BİSİKLETLE KAÇKAR DAĞLARI İLK GEÇİŞİ
16 Ağustos 1997 sabahı Atatürk havalimanın korkunç kalabalağını yararak sırtlarında çantalarıyla ve naylonlara sarılı kocaman kutularıyla ilerlemeye çalışan,insanların şaşkın bakışlarına hedef olan,çoğunluğu orta yaşlı bir grup insan merak konusu olmuştu. Bu kutuların içinde neler vardı acaba?Bunlar kimdi,nereye gidiyorlardı?
Evet bu merak konusu grup, Yeşil Bisiklet’in gezilerinde yıllar önce tanışmış,bisikletli bir yaşam biçimini benimsemiş,biraz çılgın,biraz fazla neşeli bisiklet delilerinden oluşuyordu.Aralarında doktor,üst düzey yöneticiler,profesyonel fotoğrafçı,memleketinden kalkıp buralarda öğretmenlik yapan bir Amerikalı ,öğrenci veya iş sahibi insanlar vardı ve Turkiye’de ilk defa denecek bisikletle Rize-Artvin arasındaki Kaçkar Dağları geçişini kafalarına koymuşlardı..
Bu projenin tohumları 1 yıl kadar önce aynı ekibin Taz Dağları eteklerinde yaptığı bir gezide atılmıştı. Eski arkadaşım Manuel Çıtak ‘la önceki yıllarda bisikletlerimizle Kaçkar Dağlarını aşmaya çalışmış, fakat tipi nedeniyle bunu başaramamıştık.
Ben aynı etkinliği tekrar yapmayı ekibe teklif ettim,ve heyecanla karşılandı.Böylece bu proje hayata geçmiş oldu.
Hazırlıklar aylar öncesinden başladı.Ulaşım,konaklama ve dağ geçişinde gerekli katırlar önceden ayarlandı.Yola çıkmadan 1 hafta önce Yeşil Bisiklet’te bisikletlerin bakımları tamamlandı ve bisikletler kutulandı.Kutular yağmur olasılığına karşı naylonlara sarıldı.
Trabzon’a kadar ulaşım uçakla yapıldı.Orada bekleyen 1 kamyonet ve 1 minübüs ekibi Ayder yaylasına götürdü.Burası son yıllarda çok populer olan Yayla Turizminin merkezlerinden biri.Şifalı Kaplıcalarıyla da Turkiye de oldukça tanınmış bir kasaba.Fakat burası da turizme açılan birçok guzelim bolgenin ortak sorunu çirkin yapılaşmadan nasibini almış durumda. Üstelik buradan yaylalara yapılmakta olan geniş yolun yukarılardaki bölgelerin geleceğini olumsuz bir şekilde etkileyeceği kesin.Bu düşünceleri kafamızdan atıp Adnan Pirik’in mütevazi oteline yerleştik.Akşam yemeğinin konusu Dr.Arı Balcı’nın çiğ alabalığın pişmişinden daha lezzetli olduğunu söylemesi üzerine çıkan tatlı tartışma oldu.
17 Ağustos sabahı ,sıkı bir kahvaltıdan sonra,bisikletle tırmanışın başlangıç noktası olan burada,karanlık kutularından kurtulmayı bekleyen bisikletler çıkarıldı, montajları yapıldı,son ayarları gozden geçirildi.Planlandığı gibi, Ayder’lilerin şaşkın bakışları altında yokuşları pedallamaya başladık. İlk etap Ayder-Palakçur (Ermenice:”Beyaz Su”)arası 4 saat süren devamlı bir yokuştu .Bazı bölümler oldukça dik ve bizi bayağı zorladı.Bu etapta yaşı 60’a varmış Cahit Atakan Abimiz yoktu çünkü getirdiği birçok hayati kamp malzemesi önceki günkü keşmekeş içinde Trabzon Havaalınında unutulmuştu. Şansımız inanılmaz bir biçimde bizden yanaydı ve malzemeler bulundu ve Ayder’de kalan Cahit Abi’ye teslim edildi.Ağır malzemeler onunla birlikte bir kamyonla yaylaya ulaştı.
Palakçur Yaylasına çıkan yolun çevresi müthiş güzelliklerle dolu.Uzunca bir süre, Kaçkar’lardan doğan azgın Hala Deresi boyunca yol aldık.Bir mola sırasında Dr. Arı Balcı’nın(46) dayanamayıp buz gibi sularada çocuklar gibi eğlenmesi seyretmeye değerdi.Yaylaya doğru yüksek ağaçlar yerini geniş yapraklı bodur bitkilere bıraktı.Bu yaylada birkaç çadır kurmak için düz bir yer bulmak oldukça zor.İmdadımıza, İzmir’de pastaneci Mustafa’nın karısı yetişti ve bizi evlerinin önündeki düzlükte misafir ettiler.Mustafa ve ailesi müthiş sevecen insanlardı.Geceyi, mesleği sanki pastacılık değil de komedyenlik olan Mustafa’nın müthiş fakat düzeyli espri ve fıkralarıyla karşıladık.Günün yorgunluğunu çadırlarımızı sarmalayan yoğun sis tabakasının altında uyuyarak atmaya çalıştık.
18 Ağustos sabahı dağın arkasındaki Hevek Köyünden gelen ve son anda nedense fiyatları artan 3 adet katıra çadırları ve kamp malzemeleri yüklendi.Katırlar renkli bisiklet çantalarından ürktükleri için, bu iş biraz zor oldu.
Yaylayı terketmeden önce Manuel çevremizde bizi merakla seyreden yayla çocuklarını bisikletiyle bir kaç metrelik gezintilere çıkardı.Sis buralara özgü bir inatla çevremizi sarmaya devam ediyordu.Nem
Yoğunluğu o kadar yüksekti ki ,en güvendiğimiz yüksek teknolojili GPS (Global Positioning System,uydular aracılığıyla dünya üzerinde bulunduğunuz noktayı bildiren alet)bile çalışmayı redetti.
Neyseki biraz fazla hızlı yol alan katırcıları takip ederek yolumuzu bulduk.Devamlı yükselen patikanın
Son bölümleri iyice dikleşti.Öyle ki katırın biri ancak bazı yükleri azaltarak yoluna devam edebildi.Bu arada üzerinde taşıdığı ağır fotoğraf ekipmanına rağmen Manuel Çıtak bu müthiş anları film üzerinde donduruyordu.
3000 metredeki Palakçur geçidinde Ağustos ayında ısı 5 dereceydi ve sulu kar yağıyordu. Bu noktaya ulaşmamız 5 saatimizi almıştı. Buradan hemen sonra iniş başladı.Kısa bir süre sonra da hava açıldı ve Kaçkar Dağı tüm görkemiyle karşımızdaydı.Günler sonra güneş yüzü görmüş olduk. Dağın arkasında geçen yıldan kalan geniş kar parçaları üzerinde bisikletlerimizle düşe-kalka eğlenerek yol aldık. Neredeyse eğimi 40 dereceye varan kayalık bölümleri ben ve Jake bisiklet üzerinde geçmeyi denememiz neredeyse benim için kötü bir anı olarak kalacaktı ki ucuz atlattım. Bir anda kendimi hayatımın en uzun “endo”sunu(gidon üzerinden “uçmak”) yaşarken buldum.Neyseki bunu da hafif atlatmış oldum. Aşağılara indikçe gökyüzü iyice açıldı ve dağın kuzey yüzünün ıslaklığı yerini kuru bir iklime bıraktı. Zaten aşağı köylerde öğrendik ki diğer tarafı seller götürürken buralara aylardır tek damla yağmur yağmamıştı.Dağı aştıktan sonraki ilk köyde bizi görenler sanki uzaylı görmüş gibiydiler.Hayatlarında ilk kez Kaçkar Dağı’ndan kopup gelen bisikletliler görüyorlardı.Günün son noktası olan Hevek ‘e varmadan önce neredeyse 1 saat süren kesintisiz patikada iniş,günün en güzel hediyesi oldu.Müthiş bir “singletrack” (ancak 1 bisikletlinin geçebileceği genişlikte patika) sonrası,Palakçur yaylasından çıkıştan 8 saat sonra Hevek(Yaylalar) köyüne ulaştık.
Uğultuyla akan derelerin üzerinde tahtadan inşa edilmiş köyün tek konaklama tesisine yerleştik.Yemek öncesindeki süre de duştan akan suyun sıcaklığını ayarlamaya çalışmakla ve kalan kısa sürede yıkanmakla geçti.Yemek yapma işine el atan en gencimiz Sinan Çakmak annesinden öğrendiğini iddia ettiği “biraz”
lapa pilavla ekibin çok“takdirini” kazandı.Yemekten sonra “haydaa şimdi ne yapacaz” üzerine yapılan tartışmada Deniz Kirazcı’nın önerileri en çok puanı topladı. Çay-kahve faslından sonra da Mahmut Gürtuna’nın herkesi yerlerde kıvrandıran fıkralarıyla geceyi karşıladık.
Ertesi gün 25 km boyunca, aşağılarda azgın Çoruh’a karışan Barhal deresini takip edip Barhal Köyüne ulaştık (Parhali,sonra da olmuş Parçalı,ne alaka!)Burası vadide kurulmuş eski bir Gürcü köyü.Zaten yeşillikler içinden geçerken karşınıza çıkıveren koca kilise bunun en güzel yaşayan kanıtı.
Bir süre cami olarak kullanılan binaya, neredeyse(başka yer yokmuş gibi) bitişik yapılan köy ilkokulu yüzlerce yıllık koca kiliseyle “müthiş bir ahenk” içinde görünüyor.Kilisenin briketle örülen pencereleri de olayın en “tamamlayıcı” ögeleri konumunda.
Barhal’da 3 günlük “tatil” boyunca hergün çevreyi bisikletlerimizle keşfe çıktık.Bunlardan en ilginci
Haritalar üzerinde yıllardır görüp te merak ettiğimiz “Gudas Chewi” manastırını bulmaya gitmemizdi.
Saatler süren bıktırıcı yokuşları pedalladıktan sonra karşımızda ancak kartpostallarda görülebilecek
Güzellikte manzaralar içindeki köye ulaştık.Zil çalan midelerimiz için , ortalarda insan görmenin pek olası olmadığı köyde zor da olsa bir parça ekmek bulabildik.Konuşabildiğimiz tek kişi buranın “Gıdas
Çıva” köyü olduğunu ama manastır veya kilise olmadığını hernedense ısrarla belirtti.Fazla geç kalmamak için dönmeye karar verdik ve sonra da tırmanması saatler süren yokuşları bir çırpıda indik.Akşam üzeri Barhal’a ulaştımızda buz gibi dere sularında serinlemek günün yorgunluğunu yoketti.
Son etabımız Barhal-Yusufeli ise genellikle iniş idi.Geçtiğimiz köylerdeki çay molalarındaki sohbetler hep gelecekte yapacağımız benzer gezilerin nerelerde olabilceği hakkındaydı.
Uçakta İstanbul’a doğru uçarken, yaşanan zorlu fakat müthiş heyecan veren böyle deneyimleri (en azından birazını)aslında herkesin yaşaması gerektiğini düşünüyordum.
Gürsel AKAY-1998
Ekip(yaş):Cahit Atakan(60),Deniz Kirazcı(50),Arı Balcı (46),Mahmut Gürtuna(45),Gürsel AKAY(37),Manuel Çıtak(35),Jake Slodki(27),Sinan Çakmak(19)