Ahmetgitar
Forum Bağımlısı
- Kayıt
- 13 Ağustos 2015
- Mesaj
- 1.281
- Tepki
- 5.388
- Yaş
- 45
- Şehir
- Ankara
- İsim
- Ahmet
Bazen öyle büyüyor ki içimde şehrin kasveti, biriken olayların yıkımıyla.
Ortam seninle savaşır, yılgınlıkla karşı çıkarsın onlarla, önce hırsız patronunla savaşırsın, atılırsın tabi işinden gücünden, çünkü ahlaksız kabul etmez dik duranı ortamında. Hep sürdürmek ister rezilliklerini maaş verdiğinden,hiçbir karşı çıkış görmeden.
Hakkını aramak istersin, ararsın da ama sonuçlanmaz kısa zamanda, çünkü olağandır artık yaşadığın yerde hırsızlıklar.
Hakkını arayanlar değil, boyun eğenlerdir yaz mevsiminin buruk tadını çıkaranlar, patrona, haksızlığa, ceplerine giren hırsız elinden okşanma dürtüsüyle keyif alanlar; sen dik durduğun için işinden olurken, zorbaya ses etmeyen yüzlerce arkadaşının tatil fotoğraflarına bakarsın.
İçin sıkışır, vicdanın sıkışır, hayatın gerilir. Yakın çevren akıl verir sana; Ses ettin de ne oldu bak işsiz kaldın! derler hem de hiç utanmadan, çünkü içselleşmiştir haksızlıklar.
Kaygı duyarsın, parasızlıktan değil elbette; çünkü uğursuza boyun eğmeden karnını doyuracak para zaten bulunur- ama toplumdan kaygı duyarsın. Hırsızların eğitim üzerine yaptıkları iki yüzlü teorilerini alkışlayan öğretmenlerin çocuklara neler öğretebileceğinden, kendi dik duramayan öğretmenin haksızlıklara karşı söyleyecek sözleri olan öğrencileri nasıl yetiştireceklerinden kaygı duyarsın. Çıldırmamak için biraz kapatırsın gözlerinin perdesini-oysa açacak yerde, sonuna kadar.
Sonra sıcağı hissedersin, biraz güneşin güzel yüzünden biraz da ekolojinin anasının ağlatılmasından dolayı içini huzursuz eden sıcağı. Hiçbir şey yapmak istemezsin, yoksunluktan değil ama, yapılacak şeylerin yapılmaya değer olmadığını bildiğin için.
Güzel insanları artık çevrende değil de eskilerde, ölülerde, ölülerin yapıtlarında aramaya başlarsın; her dara düştüğünde yaptığın gibi. Bach'ın ezgileri, Marquez'in duyguları, daha yenilerden Kundera'nın aşklarında. Güvercinle konuşmak istersin çok zaman, uçmayı öğrenmek istersin. Kedilerin nasıl mırıldandığını merak edersin, zen huzurunu nasıl yakalayabildiklerini, ne geçmiş ne de gelecek, nasıl olup da tam burada olduklarını düşünürsün.
Tam burada bu anda olmak istersin ama tam bu anda yine yoktur bir şey.
Sonra kabuğuna sığamazsın iç sıkıntından. Kaçmak istersin. Plansız, programsız, cesurca ama biraz da cesaretin bile olmadığı kör bir cesaretle.
Yollara bakarsın, şu taraf Afyon, şu taraf Konya; sokağa çık ve sür. Yorulduğun yere kadar devam et, hangi yol seni çağırırsa oraya doğru sür.
Hiç harcama yapma ama hiç. Paran olmadığı için değil, paranın olmadığı çağlarda da insanların yaşayabildiğini bildiğin için; ömrünü harcamışsın bu zaman kadar çoğunlukla boşa, daha ne kalmış ki harcayacak?
Biliyorsun artık, her şey sahte, yolda gördüğün otomobiller, el yordamıyla kisch şekilde düzenlenmiş çevre, çirkin oteller, sahte kibarlık, sahte selamlaşma. Her şey öyle sahte ki, insanlar sadece zor durumlarda gerçekleri görür, gerçek hallerine bürünür.
Ses çıkaran ya da çıkaramayan o zaman belli olur. İyi insanlar olup olmadığımız iyiliğe ihtiyaç duyulan yerde belli olur, doğrular canımızı yakacaksa dahi oraya yürüme cesaretidir gerçekten doğru olup olmadığımızı anlamak.
Evet nerede kalmıştık?
Güçlü olup olmamak değil, doğru olup olmamak mesele; insan olup olmamak mesele, doğal olup olmamak mesele.
Yüceltmeden ya da yücelmeden, sıraya girmeden, birlik içinde ve hep birlikte.
Eğer doğal çevre yok olduysa, senin insan olarak huzurla yaşayacak çevren yok olduysa o zaman git başını alıp bir yerlere. Sadece büyüdüğü için büyüyen yaban çiçeklerine bak, adının sinek olduğunu bile bilmeden masumca güzel yavrularını yumurtlamak isteyen sineği gör, milyonlarca tesadüfün bir araya gelmesiyle karşılaştığın arıya bak! Akan suyu dinle, köpekleri sev, yaşlı teyzeye el salla. Bacaklarının, kollarının güneşte kızarmasını izle, çocukken hayal ettiğin gibi bir arabanın direksiyonunda oturduğunu hayal et, öyle bak gidona, dönen tekerin gölgesini izle. Suyunu iç keyifle, doğal ağacın kurtlu meyvesini ye, kurtlara sadece senin ve onların duyacağı sessiz bir selam vererek yap bunu.
Kaç, hiç durmadan kaç, arkana bile bakmadan, yavaş yavaş ama insanı yorgunluktan, dahası yaşama kıvancı ve varoluşuyla soluksuz bırakan nefesinin sesini fon müziğiymişçesine duyumsadığın hayatının filminde huzurla ilerleyerek.
BİTTİ...
Bu anlamsız; başı ve sonu bir yere varmayan yazıyı buraya kadar okuma zahmetine giren herkese teşekkür edebilirim sadece, başka verecek bir şeyim yok çünkü.
Ama çok içten ve doğal teşekkürdür bu.
Teşekkür ederim...
Ortam seninle savaşır, yılgınlıkla karşı çıkarsın onlarla, önce hırsız patronunla savaşırsın, atılırsın tabi işinden gücünden, çünkü ahlaksız kabul etmez dik duranı ortamında. Hep sürdürmek ister rezilliklerini maaş verdiğinden,hiçbir karşı çıkış görmeden.
Hakkını aramak istersin, ararsın da ama sonuçlanmaz kısa zamanda, çünkü olağandır artık yaşadığın yerde hırsızlıklar.
Hakkını arayanlar değil, boyun eğenlerdir yaz mevsiminin buruk tadını çıkaranlar, patrona, haksızlığa, ceplerine giren hırsız elinden okşanma dürtüsüyle keyif alanlar; sen dik durduğun için işinden olurken, zorbaya ses etmeyen yüzlerce arkadaşının tatil fotoğraflarına bakarsın.
İçin sıkışır, vicdanın sıkışır, hayatın gerilir. Yakın çevren akıl verir sana; Ses ettin de ne oldu bak işsiz kaldın! derler hem de hiç utanmadan, çünkü içselleşmiştir haksızlıklar.
Kaygı duyarsın, parasızlıktan değil elbette; çünkü uğursuza boyun eğmeden karnını doyuracak para zaten bulunur- ama toplumdan kaygı duyarsın. Hırsızların eğitim üzerine yaptıkları iki yüzlü teorilerini alkışlayan öğretmenlerin çocuklara neler öğretebileceğinden, kendi dik duramayan öğretmenin haksızlıklara karşı söyleyecek sözleri olan öğrencileri nasıl yetiştireceklerinden kaygı duyarsın. Çıldırmamak için biraz kapatırsın gözlerinin perdesini-oysa açacak yerde, sonuna kadar.
Sonra sıcağı hissedersin, biraz güneşin güzel yüzünden biraz da ekolojinin anasının ağlatılmasından dolayı içini huzursuz eden sıcağı. Hiçbir şey yapmak istemezsin, yoksunluktan değil ama, yapılacak şeylerin yapılmaya değer olmadığını bildiğin için.
Güzel insanları artık çevrende değil de eskilerde, ölülerde, ölülerin yapıtlarında aramaya başlarsın; her dara düştüğünde yaptığın gibi. Bach'ın ezgileri, Marquez'in duyguları, daha yenilerden Kundera'nın aşklarında. Güvercinle konuşmak istersin çok zaman, uçmayı öğrenmek istersin. Kedilerin nasıl mırıldandığını merak edersin, zen huzurunu nasıl yakalayabildiklerini, ne geçmiş ne de gelecek, nasıl olup da tam burada olduklarını düşünürsün.
Tam burada bu anda olmak istersin ama tam bu anda yine yoktur bir şey.
Sonra kabuğuna sığamazsın iç sıkıntından. Kaçmak istersin. Plansız, programsız, cesurca ama biraz da cesaretin bile olmadığı kör bir cesaretle.
Yollara bakarsın, şu taraf Afyon, şu taraf Konya; sokağa çık ve sür. Yorulduğun yere kadar devam et, hangi yol seni çağırırsa oraya doğru sür.
Hiç harcama yapma ama hiç. Paran olmadığı için değil, paranın olmadığı çağlarda da insanların yaşayabildiğini bildiğin için; ömrünü harcamışsın bu zaman kadar çoğunlukla boşa, daha ne kalmış ki harcayacak?
Biliyorsun artık, her şey sahte, yolda gördüğün otomobiller, el yordamıyla kisch şekilde düzenlenmiş çevre, çirkin oteller, sahte kibarlık, sahte selamlaşma. Her şey öyle sahte ki, insanlar sadece zor durumlarda gerçekleri görür, gerçek hallerine bürünür.
Ses çıkaran ya da çıkaramayan o zaman belli olur. İyi insanlar olup olmadığımız iyiliğe ihtiyaç duyulan yerde belli olur, doğrular canımızı yakacaksa dahi oraya yürüme cesaretidir gerçekten doğru olup olmadığımızı anlamak.
Evet nerede kalmıştık?
Güçlü olup olmamak değil, doğru olup olmamak mesele; insan olup olmamak mesele, doğal olup olmamak mesele.
Yüceltmeden ya da yücelmeden, sıraya girmeden, birlik içinde ve hep birlikte.
Eğer doğal çevre yok olduysa, senin insan olarak huzurla yaşayacak çevren yok olduysa o zaman git başını alıp bir yerlere. Sadece büyüdüğü için büyüyen yaban çiçeklerine bak, adının sinek olduğunu bile bilmeden masumca güzel yavrularını yumurtlamak isteyen sineği gör, milyonlarca tesadüfün bir araya gelmesiyle karşılaştığın arıya bak! Akan suyu dinle, köpekleri sev, yaşlı teyzeye el salla. Bacaklarının, kollarının güneşte kızarmasını izle, çocukken hayal ettiğin gibi bir arabanın direksiyonunda oturduğunu hayal et, öyle bak gidona, dönen tekerin gölgesini izle. Suyunu iç keyifle, doğal ağacın kurtlu meyvesini ye, kurtlara sadece senin ve onların duyacağı sessiz bir selam vererek yap bunu.
Kaç, hiç durmadan kaç, arkana bile bakmadan, yavaş yavaş ama insanı yorgunluktan, dahası yaşama kıvancı ve varoluşuyla soluksuz bırakan nefesinin sesini fon müziğiymişçesine duyumsadığın hayatının filminde huzurla ilerleyerek.
BİTTİ...
Bu anlamsız; başı ve sonu bir yere varmayan yazıyı buraya kadar okuma zahmetine giren herkese teşekkür edebilirim sadece, başka verecek bir şeyim yok çünkü.
Ama çok içten ve doğal teşekkürdür bu.
Teşekkür ederim...


