Scudo Sports

Osmanlı'dan günümüze Türkiye'de bisiklet sporu

Bisikletli Gezgin

Forum Bağımlısı
Kayıt
4 Mart 2011
Mesaj
3.874
Tepki
4.603
Şehir
Altındağ, Ankara
İsim
Mustafa
Bisiklet
Sedona
OSMANLI’DA İLK BİSİKLET

Bisikletin Osmanlı ülkesine girişi, Avrupa’da yaygınlaşmasının ardından çok zaman almamıştır. Tarik gazetesinin 31 Ağustos 1885 tarihli sayısındaki habere göre Mösyö Tomas İstefanis adında bir Amerikalı, yanındaki bisikletiyle önce İstanbul’a gelmiş, daha sonra İzmit üzerinden beş günlük bir yolculuktan sonra Ankara’ya ulaşmış ve oradan da Yozgat üzerinden Sivas’a geçmiştir.

Gazetedeki haber şu şekildedir:
“Mösyö İstefanis adında bir Amerikalı’nın velospid ile seyahat ve Dersâa’det’e muvasalatıyla (ulaşmasıyla) buradan dahi hareket ettiğini yazmış idik. Ankara’dan yazıldığına göre mûmâ-ileyh İzmit’ten 5 günde şehr-i mezkûra muvasalat ve Vali Paşa hazretleri ile memûrin-i vilâyet ve binlerce ahali merkûmun hareketini temaşa etmişler ve merkûm kendisine yapılan rica üzerine 3 defa şose üzerinde velospid ile yürüyüp 1200 yarda mesafeyi 2 dakika 14 saniyede kat etmiştir. Merkûm bilahare vali paşa hazretleri ile memûrin-i vilâyetten veda idüp Yozgat’a mütevecciye-i azimet olmuş (yönüne gitmiş) andan dahi Sivas’a azimet etmiştir”

Basında birçok yazı ve karikatüre konu olan ve “şeytanarabası” adı takılan bisiklete 1950’lere kadar “velospit” veya “velespit” denmeye devam edildi. Bisikletle ilgili bilgileri önce basından öğrenen İstanbul halkı bu yeni icadı velospid adıyla tanıdı. Velospid, Fransızca Vélocipéde kelimesinin bozuk telaffuzudur. Batı Avrupa’da velospid üç tekerlekli çocuk bisikleti anlamını kazanırken 1901’de İkdam gazetesinde Ali Kemal “derrace” adını öneriyordu. Nitekim Osmanlı’da bisiklet için yaygın olarak velospid tabiri kullanılsa da bunun yanı sıra Ali Kemal’in önerdiği “Derrace” deyimi de kullanılmıştır. İlerde belirtileceği üzere 1906’da Bulgaristan’da bulunan bisiklet cemiyetleri “bisiklete binen kimseler” anlamına gelen “Derrace-i Süvaran” olarak adlandırılmışlardır.

İstanbul’a ilk bisikletler 1880’lerde ithal edilmeye başlanmıştır. 1884 yılında İstanbul’da yayınlanan Saadet gazetesinde yayınlanan ilanda şu satırlar yer almaktadır:

“Velosiped istimalinin (kullanımının) dünyanın her tarafında ne derecelere terakki ettiği (geliştiği) malumdur. Galata’da Şişli Tramvay hattı mevkiinde Voyvoda Karakolhanesi istisalinde kâin Mösyö Edmon Karvana’nın İngiliz Mağazası bu terakkiyi nazarı dikkate aldığı cihetle, bu kere meşhur ‘Anglo Amerikan’ şirketinin Dersaadet Vekaletini deruhte etmiştir (üstlenmiştir). Bu şirket en sağlam, en hafif, en ziyade süratle hareket eden ve en müzeyyen ‘velosiped’lerin imali ile iştihar etmiştir (ünlenmiştir).”

İstanbul’a gelen bisikletlerin sayısının artmaya başladığı 1890-1895 yılları arasında İstanbul sokaklarından bir bisikletlinin geçtiğini görmek, İstanbullular için meraklı bir seyirdi. Bisikletin ilk görülmeye başladığı dönemlerde bisiklet kullananlar “monden” tipler olarak alaya alınmış, zaman zaman ilk biniciler züppelikle suçlanmıştır.

Servet-i Fünun dergisi yazarı Ahmet İhsan, 1893 yılında İstanbul’da düzenlenen nizami olmayan bisiklet yarışından bahsetmektedir

“Bilmem hatırlarda mı? Sohbetlerimizin birinde velospidden bahsederken belki pek yakında Kuşdili Çayırında bir velospid yarışı görürüz demiştik. Zannımız pek çabuk hakikat oldu, ama yarış Kuşdili Çayırı yerine Tepebaşı Bahçesi’nde oldu. Yarışmanın esası bahçe etrafını bir saatte 120 defa devretmekti. Bu müsabakayı ortaya çıkaran Mösyö Ortek, bir saatte ancak 104 defa devredebildi. İstanbul’un yeni velospidçilerinden Fernand isminde bir ehl-i zevk de 120 defa devrederek galebe çalmaya muvaffak oldu. İki tekerlekli arabasına süvar olarak bahçede dolaşan Ortek’in yarışı kazanmak için helecan ile bacak salladığını, çırpındığını görmek hakikaten pek gülünç idi.”

1894 yılında bir Avrupa gazetesinde ordularda velospid kullanımını konu alan bir gazete yazısı tercüme edilerek padişaha sunulmuştur. 1895 yılında İstanbul’da sayıları artmaya başlayan bisikletlerden biri saraya takdim edilirken diğer yandan Şehremaneti bisiklet kullanımının düzenlenmesi için harekete geçmiştir. Şehremaneti, İstanbul Beyoğlu'nda bisiklet ile dolaşanların sayısının artması üzerine bunların yasaklanmasını ve Taksim-Şişli yolu haricinde dolaşmalarına müsaade edilmemesi için 2 Ocak 1895 tarihinde Dâhiliye Vekaleti’ne başvurmuştur. Dâhiliye Vekâleti de Şehremaneti’nin bu talebini Sadaret Makamı’na sunmuştur. Sadaret Makamı durumu değerlendirmiş ve Dahiliye Vekaleti’ne gönderdiği cevapta bu yolda gidip gelenlerin şimdiye kadar bir sakınca doğurmadığı bildirildiğinden yasaklanmasını uygun görmeyerek şu notu eklemiştir:

“Her ne kadar bunların dar sokaklardan geçemeyeceği bilenmekteyse de geçenler olduğu halde belediye çavuşları marifetiyle ötekine berikine çarpıp bir kazaya neden olmamaları için uygun bir dille ikaz edilmesi şimdilik yeterli olacaktır.”

1896 yılında Levantenler ve gayri Müslimlerin yanında Türk ahaliden de yakın şehirlere bisikletle yapılan geziler dönemin gazetelerine haber olmuştur. O yılın Haziran ayında İstanbullu Şakir Bey üç arkadaşıyla İstanbul’dan Bursa’ya, oradan da 7,5 saatte Bandırma’ya gitmişlerdir.

16 sayfalık uzun bir çalışma...
Makalenin devamı için...
(link)
 
Scudo
Eskiden Günümüze Türkiye Bisiklet Tarihi

19. yüzyılın başlarında Avrupa’da icat edilen bisiklet, ilk dönemlerde seçkinlerin kullandığı bir araç olmuş daha sonra sportif amaçla da kullanılmaya başlanmıştır. Bisiklet yaygınlaşmaya başladıktan sonra Osmanlı İmparatorluğu’na da levantenler tarafından getirilmiş ve öncelikle posta teşkilatı, polis teşkilatı ve orduda kullanılmıştır.

Türkiye Bisiklet Tarihi

Osmanlı’da bisikletin gelmesiyle ilgili ilk haber Tarik gazetesi tarafından 1885 yılında duyurulmuştur. 19. Yüzyılın sonlarında Osmanlı ülkesinde başkent İstanbul’un dışında bisikletin yaygın olarak kullanıldığı şehirler Osmanlı’nın Batı’ya açılan penceresi konumunda olan İzmir ve Selanik olmuştur.

Osmanlı döneminde ilk bisiklet yarışları 1897’de Selanik’teki ahşap tribünlü velodromda düzenlenmiştir.

1581930066445.png

İzmir’de Bisiklet

İzmir’deki levanten aileler, Batı’daki diğer yenilikler gibi bisikletin de kente getirilmesinde öncülük etmiştir. İzmir’de ilk bisiklet yarışması 15 Mayıs 1895 tarihinde yapılmıştır. İzmir’de 1900 yılından itibaren Rum kulüplerinin düzenlediği spor oyunlarında bisiklet de yer almaya başlamıştır. Özellikle Bornova’da Levantenlerin kurduğu kulüpler tarafından bisiklet ve atletizm yarışlarının düzenli olarak yapıldığı görülmektedir.

İstanbul’da Bisiklet

İstanbul’da ilk bisiklet yarışması 18 Ağustos 1895 tarihinde yapılmıştır. Tarabya’daki bu yarışma 5 ayrı mesafede düzenlenmiştir. 1907 yılında İstanbul’da kullanılan bisikletler belediye teşkilatı tarafından kayıt altına alınmaya çalışılmıştır. Her bir bisiklete numara verilerek sahibi ve binicisinin adı Şehremaneti ve Zaptiye Nezareti’nde tutulan deftere kaydedilmiştir. Kayıt sırasında işlemler için her bisikletten yarım lira rüsum alınmıştır.

Bisiklet 1913 zabıta talimatnamesinde bir taşıt olarak kullanılmıştır. Talimatnamede velospid, bisiklet ve el arabaları için ruhsatiye varakası, daire ve sıra numaraları alınması, ayrıca gece yakmaya mahsus fener ve arkaya takılacak kırmızı fener bulundurulması hükmünün getirildiği görülmektedir. 1914 yılında Galata Köprüsü geçiş ücretleri arasına bisiklet dâhil edilmiştir.

Osmanlı’da bisiklet devlet teşkilatı içinde de yoğun olarak kullanılmıştır.

Polis Teşkilatında Bisiklet

Osmanlı’da II. Meşrutiyet’in ilanından sonraki yıllarda birçok vilayette polis teşkilatına bisiklet alınması için girişimlerde bulunulduğu konuyla ilgili yapılan yazışmalardan anlaşılmaktadır. Selanik Polis Müdürlüğü’ne bağlı merkezi ve önemli karakollardaki polislerin işlerini hızlandırmak için bisiklet alınmıştır.

Yine aynı dönemde Kosova Vilayetinde, Kırşehir’de, Sakız adasında, Kayseri’de, Ankara’da… Polisler için bisiklet alındığı yapılan yazışmalardan anlaşılmaktadır. Emniyet Umum Müdürlüğü’nde 1919 yılında bir “Bisiklet Bölüğü” kurulmuştur.

1581930066572.png

Posta Teşkilatında Bisiklet

1900’lü yılların başında Osmanlı’da posta teşkilatında da bisikletin kullanılmaya başladığı görülmektedir. Posta teşkilatında etkili bir şekilde kullanılan bisikletlerin emniyet teşkilatına da örnek olduğu belgelerden anlaşılmaktadır. 18 Eylül 1909 tarihinde Emniyet Umum Müdürlüğü, Posta ve Telgraf Müdüriyetinden teşkilatının kullandığı bisikletlerle ilgili bilgi talep etmiştir.

1581930066681.png

Ordu Teşkilatında Bisiklet

Osmanlı’nın son yıllarında ordu teşkilatında da bisikletin kullanıldığı görülmektedir. 1915 yılında jandarma piyadelerinin kullanımı için bisiklet alınmıştır. Ordu içinde bisikletli birliklerin de yer aldığı arşiv belgelerinde kayıtlıdır. Sultan II. Abdülhamid’in Amerikan Birleşik Devletleri ordusunda kullanılmaya başlanan bisikletler ilgili 1894 yılında bir araştırma başlattığı bilinmektedir. Ordu dışında bazı bakanlıklar bünyesinde de memurların hızlı hareket etmeleri için bisikletin kullanıldığı görülmektedir.

Cumhuriyet Dönemi’nde Bisiklet

II. Meşrutiyet’ten sonra yaygınlaşan bisiklet cemiyetleri Cumhuriyet döneminde daha organize şekilde varlığını sürdürmüştür. 1923 yılında bisiklet federasyonun kurulmasının ardından Milli Takım oluşturulmuştur.

Türk bisikletçiler ilk defa 1924 Olimpiyatları’na katılmak üzere Paris’e gitmiş ancak teknik nedenlerden dolayı yarışamamışlardır.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında bisiklet sporu yedek parça ve lastik sıkıntısıyla durgunluk dönemine girmiştir.

1948 Londra Olimpiyatları’na katılan dört Türk bisikletçisi, 195 kilometrelik yol mukavemet yarışını lastik patlaması ya da mekanik arızalar nedeniyle tamamlayamamıştır. Bisikletin ilk geldiği 1890’lı yıllardan bu yana aradan geçen 120 yıllık sürede Türkiye’de bisikletin hem güncelik hayatta kullanımı artmış, hem de sportif anlamda hareketlilik yaşanmıştır.

Türkiye’de bisikletin sağlıklı ulaşım aracı olarak gelişmiş ülkeler düzeyinde yaygın bir şekilde kullanıldığını söylemek zordur. Beden sağlığı, enerji tasarrufu, çevre bilinci gibi nedenlerle bisiklet kullanımının teşvik edilmesi, kentlerde yolların buna göre düzenlenmesi çağdaşlığın bir gereğidir.

Kaynak: Anatolia, Turizm Araştırmaları Dergisi
 
Yukarıda bahsedilen Mösyö Tomas İstefanis'in, asıl namıyla Thomas Stevens'in kitabını okumuştum; "Around the World on a Bicycle: From San Francisco to Yokohama"; ve ilk düşündüğüm şey; "vay be; bisiklet icat edilmiş ve adam hemen dünya turuna çıkmış" olmuştu; üstelik bisiklet de penny-farthing tipi :ssrtcbya: San Fransisco'dan yola çıkıp Amerika'yı baştan başa geçtikten sonra New York'a varıyor, oradan gemiyle Londra'ya geçiyor, oradan Avrupa'yı geçip Sofya üzerinden İstanbul'a varıyor, bir süre İstanbul'da kaldıktan sonra tekrar yola çıkıyor, İstanbul'dan İzmit'e gidiş karayoluyla o zaman bile tehlikeliymiş, insanlar buna gemiyle gitmesini tavsiye ediyorlar, o da gemiyle Yalova'ya geçiyor, ordan yine yoluna bisikletle devam ediyor, ama yol derken o zaman karayolu vs. yok tabi ki, büyük şehirlerin girişlerine ancak yeni yeni şose yollar yapılıyor; Ankara üzerinden Anadolu'yu geçerek İran'a varıyor. Ordan sonra okumayı bıraktım, çünki 19. yüzyıl İngilizce'siyle yazılmış, dili çok ağırdı :ckskc: Türkiye'de bulunduğu süre içerisinde, daha doğrusu Osmanlı'nın 1885'teki halini dışardan bir gözle anlatması bakımından ilginç bir kitaptı; bisikletle dünya turu gibi bir işi 1880'li yıllarda yapmış olmasının çılgınlığından hiç bahsetmiyorum bile :ssrtcbya:
 
@Devenez ce que benim de okumak istediğim bir kitaptı(Türkçe basımı) fakat basımı tükendiği için mümkün olmadı.Kitapla ilgili birkaç sorum var, yanıtlarsanız sevinirim:
1- İstanbul'dan İzmit'e karayoluyla geçişi tehlikeli kılan şey neydi?
2-Tomas İstefanis'in , genel hatlarıyla ifade edecek olursanız o dönemin Anadolu'suna dair gözlemleri,, izlenimleri nelerdir?
3-19.yy. İngilizcesi ile günümüz İngilizcesi arasındaki fark, o dönemin Türkçesi yani Osmanlıca ile günümüz Türkçesi arasındaki fark kadar büyük müdür, o tarihten bu yana İngiliz lisanında nasıl bir değişim meydana geldi ya da 19.yy. İngilizcesinin karakteristik özellikleri ne idi?
 
  • Beğen
Tepkiler: Devenez ce que
Merhaba @emir yakup bulut ; öncelikle şu son bir kaç gündür vaktim olmadığı için ancak cevap yazabildim, kusura bakmayın gecikme için. Tabi ki seve seve cevap vermeye çalışayım.

1 - O zamanki sebep can güvenliği. Thomas Bey İstanbul'a Temmuz başında geliyor ve yaz sıcağının geçmesini bekliyor biraz ve bir ay kadar İstanbul'da kalıyor ve 10 Ağustos'ta tekrar yola çıkmaya karar veriyor. İstanbul'da gazeteler onun hakkında haberler yapıyor ve 10 Ağustos günü Üsküdar'dan yola çıkacağını yazıyorlar. İstanbul'da kaldığı süre içinde bir kaç kişi onu Üsküdar'ın 30 mil ilerisinde (yaptığım hesaba göre bugünki Gebze civarlarında) Mahmut Pehlivan liderliğindeki bir haydut çetesine karşı uyarıyorlar. Hatta bu çetenin eline düşmüş Yunan asıllı bir İngiliz'le karşılaşıyor ki kendisi çeteye "3000 fidye" vererek kurtulduğunu söyluyor, dolayısıyla da Thomas bu kısmı gemiyle geçmeye karar veriyor.

2 - Kitapta Türkler ve Türkiye ile ilgili sayısız anekdot var; yazar tarafsız bir şekilde hem olumlu hem de olumsuz gördüğü şeylerden bahsediyor. Birkaç örnek;
Babaeski'ye girdiğinde (buradan hep Eski Baba olarak bahsediyor ) sayıları çokça olan sokak köpeklerine olan davranışları görünce "Türkler köpeklere asla kötü muamele etmez, fakat Babaeski'deki her erkek Hıristiyan bir köpeği tekmelemek veya taş atmakla kendini görevli sayar" diyor. İki jandarma ona pasaport soruyor; fakat o gün orda kalacağını öğrenince pasaportu hiç incelemiyorlar bile, bunun üzerine "ortalama Türk memuru yarına bırakılabilecek bir işi bugün yapmamaya içtenlikle inanır" diyor.
Yine orda "Türk köylüleri gazetelerle pek içli dışlı değillerdir; ve sonuç olarak oldukça cahillerdir; hayatları boyunca aşina oldukları ve çevrelerindeki şeyler dışında pek bir fikirleri yoktur; ve de bisikletin ortaya çıkışı onlar için oldukça tuhaf bir ziyaret; idraklerinin tamamen ötesinde bir şeydir" diye yazıyor.
Geyve'den Taraklı'ya gidecekken yerel halktan biri yolun çok yokuşlu ve zorlu olacağını işaret ve vücut diliyle animasyon yaparak anlatmaya çalışıyor; bunun üzerine "Türkler bir millet olarak ağır başlı, soğukkanlı insanlar olmakla ünlüdürler, fakat bazen onları böyle bir Fransız gibi el - kol hareketli görebilirsiniz; bisiklet de, bir ölçüde, buna neden oluyor olabilir" diyor.

3 - Aradaki fark bence her iki dil için de kullanılan kelimelerden kaynaklanıyor; sonuçta dilbilgisi kuralları aynı; ama fark bizde daha büyüktür heralde; o dönem çokça kullanılan Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden dolayı. Kitabın dilini ağır kılan; günümüzde konuşma dilinde çok fazla kullanılmayan kelimelere bolca yer vermesi ve sonuçta yazar ortaya edebi bir eser çıkarmaya çalıştığı için, birbirine virgüllerle bağlanmış, oldukça uzun cümleler kullanıyor; ve bilinmeyen kelimelerle birlikte bu zorlayıcı olabiliyor. Ama ilginç anekdotlarla oldukça eğlenceli bir kitap; yazar bir yerde yoğun yağmura yakalanıyor ve kendini korunaklı bir yere atıyor; sonra oraya atla yolculuk eden üç kişi de geliyor; bunlar yazara ve bisikletine meraklı bakışlar atıyorlar ve sorular soruyorlar; tabi adam tek kelime Türkçe bilmediği için anlamıyor; bu sefer karşısındakiler sorularını "daha yüksek sesle ve daha tane tane" tekrarlıyorlar; yabancı biri dilimizi anlamayınca daha yüksek sesle ve daha yavaş konuşma şeklindeki alışkanlık eskiden de varmış :komik:

Benim gibi tur yazıları okumayı sevenler için güzel bir eser; 244 sayfalık bir kitap; üstelik 1880'li yıllarda yapılmış, hem de Kuzey Yarımküre'nin neredeyse tamamını bir uçtan öbür uca (San Fransisco'dan Yokohama'ya ) kadar geçmiş; eğlenceli notlarla dolu bir tur yazısı... :harika:
 
Geri