Sebahattin Gerceker
Daimi Üye
- Kayıt
- 4 Ekim 2012
- Mesaj
- 316
- Tepki
- 1.672
- Yaş
- 62
- Şehir
- İstanbul
- Bisiklet
- Specialized
Yolu kısa ama, bol fotoğraflı uzun bir yazıya hazır mısınız ? 

En kısa özeti, Pazartesi tatilini de fırsat bilip çadırı kaptım, "Dalından Yensin"de iki gece geçirmek için düştüm yola.. Gebze-Alihocalı-Dümbüldek suyu.. Gidiş geliş 110 km pedallama, 1,866 metre yükseklik kazanımı, 4 bin küsür kalori yakımı, yüksek dozda keyif...
Biraz ayrıntıya girersek, aslında son dakika kararı sayılabilir... Kampı aradım, Strava'dan ve Garmin'den baktım yola, rota çıkardım.
Direk evden pedallama planları yaparken, yakın zamanda o bölgeye turlayan Kağan'la konuştum... "Ah o rampalar" dedi.. "bir durursam, bisikleti itemem bile diyerek duramadığım rampalar" dedi...
Bir de "Marmaray'la Gebze yaptık önce" dedi, neden düşünmedim ki dedim, yol kısaldı, planım şekillendi...

Cuma akşamı toparladım çantaları yükleyip bisiklete, Maltepe'ye indim..
Gece yatış saati gecikince, sabah da açıkçası acele etmedim pek. Gebze'den yola düşerken, saat 11'i geçiyordu...

Öncesinde börekle kahvaltı... sonrasında yoğun trafik ve keyifsiz gürültü arasından zor attım kendimi kent dışına...

Gebze'den kaçış rampasını saymazsak, yan yollardan geçerek ulaştığım bir kaç kilometrelik kamyon yolu tozluydu, epey sevimsizdi... Anadolu Otoyolunun kuzeyindeki yanyoldan sözediyorum. Sanırım 8. kilometreden dönünce, boş ve bol inişli bir yola girdim...

Yolun sonuna doğru, uçarcasına bir inişin ardından (46 km/s gördüm) Ballıkayalar'a doğru tırmanış başladı. 3 km'lik bir dik tırmanışın ardından, Kuzey Marmara otoyoluyla kesişene kadar da, oldukça uzun bir süre, tatlı bir eğimde pedallayış devam etti.

Demirciler köyünde çay molası verdim. Sessiz ve kapalı fabrikaların arasındaki kocaman yoldan, Kocaeli-Çayırova yoluna (Eski İstanbul Otoyolu) ulaştım... Sağda solda paletlerden yapılmış köpek kulübeleri ve arasıra geçen araçlarıyla, iki yanı yeşil, keyifli bir yoldu... Dönüşte aynı yolda ineklerle de karşılaşacaktım...


Hem gidişte, hem gelişte, yolun ruhunu hissetmek, sunduğu güzellikleri solumak, yeniliyor insanı..

Rampa inip çıkmanın keyfinden sözetmiş miydim... 😉

Yağcılar'da mola verdim... Aslında köpek riskini azaltmak için, olabildiğince sessiz yerlerde mola verip, kahvemi yudumladım, terimi sildim... Isı, ortalama 37 derece imiş sürüş boyunca...

Böğürtlen olmayan yola, yol mu denir...
(Kamp sohbetinde çadır komşuma, köye çıkan yolda sık sık böğürtlen molası verdiğimi söyleyince; "tabi biz arabayla gelirken, hiç farketmedik bile" deyişine üzüldüm. )

Böğürtlen kadar güzeldir bir kaplumbağa ile karşılaşmak da..
Yollar ve insanlar..
Yolun güzelliğine tebessüm katan insanlar.. köy kahveleri, çeşme başları, ev sundurmalarında selamlaştıklarımız.. ayaküstü, kısa bir yaşam öyküsünde soluklandığımız insanlar...
"Ben o yolları motorla bile çıkmam abi" diyerek bana çay ısmarlayan Şükrü...

Ağaç üstünden beni çağırarak, "Doldur çantana, yolda yersin.. ilaçlıdır ha, iyice yıka" deyip avucuma erik dolduran Alaattin abi...

Ankara'dan gelip aile tarlasını renklendirmiş, huzurlu bir kampa çevirmiş, sıcacık gülümsemesiyle koşuşturan Filiz hanım ve ailesi...

Soluklan abi diyerek, kardeşini gönderip maden suyu aldıran Karagöllü'den İbrahim...
(link)
"Açsan yemek de hazırlatayım" dedi.. bu güzel ev de onlarınmış.. Bölgede "ayaz"dan ötürü pek meyve yetişmediğini de ondan öğrendim.

"Abi, abi.. bekle biraz" seslenişiyle geri döndüğümde, koşturarak elinde salladığı gözlemeyi "ekmek, yersin" diye uzatan "şehirli" sarışın kardeş... (Tayfun&Yasemin çiftinden öğrendim; ıspanaklı, soğanlı gözleme benzeri bu lezzetin adı "Mancarlı pide" imiş.

ve Alihocalı Tayfun'un ailesi.. Balkondaki çiçekler için laf attığımda, "burada daha güzelleri var" diye bahçeye beni çağıran Yasemin hanım... "Bu da benim hastalığım" dedi.. Hepsi büyük emek istiyor. Her haftasonu buradaymışlar, baba öldüğünden beri, anne için Körfez'den geliyorlarmış...

Sepetten ikram domatesi dişleyerek ayrıldım oradan..

Ve kolay gelsin diyerek yanaştığım, "çocuğu çek sen" diyerek geri çekilen tarhanacı köylü güzelleri...

Dalından Yensin
Yol dedik.. dallanıp çeşitlenip, umulmaz güzelliklerle de buluşturan yollar...
Akşam olduğunda çadırın önünde yudum yudum anımsanıp, yeni düşlere sürükleyen yollar...
İnsanlar dedik, yolun yoldaşları...
Ya o, çayın deminde dinlenip, yıldızlara kadeh kaldırdığımız yol molaları, kamp alanları!..
Geçtiğimiz haftasonunda konaklamayı düşünerek beni yola düşüren, sıcacık fotoğrafları ve içten cümleleriyle doğaya davet eden "Dalından Yensin" oldu...


Sıcak karşılamayı, her konuğa tek tek gösterilen özeni; kamp sahibesinin mimarlık bilgisi ile doğaya dokunuşundaki ince emeği; çocuk oyun alanından, dere kenarındaki hamaklara, çay köşesine, mevsimlik bitkilerin levhalarına dek sinmiş huzuru; bisikletle yola düşeceğim için beni merak edip "varınca haber ver" diyen sevecen anneyi o güzel anı defterime kaydedip, daha da uzatmadan "ne iyi etmişim de gitmişim" diyorum...





Suyun içinde demlenmenin keyfi.. Evet, biraz geride, nispeten derin bir yer bulunca, 3-5 kulaçlık da olsa mesafe, attım kendimi derenin suyuna... Pırıl pırıl bir duşu kullanma imkanım vardı ne de olsa...
(link)
Aaaa.. unutmadan... İlk gece biraz şimşek ve gökgürültüsü çocuklu komşuları telaşlandırsa da, yağmura dönüşmedi... Gece ilerledikçe, bulutlar çekildi ve yıldızların şöleni başladı....
(link)
Akşam nevalesinde, bahçeden taze fasulye de vardı.

Bu da gece dostlarından biriydi.. Masa üzerindeki LED ampul üzerinde epey bir dansetti..

Ayrılırken, küçük bir çocuk gibi kendini yere attı "tortuga".. gitmeyecem işte dercesine...
Yollar ve evler...
Yol boyunca yapılar, köy evleri özellikle, çok dikkatimi çeker benim.. en az çeşmeler kadar... İşte bir kaç foto:







Ve elbet biz bisikletçiler için yaşamsal önemdeki çeşmeler, sebiller...


Dümbüldek suyu, mesire alanı
Pazar günü için, ilk anda, Filiz hanımın sözettiği yürüyüş parkuru cazip gelmişti.. Ama, daha önce bir arkadaşın da gitmemi önerdiği Dümbüldek suyuna doğru yola çıktım bisikletle...
Yol yine oldukça eğimliydi. 20 km gidiş-dönüşte 400 metre yükseklik kazancı... Ama bir o kadar da güzeldi....
Mesire alanına gelince... Harika bir orman.. Masalarıyla, düzenlemesiyle, yürüyüş patikalarıyla muhteşem bir tesis... bir o kadar da pis...
Giriş ücretsiz.. Ama konuştuğum görevli, ihaleyle aldıklarını, yakında ücretli olacağını anlattı.. İnsanların anlayışsızlığından, değer bilmemesinden söz etti..
İçerde kısa bir yürüyüş ve kahve molasını ardından, o görevliyi (heryerde "araç başına en fazla 3 adet 19 litrelik bidon alabilirsiniz" yazmasına rağmen, biz kalabalığız diyerek ondan fazla bidon su doldurmaya çalışanlarla) kavga ederken gördüm bu kez.. Artık, haklı olarak çileden çıkmıştı ve olay yerinden uzaklaştırmakta epey zorlandım açıkçası...
İşte fotoğraflarla Dümbüldek:





Son söz olarak dönüşten bir kaç foto ve meraklısına istatistikler...

Ballıkayalar tesisi, orman yangınlarına karşı alınan tedbirler gereği kapalı idi, sadece yiyecek birşeyler vardı..

Aslında bir süre kararsız kaldım kavşakta.. Ama eski kamyon yolu varken Tavşanlı yolunu tercih etmek, bile bile lades oldu... Önce cami önünde, sonra da E5'le kesişen noktadaki çorbacıda nefeslenmem gerekti. Bir ara yüzde 16 eğim görmüşüm..


Gidiş strava linki
(link)

Dümbüldek Pınarı yolu
(link)

ve dönüş
(link)



En kısa özeti, Pazartesi tatilini de fırsat bilip çadırı kaptım, "Dalından Yensin"de iki gece geçirmek için düştüm yola.. Gebze-Alihocalı-Dümbüldek suyu.. Gidiş geliş 110 km pedallama, 1,866 metre yükseklik kazanımı, 4 bin küsür kalori yakımı, yüksek dozda keyif...
Biraz ayrıntıya girersek, aslında son dakika kararı sayılabilir... Kampı aradım, Strava'dan ve Garmin'den baktım yola, rota çıkardım.
Direk evden pedallama planları yaparken, yakın zamanda o bölgeye turlayan Kağan'la konuştum... "Ah o rampalar" dedi.. "bir durursam, bisikleti itemem bile diyerek duramadığım rampalar" dedi...
Bir de "Marmaray'la Gebze yaptık önce" dedi, neden düşünmedim ki dedim, yol kısaldı, planım şekillendi...

Cuma akşamı toparladım çantaları yükleyip bisiklete, Maltepe'ye indim..
Gece yatış saati gecikince, sabah da açıkçası acele etmedim pek. Gebze'den yola düşerken, saat 11'i geçiyordu...

Öncesinde börekle kahvaltı... sonrasında yoğun trafik ve keyifsiz gürültü arasından zor attım kendimi kent dışına...

Gebze'den kaçış rampasını saymazsak, yan yollardan geçerek ulaştığım bir kaç kilometrelik kamyon yolu tozluydu, epey sevimsizdi... Anadolu Otoyolunun kuzeyindeki yanyoldan sözediyorum. Sanırım 8. kilometreden dönünce, boş ve bol inişli bir yola girdim...

Yolun sonuna doğru, uçarcasına bir inişin ardından (46 km/s gördüm) Ballıkayalar'a doğru tırmanış başladı. 3 km'lik bir dik tırmanışın ardından, Kuzey Marmara otoyoluyla kesişene kadar da, oldukça uzun bir süre, tatlı bir eğimde pedallayış devam etti.

Demirciler köyünde çay molası verdim. Sessiz ve kapalı fabrikaların arasındaki kocaman yoldan, Kocaeli-Çayırova yoluna (Eski İstanbul Otoyolu) ulaştım... Sağda solda paletlerden yapılmış köpek kulübeleri ve arasıra geçen araçlarıyla, iki yanı yeşil, keyifli bir yoldu... Dönüşte aynı yolda ineklerle de karşılaşacaktım...


Hem gidişte, hem gelişte, yolun ruhunu hissetmek, sunduğu güzellikleri solumak, yeniliyor insanı..

Rampa inip çıkmanın keyfinden sözetmiş miydim... 😉

Yağcılar'da mola verdim... Aslında köpek riskini azaltmak için, olabildiğince sessiz yerlerde mola verip, kahvemi yudumladım, terimi sildim... Isı, ortalama 37 derece imiş sürüş boyunca...

Böğürtlen olmayan yola, yol mu denir...
(Kamp sohbetinde çadır komşuma, köye çıkan yolda sık sık böğürtlen molası verdiğimi söyleyince; "tabi biz arabayla gelirken, hiç farketmedik bile" deyişine üzüldüm. )

Böğürtlen kadar güzeldir bir kaplumbağa ile karşılaşmak da..
Yollar ve insanlar..
Yolun güzelliğine tebessüm katan insanlar.. köy kahveleri, çeşme başları, ev sundurmalarında selamlaştıklarımız.. ayaküstü, kısa bir yaşam öyküsünde soluklandığımız insanlar...
"Ben o yolları motorla bile çıkmam abi" diyerek bana çay ısmarlayan Şükrü...

Ağaç üstünden beni çağırarak, "Doldur çantana, yolda yersin.. ilaçlıdır ha, iyice yıka" deyip avucuma erik dolduran Alaattin abi...

Ankara'dan gelip aile tarlasını renklendirmiş, huzurlu bir kampa çevirmiş, sıcacık gülümsemesiyle koşuşturan Filiz hanım ve ailesi...

Soluklan abi diyerek, kardeşini gönderip maden suyu aldıran Karagöllü'den İbrahim...
(link)
"Açsan yemek de hazırlatayım" dedi.. bu güzel ev de onlarınmış.. Bölgede "ayaz"dan ötürü pek meyve yetişmediğini de ondan öğrendim.

"Abi, abi.. bekle biraz" seslenişiyle geri döndüğümde, koşturarak elinde salladığı gözlemeyi "ekmek, yersin" diye uzatan "şehirli" sarışın kardeş... (Tayfun&Yasemin çiftinden öğrendim; ıspanaklı, soğanlı gözleme benzeri bu lezzetin adı "Mancarlı pide" imiş.

ve Alihocalı Tayfun'un ailesi.. Balkondaki çiçekler için laf attığımda, "burada daha güzelleri var" diye bahçeye beni çağıran Yasemin hanım... "Bu da benim hastalığım" dedi.. Hepsi büyük emek istiyor. Her haftasonu buradaymışlar, baba öldüğünden beri, anne için Körfez'den geliyorlarmış...

Sepetten ikram domatesi dişleyerek ayrıldım oradan..

Ve kolay gelsin diyerek yanaştığım, "çocuğu çek sen" diyerek geri çekilen tarhanacı köylü güzelleri...

Dalından Yensin
Yol dedik.. dallanıp çeşitlenip, umulmaz güzelliklerle de buluşturan yollar...
Akşam olduğunda çadırın önünde yudum yudum anımsanıp, yeni düşlere sürükleyen yollar...
İnsanlar dedik, yolun yoldaşları...
Ya o, çayın deminde dinlenip, yıldızlara kadeh kaldırdığımız yol molaları, kamp alanları!..
Geçtiğimiz haftasonunda konaklamayı düşünerek beni yola düşüren, sıcacık fotoğrafları ve içten cümleleriyle doğaya davet eden "Dalından Yensin" oldu...


Sıcak karşılamayı, her konuğa tek tek gösterilen özeni; kamp sahibesinin mimarlık bilgisi ile doğaya dokunuşundaki ince emeği; çocuk oyun alanından, dere kenarındaki hamaklara, çay köşesine, mevsimlik bitkilerin levhalarına dek sinmiş huzuru; bisikletle yola düşeceğim için beni merak edip "varınca haber ver" diyen sevecen anneyi o güzel anı defterime kaydedip, daha da uzatmadan "ne iyi etmişim de gitmişim" diyorum...





Suyun içinde demlenmenin keyfi.. Evet, biraz geride, nispeten derin bir yer bulunca, 3-5 kulaçlık da olsa mesafe, attım kendimi derenin suyuna... Pırıl pırıl bir duşu kullanma imkanım vardı ne de olsa...
(link)
Aaaa.. unutmadan... İlk gece biraz şimşek ve gökgürültüsü çocuklu komşuları telaşlandırsa da, yağmura dönüşmedi... Gece ilerledikçe, bulutlar çekildi ve yıldızların şöleni başladı....
(link)
Akşam nevalesinde, bahçeden taze fasulye de vardı.

Bu da gece dostlarından biriydi.. Masa üzerindeki LED ampul üzerinde epey bir dansetti..

Ayrılırken, küçük bir çocuk gibi kendini yere attı "tortuga".. gitmeyecem işte dercesine...
Yollar ve evler...
Yol boyunca yapılar, köy evleri özellikle, çok dikkatimi çeker benim.. en az çeşmeler kadar... İşte bir kaç foto:







Ve elbet biz bisikletçiler için yaşamsal önemdeki çeşmeler, sebiller...


Dümbüldek suyu, mesire alanı
Pazar günü için, ilk anda, Filiz hanımın sözettiği yürüyüş parkuru cazip gelmişti.. Ama, daha önce bir arkadaşın da gitmemi önerdiği Dümbüldek suyuna doğru yola çıktım bisikletle...
Yol yine oldukça eğimliydi. 20 km gidiş-dönüşte 400 metre yükseklik kazancı... Ama bir o kadar da güzeldi....
Mesire alanına gelince... Harika bir orman.. Masalarıyla, düzenlemesiyle, yürüyüş patikalarıyla muhteşem bir tesis... bir o kadar da pis...
Giriş ücretsiz.. Ama konuştuğum görevli, ihaleyle aldıklarını, yakında ücretli olacağını anlattı.. İnsanların anlayışsızlığından, değer bilmemesinden söz etti..
İçerde kısa bir yürüyüş ve kahve molasını ardından, o görevliyi (heryerde "araç başına en fazla 3 adet 19 litrelik bidon alabilirsiniz" yazmasına rağmen, biz kalabalığız diyerek ondan fazla bidon su doldurmaya çalışanlarla) kavga ederken gördüm bu kez.. Artık, haklı olarak çileden çıkmıştı ve olay yerinden uzaklaştırmakta epey zorlandım açıkçası...
İşte fotoğraflarla Dümbüldek:





Son söz olarak dönüşten bir kaç foto ve meraklısına istatistikler...

Ballıkayalar tesisi, orman yangınlarına karşı alınan tedbirler gereği kapalı idi, sadece yiyecek birşeyler vardı..

Aslında bir süre kararsız kaldım kavşakta.. Ama eski kamyon yolu varken Tavşanlı yolunu tercih etmek, bile bile lades oldu... Önce cami önünde, sonra da E5'le kesişen noktadaki çorbacıda nefeslenmem gerekti. Bir ara yüzde 16 eğim görmüşüm..


Gidiş strava linki
(link)

Dümbüldek Pınarı yolu
(link)

ve dönüş
(link)



