five
Part time turcu
- Kayıt
- 29 Temmuz 2005
- Mesaj
- 1.453
- Tepki
- 3.957
- Yaş
- 52
- Şehir
- İstanbul-Bostancı
- Başlangıç
- 1995—96
- Bisiklet
- Diğer
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
7. Gün : Dubrovnik – “Babin Kuk Allah belanı versin.”
Sabah kaldığımız aparta yakın bir büfeden sandviçleri alıp kahvaltı olayımızı hızlıca hallettik. Jant tellerini tamir ettikten sonra günümüzü Dubrovnik’i gezmeye ayırmayı düşünüyorduk. Hatta fırsat olursa denize de girebilirdik. Ev sahibemiz Nina’ya elimizdeki jantı -ki üstünde lastik de vardı- gösterip bisiklet tamircisine ihtiyacımız olduğunu söyledik. Aslında bir gece önceden de sormuştuk ve o da çocuklarına soracağını söylemişti ama tekrar hatırlattık. O da bir “vulkanizer” den bahsetti. Benim bildiğim bu “vulkanizer” lastik tamircisiydi. Bir iki levha da görmüştüm. Nina’ya jant ve tellerini gösterip problemin lastikte olmadığını söyledik ama o kadar detayı bilmemesi normaldi.
Gökalp’le birlikte, elimizde arka jantla yürüyüşe başladık Nina’nın bizi yönlendirdiği istikamete doğru. Hava, sabah 09:00 civarı da olsa sıcak olacağını hissettiriyordu. İlk durağımız olan “vulkanizer” bildiğimiz lastikçinin hallicesiydi. Elimizde bisiklet jantıyla girip bisiklet tamircisi sorduğumuzda önce yüzümüze anlamsız anlamsız baktılar, sonra da, “Bilmiyoruz” anlamında bir işaret yapıp yolun devamını gösterdiler. Bu, bizdeki “Ben bilmiyorum. İleride sor.” demekti. İlerledik, sorduk.
Dediler : “Vulkanizer” mi lazım ?.
“No vulkanizer !”. “Biz bisiklet tamircisi arıyoruz.”
Bu sekansı birkaç kez yaşadıktan ve tüm bu süre zarfında jant elde yürüdükten sonra… Yine bir “Vulkanizer”daki bir hatunun gözleri bize daha anlamlı baktı. “Ben biliyorum. Babin Kuk’ta bir tane bisiklet tamircisi var.” “Hah işte ondan. Hay ağzını öpeyim.” Öpmedik tabi. Çok sevindik. CityMaps2Go’daki haritadan Babin Kuk’u bulduk. Biraz mesafeliydi ama herhangi bir araca binmeyi düşünmeden, elde jantla yürümeye başladık. Güneş artık iyice tepeye çıkmıştı. Ve yolumuzda gölge oluşturan bir şey de yoktu. Yolda, artık yerleşim yerlerini de geride bırakır şekilde yürüyorduk. Nereye gittiğimizi ve isteğimiz şeyi bulup bulamayacağımızı bilmiyorduk ama yürüyorduk. Önce epeyce yokuş yukarı, sonra da aşağı doğru inip çevrede yerleşim yerlerinden ziyade otellerin bulunduğu bir ortama geldik. Bisiklet tamircisi olabilir diye düşündüğümüz yerlere doğru yürüdük ama görünürde pek mümkün görünmüyordu buralarda böyle bir yerin olması. Babin Kuk’ta bir o tarafa bir bu tarafa yürüyüp görebildiğimiz az sayıda kişiye elde jantla bisiklet tamircisi sorduk. Yine bir kısım kendiniz bilmezler “Vulkanizer?” diyecek oldu. Ağızlarına vuracak kürek bulmadık. Ve sonunda pes ettik. Dedik “Böyle olmayacak. Geriye merkeze dönelim.” Bir durak ve önünde de otobüs bulduk ama ne nereye gittiği hakkında bilgimiz vardı ne de bilet. Pes etmenin ileri evresinde dellenip Gökalp’e “Taksiye binelim.” dedim. O yolu tekrar yürümeye ne mecalim var ne de sabrım… Lüks bir otelin girişinin önünde taksi bulup “Merkeze” dedik. Bisiklet tamircisi aradığımızı da söyledik ki biliyorsa direkt oraya gidelim. Taksicinin ağzından bir “Toni” sözü çıktı -ki biz kim olursa olsun yeter ki tamirci olsun modundayız- merkezde bir bisikletçinin önünde durdu epey bir yolculuktan sonra. “Hah! İşte bisikletçi. Tamamdır.” Biz sevinçle indik taksiden. Dükkana girdik ki jilet gibi bir bisikletçi. Trek’leri gördük, component’ları vs. yüzümüz gülmeye başladı. Ama elimizdeki jantı ve kırılan telleri gösterip
“Tamir ?” dedik. Adam “Tamirci yok.” dedi.
Nasıl yani ? Bisiklet var. Parçalar var. “Nasıl tamirci yok ?” Bisiklet var. Parçalar var. Tamirci olmaz mı ? Nasıl olmaz ? Niye olmaz ?” feryadımıza tek cevap “Toni” oldu. Ne Toni’si ? Kim bu Toni ? Adam bize, aynı yolu aşağıya doğru yürüdüğümüzde 1 km. kadar aşağıda bir binanın otopark girişini tarif etti. Anlamsız anlamsız bakıp sonra yürüyüşe geçtik. Bir yandan da son kalenin de düşmesi bizi hayal kırıklığına uğrattı. Bahsettiği binanın otopark girişindeki kulübede bir adam vardı. Adama
“Toni” dedik,
“Bisiklet” dedik,
“Tamir” dedik.
Adam hepsine “Yes , Ok” minvalinde şeyler söyledi ama gerisi yoktu.
Anlattığından anladığımız,
Kötü haber : O Toni değildi. Ve Toni burada yoktu.
İyi haber : Ama gelecekti. Gelecekti ama öğleden sonra 2’de gelecekti.
Kötü haber : Şu an saat 11:00’di. Çaresiz bekleyecektik.
Yakındaki bir restoranda yemek yiyelim, zaman geçirelim dedik. Epeyce süründük orada. İnternete da bağlandık. Ama zaman geçmek bilmiyordu. Sonunda saat ikiye yaklaşırken aynı yere tekrar gittik. Otoparktaki kulübede bu sefer bir adam daha vardı. Toni’ydi o. Yaşlıca bir amcaydı. Biz “medet ya Toni” modunda jantı gösterdik. Toni İngilizce’den muaftı.
Tamamen işaret diliyle tamiri yapabileceğini söyledi.
“E hadi” dedik.
”Şimdi değil.” dedi.
“Niye ? “ dedik.
“İşte öyle.” dedi.
“E ne zaman ?” dedik.
“Yarın sabah 09:00’da.” dedi.
“Yarın sabah olmaz. Yarın sabah yola çıkacağız.” dedik.
“Şimdi olmaz. Yarın” dedi. “Nuh” dedi “peygamber” demedi.
“Nerede ?” diye sorduk.
“Burada değil. Evde.” dedi.
“Ev nerede” dedik.
Adres verdi. Ben haritayı açtım kendisine yerini işaretlettim. Sözleştik, ayrıldık. Tabi bütün bu konuşmalar vücut diliyle gerçekleşti.
İşimiz zorunlu olarak ertesi güne kalmıştı. Yarın sabah tamiri halledip devam edecektik yola. Şimdi ise günün geri kalanında Dubrovnik’in keyfini çıkarma zamanıydı. Tabi gün öğleden sonrayı bulmuştu. Çok zaman kaybetmiş ve güneşin altında yürümekten yorulmuştuk. (sanki pedal çevirmek daha az yoruyormuş gibi ) Kaldığımız yere geri döndük. Ben, kısa bir süre de olsa denize girmeyi hayal etmiştim. Gökalp odada kalıp dinleneceğini söyleyince ben havlu ve terlikle yakındaki koya yüzmeye gittim. Giderken karşılaştığım Avusturalyalı bir genç kızla aynı yere gittiğimiz anlayınca sohbete başladık. Kızımın da Avusturalya’ya gittiğinden, onun gazeteci oluşu ve İngiltere’de yaşadığından falan… Sonunda bana şu soruyu sordu : “İstanbul güvenli midir ?” Ben de şöyle cevap verdim : “Tabi ki güvenlidir. Aslında her yer güvenlidir.” Ben kıza bu cevabı verdikten 15 gün sonra Atatürk hava limanına bombalı saldırı oldu. Şu an yazımı yazarken düşünüyorum da… Şimdiki cevabım tam tersi olurdu. Hiçbir yer güvenli değildir.
Deniz sefam kısa ama keyifliydi. Koyda yüzüp biraz güneş altında keyif yaptım ve döndüm. Gökalp uykusunu almıştı. Duş alıp akşam için hazırlandık. İki gündür pek keyifli zaman geçirememiştik ama artık keyif zamanıydı. Önce birbirimizi, sonra kalacak yeri en sonunda da Toni’yi bulmuştuk. Dubrovnik’in etkileyici tarihi şehir merkezine yürüyüp etrafı fotoğrafladık. Tarihi kostümlü askerler turistlere gösteri şeklinde bir nöbet değişimi gerçekleştiriyorlar ve dar sokaklardan trampet çalarak geçiyorlardı. Kendimize fiyakalı bir restoran seçmek için bir iki tur atıp sonra bir meydandaki açık havada bulunan masalardan birine oturduk. Fiyakalı bir garson nereden geldiğimizi sorunca Türk olduğumuzu ve bisiklet turu yaptığımızı söyledik. Adam önce epeyce şaşırdı. Sonrada gitti bize Türkçe menü getirdi. Yemek fiyakasıyla doğru orantılı olarak epeyce tuzluydu ama olsundu. Bu gece böyledi. Yemek sonrası şehrin dar sokaklarına dalıp yukarılara çıktık. Etrafın insan kaynadığı yerlerden uzaklaşıp sonra tekrar insanların arasına karıştık. Gezmesi çok keyifliydi dar ara sokaklarda. Gece geç saatlerde yürüyerek geriye döndük. Tüm gün olduğu gibi gece boyu da kendi kendimize “Babin Kuk” deyip arkasına ekliyorduk “Allah belasını versin”
Dubrovnik’in tek bisiklet tamircisi Toni’nin kartı. Gitmeyi planlayan arkadaşlara amme hizmetimiz olsun.
Babin Kuk (A.B.V.)’ye giderken bir gün sonra geçeceğimiz köprüyü gördük.
Artık yüzme zamanı
Dubrovnik Old town’dan kareler
Papağanlar ilgi odağıydı
Dar sokaklarda gezmek keyifliydi
Turist atraksiyonu askerlerin geçit resmi
Fiyakalı yemeğimiz
Gecenin geri kalanında Dubrovnik
Gökalp’ten kareler
Sabah kaldığımız aparta yakın bir büfeden sandviçleri alıp kahvaltı olayımızı hızlıca hallettik. Jant tellerini tamir ettikten sonra günümüzü Dubrovnik’i gezmeye ayırmayı düşünüyorduk. Hatta fırsat olursa denize de girebilirdik. Ev sahibemiz Nina’ya elimizdeki jantı -ki üstünde lastik de vardı- gösterip bisiklet tamircisine ihtiyacımız olduğunu söyledik. Aslında bir gece önceden de sormuştuk ve o da çocuklarına soracağını söylemişti ama tekrar hatırlattık. O da bir “vulkanizer” den bahsetti. Benim bildiğim bu “vulkanizer” lastik tamircisiydi. Bir iki levha da görmüştüm. Nina’ya jant ve tellerini gösterip problemin lastikte olmadığını söyledik ama o kadar detayı bilmemesi normaldi.
Gökalp’le birlikte, elimizde arka jantla yürüyüşe başladık Nina’nın bizi yönlendirdiği istikamete doğru. Hava, sabah 09:00 civarı da olsa sıcak olacağını hissettiriyordu. İlk durağımız olan “vulkanizer” bildiğimiz lastikçinin hallicesiydi. Elimizde bisiklet jantıyla girip bisiklet tamircisi sorduğumuzda önce yüzümüze anlamsız anlamsız baktılar, sonra da, “Bilmiyoruz” anlamında bir işaret yapıp yolun devamını gösterdiler. Bu, bizdeki “Ben bilmiyorum. İleride sor.” demekti. İlerledik, sorduk.
Dediler : “Vulkanizer” mi lazım ?.
“No vulkanizer !”. “Biz bisiklet tamircisi arıyoruz.”
Bu sekansı birkaç kez yaşadıktan ve tüm bu süre zarfında jant elde yürüdükten sonra… Yine bir “Vulkanizer”daki bir hatunun gözleri bize daha anlamlı baktı. “Ben biliyorum. Babin Kuk’ta bir tane bisiklet tamircisi var.” “Hah işte ondan. Hay ağzını öpeyim.” Öpmedik tabi. Çok sevindik. CityMaps2Go’daki haritadan Babin Kuk’u bulduk. Biraz mesafeliydi ama herhangi bir araca binmeyi düşünmeden, elde jantla yürümeye başladık. Güneş artık iyice tepeye çıkmıştı. Ve yolumuzda gölge oluşturan bir şey de yoktu. Yolda, artık yerleşim yerlerini de geride bırakır şekilde yürüyorduk. Nereye gittiğimizi ve isteğimiz şeyi bulup bulamayacağımızı bilmiyorduk ama yürüyorduk. Önce epeyce yokuş yukarı, sonra da aşağı doğru inip çevrede yerleşim yerlerinden ziyade otellerin bulunduğu bir ortama geldik. Bisiklet tamircisi olabilir diye düşündüğümüz yerlere doğru yürüdük ama görünürde pek mümkün görünmüyordu buralarda böyle bir yerin olması. Babin Kuk’ta bir o tarafa bir bu tarafa yürüyüp görebildiğimiz az sayıda kişiye elde jantla bisiklet tamircisi sorduk. Yine bir kısım kendiniz bilmezler “Vulkanizer?” diyecek oldu. Ağızlarına vuracak kürek bulmadık. Ve sonunda pes ettik. Dedik “Böyle olmayacak. Geriye merkeze dönelim.” Bir durak ve önünde de otobüs bulduk ama ne nereye gittiği hakkında bilgimiz vardı ne de bilet. Pes etmenin ileri evresinde dellenip Gökalp’e “Taksiye binelim.” dedim. O yolu tekrar yürümeye ne mecalim var ne de sabrım… Lüks bir otelin girişinin önünde taksi bulup “Merkeze” dedik. Bisiklet tamircisi aradığımızı da söyledik ki biliyorsa direkt oraya gidelim. Taksicinin ağzından bir “Toni” sözü çıktı -ki biz kim olursa olsun yeter ki tamirci olsun modundayız- merkezde bir bisikletçinin önünde durdu epey bir yolculuktan sonra. “Hah! İşte bisikletçi. Tamamdır.” Biz sevinçle indik taksiden. Dükkana girdik ki jilet gibi bir bisikletçi. Trek’leri gördük, component’ları vs. yüzümüz gülmeye başladı. Ama elimizdeki jantı ve kırılan telleri gösterip
“Tamir ?” dedik. Adam “Tamirci yok.” dedi.
Nasıl yani ? Bisiklet var. Parçalar var. “Nasıl tamirci yok ?” Bisiklet var. Parçalar var. Tamirci olmaz mı ? Nasıl olmaz ? Niye olmaz ?” feryadımıza tek cevap “Toni” oldu. Ne Toni’si ? Kim bu Toni ? Adam bize, aynı yolu aşağıya doğru yürüdüğümüzde 1 km. kadar aşağıda bir binanın otopark girişini tarif etti. Anlamsız anlamsız bakıp sonra yürüyüşe geçtik. Bir yandan da son kalenin de düşmesi bizi hayal kırıklığına uğrattı. Bahsettiği binanın otopark girişindeki kulübede bir adam vardı. Adama
“Toni” dedik,
“Bisiklet” dedik,
“Tamir” dedik.
Adam hepsine “Yes , Ok” minvalinde şeyler söyledi ama gerisi yoktu.
Anlattığından anladığımız,
Kötü haber : O Toni değildi. Ve Toni burada yoktu.
İyi haber : Ama gelecekti. Gelecekti ama öğleden sonra 2’de gelecekti.
Kötü haber : Şu an saat 11:00’di. Çaresiz bekleyecektik.
Yakındaki bir restoranda yemek yiyelim, zaman geçirelim dedik. Epeyce süründük orada. İnternete da bağlandık. Ama zaman geçmek bilmiyordu. Sonunda saat ikiye yaklaşırken aynı yere tekrar gittik. Otoparktaki kulübede bu sefer bir adam daha vardı. Toni’ydi o. Yaşlıca bir amcaydı. Biz “medet ya Toni” modunda jantı gösterdik. Toni İngilizce’den muaftı.
Tamamen işaret diliyle tamiri yapabileceğini söyledi.
“E hadi” dedik.
”Şimdi değil.” dedi.
“Niye ? “ dedik.
“İşte öyle.” dedi.
“E ne zaman ?” dedik.
“Yarın sabah 09:00’da.” dedi.
“Yarın sabah olmaz. Yarın sabah yola çıkacağız.” dedik.
“Şimdi olmaz. Yarın” dedi. “Nuh” dedi “peygamber” demedi.
“Nerede ?” diye sorduk.
“Burada değil. Evde.” dedi.
“Ev nerede” dedik.
Adres verdi. Ben haritayı açtım kendisine yerini işaretlettim. Sözleştik, ayrıldık. Tabi bütün bu konuşmalar vücut diliyle gerçekleşti.
İşimiz zorunlu olarak ertesi güne kalmıştı. Yarın sabah tamiri halledip devam edecektik yola. Şimdi ise günün geri kalanında Dubrovnik’in keyfini çıkarma zamanıydı. Tabi gün öğleden sonrayı bulmuştu. Çok zaman kaybetmiş ve güneşin altında yürümekten yorulmuştuk. (sanki pedal çevirmek daha az yoruyormuş gibi ) Kaldığımız yere geri döndük. Ben, kısa bir süre de olsa denize girmeyi hayal etmiştim. Gökalp odada kalıp dinleneceğini söyleyince ben havlu ve terlikle yakındaki koya yüzmeye gittim. Giderken karşılaştığım Avusturalyalı bir genç kızla aynı yere gittiğimiz anlayınca sohbete başladık. Kızımın da Avusturalya’ya gittiğinden, onun gazeteci oluşu ve İngiltere’de yaşadığından falan… Sonunda bana şu soruyu sordu : “İstanbul güvenli midir ?” Ben de şöyle cevap verdim : “Tabi ki güvenlidir. Aslında her yer güvenlidir.” Ben kıza bu cevabı verdikten 15 gün sonra Atatürk hava limanına bombalı saldırı oldu. Şu an yazımı yazarken düşünüyorum da… Şimdiki cevabım tam tersi olurdu. Hiçbir yer güvenli değildir.
Deniz sefam kısa ama keyifliydi. Koyda yüzüp biraz güneş altında keyif yaptım ve döndüm. Gökalp uykusunu almıştı. Duş alıp akşam için hazırlandık. İki gündür pek keyifli zaman geçirememiştik ama artık keyif zamanıydı. Önce birbirimizi, sonra kalacak yeri en sonunda da Toni’yi bulmuştuk. Dubrovnik’in etkileyici tarihi şehir merkezine yürüyüp etrafı fotoğrafladık. Tarihi kostümlü askerler turistlere gösteri şeklinde bir nöbet değişimi gerçekleştiriyorlar ve dar sokaklardan trampet çalarak geçiyorlardı. Kendimize fiyakalı bir restoran seçmek için bir iki tur atıp sonra bir meydandaki açık havada bulunan masalardan birine oturduk. Fiyakalı bir garson nereden geldiğimizi sorunca Türk olduğumuzu ve bisiklet turu yaptığımızı söyledik. Adam önce epeyce şaşırdı. Sonrada gitti bize Türkçe menü getirdi. Yemek fiyakasıyla doğru orantılı olarak epeyce tuzluydu ama olsundu. Bu gece böyledi. Yemek sonrası şehrin dar sokaklarına dalıp yukarılara çıktık. Etrafın insan kaynadığı yerlerden uzaklaşıp sonra tekrar insanların arasına karıştık. Gezmesi çok keyifliydi dar ara sokaklarda. Gece geç saatlerde yürüyerek geriye döndük. Tüm gün olduğu gibi gece boyu da kendi kendimize “Babin Kuk” deyip arkasına ekliyorduk “Allah belasını versin”
Dubrovnik’in tek bisiklet tamircisi Toni’nin kartı. Gitmeyi planlayan arkadaşlara amme hizmetimiz olsun.
Babin Kuk (A.B.V.)’ye giderken bir gün sonra geçeceğimiz köprüyü gördük.
Artık yüzme zamanı
Dubrovnik Old town’dan kareler
Papağanlar ilgi odağıydı
Dar sokaklarda gezmek keyifliydi
Turist atraksiyonu askerlerin geçit resmi
Fiyakalı yemeğimiz
Gecenin geri kalanında Dubrovnik
Gökalp’ten kareler