Derya AKYILDIZ
Forum Bağımlısı
- Kayıt
- 17 Ocak 2006
- Mesaj
- 1.532
- Tepki
- 1.666
- Şehir
- Ataşehir
Değerli arkadaşlar; Haşmet Babaoğlundan güzel bir baba oğul yazısı...
yazının içinde geçen isimlerden bağımsız düşünüldüğünde çoğumuzun
kendimizden bir şeyler bulabileceği....
Sanırım en iyi babalar anlar...
Tüm babaların okuması dileğiyle...
***
Orhan Pamuk ve baba-oğul olmak
Babalarıyla aralarına mesafe koyarak çocukluktan çıkar oğullar.
Babayla benzerlikleri koparıp atmaya dayalı bir süreçtir bu.
Zordur. Yorucudur.
Hatta çoğu zaman gürültülü patırtılıdır.
Bazen ciddi biçimde sancılıdır.
Dışardan bakanlarca kimi zaman haylazlık veya otoriteye isyan gibi algılanır;
kimi zaman içe kapanıklık olarak.
Ama yoktur başka yolu...
“Babasının oğlu” olmaktan “adam” olmaya; ruhun kısa pantolonu çıkartıp
atmasının başka yolu yoktur.
İçin için severek, için için kızarak, çatışarak, saklanarak, kimi zaman kalp
kırmanın eşiğinde, kimi zaman gizli bir teslimiyetle geçilir bu yoldan.
Kimlik, kişilik, ilgiler, meraklar, iş...
Bunların hepsi, hep ya alttan alta ya da açıktan açığa babayla didişerek-
çekişerek seçilir.
Oğul başardığında bilincinin derinlerinde bir yerde şöyle fısıldar: “Bak baba, ille
de senin dediğini yapmak gerekmiyormuş! Bak baba, görüyor musun ille de
sana benzemek gerekmiyormuş!”
Yıllar geçer. Çoluk çocuğa karışılır.
Belki “baba”dan kaçar gibi tedirgin ve gizli bir inatla baba olmaktan da kaçınılır.
Fakat her erkek için sonunda o an gelir, kapı çalınır.
Kapıda babanızın ruhu vardır.
Kafası hafif yana doğru eğiktir.
Bakar ve şaşıp kalırsınız.
Meğer ne kadar da birbirinize benzermişsiniz!
Bakar ve titrersiniz.
Meğer nasıl da birbirinizi anlar, birbiriniz gibi davranır, hissedermişsiniz!
İşte bu an erkeğin olgunluk çağının başlangıcıdır.
Her erkek babasından uzaklaşarak, hatta onu ara ara “hafifseyerek” büyür.
Ama olgunlaşma, büyümeden başkadır.
Her erkek babasını anlayarak; onu yalnız baba olarak değil, onun bir erkek
olarak da değerini kavrayarak olgunlaşır.
***
Orhan Pamuk’un Nobel konuşması içerdiği edebi ve kültürel zenginlik açısından
gerçekten çok çarpıcıydı. Ancak bana kalırsa bu konuşmanın erkekler için
apayrı bir özelliği ve anlamı vardı.
Şöyle...
İnşaat mühendisi, IBM’de, Koç grubu’nda, Petkim’de ve çeşitli bankalarda
yöneticilik yapan Gündüz Pamuk ölümünden iki yıl önce ünlü yazar oğulunun
yazıhanesine gelir. Elinde bir bavul vardır.
Bavulun içinde de el yazmaları, defterler, şiirler, öykü denemeleri vardı.
Ölümümden sonra açıp bir bak bakalım, demişti oğluna baba Pamuk; işe yarar
bir şey var mı içlerinde...
Orhan Pamuk’un konuşması okuyan-dinleyen kim varsa, anlıyordu ki, Baba
Pamuk o bavula büyük sırrını koyup getirmişti.
Sır... Dışardan bakınca asla görünmeyen oğulla baba arasındaki derin
ortaklıktı...
Onu mezara götürmeye içi el vermemişti besbelli.
Sanki şöyle diyordu: Sen resmi, yazıyı çiziyi seviyordun; cemiyet hayatından
çok kitapların dünyasına yakındın. İş hayatının mecburiyetlerinden çok
gönlünün özgürlüklerine kapıldın gittin.
Bense hesap kitapların, iş ve cemiyet hayatının adamıydım. İçimdeki şair olma
arzusuyla yanıp tutuşan genci sen hiç bilmedin; Paris’te otel odalarında iş
raporları tutuğumu sanıyordun belki, oysa edebi denemeler, küçük öyküler
karalıyordum...
O bavulun içinde oğulla babanın aynı arzularla yandığının kanıtları vardı.
Ve sanırım şöyle demek istemişti baba Pamuk: “Belki fark etmedin, belki fark
edilmedi ama ben seni hep anladım, şimdi beni anlama sırası sende oğlum!”
***
Bu bir dairedir.
Oğul olarak başlarsınız, babadan kopar erkek olursunuz ve gün gelir, döner
tekrar oğullukla buluşur, babayla kucaklaşırsınız.
Daire kapandığında başlar olgunluk çağı.
Ve her erkek bilir; asıl ödül “baba” dandır; onun kalbindeki onay ve yüzündeki
gururdur.
O yüzden işte...
Orhan Pamuk’un Nobel konuşması Babaya teşekkür konuşmasıydı.
İnsanı iliklerine kadar ürperten güzelliği oradaydı.
Haşmet Babaoğlu
yazının içinde geçen isimlerden bağımsız düşünüldüğünde çoğumuzun
kendimizden bir şeyler bulabileceği....
Sanırım en iyi babalar anlar...
Tüm babaların okuması dileğiyle...
***
Orhan Pamuk ve baba-oğul olmak
Babalarıyla aralarına mesafe koyarak çocukluktan çıkar oğullar.
Babayla benzerlikleri koparıp atmaya dayalı bir süreçtir bu.
Zordur. Yorucudur.
Hatta çoğu zaman gürültülü patırtılıdır.
Bazen ciddi biçimde sancılıdır.
Dışardan bakanlarca kimi zaman haylazlık veya otoriteye isyan gibi algılanır;
kimi zaman içe kapanıklık olarak.
Ama yoktur başka yolu...
“Babasının oğlu” olmaktan “adam” olmaya; ruhun kısa pantolonu çıkartıp
atmasının başka yolu yoktur.
İçin için severek, için için kızarak, çatışarak, saklanarak, kimi zaman kalp
kırmanın eşiğinde, kimi zaman gizli bir teslimiyetle geçilir bu yoldan.
Kimlik, kişilik, ilgiler, meraklar, iş...
Bunların hepsi, hep ya alttan alta ya da açıktan açığa babayla didişerek-
çekişerek seçilir.
Oğul başardığında bilincinin derinlerinde bir yerde şöyle fısıldar: “Bak baba, ille
de senin dediğini yapmak gerekmiyormuş! Bak baba, görüyor musun ille de
sana benzemek gerekmiyormuş!”
Yıllar geçer. Çoluk çocuğa karışılır.
Belki “baba”dan kaçar gibi tedirgin ve gizli bir inatla baba olmaktan da kaçınılır.
Fakat her erkek için sonunda o an gelir, kapı çalınır.
Kapıda babanızın ruhu vardır.
Kafası hafif yana doğru eğiktir.
Bakar ve şaşıp kalırsınız.
Meğer ne kadar da birbirinize benzermişsiniz!
Bakar ve titrersiniz.
Meğer nasıl da birbirinizi anlar, birbiriniz gibi davranır, hissedermişsiniz!
İşte bu an erkeğin olgunluk çağının başlangıcıdır.
Her erkek babasından uzaklaşarak, hatta onu ara ara “hafifseyerek” büyür.
Ama olgunlaşma, büyümeden başkadır.
Her erkek babasını anlayarak; onu yalnız baba olarak değil, onun bir erkek
olarak da değerini kavrayarak olgunlaşır.
***
Orhan Pamuk’un Nobel konuşması içerdiği edebi ve kültürel zenginlik açısından
gerçekten çok çarpıcıydı. Ancak bana kalırsa bu konuşmanın erkekler için
apayrı bir özelliği ve anlamı vardı.
Şöyle...
İnşaat mühendisi, IBM’de, Koç grubu’nda, Petkim’de ve çeşitli bankalarda
yöneticilik yapan Gündüz Pamuk ölümünden iki yıl önce ünlü yazar oğulunun
yazıhanesine gelir. Elinde bir bavul vardır.
Bavulun içinde de el yazmaları, defterler, şiirler, öykü denemeleri vardı.
Ölümümden sonra açıp bir bak bakalım, demişti oğluna baba Pamuk; işe yarar
bir şey var mı içlerinde...
Orhan Pamuk’un konuşması okuyan-dinleyen kim varsa, anlıyordu ki, Baba
Pamuk o bavula büyük sırrını koyup getirmişti.
Sır... Dışardan bakınca asla görünmeyen oğulla baba arasındaki derin
ortaklıktı...
Onu mezara götürmeye içi el vermemişti besbelli.
Sanki şöyle diyordu: Sen resmi, yazıyı çiziyi seviyordun; cemiyet hayatından
çok kitapların dünyasına yakındın. İş hayatının mecburiyetlerinden çok
gönlünün özgürlüklerine kapıldın gittin.
Bense hesap kitapların, iş ve cemiyet hayatının adamıydım. İçimdeki şair olma
arzusuyla yanıp tutuşan genci sen hiç bilmedin; Paris’te otel odalarında iş
raporları tutuğumu sanıyordun belki, oysa edebi denemeler, küçük öyküler
karalıyordum...
O bavulun içinde oğulla babanın aynı arzularla yandığının kanıtları vardı.
Ve sanırım şöyle demek istemişti baba Pamuk: “Belki fark etmedin, belki fark
edilmedi ama ben seni hep anladım, şimdi beni anlama sırası sende oğlum!”
***
Bu bir dairedir.
Oğul olarak başlarsınız, babadan kopar erkek olursunuz ve gün gelir, döner
tekrar oğullukla buluşur, babayla kucaklaşırsınız.
Daire kapandığında başlar olgunluk çağı.
Ve her erkek bilir; asıl ödül “baba” dandır; onun kalbindeki onay ve yüzündeki
gururdur.
O yüzden işte...
Orhan Pamuk’un Nobel konuşması Babaya teşekkür konuşmasıydı.
İnsanı iliklerine kadar ürperten güzelliği oradaydı.
Haşmet Babaoğlu