Ev zencisi sendromu nerede görsem tanırım. Bu coğrafyada çok yaygın bir sorun.Türk insanında "ses" mefhumu olmadığına dair bir şeyler yazayım istiyorum, çünkü özellikle kapı pencere açık yaz aylarında bu durum beni "sinir hastası" yapıyor. Yakın zamanda, benim gibi kişilerin "mizofoni" olarak nitelendirildiğini duydum. Mizofoni hakkında bilgi toplamak için bakıldığında "özellikle bazı seslerden rahatsız olma" durumundan bahsedildiği görülüyor. Örnek olarak, yazma tahtasına tırnak ucu sürtme, strafor köpükleri birbirine sürtme gibi spesifik sesler. Benim kastettiğim bu değil. Bendeki bütün seslerden rahatsız olma hali. Pardon, sesten rahatsız olma hali değil aslında. "Gereksiz ses çıkarmaktan imtina etmeyen insanlar" ile aynı havayı solumaktan rahatsız olma hali. Penceremin pervazına bir karga konup yüksek sesle öttüğünde beni rahatsız etmiyor mesela. Veya deniz kenarında kıyıya çarpan dalga sesi rahatsız etmiyor, tam tersi hoşuma gidiyor, bu şekilde şezlong üstünde çok uyumuşluğum var. Rahatsız olmam için işin içinde insan (düşüncesiz, davar bir insan) olması lazım.
Bir kaç örnek;
- Uzunca bir sokağın başında bir kişiyle yanyana geldim ve bir süre aynı yönde yürüycem mesela. Sanki teknolojinin en büyük nimetiymiş gibi, insanlık 60 yıldır kulağına telefon yaslayarak bir "zulme" uğramışcasına, kablosuz kulaklık ile konuşmak. Eli kolu dolu falan da değil. Mikrofonu mu kötüdür nedir, bildiğin bağıra bağıra yürüyor. Muhabbetine ortak oluyorum. Mahremiyet kavramı da yok. Banane lan senin başka bir insanla diyaloğundan? Bunun bir üst versiyonu var, bunu kulaklıksız, mikrofonsuz yapanlar. Oturmuş bir park bankına. Sanki eforsal olarak çok büyük fark var da, telefonu göbek deliği hizasında tutmuş, hem kendi sesini telefon mikrofonuna yetiştirmek için bağırıyor duyuyorum, hem de karşıdakinin ne dediğini bangır bangır duyuyorum. Bu tip bir "gerizekalılığın" kuzey avrupa ülkelerinde olmayacağı üzerine yemin edebilirim, ama ispatlayamam.
- Bir klasik, yerken içerken gereksiz sesler çıkaranlar. İki dudağını birleştirip yemek çiğneyemeyen, çayı kahveyi höpürdeten davarlar. Üniversite olarak isimlendirilen yerde sırf bu sebeple bir kişiyle münasebetimi kesmiştim.
- Özellikle birbirini henüz yeni tanımış kişilerin olduğu gruplarda, özellikle 3 ve fazlası sayıdaki toplaşmalarda, o anki performans fobisi midir artık adına ne desem bilmiyorum, bağıra bağıra sözlü iletişim, sözüm ona "sohbet". 1 metre çapında yuvarlak masanın etrafında 4 kişi oturmuş, birbirine en uzak iki kafa arası 140 cm. Ben bu balkona 10 metre uzaktayım ve birbirlerine dedikleri her cümleyi anlayabileceğim bir volümle konuşuyorlar. İçlerinden biri de, "sağımızda solumuzda balkonlar var, insanlar bizim sesimize iştigal olmak zorunda değil, niye gerekenin 5 katı volümle konuşuyoruz" demiyor. Balkonları birbirine yakın yazlıkların adeta kaderi.
- Bulunduğum oda, ıssız bir sokağa bakıyor. (Umumi yerde alkollü içecek tüketilmesini yanlış bulanlardan değilim. Olay, ıssız olması alkollü içecek (bira) içen oranını arttırıyor. Eee, türk insanında "alkol = saçma davranışlarda bulunma hakkı" olunca, seyreyle gümbürtüyü). Özellikle yaz gecelerinde yakındaki bakkaldan marketten bir içecek alıp oturuyor/oturuyolar bir apartman kapısı merdivenine, telefondan müzik bangır bangır, veya açıyo kendisini terkeden hatuna telefon, "bana dönmezsem yakarım ulan kendimi!".
- Özellikle plajlarda, "kablosuz hoparlör terörü". Aynen kardeşim, dünyanın en büyük teknolojik nimeti bu olay, bunca yıl etrafa elektronik müzik dinletmeden güneşlenerek büyük zulüm görmüşsünüz. Aç bakalım ordan bi Tiesto, üç yüz beş yüz üç yüz beş yüz kopalım.
- Köpeğinin havlamasını umursamayanlar. Sen köpekseversin diye, benim gecenin sessizliğini tatmamı engellemeye hakkın mı var? Bağlamış bahçeye, yatmış zıbarmış. Köpeğin derdi neyse bulacaksın, dışarı çıkarıp işetir misin, bir sıkıntısı var diye doktor mu arasın bilemem.
Daha çok senaryo var da, yazmaya üşendim. Schopenhauer'in gürültü üzerine bir sözü ile gönderimi tamamlamak istiyorum. Kontrol ettim, gerçekten böyle ifadesi var:
Telefonla hoparlör üzerinden konuşan kişi belki de radyasyona maruz kalma ihtimalini azaltmaya çalışıyordur. Empati yaptım.Türk insanında "ses" mefhumu olmadığına dair bir şeyler yazayım istiyorum, çünkü özellikle kapı pencere açık yaz aylarında bu durum beni "sinir hastası" yapıyor. Yakın zamanda, benim gibi kişilerin "mizofoni" olarak nitelendirildiğini duydum. Mizofoni hakkında bilgi toplamak için bakıldığında "özellikle bazı seslerden rahatsız olma" durumundan bahsedildiği görülüyor. Örnek olarak, yazma tahtasına tırnak ucu sürtme, strafor köpükleri birbirine sürtme gibi spesifik sesler. Benim kastettiğim bu değil. Bendeki bütün seslerden rahatsız olma hali. Pardon, sesten rahatsız olma hali değil aslında. "Gereksiz ses çıkarmaktan imtina etmeyen insanlar" ile aynı havayı solumaktan rahatsız olma hali. Penceremin pervazına bir karga konup yüksek sesle öttüğünde beni rahatsız etmiyor mesela. Veya deniz kenarında kıyıya çarpan dalga sesi rahatsız etmiyor, tam tersi hoşuma gidiyor, bu şekilde şezlong üstünde çok uyumuşluğum var. Rahatsız olmam için işin içinde insan (düşüncesiz, davar bir insan) olması lazım.
Bir kaç örnek;
- Uzunca bir sokağın başında bir kişiyle yanyana geldim ve bir süre aynı yönde yürüycem mesela. Sanki teknolojinin en büyük nimetiymiş gibi, insanlık 60 yıldır kulağına telefon yaslayarak bir "zulme" uğramışcasına, kablosuz kulaklık ile konuşmak. Eli kolu dolu falan da değil. Mikrofonu mu kötüdür nedir, bildiğin bağıra bağıra yürüyor. Muhabbetine ortak oluyorum. Mahremiyet kavramı da yok. Banane lan senin başka bir insanla diyaloğundan? Bunun bir üst versiyonu var, bunu kulaklıksız, mikrofonsuz yapanlar. Oturmuş bir park bankına. Sanki eforsal olarak çok büyük fark var da, telefonu göbek deliği hizasında tutmuş, hem kendi sesini telefon mikrofonuna yetiştirmek için bağırıyor duyuyorum, hem de karşıdakinin ne dediğini bangır bangır duyuyorum. Bu tip bir "gerizekalılığın" kuzey avrupa ülkelerinde olmayacağı üzerine yemin edebilirim, ama ispatlayamam.
- Bir klasik, yerken içerken gereksiz sesler çıkaranlar. İki dudağını birleştirip yemek çiğneyemeyen, çayı kahveyi höpürdeten davarlar. Üniversite olarak isimlendirilen yerde sırf bu sebeple bir kişiyle münasebetimi kesmiştim.
- Özellikle birbirini henüz yeni tanımış kişilerin olduğu gruplarda, özellikle 3 ve fazlası sayıdaki toplaşmalarda, o anki performans fobisi midir artık adına ne desem bilmiyorum, bağıra bağıra sözlü iletişim, sözüm ona "sohbet". 1 metre çapında yuvarlak masanın etrafında 4 kişi oturmuş, birbirine en uzak iki kafa arası 140 cm. Ben bu balkona 10 metre uzaktayım ve birbirlerine dedikleri her cümleyi anlayabileceğim bir volümle konuşuyorlar. İçlerinden biri de, "sağımızda solumuzda balkonlar var, insanlar bizim sesimize iştigal olmak zorunda değil, niye gerekenin 5 katı volümle konuşuyoruz" demiyor. Balkonları birbirine yakın yazlıkların adeta kaderi.
- Bulunduğum oda, ıssız bir sokağa bakıyor. (Umumi yerde alkollü içecek tüketilmesini yanlış bulanlardan değilim. Olay, ıssız olması alkollü içecek (bira) içen oranını arttırıyor. Eee, türk insanında "alkol = saçma davranışlarda bulunma hakkı" olunca, seyreyle gümbürtüyü). Özellikle yaz gecelerinde yakındaki bakkaldan marketten bir içecek alıp oturuyor/oturuyolar bir apartman kapısı merdivenine, telefondan müzik bangır bangır, veya açıyo kendisini terkeden hatuna telefon, "bana dönmezsem yakarım ulan kendimi!".
- Özellikle plajlarda, "kablosuz hoparlör terörü". Aynen kardeşim, dünyanın en büyük teknolojik nimeti bu olay, bunca yıl etrafa elektronik müzik dinletmeden güneşlenerek büyük zulüm görmüşsünüz. Aç bakalım ordan bi Tiesto, üç yüz beş yüz üç yüz beş yüz kopalım.
- Köpeğinin havlamasını umursamayanlar. Sen köpekseversin diye, benim gecenin sessizliğini tatmamı engellemeye hakkın mı var? Bağlamış bahçeye, yatmış zıbarmış. Köpeğin derdi neyse bulacaksın, dışarı çıkarıp işetir misin, bir sıkıntısı var diye doktor mu arasın bilemem.
Daha çok senaryo var da, yazmaya üşendim. Schopenhauer'in gürültü üzerine bir sözü ile gönderimi tamamlamak istiyorum. Kontrol ettim, gerçekten böyle ifadesi var:
Şebekeyi Edge almış . Wifi kapalıdır.Telefonla hoparlör üzerinden konuşan kişi belki de radyasyona maruz kalma ihtimalini azaltmaya çalışıyordur. Empati yaptım.
Benim arkadaşımın telefonu bozulmuştu. Sadece hoparlöre alınca karşıda ki kişiyi duyabiliyordu. Sırf bu yüzden dolmuş, otobüste gelen aramalara cevap veremiyordu 😆Telefonla hoparlör üzerinden konuşan kişi belki de radyasyona maruz kalma ihtimalini azaltmaya çalışıyordur. Empati yaptım.
Ben de delirirdim. Ama bendeki şöyle. Diyelim ki o an bilgisayarda pinekliyordum, bu kişi geldi, ve duymamak için ses kesici kulaklık taktım, ses kesici kulaklığın bana konforsal bir etkisi olmasın, yani rahatım zerre kadar bozulmasın, ve kulaklık sayesinde hiç ses de duymuyorum. Benim için sinir bozulması aynen devam ediyor. O sesi duymamı engellemek olayı bitirmiyor benim için. Çünkü asıl mevzu, oradaki "acaba bu aletin çıkarttığı sesten rahatsız olan biri var mıdır?" diyemeyen, veya da "rahatsız olan olursa da s.kimde olmaz, çocuğumun istekleri her şeyin üstündedir, had bildirmeye çalışan olursa da döver yollarım" diyen davarın bir yaptırıma uğramaması. Beni asıl delirten şey bu. Ses değil. Belki sende de budur.Evimin yatak odasının penceresi, sitenin arkasındaki parka bakıyor. Bu parka gece 12-01 arası elemanın biri çocuğunu getiriyor ve akülü arabaya bindiriyor. Tam 1 saat, o akülü arabanın elektrik motorunun çıkardığı viiiiuuuuuyyyyyy sesi yüzünden delirecek gibi oluyorum.
Bende de aynı sorun vardı, saç ektirdim kurtuldum. "Kedi yine goygoya başladı" dediğini duyar gibiyim.Çünkü asıl mevzu, orada "acaba bu aletin çıkarttığı sesten rahatsız olan biri var mıdır?" diyemeyen, veya da "rahatsız olan olursa da s.kimde olmaz, çocuğumun istekleri her şeyin üstündedir, had bildirmeye çalışan olursa da döver yollarım" diyen davarın bir yaptırıma uğramaması. Beni asıl delirten şey bu. Ses değil. Belki sende de budur.
Çok iyi nokta ya, daha geçen gün eşimle konuştuk hatta benzer şeyi.Türk insanında "ses" mefhumu olmadığına dair bir şeyler yazayım istiyorum, çünkü özellikle kapı pencere açık yaz aylarında bu durum beni "sinir hastası" yapıyor. Yakın zamanda, benim gibi kişilerin "mizofoni" olarak nitelendirildiğini duydum. Mizofoni hakkında bilgi toplamak için bakıldığında "özellikle bazı seslerden rahatsız olma" durumundan bahsedildiği görülüyor. Örnek olarak, yazma tahtasına tırnak ucu sürtme, strafor köpükleri birbirine sürtme gibi spesifik sesler. Benim kastettiğim bu değil. Bendeki bütün seslerden rahatsız olma hali. Pardon, sesten rahatsız olma hali değil aslında. "Gereksiz ses çıkarmaktan imtina etmeyen insanlar" ile aynı havayı solumaktan rahatsız olma hali. Penceremin pervazına bir karga konup yüksek sesle öttüğünde beni rahatsız etmiyor mesela. Veya deniz kenarında kıyıya çarpan dalga sesi rahatsız etmiyor, tam tersi hoşuma gidiyor, bu şekilde şezlong üstünde çok uyumuşluğum var. Rahatsız olmam için işin içinde insan (düşüncesiz, davar bir insan) olması lazım.
Bir kaç örnek;
- Uzunca bir sokağın başında bir kişiyle yanyana geldim ve bir süre aynı yönde yürüycem mesela. Sanki teknolojinin en büyük nimetiymiş gibi, insanlık 60 yıldır kulağına telefon yaslayarak bir "zulme" uğramışcasına, kablosuz kulaklık ile konuşmak. Eli kolu dolu falan da değil. Mikrofonu mu kötüdür nedir, bildiğin bağıra bağıra yürüyor. Muhabbetine ortak oluyorum. Mahremiyet kavramı da yok. Banane lan senin başka bir insanla diyaloğundan? Bunun bir üst versiyonu var, bunu kulaklıksız, mikrofonsuz yapanlar. Oturmuş bir park bankına. Sanki eforsal olarak çok büyük fark var da, telefonu göbek deliği hizasında tutmuş, hem kendi sesini telefon mikrofonuna yetiştirmek için bağırıyor duyuyorum, hem de karşıdakinin ne dediğini bangır bangır duyuyorum. Bu tip bir "gerizekalılığın" kuzey avrupa ülkelerinde olmayacağı üzerine yemin edebilirim, ama ispatlayamam.
- Bir klasik, yerken içerken gereksiz sesler çıkaranlar. İki dudağını birleştirip yemek çiğneyemeyen, çayı kahveyi höpürdeten davarlar. Üniversite olarak isimlendirilen yerde sırf bu sebeple bir kişiyle münasebetimi kesmiştim.
- Özellikle birbirini henüz yeni tanımış kişilerin olduğu gruplarda, özellikle 3 ve fazlası sayıdaki toplaşmalarda, o anki performans fobisi midir artık adına ne desem bilmiyorum, bağıra bağıra sözlü iletişim, sözüm ona "sohbet". 1 metre çapında yuvarlak masanın etrafında 4 kişi oturmuş, birbirine en uzak iki kafa arası 140 cm. Ben bu balkona 10 metre uzaktayım ve birbirlerine dedikleri her cümleyi anlayabileceğim bir volümle konuşuyorlar. İçlerinden biri de, "sağımızda solumuzda balkonlar var, insanlar bizim sesimize iştigal olmak zorunda değil, niye gerekenin 5 katı volümle konuşuyoruz" demiyor. Balkonları birbirine yakın yazlıkların adeta kaderi.
- Bulunduğum oda, ıssız bir sokağa bakıyor. (Umumi yerde alkollü içecek tüketilmesini yanlış bulanlardan değilim. Olay, ıssız olması alkollü içecek (bira) içen oranını arttırıyor. Eee, türk insanında "alkol = saçma davranışlarda bulunma hakkı" olunca, seyreyle gümbürtüyü). Özellikle yaz gecelerinde yakındaki bakkaldan marketten bir içecek alıp oturuyor/oturuyolar bir apartman kapısı merdivenine, telefondan müzik bangır bangır, veya açıyo kendisini terkeden hatuna telefon, "bana dönmezsem yakarım ulan kendimi!".
- Özellikle plajlarda, "kablosuz hoparlör terörü". Aynen kardeşim, dünyanın en büyük teknolojik nimeti bu olay, bunca yıl etrafa elektronik müzik dinletmeden güneşlenerek büyük zulüm görmüşsünüz. Aç bakalım ordan bi Tiesto, üç yüz beş yüz üç yüz beş yüz kopalım.
- Köpeğinin havlamasını umursamayanlar. Sen köpekseversin diye, benim gecenin sessizliğini tatmamı engellemeye hakkın mı var? Bağlamış bahçeye, yatmış zıbarmış. Köpeğin derdi neyse bulacaksın, dışarı çıkarıp işetir misin, bir sıkıntısı var diye doktor mu arasın bilemem.
Daha çok senaryo var da, yazmaya üşendim. Schopenhauer'in gürültü üzerine bir sözü ile gönderimi tamamlamak istiyorum. Kontrol ettim, gerçekten böyle ifadesi var:
Ha, müzik sistemi "kaliteli" olsa şikayetçi değilsin yani? (Dayanamadım...bangır bangır kalitesiz müzik sistemi gürültüsü
Ya kaliteli olsa beeeeelki dicem ki çal arkadaşım çal beraber dinleyelim ama yok yav, zangır zungur cazır cuzur sesler 🤦🏼♂️😃Ha, müzik sistemi "kaliteli" olsa şikayetçi değilsin yani? (Dayanamadım)
Aramıza hoş geldin allahdan beni görünce daha ağzımı açmadan susuyorlar bisiklete binemiyorum diye üzülüyordum ama bazen iri yarı olmakda işe yarıyor.Türk insanında "ses" mefhumu olmadığına dair bir şeyler yazayım istiyorum, çünkü özellikle kapı pencere açık yaz aylarında bu durum beni "sinir hastası" yapıyor. Yakın zamanda, benim gibi kişilerin "mizofoni" olarak nitelendirildiğini duydum. Mizofoni hakkında bilgi toplamak için bakıldığında "özellikle bazı seslerden rahatsız olma" durumundan bahsedildiği görülüyor. Örnek olarak, yazma tahtasına tırnak ucu sürtme, strafor köpükleri birbirine sürtme gibi spesifik sesler. Benim kastettiğim bu değil. Bendeki bütün seslerden rahatsız olma hali. Pardon, sesten rahatsız olma hali değil aslında. "Gereksiz ses çıkarmaktan imtina etmeyen insanlar" ile aynı havayı solumaktan rahatsız olma hali. Penceremin pervazına bir karga konup yüksek sesle öttüğünde beni rahatsız etmiyor mesela. Veya deniz kenarında kıyıya çarpan dalga sesi rahatsız etmiyor, tam tersi hoşuma gidiyor, bu şekilde şezlong üstünde çok uyumuşluğum var. Rahatsız olmam için işin içinde insan (düşüncesiz, davar bir insan) olması lazım.
Bir kaç örnek;
- Uzunca bir sokağın başında bir kişiyle yanyana geldim ve bir süre aynı yönde yürüycem mesela. Sanki teknolojinin en büyük nimetiymiş gibi, insanlık 60 yıldır kulağına telefon yaslayarak bir "zulme" uğramışcasına, kablosuz kulaklık ile konuşmak. Eli kolu dolu falan da değil. Mikrofonu mu kötüdür nedir, bildiğin bağıra bağıra yürüyor. Muhabbetine ortak oluyorum. Mahremiyet kavramı da yok. Banane lan senin başka bir insanla diyaloğundan? Bunun bir üst versiyonu var, bunu kulaklıksız, mikrofonsuz yapanlar. Oturmuş bir park bankına. Sanki eforsal olarak çok büyük fark var da, telefonu göbek deliği hizasında tutmuş, hem kendi sesini telefon mikrofonuna yetiştirmek için bağırıyor duyuyorum, hem de karşıdakinin ne dediğini bangır bangır duyuyorum. Bu tip bir "gerizekalılığın" kuzey avrupa ülkelerinde olmayacağı üzerine yemin edebilirim, ama ispatlayamam.
- Bir klasik, yerken içerken gereksiz sesler çıkaranlar. İki dudağını birleştirip yemek çiğneyemeyen, çayı kahveyi höpürdeten davarlar. Üniversite olarak isimlendirilen yerde sırf bu sebeple bir kişiyle münasebetimi kesmiştim.
- Özellikle birbirini henüz yeni tanımış kişilerin olduğu gruplarda, özellikle 3 ve fazlası sayıdaki toplaşmalarda, o anki performans fobisi midir artık adına ne desem bilmiyorum, bağıra bağıra sözlü iletişim, sözüm ona "sohbet". 1 metre çapında yuvarlak masanın etrafında 4 kişi oturmuş, birbirine en uzak iki kafa arası 140 cm. Ben bu balkona 10 metre uzaktayım ve birbirlerine dedikleri her cümleyi anlayabileceğim bir volümle konuşuyorlar. İçlerinden biri de, "sağımızda solumuzda balkonlar var, insanlar bizim sesimize iştigal olmak zorunda değil, niye gerekenin 5 katı volümle konuşuyoruz" demiyor. Balkonları birbirine yakın yazlıkların adeta kaderi.
- Bulunduğum oda, ıssız bir sokağa bakıyor. (Umumi yerde alkollü içecek tüketilmesini yanlış bulanlardan değilim. Olay, ıssız olması alkollü içecek (bira) içen oranını arttırıyor. Eee, türk insanında "alkol = saçma davranışlarda bulunma hakkı" olunca, seyreyle gümbürtüyü). Özellikle yaz gecelerinde yakındaki bakkaldan marketten bir içecek alıp oturuyor/oturuyolar bir apartman kapısı merdivenine, telefondan müzik bangır bangır, veya açıyo kendisini terkeden hatuna telefon, "bana dönmezsem yakarım ulan kendimi!".
- Özellikle plajlarda, "kablosuz hoparlör terörü". Aynen kardeşim, dünyanın en büyük teknolojik nimeti bu olay, bunca yıl etrafa elektronik müzik dinletmeden güneşlenerek büyük zulüm görmüşsünüz. Aç bakalım ordan bi Tiesto, üç yüz beş yüz üç yüz beş yüz kopalım.
- Köpeğinin havlamasını umursamayanlar. Sen köpekseversin diye, benim gecenin sessizliğini tatmamı engellemeye hakkın mı var? Bağlamış bahçeye, yatmış zıbarmış. Köpeğin derdi neyse bulacaksın, dışarı çıkarıp işetir misin, bir sıkıntısı var diye doktor mu arasın bilemem.
Daha çok senaryo var da, yazmaya üşendim. Schopenhauer'in gürültü üzerine bir sözü ile gönderimi tamamlamak istiyorum. Kontrol ettim, gerçekten böyle ifadesi var:
Bölgesel bir konu değil bu tam olarak köylü-kentli olmakla ilgili, modernleşmeyi tam tamamlayamadık biz. Sakar solak şehre göç eden insanlar da kentli olamadı, belki onların 3. nesli ancak olur. İzmirde de yaşadım, Erzurumda da, Antepde büyüdüm, çok değişen bir şey yok. Hatta geçen Tekirdağa gittik, şehir bile değil bence kasaba.Hep kendimizi överiz ama birazda gerçekçi olmak lazım. Bizim Anadolu Türk kültürümüz çok hoş bir kültür değil, yıllarca cehalet içinde ve fakirlik ile harmanlanmış yoz ve yobaz bir kültür.
Dedikodu, kıskançlık had safhada, başkaları için yaşarız, cenazemizde bile başkalarına hava atma derdindeyizdir. Kaba, görgüsüz, Afkan cehaletinde biraz daha hallice bir durumumuz var. Gösteriş merakı ve Padişahım çok yaşa olayımız zaten Ata sporu bizlerde. Ruslar gibi barbarlığımızda malesef var. Üretmeyiz, yok ederiz ele geciririz. Sızlanıp, şikayet edip hiç bir sey yapmayan toplumsal kafa yapimiz kesinlikle düzelecek gibi de değildir.
Atatürk zamanında bu yoz Anadolu kültürünü düzeltmeye calismis basta Kılık kıyafet devrimi ile ama biz anlamayiz halen şapkan
takmayanı astılar kafasindayiz.
Benim izlemledigim modern çagdaş ve düzgün kültür olarak Türkiyede 2 kültür var sınırlı bir alanda.
1- Trakya Balkan taraflarına yakın olan kısım kültürü
2- İzmirde ki eski Rum, Girit halkının kültürü.
Şimdi diyeceksiniz sallıyor kendisine baksin evet kendime bakiyorum bende bu toplumun, kültürün bir ferdiyim. Kişi kendinden bilirmiş işi![]()

