@hidromek
Diğer bilardo oyunları gibi beyaz topa ıstakayla faulsüz bir vuruş yapmak gerekiyor en başta. Kırmızı toplar (15 taneler) bitene kadar bir kırmızı bir diğer renkten topu ceplere sokarak sayı toplanıyor. Kırmızıların hepsi ceplerdeyse, kalanları artık en düşükten (sarı 2, yeşil 3, kahverengi 4, mavi 5, pembe 6) en yükseğe (siyah 7) sırayla ceplere gönderiyorsunuz. 15 kırmızı topun hepsi masadan temizlenmeden önce giren diğer renteki toplar cepten çikarılarak kendilerine özel noktalara tekrar yerleştiriliyorlar. Bir elde maksimum 147 puan çıkarılabiliyor, bütün kırmızı potları (pot: beyaz dışındaki topların ceplere sokulması) 7 puanlık siyah top potuyla kombine ederek ulaşılabilecek en yüksek sayı bu.
Beyazı cebe göndermek rakibinize 4 sayı hediye etmeniz demek ya da hedefteki topa temas edememek. Bu noktada ıstaka da rakibe geçiyor. Oyunun güzel yanı ıstaka sizde olduğu sürece oyunu bitirme şansınızın olması. Rakibin topladığı puan (masada kalan top sayısına bağlı olarak) snooker'larla eritilemez olmadığı sürece.
Oyunun adı Snooker da topları ceplere gönderemediğinizde ve ıstaka da kural gereği rakibe gececekken, rakibiniz beyazı hedef toplarla buluşturamayacak şekilde gizlemeniz halinde gerçekleşiyor. Buna kayıpsız vuruş deniyor. Rakibe avantajlı bir vuruş fırsatı sağlamayan bir masa bırakmak temel savunmanız. Rakip beyazı hedef topla buluşturamadığı her sefer size 4 puan yazılıyor ve o hedef topu bir şekilde bulmak zorunda. Iskaladıkça devam ediyor, yanlış topa isabet ederse hem 4 sayı size yazılıyor hem de ıstaka size geçiyor.
Oyunu diğer bilardo oyunlarından çok daha zor yapan şey snooker masasının aşağı yukarı diğer bilardo masalarının iki katı büyüklükte olması ve ceplerin de çok küçük oluşu.
Ayrıca ceket hariç bir smokin takım giymek zorunda olmanız. Oyun için gereken görüş keskinliği ve temiz vuruş hüneriyle bir tür uyum içinde. Bizdeki tabirle 'çakı gibi' ya da 'damat gibi' olmanız gerekiyor. Bazılarına çok snob görünebilir, ilk birkaç saat bana da öyle gelmişti (Oyunu anlayana kadar).
Bu oyunda yazılı olmayan bir centilmenlik kuralı var sanırım. Ah şu Ingilizler

Şöyle ki, rakibin dikkatini dağıtan hiçbir şey yapılmıyor, karşılaşma bitene kadar konuşulmuyor, sayıyı kaçıran oyalanmadan sandalyesine dönüyor. Rakip ıskalayana kadar o sandalyeden kalkılmıyor ne kadar imkansız bir vuruş olursa olsun. Hakeme itiraz % sıfır nokta sıfır. Gayrıciddi vuruşlar seyirci sırasında uğultuya neden oluyor, sadece imkansız gibi görünen sayılar kazanıldığında birkaç saniye süren alkış var. Bu vuruşların en zor seviyede olanlarını rakip de alkışlıyor. Bunun dışında ses yok, sadece hakem bir ıstakada toplanan puanları sayıyor. Oyunun büyük bölümünde masada her vuruş öncesi çözülmeyi bekleyen büyük bir problem var gibi görünüyor. Bazen izlerken bile geriliyorum. Daha genç olanlar olanlar seyirci tarafından yüreklendiriliyorlar, özellikle yaratıcı çözümler denediklerinde. Çok kritik bir noktada çok kolay bir vuruş kaçtığinda bile oyuncular kendi kendilerine söylenmiyor, öfleyip püflemiyor, mırıldanmıyorlar bile. Dudaklarını iyice kapatıp yine sandalyelerine dönüyorlar ve terbiyeli terbiyeli rakibin vuruşunu bekliyorlar. Süper lig maçlarını izleyen biri olarak ben (kendime kastım var) hayretlerle bakıyorum
Bu arada Eurosport olmasa pek çoğumuzun bu oyundan haberi bile olmayacaktı muhtemelen.