Barış, savaşın ön hazırlığıdır..
Bilenle bilmeyen bir olamaz..Vatan müdafası ne kürsüde, ne tekkede, ne de banka şubesinde yapılamaz..
Askerliğini kantin subayı, sahte çürük ve bedelli yapan sözüm ona yöneticiler elbette askerliği de yük olarak görmektedirler. Savaşmak ve çepeçevre düşmanla kuşatılmak Türk'ün kaderi olmuştur.
Başta Türk Kara Kuvvetlet brövesindeki kurucu güç Hun İmparatorluğu amblemini kaldıranlar Türk Yurdundan Te Ce diye hitap ettikleri Türkiye Cumhuriyati ünvanını kaldıranlarla aynı kişilerdir.
Birçok köklü değerin içinin boşaltılıp hafifletildiği bu dönemde sinsi siyasetçilerin ayak oyunlarıyla meçhule gidenleri gördükçe Türk Ordusunda askerliğin gereksiz olduğu düşüncesi daha da artmıştır.
Son söz olarak Türk'ün son ve ebedi Başbuğ'u, Başkomutan Gazi Mustafa Kemâl Atatürk'ün meclis açılışındaki konuşmasını hatırlatarak ne peygamber ne de tarikat ocağı olamayacak kadar ulu olan Türk Ordusunda askerlik yapmanın yüce bir görev ve onur kaynağı olduğunu belirtmek isterim.
"İşittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla milli meclise davet etmedim. Herkes kararında özgürdür, bunlara başkaları da katılabilirler. Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatı ile buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hatta, hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağını alır, bu şekilde Elmadağ’ına çıkar, orada tek kurşunum kalana kadar vatanı savunurum. Kurşunlarım bitince de bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunları ile yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna and içtim!…"
Mustafa Kemâl, 23 Nisan 1920