mesela, Priştine’den geçerken sırılsıklam oldum. Ama yoldan vazgeçmek yok. Çünkü her damla, her yokuş, her düşüş bana bir şey katıyor. Ve evet, bazı yokuşlar o kadar dik ki, bisikletimi elimle taşımak zorunda kalıyorum. Ama sonra… sonra zirveden aşağıya bakınca her şey anlam kazanıyor.

Günde bazen 80, bazen 100, bazen 150 kilometre pedal çeviriyorum. Yollar her zaman pürüzsüz değil. Köy yolları, bozuk asfaltlar, çamurlu patikalar… ama o bozuklukların içinde bir samimiyet var, bir gerçeklik var.



Bu yolculuk bir varışla değil, yolun kendisiyle anlamlı. Her pedalda biraz daha özgür, biraz daha hafif hissediyorum. Her yeni yüzle, her yeni anıyla biraz daha büyüyorum.


Ve şimdi…

Buradan birlikte Hırvatistan’a varır mıyız?
Belki de yol bizi İtalya’ya kadar götürür.
Kim bilir?

Yanımda sadece bir içlik, iki şort, üç tişört, bir yağmurluk, bir mont ve bir polar ceket var. Bu kadar azla yaşamak, aslında neye gerçekten ihtiyaç duyduğunu anlamanı sağlıyor. Yemek konusunda da plan yok; bazen köy bakkalından alınan ekmek, bazen yol üstünde denk gelen bir lokanta… bazen içten bir davetle paylaşılan bir sofra.

Konaklama da çeşit çeşit. Bazen doğanın içinde çadırımda, bazen bir hostelin sıcaklığına sığınıyorum. Ama en unutulmazları, tanımadığım ama kalbini açan insanların evinde oluyor. Couchsurfing sayesinde tanıştığım güzel insanlar, bana bu yolculuğun sadece yollarla değil, kalplerle de ilgili olduğunu hatırlatıyor.

Ve hayatımda ilk kez, bir Paskalya’ya katıldım… Makedonya’da hiç tanımadığım bir ailenin evinde kutladık. Gece kiliseye gittik, ardından sofralar kuruldu, şarkılar söylendi. O gece yabancı değildim; o evde, o sofrada, o kalplerde yerim vardı. Sanırım bu yolculuğun bana verdiği en büyük şey, insanlara duyduğum güveni ve ait olma hissini yeniden bulmak oldu.

Tabii yol hep düz gitmiyor. Üsküp’te bisikletimin arka rublesi kırıldı. Şehrin dışındaydım. Yavaş yavaş, yürüyerek döndüm şehre. Yorucuydu ama içimdeki o tanıdık ses “Devam et” dedi. Dinledim.

Yağmura yakalanmak bu yolun kuralı gibi… Dün mesela, Priştine’den geçerken sırılsıklam oldum. Ama yoldan vazgeçmek yok. Çünkü her damla, her yokuş, her düşüş bana bir şey katıyor. Ve evet, bazı yokuşlar o kadar dik ki, bisikletimi elimle taşımak zorunda kalıyorum. Ama sonra… sonra zirveden aşağıya bakınca her şey anlam kazanıyor.

Günde bazen 80, bazen 100, bazen 150 kilometre pedal çeviriyorum. Yollar her zaman pürüzsüz değil. Köy yolları, bozuk asfaltlar, çamurlu patikalar… ama o bozuklukların içinde bir samimiyet var, bir gerçeklik var.



Bu yolculuk bir varışla değil, yolun kendisiyle anlamlı. Her pedalda biraz daha özgür, biraz daha hafif hissediyorum. Her yeni yüzle, her yeni anıyla biraz daha büyüyorum.


Ve şimdi…

Buradan birlikte Hırvatistan’a varır mıyız?
Belki de yol bizi İtalya’ya kadar götürür.
Kim bilir?




















































































