five
Part time turcu
- Kayıt
- 29 Temmuz 2005
- Mesaj
- 1.453
- Tepki
- 3.961
- Yaş
- 52
- Şehir
- İstanbul-Bostancı
- Başlangıç
- 1995—96
- Bisiklet
- Diğer
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
5.Gün : İşkodra – Kotor
Tiran’da hostel fiyatına kaldığımız otelin resepsiyonundaki ablanın yorumuyla “Bisiklet ve aşk şehri” olan İşkodra’dan sabah itibariyle yola revan olduk. Bisikletler ve bisiklet şehrini görmüştük ama aşk şehri kısmı için pek vaktimiz olmamıştı. … Ayrıca bugün benim doğum günümdü. 45. yaşımı bitiriyordum bugün. Ve geçen sene olduğu gibi bu sene de yurt dışında olacaktım. Geçen sene ailemle birlikte İtalya gezisi yapmış ve 44. yaşımı dönüşümüzden bir gece önce Milano’da kutlamıştık. Hatta kızım bir sürpriz yapıp bizden ayrıldığı kısa süre içinde küçücük bir pasta alıp gelmişti. Mumu da telefonunun flaşı olmuştu.
İşkodra, yarısı Karadağ’a ait olan kocaman bir gölün yanına konuşlanmıştı. Merkezi biraz uzaktı göle ama özellikle Karadağ sınırına doğru giden yol oldukça yakınından geçiyordu. Buna ve Drini nehirleri birleşerek çok büyük bir sulak alan oluşturuyordu. Bu sulak alan doğal rezerv alan olarak ayrılmıştı. Buna nehri, bu sulak alanın içinden geçerek Adriyatik denizine ulaşıyordu. Sulak alanın yanından kıvrıla kıvrıla ilerleyen dar yolun muhteşem bir manzarası vardı. Yol, genel olarak yüksek bir irtifaya çıkmıyordu, özellikle ilk 20 kilometresi bu harika manzarada dümdüz ilerliyordu. Zus, Obliqe ve Muriqan köylerinin içinden geçip sınıra doğru ilerliyorduk. Sınır geçişleri heyecan oluşturuyordu bizde. Tur öncesi edindiğim GoPro çakması Eken H9 aksiyon kameramı her sınır geçişi öncesinde, kapıya kısa bir süre önce çalıştırıyor geçişi tamamlayıp çekimi bitiriyordum. Tabi pasaport kontrolü sırasında da kapamam gerekiyordu. Şimdi yine böyle bir geçişe yaklaşıyor ve Balkan turumuzun 3. ülkesine, Karadağ’a geçiş yapıyorduk.
Sınır kapısına yaklaştığımızda büyük bir levhada “Joint Border” yazısı okumuştum ama ne anlama geldiğini Karadağ tarafına geçince anlayacaktık. Sınır geçişleri ise tur boyunca bizim için herhangi bir sorun oluşturmayacaktı. Bisikletli garipler genelde hayranlık ve acımayla karışık bir yüz ifadesiyle karşılanıyordu.
Arnavutluk sınır kapısından çıkıp Karadağ sınır kapısına doğru ilerdik. Daha doğrusu biz öyle sandık. Çünkü o geçtiğimiz sınır kapısı Arnavutluk ve Karadağ’ın ortak yani ‘Joint’ sınır kapısıymış. “Welcome to Montenegro”yu görünce anladık. İki şeritli düz yolda ama artık Karadağ topraklarında yeşillikler içinde ilerliyor zaman zaman mola verip fotoğraf çekiyorduk. Bir iki molamızda, üzerinde ay yıldız olan ve Türkçe “Rahmetli” ve “El Fatiha” yazılarını kolaylıkla ayırt ettiğimiz mezar taşlarından Müslüman mezarlığının yanında olduğumuzu fark ettik. Turumuz boyunca farklı ülkelerde Türk ve Müslüman mezarlıklarını görüp Türk izlerini sürecektik.
Ana yol Ulcini’ye doğru gidiyordu ama bizim asıl amacımız kısa yoldan Bar’a varmak ve öğle yemeğimizi yemekti. Bu sebeple ana yoldan ayrıldık. Yol iyice daraldı ama yeşilliğinden hiçbir şey kaybetmedi. 5 km. civarı kendini hissettiren bir yokuştan sonra yüksekten Adriyatik’i gördük. Bu onu ilk görüşümüzdü ve birkaç gün daha bize eşlik edecekti.
Bar’a yaklaşırken aklımıza gelen ve içinde “Bar” geçen tüm esprileri de tükettik. En hafifinden “Bar’a giriyoruz ama damsız alırlar mı acaba ?” … Bar’ın merkezine girip yemek yiyebileceğimiz bir yer aradık. Sonunda da uygun bir yer bulup hemen yemek siparişlerini verdik. Açlıktan kırılıyorduk neredeyse.
Bar’dan “sarhoş olmadan” çıkıp son yılların gözde tatil mekanlarından Budva’ya doğru pedallara kuvvet verdik. Sol yanımızda plajlar ya da yerleşim yerleriyle turistik hava birden yoğunlaşmış ortam Akdeniz’e bağlanmıştı. Yolun ünlü uğrak noktalarından biri de Sveti Stefan’dı. Kıyıya kısa bir geçiş yoluyla bağlanmış ve çevresi surlarla kapalı küçük bir adacık içinde şu an otel olarak kullanılan çok sayıda yapı bulunuyordu. İnternet’te gezmek için girilemediğini, sadece rezervasyonla girilebildiğini okumuştum. Otel yerine restoran rezervasyonu da bu kuralı delmek için kullanılabiliyormuş illa gireceğim diyenler tarafından. Tepeden manzarası oldukça güzeldi. Biz oradayken birkaç tur otobüsü dolusu turist de gelmiş hem Sveti Stefan’ı fotoğraflamış hem de bizi ve bisikletleri epeyce süzmüştü.
Karadağ’ın Adriyatik kıyılarının bu kısmını Bodrum ve çevresine benzetmiştim. Özellikle Budva bende küçük bir Bodrum etkisi yaratmıştı. Ama bizim hedefimiz bu akşam Budva’da değil Kotor’da olmaktı. Bu sebeple Budva’da oyalanmadan yola devam ettik. Bir kez daha içerilere yöneldik ama aslında hedef yine denize ulaşmaktı. Çünkü Kotor’da muhteşem bir körfezin en ucunda yer alıyordu. Kotor’a ilk ayrım, haritada fark ettiğimiz eski yoldu. Biraz tırmanıyordu doğal olarak. Yeni hali ise 1600 m.’lik bir tünelle Kotor Körfezine bağlanıyordu. Yoğun trafikte güçlü aydınlatmalarımızla geçtik tüneli. Artık akşam saatleri olmuştu ve nihayet Kotor’a varmıştık. İlk dikkatimiz çeken Yüzüklerin Efendisi filmlerine dekor olabilecek şekilde uzanan surlardı. Hem Kotor’un merkezinde bulunan hem de arkasındaki heybetli dağ sırasına uzanan surlar muhteşem bir görüntü oluşturuyordu.
Şehrin merkezine girip hızla kalacak bir yer aramaya koyulduk ama otel fiyatları bu kadar turistik bir ortamda cüzdan yakan cinstendi. Yine “Hostel olsun ama uygun olsun” prensibine dayanıp hostel aramaya koyulduk. Biraz ilerleyip hostel levhası gördük ve oraya ulaştık. İlgili kişiyi bulmamız biraz zamanımız aldı. Hızlı bir cevapla yer olmadığını öğrendiğimizde hayal kırıklığına uğradık. Yer bulamayacağız diye düşünürken hostel master bize merkezde bir yer olduğunu söyleyip tarif etti. “Merkez” dediği yerin o muhteşem surların çevrelediği tarihi şehir olduğu gerçeği bizi çok şaşırttı çünkü dışarıdan içerideki yapılar değil sadece surlar görünüyordu ve biz orayı tarihi bir kale sanıp yanından geçip gitmiştik. Tarihi şehre surların arasındaki dar kapıdan girdiğimizde içeride başka bir dünya olduğunu fark ettik.İçerisi tamamen taştan birkaç katlı yapılar ve kiliselerle doluydu. Tarife uygun iz sürüp hosteli bulduk. İçerideki yetkili görünümlü abiyle konuşabilmek için epeyce beklemek zorunda kaldık çünkü başı tam anlamıyla kalabalıktı. Her yerde gençler ya oturuyor ya da ayakta dikiliyor, ellerinde telefon ya da dizlerinde bilgisayarla ilgileniyorlar bir kısmı da bu hostel master abinin direktiflerine uygun olarak dışarı çıkıyorlardı. Sıra nihayet bize gelene kadar zaten yer bulma ümidimizi yitirmiştik. Laf olsun diye klasik sorularımız sorduk. “Yer var mı ?”, “Kaç para?”, “Bisikletler için kapalı bir yer var mı ?” asıl önemlisi artık birinci ve üçüncü soruların cevapları bizim için daha önemli hale gelmişti. Neyse ki cevaplar olumlu olunca biz de rahatladık. Önce bisikletleri yerine yerleştirmek gerekiyordu ki bunun için hostel master’ın çağırdığı başka bir abiyi bekledik. 15-20 dakika sonra gelen abi önde biz arkada, elimizde de yüklü bisikletlerle taş kaplı sokaklarda biraz zor olsa da ilerledik. Uzun bir yürüyüşten sonra abi, depo kılıklı bir mekanın önünde durdu. Kapıyı açtı. İçerisi gerçekten depoydu. Bisikletleri buraya koyabileceğimizi ve kapıyı kilitleyeceğini bize işaretlerle anlattı. Aslında bisikletlerden bu kadar uzakta olacak olmak pek içimize sinmese de yapacak bir şey yoktu. Heybeleri alıp geri döndük ve acaba nasıl bir yerde kalacağız derken, taş binanın üst katında, iki kişilik bir yatağı olan, aynanın önünde bir şişe şarap bulunan bir odada bulduk kendimizi. Banyo ve tuvalet dışarıda da olsa da oda güzeldi. Etrafta turist abiler yeme içme ve dinlenme aktivitelerini gerçekleştiriyorlardı.
Gökalp odadaki şarap şişesini görünce atladı: “Abi ben bunu alırım.” “Al tabi ki” dedim. O bizimi çünkü. İkramdı. Nihayet duş alıp temizlenme işlemlerini tamamladıktan sonra kendimizi Kotor’un tarihi sokaklarına atık. Gerçekten farklı bir atmosferi vardı tarihi şehrin. Yemek için uygun bir yer bulup oturduk. Yemek sonrası Kotor’un tarihi merkezinde turlamaya devam ettik. Şehrin kapısının hemen dışına yerleştirilmiş ve insana kendini küçük bir çocuk gibi hissettiren dev banka oturup birbirimizi fotoğrafladık. Dönüp tatlı bireyler yemek için geç saatte açık bir yer bulduk. Bu sırada küçük bir pasta ile doğum günümü kutlayıp günün anlam ve önemini hatırladıktan sonra zorlukla bulduğumuz hostelimize dönüp ertesi gün için dinlenmeye çekildik.
5. gün : İşkodra - Kotor
Mesafe : 112.78 km.
Yolda geçen süre : 7:27 saat
Ortalama Hız : 15.13 km/s
Maksimum hız : 53.62 km/s
Ortalama eğim çıkış : %3
Maksimum eğim çıkış :%7
Ortalama eğim iniş : %-3
Maksimum eğim iniş :%-9
İşkodra – Kotor rotası :
MapMyRid linki
(link)
Sabah sabah İşkodra manzaraları
Buna nehri koruma alanı
Artık Karadağ’dayız
Yol kenarında Müslüman mezarlığı
Adriyatik’le ilk buluşma
Yol manzaraları
Sveti Stefan
Budva
Kotor’un surları
Kotor körfezi bir bıçak ucu gibi içerilere kadar giriyor
Kotor surları
Kotor “Old Town”
İnsanı çocukmuş gibi hissettiren dev bank
Gökalp’ten kareler
Tiran’da hostel fiyatına kaldığımız otelin resepsiyonundaki ablanın yorumuyla “Bisiklet ve aşk şehri” olan İşkodra’dan sabah itibariyle yola revan olduk. Bisikletler ve bisiklet şehrini görmüştük ama aşk şehri kısmı için pek vaktimiz olmamıştı. … Ayrıca bugün benim doğum günümdü. 45. yaşımı bitiriyordum bugün. Ve geçen sene olduğu gibi bu sene de yurt dışında olacaktım. Geçen sene ailemle birlikte İtalya gezisi yapmış ve 44. yaşımı dönüşümüzden bir gece önce Milano’da kutlamıştık. Hatta kızım bir sürpriz yapıp bizden ayrıldığı kısa süre içinde küçücük bir pasta alıp gelmişti. Mumu da telefonunun flaşı olmuştu.
İşkodra, yarısı Karadağ’a ait olan kocaman bir gölün yanına konuşlanmıştı. Merkezi biraz uzaktı göle ama özellikle Karadağ sınırına doğru giden yol oldukça yakınından geçiyordu. Buna ve Drini nehirleri birleşerek çok büyük bir sulak alan oluşturuyordu. Bu sulak alan doğal rezerv alan olarak ayrılmıştı. Buna nehri, bu sulak alanın içinden geçerek Adriyatik denizine ulaşıyordu. Sulak alanın yanından kıvrıla kıvrıla ilerleyen dar yolun muhteşem bir manzarası vardı. Yol, genel olarak yüksek bir irtifaya çıkmıyordu, özellikle ilk 20 kilometresi bu harika manzarada dümdüz ilerliyordu. Zus, Obliqe ve Muriqan köylerinin içinden geçip sınıra doğru ilerliyorduk. Sınır geçişleri heyecan oluşturuyordu bizde. Tur öncesi edindiğim GoPro çakması Eken H9 aksiyon kameramı her sınır geçişi öncesinde, kapıya kısa bir süre önce çalıştırıyor geçişi tamamlayıp çekimi bitiriyordum. Tabi pasaport kontrolü sırasında da kapamam gerekiyordu. Şimdi yine böyle bir geçişe yaklaşıyor ve Balkan turumuzun 3. ülkesine, Karadağ’a geçiş yapıyorduk.
Sınır kapısına yaklaştığımızda büyük bir levhada “Joint Border” yazısı okumuştum ama ne anlama geldiğini Karadağ tarafına geçince anlayacaktık. Sınır geçişleri ise tur boyunca bizim için herhangi bir sorun oluşturmayacaktı. Bisikletli garipler genelde hayranlık ve acımayla karışık bir yüz ifadesiyle karşılanıyordu.
Arnavutluk sınır kapısından çıkıp Karadağ sınır kapısına doğru ilerdik. Daha doğrusu biz öyle sandık. Çünkü o geçtiğimiz sınır kapısı Arnavutluk ve Karadağ’ın ortak yani ‘Joint’ sınır kapısıymış. “Welcome to Montenegro”yu görünce anladık. İki şeritli düz yolda ama artık Karadağ topraklarında yeşillikler içinde ilerliyor zaman zaman mola verip fotoğraf çekiyorduk. Bir iki molamızda, üzerinde ay yıldız olan ve Türkçe “Rahmetli” ve “El Fatiha” yazılarını kolaylıkla ayırt ettiğimiz mezar taşlarından Müslüman mezarlığının yanında olduğumuzu fark ettik. Turumuz boyunca farklı ülkelerde Türk ve Müslüman mezarlıklarını görüp Türk izlerini sürecektik.
Ana yol Ulcini’ye doğru gidiyordu ama bizim asıl amacımız kısa yoldan Bar’a varmak ve öğle yemeğimizi yemekti. Bu sebeple ana yoldan ayrıldık. Yol iyice daraldı ama yeşilliğinden hiçbir şey kaybetmedi. 5 km. civarı kendini hissettiren bir yokuştan sonra yüksekten Adriyatik’i gördük. Bu onu ilk görüşümüzdü ve birkaç gün daha bize eşlik edecekti.
Bar’a yaklaşırken aklımıza gelen ve içinde “Bar” geçen tüm esprileri de tükettik. En hafifinden “Bar’a giriyoruz ama damsız alırlar mı acaba ?” … Bar’ın merkezine girip yemek yiyebileceğimiz bir yer aradık. Sonunda da uygun bir yer bulup hemen yemek siparişlerini verdik. Açlıktan kırılıyorduk neredeyse.
Bar’dan “sarhoş olmadan” çıkıp son yılların gözde tatil mekanlarından Budva’ya doğru pedallara kuvvet verdik. Sol yanımızda plajlar ya da yerleşim yerleriyle turistik hava birden yoğunlaşmış ortam Akdeniz’e bağlanmıştı. Yolun ünlü uğrak noktalarından biri de Sveti Stefan’dı. Kıyıya kısa bir geçiş yoluyla bağlanmış ve çevresi surlarla kapalı küçük bir adacık içinde şu an otel olarak kullanılan çok sayıda yapı bulunuyordu. İnternet’te gezmek için girilemediğini, sadece rezervasyonla girilebildiğini okumuştum. Otel yerine restoran rezervasyonu da bu kuralı delmek için kullanılabiliyormuş illa gireceğim diyenler tarafından. Tepeden manzarası oldukça güzeldi. Biz oradayken birkaç tur otobüsü dolusu turist de gelmiş hem Sveti Stefan’ı fotoğraflamış hem de bizi ve bisikletleri epeyce süzmüştü.
Karadağ’ın Adriyatik kıyılarının bu kısmını Bodrum ve çevresine benzetmiştim. Özellikle Budva bende küçük bir Bodrum etkisi yaratmıştı. Ama bizim hedefimiz bu akşam Budva’da değil Kotor’da olmaktı. Bu sebeple Budva’da oyalanmadan yola devam ettik. Bir kez daha içerilere yöneldik ama aslında hedef yine denize ulaşmaktı. Çünkü Kotor’da muhteşem bir körfezin en ucunda yer alıyordu. Kotor’a ilk ayrım, haritada fark ettiğimiz eski yoldu. Biraz tırmanıyordu doğal olarak. Yeni hali ise 1600 m.’lik bir tünelle Kotor Körfezine bağlanıyordu. Yoğun trafikte güçlü aydınlatmalarımızla geçtik tüneli. Artık akşam saatleri olmuştu ve nihayet Kotor’a varmıştık. İlk dikkatimiz çeken Yüzüklerin Efendisi filmlerine dekor olabilecek şekilde uzanan surlardı. Hem Kotor’un merkezinde bulunan hem de arkasındaki heybetli dağ sırasına uzanan surlar muhteşem bir görüntü oluşturuyordu.
Şehrin merkezine girip hızla kalacak bir yer aramaya koyulduk ama otel fiyatları bu kadar turistik bir ortamda cüzdan yakan cinstendi. Yine “Hostel olsun ama uygun olsun” prensibine dayanıp hostel aramaya koyulduk. Biraz ilerleyip hostel levhası gördük ve oraya ulaştık. İlgili kişiyi bulmamız biraz zamanımız aldı. Hızlı bir cevapla yer olmadığını öğrendiğimizde hayal kırıklığına uğradık. Yer bulamayacağız diye düşünürken hostel master bize merkezde bir yer olduğunu söyleyip tarif etti. “Merkez” dediği yerin o muhteşem surların çevrelediği tarihi şehir olduğu gerçeği bizi çok şaşırttı çünkü dışarıdan içerideki yapılar değil sadece surlar görünüyordu ve biz orayı tarihi bir kale sanıp yanından geçip gitmiştik. Tarihi şehre surların arasındaki dar kapıdan girdiğimizde içeride başka bir dünya olduğunu fark ettik.İçerisi tamamen taştan birkaç katlı yapılar ve kiliselerle doluydu. Tarife uygun iz sürüp hosteli bulduk. İçerideki yetkili görünümlü abiyle konuşabilmek için epeyce beklemek zorunda kaldık çünkü başı tam anlamıyla kalabalıktı. Her yerde gençler ya oturuyor ya da ayakta dikiliyor, ellerinde telefon ya da dizlerinde bilgisayarla ilgileniyorlar bir kısmı da bu hostel master abinin direktiflerine uygun olarak dışarı çıkıyorlardı. Sıra nihayet bize gelene kadar zaten yer bulma ümidimizi yitirmiştik. Laf olsun diye klasik sorularımız sorduk. “Yer var mı ?”, “Kaç para?”, “Bisikletler için kapalı bir yer var mı ?” asıl önemlisi artık birinci ve üçüncü soruların cevapları bizim için daha önemli hale gelmişti. Neyse ki cevaplar olumlu olunca biz de rahatladık. Önce bisikletleri yerine yerleştirmek gerekiyordu ki bunun için hostel master’ın çağırdığı başka bir abiyi bekledik. 15-20 dakika sonra gelen abi önde biz arkada, elimizde de yüklü bisikletlerle taş kaplı sokaklarda biraz zor olsa da ilerledik. Uzun bir yürüyüşten sonra abi, depo kılıklı bir mekanın önünde durdu. Kapıyı açtı. İçerisi gerçekten depoydu. Bisikletleri buraya koyabileceğimizi ve kapıyı kilitleyeceğini bize işaretlerle anlattı. Aslında bisikletlerden bu kadar uzakta olacak olmak pek içimize sinmese de yapacak bir şey yoktu. Heybeleri alıp geri döndük ve acaba nasıl bir yerde kalacağız derken, taş binanın üst katında, iki kişilik bir yatağı olan, aynanın önünde bir şişe şarap bulunan bir odada bulduk kendimizi. Banyo ve tuvalet dışarıda da olsa da oda güzeldi. Etrafta turist abiler yeme içme ve dinlenme aktivitelerini gerçekleştiriyorlardı.
Gökalp odadaki şarap şişesini görünce atladı: “Abi ben bunu alırım.” “Al tabi ki” dedim. O bizimi çünkü. İkramdı. Nihayet duş alıp temizlenme işlemlerini tamamladıktan sonra kendimizi Kotor’un tarihi sokaklarına atık. Gerçekten farklı bir atmosferi vardı tarihi şehrin. Yemek için uygun bir yer bulup oturduk. Yemek sonrası Kotor’un tarihi merkezinde turlamaya devam ettik. Şehrin kapısının hemen dışına yerleştirilmiş ve insana kendini küçük bir çocuk gibi hissettiren dev banka oturup birbirimizi fotoğrafladık. Dönüp tatlı bireyler yemek için geç saatte açık bir yer bulduk. Bu sırada küçük bir pasta ile doğum günümü kutlayıp günün anlam ve önemini hatırladıktan sonra zorlukla bulduğumuz hostelimize dönüp ertesi gün için dinlenmeye çekildik.
5. gün : İşkodra - Kotor
Mesafe : 112.78 km.
Yolda geçen süre : 7:27 saat
Ortalama Hız : 15.13 km/s
Maksimum hız : 53.62 km/s
Ortalama eğim çıkış : %3
Maksimum eğim çıkış :%7
Ortalama eğim iniş : %-3
Maksimum eğim iniş :%-9
İşkodra – Kotor rotası :
MapMyRid linki
(link)
Sabah sabah İşkodra manzaraları
Buna nehri koruma alanı
Artık Karadağ’dayız
Yol kenarında Müslüman mezarlığı
Adriyatik’le ilk buluşma
Yol manzaraları
Sveti Stefan
Budva
Kotor’un surları
Kotor körfezi bir bıçak ucu gibi içerilere kadar giriyor
Kotor surları
Kotor “Old Town”
İnsanı çocukmuş gibi hissettiren dev bank
Gökalp’ten kareler