Doğa kıyımına itiraz edelim derken etnik ayrımcılığa sürüklenişimiz ibretlik oldu. Tevarüs ettiğimiz zihniyeti biraz tanıyalım:
"Geleneksel Osmanlı kaynaklarında Türkler iki şekilde ele alınmışlardır. Bunlardan birincisi "Kutsal Tarih"i teşkil eden "silsilename"nin bir halkası oluşlarıdır. Bu anlamda İslam uygarlığı tarihinde onurlu bir yer işgal etmişler ve İslamın kılıcı olarak daima övgü konusu olmuşlardır. Osmanlılar da bu bağlamda Türk kökenli olduklarını hiçbir zaman unutmamışlardır. Bununla beraber Osmanlı toplumu klasik çağın kurumsal istikrarına kavuşurken, Türklük sorunu ikinci bir şekilde daha ortaya çıkmıştır. O da yerleşik bir uygarlığın geri kalmış, göçebelik halini korumuş unsurları oluşlarıyla ilgilidir: Burada sözkonusu olan elbette ki Türklerin bir kısmıdır; Türkmen ve Yörük aşiretleridir. Fakat yönetici zümre hem çeşitli karışımlarla etnik saflığını kaybettiği; hem de -daha önemlisi- kendini dini terimlerle tanımladığı için Osmanlılarda "Türk" terimi giderek küçültücü bir anlam kazanmaya başlamıştır. Gerçekten XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı vakayinameleri Türkleri aşağılayıcı sıfatlarla doludur. "Kaba Türk", "cahil Türk", "idraksiz Türk" vb. nitelemeler Osmanlı kroniklerinde bol bol raslanan ifadelerdir. Ancak tekrarlayalım ki bu sıfatlar göçebe ve yarı göçebe hayat tarzından yerleşik uygarlıklara geçiş sürecinde ortaya çıkmış ve geçişe uyum sağlayamamış unsurlar için kullanılmışlardır. Uygarlık gelişiminin ortaya çıkardığı bu horlayıcı davranış daha önceki devletlerde de kendini hissettirmişlerdi. Örneğin Mevlana Celaleddin Rumi ve Nizami'nin eserlerinde görüldüğü gibi, Selçuklu uygarlığında da Türkler köylü ve cahil olarak horlanmaktadırlar. Ancak böyle bir yaklaşım sadece Türklere karşı değildi. Aşiret bağlarını koparamamış ve yerleşik düzene geçememiş tüm halklar böyle bir küçümsemenin konusudurlar. Bu yüzden Osmanlı devleti gibi bir İslam uygarlığında "bedevi" Araplarla Arnavut ve Kürt aşiretlerinin de aynı tip küçümsemelere hedef olmaları sık sık görülmüştür."
Kaynak: Taner Timur, Osmanlı Kimliği.
"Geleneksel Osmanlı kaynaklarında Türkler iki şekilde ele alınmışlardır. Bunlardan birincisi "Kutsal Tarih"i teşkil eden "silsilename"nin bir halkası oluşlarıdır. Bu anlamda İslam uygarlığı tarihinde onurlu bir yer işgal etmişler ve İslamın kılıcı olarak daima övgü konusu olmuşlardır. Osmanlılar da bu bağlamda Türk kökenli olduklarını hiçbir zaman unutmamışlardır. Bununla beraber Osmanlı toplumu klasik çağın kurumsal istikrarına kavuşurken, Türklük sorunu ikinci bir şekilde daha ortaya çıkmıştır. O da yerleşik bir uygarlığın geri kalmış, göçebelik halini korumuş unsurları oluşlarıyla ilgilidir: Burada sözkonusu olan elbette ki Türklerin bir kısmıdır; Türkmen ve Yörük aşiretleridir. Fakat yönetici zümre hem çeşitli karışımlarla etnik saflığını kaybettiği; hem de -daha önemlisi- kendini dini terimlerle tanımladığı için Osmanlılarda "Türk" terimi giderek küçültücü bir anlam kazanmaya başlamıştır. Gerçekten XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı vakayinameleri Türkleri aşağılayıcı sıfatlarla doludur. "Kaba Türk", "cahil Türk", "idraksiz Türk" vb. nitelemeler Osmanlı kroniklerinde bol bol raslanan ifadelerdir. Ancak tekrarlayalım ki bu sıfatlar göçebe ve yarı göçebe hayat tarzından yerleşik uygarlıklara geçiş sürecinde ortaya çıkmış ve geçişe uyum sağlayamamış unsurlar için kullanılmışlardır. Uygarlık gelişiminin ortaya çıkardığı bu horlayıcı davranış daha önceki devletlerde de kendini hissettirmişlerdi. Örneğin Mevlana Celaleddin Rumi ve Nizami'nin eserlerinde görüldüğü gibi, Selçuklu uygarlığında da Türkler köylü ve cahil olarak horlanmaktadırlar. Ancak böyle bir yaklaşım sadece Türklere karşı değildi. Aşiret bağlarını koparamamış ve yerleşik düzene geçememiş tüm halklar böyle bir küçümsemenin konusudurlar. Bu yüzden Osmanlı devleti gibi bir İslam uygarlığında "bedevi" Araplarla Arnavut ve Kürt aşiretlerinin de aynı tip küçümsemelere hedef olmaları sık sık görülmüştür."
Kaynak: Taner Timur, Osmanlı Kimliği.


