@Ahmetgitar Sana bir soru, şehir dışına taşınmayı hiç düşündün mü? Orman kenarında ya da dere kenarında bir müstakil ev. Tabi su olmayacak (su deposu ve haftalık dolumlar bi çözüm olabilir belki), elektrik desen çok zor. E telefon da çekmeyecek büyük ihtimal. Isınma şömine ve odun ile olacak, haftalık şehir ziyaretleri ile erzak alınsa, ki buna da sanırım araba lazım. Bisikletle de olur gerçi ama sığar mı bilmem. Bu hayat tarzında insanın kendisine şehirde hiç yapmadığı ve yapmayacağı yeni meşgaleler ve ilgi alanları bulması gerekir sanırım. Şimdi ben bekar adamım. Yalnızlığa da baya alıştım. İnsanları anlamaya çalışmayı da uzun zaman önce bıraktım, ki zaten anlayacak fazla bişey de yok, herkes burnunun dikine gidiyor işte. Ben bu konunun bu başlık ile yakından ilgili olduğunu düşünüyorum. Yani şehirden ve insanoğlunun yaptığı makineden kendini sökme çıkarma konusu. Nitekim bana göre şehirde yaşamaya devam eden bir insanın kendisini şehirden soyutlaması imkansız. İstediğiniz kadar az elektrik harcayın, az su harcayın ya da internet televizyon kullanmayın, şehirde yaşadığınız sürece asla kaçamayacağınız stresle boğuşmak zorundasınız. Ayrıca politik camianın baskısını ve ekonomik zorlukları da her daim ensenizde hissedeceksiniz (zengin değilseniz tabi). Ben son bir kaç senedir bu konuyu baya ciddi düşünüyorum. Bu yazdıklarım da benim sesli düşünmem gibi oldu aslında. Yalnızlık çok huzur verici bişey gerçekten de alışan için. Fakat benim bahsettiğim yalnızlık şehirde ya da kasabada insanlarla çevrili bir yalnızlık değil. Gerçekten de en az 5-10 kilometre çevrenizde hiç kimsenin olmadığı tipte bir yalnızlık. Araba sesi yok, kavga gürültü yok, çocuk ağlaması yok, öfke yok en önemlisi. Sessizlik ve huzur var. Şehirde yaşadığımız sürece kaçamayacağımız şeyler bunlar malesef. Antarktika ile ilgili bir belgesel izlemiştim, adamlar dünyanın güney ucunda buzulların altındaki fokları araştırıyorlardı. Hiç unutmam, adam şöyle dedi, "bazen rüzgarsız gecelerde barakanın dışına çıkıp biraz yürüyüp dururum, ve o esnada sessizlik o kadar muazzamdır ki, kendi kalp atışımı duyabilirim". Ben bugüne kadar kendi kalp atışımı steteskop kullanmadan hiç duymadım. Ama demek ki duyulabiliyormuş. Tabi malum bölgede börtü böcek de yok, ses çıkaracak hiç bir şey yok, bunu da hesaba katmak lazım. Konu dağıldı
Şimdi bana soracaksınız, peki parayı nasıl kazanacağız. Valla bu tip bir hayat ancak freelance işlerle mümkün sanırım. Tercümanlık, grafikerlik gibi uzaktan yapılıp teslim edilen tipte işler olabilir. Fakat tabi bu işler için teknoloji ve internet bağlantısı da şart malesef. Parayı tümden iptal edelim desek, gıda ve suyu kendi başımıza tedarik edebilecek yetilere ve tecrübeye sahip olmamız lazım, kısaca bir nevi Bear Gryls gibi bi adam olmamız lazım. Ağaç kesmeyi ısınmayı filan bilmemiz lazım. Hatta hayvan postundan kendimize kıyafet yapmayı filan bile bilmemiz lazım. Paradan kaçmak işte bu kadar zor. Öğrenmek için hiç bi zaman geç değil. Fakat tabi şehir hayatının rahatlığı ve tembelliği de malesef kolay kolay kaçılacak şeyler değil sanırım. Ama sanki bir gün bir çoklarımızın bunu yapmak zorunda hissedeceğine dair içimde bir ses de yok değil.
Lafı fazla uzattım yani kısaca söylemek istediğim, şehirde yaşayan ve çalışıp para kazanan ve bu parayla da kendimize "ürünler" alan insanlar olarak kendimizi kalabalıklardan farklı görmemizin pek de bir faydası yok. Farkımız yok çünkü. Kusura bakmayın ama bunun adı tüketim karşıtlığı değil, çevrecilik de değil. Şehir zaten başlı başına bir karınca yuvası gibi. Biz de işçi karıncalarız işte. Tüketiyoruz ve çevreyi de kirletiyoruz. Aldığımız her ürünün plastik paketi var, para verip satın aldığımız oyuncaklar var, var oğlu var. Mikrodalga fırın çalışsın diye elektrik harcamak zorundayız ve o elektrik için de doğalgaz yakılıyor, ister az ister çok. Sistem için fark eden bişey yok. İstediğimiz kadar az kullanalım, sonuçta kullandığımız sürece biz de herkes gibi kullanıyoruz. Malesef bunlar bizi çevreci ya da tüketim karşıtı yapmıyor, yapamıyor.
Benim naçizane fikrim budur. Biraz dağınık oldu ama neyse işte.