five
Part time turcu
- Kayıt
- 29 Temmuz 2005
- Mesaj
- 1.506
- Tepki
- 4.113
- Yaş
- 54
- Şehir
- İstanbul-Bostancı
- Başlangıç
- 1995—96
- Bisiklet
- Diğer
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
6. Gün : Cide-İnebolu
Sabah erken kalktım ve hemen eşyalarımı hazırlamaya koyuldum. Kendimce turun en zorlu etabına erken başlamak ve akşam karanlığa kalmamak istiyordum. Yol boyu kalabileceğim tek yer Doğanyurt’tu ve oraya da 70 km.’lik bir mesafe vardı. Oradan İnebolu’ya da 30 Km. Açıkçası bu turda kendim için belirlediğim, Google Maps’ten tekrar tekrar incelediğim, MayMyRide’dan kalp grafisine benzeyen eğim grafiğini çıkardığım yola başlıyordum. Sabah Fatih de beni uğurlamak için erkenden kalkmıştı (ki o hep erken kalkar). Ben bisikletle İnebolu’ya o da otobüsle İstanbul’a gitmek üzere vedalaştık. Otel merkezde limanın bulunduğu kısımda olduğu için hemen anayola bağlandım ve pedala asılmaya başladım çünkü -dakika bir gol bir- yokuş başlamıştı. Sabahın erken saatlerinde Cide’nin hoş manzaralarına baka baka çıkıyordum. Yanımda sadece su vardı. Kahvaltıyı da yolda bir köyde yapmaya karar vermiştim vakit kaybetmemek için. Yol yükseldikçe asfaltın üzeri mıcır kaplanmaya başladı. Sonunda görünmez oldu ve tüm yola dökülmüş mıcırın üzerinde ilerler oldum. Bu doğal olarak tırmanışımı 2 kat daha zor hale getirmişti. Hem yola tutunmak hem de pedala kuvvet vermek için daha fazla uğraşır haldeydim ve bu da tek bir anlama geliyordu : Daha fazla yorulacaktım. “İşte şimdi yandık” dedim kendi kendime. Bu kadar erken mi başlamalıydı zorluklar ?
Sabahın ışıkları denize farklı mavi tonları katarken ve ben azalan eğimin tadını çıkarmaya başlarken bu tur boyunca en fazla ürkmeme sebep olan şeyle karşılaştım. Daha doğrusu karşılaşmadım sadece sesinin duydum. Sabahın o saatinde ve yolun benden başka birilerinin olmadığı kısımlarından birinde bir yaban domuzundan geldiğini düşündüğün ve derin bir burun çekmeyi andıran, yazıya ancak “hırk, hırk” şeklinde tanımlayabileceğim sesi… Bu yaz eşim ve kızımla yaptığımız tatilde Kuşadası’nda Dilek Yarımadası Milli Parkı’na gitmiş ve plajlardan birinin arkasındaki (insanların, piknik masalarının, tuvaletlerin ve tabi ki çöplerin olduğu) yerde yaban domuzu aileleriyle karşılaşmış ve inşalardan korkmadan ortada gezinen bu hayvanları oldukça şirin ve sevimli bulmuştuk. Ama burada bu sesi duyduğumda aklıma hiç sevimli bir domuz yavrusu gelmedi. Solu denize doğru uçurum, sağı yukarıya uzanan orman ve çalılık alanda yolun ortasında görmeyi ürkek bir şekilde beklediğim büyükçe bir yaban domuzuydu ve yapabileceğim tek şey geriye dönmek olurdu. O şartlarda eğer üzerime doğru gelen bir domuzdan bu şekilde uzaklaşmaya çalışmak ne derece anlamlı olursa... Bu sesi iki kez duymama ve pedallara daha sert basmama rağmen yolda karşıma bir tanesinin çıkmadığını şükrediyorum. Tabi ki senaryoların en kötüsü geliyor aklıma. Aslında, büyük olasılıkla, o da benim varlığımı fark edip uzaklaşmış olabilir.
Aydos köprüsünden geçip Sakallı köyüne geldiğimde kahvaltı için yine bir köy bakkalı buldum. Hem yanı da köy kahvesi… Ekmek, peynir, zeytin ve domates açık büfe kahvaltımı oluşturuyordu.
Kahvaltı yapmak çok iyi gelmişti. Sürekli devam eden çıkışlar ve inişler için biraz enerji toplamıştım. Bu etabın sloganı da yine “Niye indim ki tekrar çıkacaksam
”dı. Karadeniz’in bu en sakin kıyılarında pedal basıyor olmanın büyük keyfini yaşıyordum. Kıyıları gözle takip ederek Doğanyurt’a ne kadar kaldığını hesaplamaya çalışıyordum ama Doğanyurt’u görmek mümkün değildi. Bu sebeple işimi şansa bırakmamak için yemek molasını İlyasbey köyündeki küçük bir lokantada verdim. Sonra da vakit geçirmeden yola devam ettim. İçimden sürekli tekrarladığım bir yol ölçüsü vardı. Eğer saat 16:00’dan sonra Doğanyurt’a varırsam orada kalacaktım ama önce varırsam yola devam edecektim. Bunu için hesabım şöyleydi : Ortalama 10 Km/s hızla kalan 30 km’yi 3 saatte alırsam akşam 19:00 civarında hava kararmadan İnebolu’ye varmış olurum.
Yine uzun bir çıkışın arkasından gelen dik ve uzun inişin sonunda, dağların arasındaki Doğanyurt’aydım. Gerçekten deniz tarafından görünmesi oldukça zor, dar bir kıyı şeridi vardı ve düşündüğümden daha küçük bir yerleşimdi. Tabi inerken karşı yamaca doğru kıvrıla kıvrıla çıkan yol da bana bir sonraki yokuşu müjdeliyordu. Saat 15:30 olduğundan karar çoktan verilmişti. Yola devam. Doğanyurt’taki bir marketten içecek takviyesi ve atıştırmalık şeyler aldım. Bu arada market içindeki (sahipleri ve onların tanıdıkları olduklarını tahmin ettim) bir grubun hararetli tartışmalarına tanık oldum. Konu belediye seçimleriydi ve şimdiden tartışmalar başlamıştı.
Yol yine kalp grafiği şeklinde iniş ve yokuşlarla ilerlerken Kaylan köyündeki köy kahvesinde çay molası verdim. Köyün ahalisinden bir kısım kahvede oturuyordu. Selamlaştık. Beni masalarına davet ettiler ve çayın demlenmesini beklerken de sohbet koyulaştı. Bisikletten, turdan bahsettik. Ne iş yaptığım soruldu. Klasik köy kahvesi sorularıydı ama epeyce de ilgiliydiler. Masasına oturduğum yaşlı amcanın sorunu ise unutamayacağım. İşimi-gücümü ve bu turun bir yarış olup olmadığını sorduktan sonra niye bu kadar zahmete girdiğimi daha iyi anlamak için “Ucunda mükafat var mı ?” dedi. Tabi başka türlüsü akıl işi değil ya.
Köyün muhtarı da oradaydı ve onunla da epeyce konuştuk. İşte bu konuşmamız sırasında burada (ve buna benzer Anadolu’daki bir sürü yerde) insanların siyaset, seçim, yönetim vb. konularında ne kadar yönlendirmeye (hatta tehlikeli boyutlarda) açık olduklarını gördüm. Benin gibi, yoldan geçen bir yabancıdan bile medet umar şekilde, kime oy verilmesi gerektiği ile ilgili sorulardı sorulanlar. O an siyasi herhangi bir değerlendirme yapmanın yeri olmadığını düşünerek daha genel konularda konuşmaya çalıştım ama bu konudaki açlık da aklıma yer etti. Muhtarla yaptığımız konuşmanın özetinde şu tespit vardı kendilerince yapılan “Biz cahiliz. Bizim ağzımıza kim bir parmak bal çalıyorsa ona yaklaşıyoruz.”
Kaylan’dan ayrılıp yine yokuşlar devam ediyordu. Vakit akşam olmuşken de uzaktan İnebolu seçilmeye başlandı. İşte o zaman tamam dedim kendime. “Turun en zor etabının kazasız belasız geçtin.”
İnebolu’da hava karardı. Ben de uygun bir otel aramaya başladım. Bulduğum yerde önce duş sonra da yemek işini hallettim ve bu güzel günü bir güzel bir şekilde sonlandırmış oldum.
VDO MC 2.0 verileri
Çıkış : 07:15
Varış : 20:05
Mesafe : 108 km.
Pedal çevirme süresi : 09:01 saat
Ortalama Hız : 11,97 km/s
En yüksek hız : 53,62 km/s
Ortalama eğim çıkış : %6
Maksimum eğim çıkış : %15
Ortalama eğim iniş : -%5
Maksimum eğim iniş : -%16
Cide-İnebolu Link
(link)






















Fotoğraflar
Sabah erken kalktım ve hemen eşyalarımı hazırlamaya koyuldum. Kendimce turun en zorlu etabına erken başlamak ve akşam karanlığa kalmamak istiyordum. Yol boyu kalabileceğim tek yer Doğanyurt’tu ve oraya da 70 km.’lik bir mesafe vardı. Oradan İnebolu’ya da 30 Km. Açıkçası bu turda kendim için belirlediğim, Google Maps’ten tekrar tekrar incelediğim, MayMyRide’dan kalp grafisine benzeyen eğim grafiğini çıkardığım yola başlıyordum. Sabah Fatih de beni uğurlamak için erkenden kalkmıştı (ki o hep erken kalkar). Ben bisikletle İnebolu’ya o da otobüsle İstanbul’a gitmek üzere vedalaştık. Otel merkezde limanın bulunduğu kısımda olduğu için hemen anayola bağlandım ve pedala asılmaya başladım çünkü -dakika bir gol bir- yokuş başlamıştı. Sabahın erken saatlerinde Cide’nin hoş manzaralarına baka baka çıkıyordum. Yanımda sadece su vardı. Kahvaltıyı da yolda bir köyde yapmaya karar vermiştim vakit kaybetmemek için. Yol yükseldikçe asfaltın üzeri mıcır kaplanmaya başladı. Sonunda görünmez oldu ve tüm yola dökülmüş mıcırın üzerinde ilerler oldum. Bu doğal olarak tırmanışımı 2 kat daha zor hale getirmişti. Hem yola tutunmak hem de pedala kuvvet vermek için daha fazla uğraşır haldeydim ve bu da tek bir anlama geliyordu : Daha fazla yorulacaktım. “İşte şimdi yandık” dedim kendi kendime. Bu kadar erken mi başlamalıydı zorluklar ?
Sabahın ışıkları denize farklı mavi tonları katarken ve ben azalan eğimin tadını çıkarmaya başlarken bu tur boyunca en fazla ürkmeme sebep olan şeyle karşılaştım. Daha doğrusu karşılaşmadım sadece sesinin duydum. Sabahın o saatinde ve yolun benden başka birilerinin olmadığı kısımlarından birinde bir yaban domuzundan geldiğini düşündüğün ve derin bir burun çekmeyi andıran, yazıya ancak “hırk, hırk” şeklinde tanımlayabileceğim sesi… Bu yaz eşim ve kızımla yaptığımız tatilde Kuşadası’nda Dilek Yarımadası Milli Parkı’na gitmiş ve plajlardan birinin arkasındaki (insanların, piknik masalarının, tuvaletlerin ve tabi ki çöplerin olduğu) yerde yaban domuzu aileleriyle karşılaşmış ve inşalardan korkmadan ortada gezinen bu hayvanları oldukça şirin ve sevimli bulmuştuk. Ama burada bu sesi duyduğumda aklıma hiç sevimli bir domuz yavrusu gelmedi. Solu denize doğru uçurum, sağı yukarıya uzanan orman ve çalılık alanda yolun ortasında görmeyi ürkek bir şekilde beklediğim büyükçe bir yaban domuzuydu ve yapabileceğim tek şey geriye dönmek olurdu. O şartlarda eğer üzerime doğru gelen bir domuzdan bu şekilde uzaklaşmaya çalışmak ne derece anlamlı olursa... Bu sesi iki kez duymama ve pedallara daha sert basmama rağmen yolda karşıma bir tanesinin çıkmadığını şükrediyorum. Tabi ki senaryoların en kötüsü geliyor aklıma. Aslında, büyük olasılıkla, o da benim varlığımı fark edip uzaklaşmış olabilir.
Aydos köprüsünden geçip Sakallı köyüne geldiğimde kahvaltı için yine bir köy bakkalı buldum. Hem yanı da köy kahvesi… Ekmek, peynir, zeytin ve domates açık büfe kahvaltımı oluşturuyordu.
Kahvaltı yapmak çok iyi gelmişti. Sürekli devam eden çıkışlar ve inişler için biraz enerji toplamıştım. Bu etabın sloganı da yine “Niye indim ki tekrar çıkacaksam
Yine uzun bir çıkışın arkasından gelen dik ve uzun inişin sonunda, dağların arasındaki Doğanyurt’aydım. Gerçekten deniz tarafından görünmesi oldukça zor, dar bir kıyı şeridi vardı ve düşündüğümden daha küçük bir yerleşimdi. Tabi inerken karşı yamaca doğru kıvrıla kıvrıla çıkan yol da bana bir sonraki yokuşu müjdeliyordu. Saat 15:30 olduğundan karar çoktan verilmişti. Yola devam. Doğanyurt’taki bir marketten içecek takviyesi ve atıştırmalık şeyler aldım. Bu arada market içindeki (sahipleri ve onların tanıdıkları olduklarını tahmin ettim) bir grubun hararetli tartışmalarına tanık oldum. Konu belediye seçimleriydi ve şimdiden tartışmalar başlamıştı.
Yol yine kalp grafiği şeklinde iniş ve yokuşlarla ilerlerken Kaylan köyündeki köy kahvesinde çay molası verdim. Köyün ahalisinden bir kısım kahvede oturuyordu. Selamlaştık. Beni masalarına davet ettiler ve çayın demlenmesini beklerken de sohbet koyulaştı. Bisikletten, turdan bahsettik. Ne iş yaptığım soruldu. Klasik köy kahvesi sorularıydı ama epeyce de ilgiliydiler. Masasına oturduğum yaşlı amcanın sorunu ise unutamayacağım. İşimi-gücümü ve bu turun bir yarış olup olmadığını sorduktan sonra niye bu kadar zahmete girdiğimi daha iyi anlamak için “Ucunda mükafat var mı ?” dedi. Tabi başka türlüsü akıl işi değil ya.
Kaylan’dan ayrılıp yine yokuşlar devam ediyordu. Vakit akşam olmuşken de uzaktan İnebolu seçilmeye başlandı. İşte o zaman tamam dedim kendime. “Turun en zor etabının kazasız belasız geçtin.”
İnebolu’da hava karardı. Ben de uygun bir otel aramaya başladım. Bulduğum yerde önce duş sonra da yemek işini hallettim ve bu güzel günü bir güzel bir şekilde sonlandırmış oldum.
VDO MC 2.0 verileri
Çıkış : 07:15
Varış : 20:05
Mesafe : 108 km.
Pedal çevirme süresi : 09:01 saat
Ortalama Hız : 11,97 km/s
En yüksek hız : 53,62 km/s
Ortalama eğim çıkış : %6
Maksimum eğim çıkış : %15
Ortalama eğim iniş : -%5
Maksimum eğim iniş : -%16
Cide-İnebolu Link
(link)






















Fotoğraflar
Son düzenleme:


