Kaçkar Güncesi- Bir Nehrin Kaynağına Yolculuk..
1. Gün:
Beni İstanbul'dan Rize'ye getiren otobüsten indiğimde bagajda beni bekleyen, muavinin "yassah" hışmından korunmak için iyice küçültülmüş,"kolu- bacağı" ayrılmış zavallı bisikletimi düşünüyordum. 20 saattir,üzerinde valizler,denklerle, karanlık ve dar bir hapishaneden kurtulma anı gelmişti benim zavallı bisikletimin. Meraklı bakışlar eşliğinde bisikletimi hayata döndürürken, yavaş yavaş klasik sorularda gelmeye başlamıştı bile;Ya abi yorulmuyor musun?, Bu yükle nası çıkacak ya? Abi yalnız başına dağlarda korkmuyor musun? Ya karşına "ayı"çıkarsa” gibisinden sorular, ya da "motosiklet varken bisiklete ne gerek var abi" "gibi parlak fikirler. Hepsini sabırla cevaplamaya çalışıyorum.
Amacım Kaçkar'larda doğup, Karadeniz'e dökülen ve Verçenik'ten fışkırıp, gelişen kardeşi Fırtına deresiyle birleşen Hala deresinin kaynağına bisikletimle ulaşmak. Bir anlamda bir akarsuyun sonsuz yaşamının bir bölümünde zamanda geriye doğru bir yolculuk.
Pazar kasabasını geride bıraktıktan sonra Fırtına deresiyle ilk karşılaştığım nokta aynı zamanda artık bitmeyecek gibi görünen yokuşların(60 km) başlangıcıydı. Derenin Karadeniz'le kucaklaştığı yerde,sanki dolu dolu yaşanmış bir ömrün sonundaki olgun, ağırbaşlı, dingin bir kişilikle tanışmış gibiydim. Geniş yatağında ağır ağır akan derenin suyu billur berraklığında. Bunu erozyona izin vermeyen,sık bitki örtüsüne borçlu. Çevrem o kadar yeşil ki, çıplak bir toprak parçası görmek hemen hemen olanaksız.Her yerden sular fışkırıyor. Hatta asfalttan bile su sızıyor. İstanbul 'da eski yıllarda yaşanan susuzluğu düşünüyorum.
İlk 10-15 km'lik yol oldukça düzgün zeminli ve tatlı bir eğime sahip.
Oldukça süratli yol alıyorum. Kış başlangıcı olduğu için yanımda çok fazla malzeme var ve sonuç olarak yüküm ağır.İçerilere doğru yol aldıkça derenin karakteri de değişiyor. Yatağı daralan dere biraz daha hızlı ve canlı akıyor. Sağdan ,soldan ona karışan derecikleri sanki bağrına basıp onlarla buluşmanın verdiği sevinçle daha da coşuyor. Bu coşku ona vadileri, dağları isteğine göre şekillendirmede güç katıyor. Minik çağlayanlardan zıplayan alabalıklar da bu şenliğe katılıyorlar.
Yol üzerindeki yamaçlara serpilmiş evlerden oluşan köylerden geçerken kısa molalar verip, canayakın Karadeniz insanlarıyla sohbet ediyorum. Geceyi geçirmek için kamp kuracağım Çamlıhemşin'e yaklaşırken yol da iyice dikleşmeye başlamıştı. Oraya ulaşmadan önceki son köyü de geride bıraktığım sırada artık hava da kararıyordu.
Hala deresiyle ilk karşılaşmam Çamlıhemşin çıkışında oldu. Tarihi Zilkale'den eteklerini yalayarak geçip gelen Fırtına deresi işte bu noktada Kaçkarlar'ın karlı yamaçlarından doğan kardeşiyle birleşiyordu. Kamp kurulabilecek uygun bir yer bulmam oldukça uzun sürdü. Her yer ya çok eğimli ya da sık bitki örtüsüyle kaplı. Sonunda bulduğum en uygun yerde çadırımı kurup,yemek yedikten sonra iki kardeş derenin dinlendirici uğultusuyla uykuya daldım.
2.ve 3. Gün:
Ertesi günkü rotam yine Hala deresi boyunca artık iyice dikleşmiş bir yoldu. Hala deresi de daha da daralmış yatağında kabına sığmayan, kayadan kayaya sıçrayan genç bir dağ keçisi gibiydi. Ayder yolu heyelan yüzünden kapanmıştı. Bu sefer bisikletimi ben sırtlayıp, yol üzerindeki kayaları aşıp, yolun düzgün bölümüne geçtim. Öğlene doğru Ayder'e ulaştığımda iyice yorulmuş ve acıkmıştım. Şimdi aramızda olmayan dağcı arkadaşım Mehmet Yüregilli'nin ailesinin işlettiği , şirin ve tipik karadeniz evi "Otel Güroluk"ta birkaç gün iyice dinlenme fırsatı buldum. Orada kaldığım sürece bir kez daha bu yöre insanlarının ne kadar neşeli, misafirperver ve ince zekalı olduklarını anladım. Hele evin dedesinin onca yaşına rağmen elindeki her türlü işi pratik zekasıyla çözüvermesi, bir taraftan da Türkiye ve dünyada her olup -biten hakkında fikir yürütüp, tartışma açması beni oldukça etkiledi.
4. Gün:
Artık tırmanışın son ve en zorlu bölümünü gerçekleştirmeye gelmişti sıra. Ayder-Yukarı Kavran Yaylası arasındaki yolun oldukça dik ve yer yer iri taşlardan oluşması iyice ağır bisikletim ve benim için aşılması güç bir engel gibi gözüküyordu. Zaten orada bulunduğum sürece yapmak istediğim Ayder'lilere olanaksız gibi görünüyordu. Ekim sonu olduğundan kara yakalanma riskim oldukça yüksekti. Fakat tüm bunlara karşı önlemlerimi almıştım.
Hala deresi de oldukça dik eğimin verdiği ivmeyle iyice coşmuş, çağlayanlar yaparak yaramaz bir çocuk gibi oradan oraya koşturuyordu. Kaçkar Dağına yaklaştıkça eğim daha da artıyordu. Hatta bir yerde eğim o kadar fazlaydı ki çamurlu zeminde bisikletim oldukça yüklü olmasına rağmen arka tekerim patinaj yaptı ve inip bisikleti- hayatımda ilk kez- kısa bir süre ittirmem gerekti. Yaylacılar bölgeyi terkettikleri için çevrede kimseler yoktu. Sadece ben, bisikletim ve zirveleri dumandan görünmeyen büyüleyici sırtlar. Aşağı Kavran yaylasını da geçtikten sonra hava iyice serinlemişti ve ben de 3 saattir dik yokuşta pedal basıyordum. Bu tip etkinliklerde beslenme çok önemlidir.Gerekenden az veya niteliksiz besin almak hiç tahmin edilemeyecek sonuçlar doğurabilir. Hemen kısa bir mola verip enerji depolarımı doldurdum. Birkaç kilometre sonra da kampımı kuracağım Yukarı Kavran yaylasına ulaştım. Çadırımı kurmak için bir yer ararken, şimdi aşağılardaki yayla insanlarının sanki benim için bıraktıkları mimari harikası bir evin kapısının açık olduğunu görüp,içine yerleştim. Biraz dinlendikten sonra çevrede dolaşmaya çıktım. Çevremde doruklardaki rüzgarın ve yayladan geçen derenin şırıltılarından başka hiç bir ses duyulmuyordu. Kaçkar dağına doğru ilerledikçe manzara muhteşemdi.
Ben de artık buradan çok uzaklarda tanıştığım dev bir akarsuyun artık doğum yerindeydim. Karlı doruklardan süzülen sular bazen minik buzul gölleri oluşturup, bazen de kayalara sızıp, yüzlerce değişik noktadan yeryüzüne çıkıyordu. Bu minik pınarlar sanki sözleşmiş gibi, aşağılarda bir yerlerde randevu yerlerine doğru ilerliyorlardı. Hepsinin birleştiği noktada sanki eski dostların buluşmasının yarattığı coşku ve sevinçle, hep birlikte,devamlı güçlenip gelişerek ve artık tek bir vücut halinde, önlerine milyonlarca yıldır çıkan engelleri aşarak yollarına devam ettiler.
Gürsel Akay- Kasım 1992
Foto: Manuel Çıtak
Güncel Not:1992 Ekim'inde yalnız başıma yaptığım bu gezide amacım o kadar yükle Kaçkar dağını aşıp Artvin tarafına geçmekti. Kimselerin olmadığı, en yakındaki insana yürüme hızıyla 7-8 saat uzaklıktaki Yukarı Kavran Yaylası'ndaki 2. günümde akşam üzeri tipi başladı. İtalya'dan -çok paralara- kendi ellerimle satın aldığım Specialized Rockhopper bisikletimin başına bir şey gelmesinden korkarak (tipiye yakalanıp bisikleti oralarda bırakmak zorunda kalıp aşağıya yürümek gibi) acilen aşağıya inişe geçtim. İnişe geçmeden önce cantilever frenlerime (motosiklet elciği kadar büyük Shimano Exage fren kolları vardı) sıfır pabuç taktım. (Başıma geleceği biliyordum çünkü) Nitekim biraz sonra fren sıkmaktan 4 parmağım birden sızlıyordu (2 parmaklık fren kollarına sahip sizlere bu tuhaf gelebilir) Ben de çareyi fren telini germiş olarak (yani kendiliğinden fren yapar halde) aşağıya indim. Buna rağmen oldukça yüksek süratlere ulaşıyordum. Çünkü zemin ıslaktı ve pabuçlar çok çabuk aşınıyordu. İniş bittiğinde zaten pabuçlar metaline kadar erimişti.
2-3 gün daha Karadeniz dağ köylerinde kalıp İstanbul'a döndüm..
Bu sefer 1995 yılında tur arkadaşım fotoğrafçı dostum Manuel Çıtak'la aynı şeyi denedik. Yukarıda yine tipiye yakalandık ve zor kaçtık.. Kaçkar bize bu kez de izin vermemişti..
Foto: Manuel Çıtak
Sonra 1997 yılında "expedisyon tarzında" bir geziyle 8 kişilik bir ekiple dağı aştık. Ekibin yaş aralığı 17-60 idi!!Böylece ilk kez Kaçkar dağı bisikletle aşılmış oldu..
Foto: Manuel Çıtak
Bölgeye son gezimiz 2004 yılındaydı.. 5 günde toplam 6000 m. irtifa çıktık ve indik. 250 Km. yol yaptık..Tek etapta 0'dan 1250 m. ye tırmandık. Ertesi gün 2250 'ye Yukarı Kavran'a çıktık. Dönüşte 2250 m'den 500'e indik sonra aynı gün tekrar 1250'ye çıktık.. (Zavallı dizlerim!!)Çok eğlenceli ama benim için "meşakkatli" bir geziydi..
Foto:Bertan Tokuzlu
Bölgeye ziyaretlerim sadece bisikletli gezilerle sınırlı değildir.
Foto: Haldun Aydıngün (En sağda ben)
Foto: Haldun Aydıngün
2001 yılında yürüyerek sırtımda kızımla, (o zaman 4,5 yaşındaydı) yani üzerimde toplam 35-40 kg yükle 6 günde Trans (geçiş) yaptık..Bu arada da ilk kez Kaçkar zirvesine çıkmış oldum..
Foto: haldun Aydıngün- Kaçkar Zirve: 3932 m.
Gördüğünüz gibi Kaçkar Dağları'nın (ve bölgesinin) ruhumda özel bir yeri vardır..
Herkese tavsiye ederim..
Şubat 2006
1. Gün:
Beni İstanbul'dan Rize'ye getiren otobüsten indiğimde bagajda beni bekleyen, muavinin "yassah" hışmından korunmak için iyice küçültülmüş,"kolu- bacağı" ayrılmış zavallı bisikletimi düşünüyordum. 20 saattir,üzerinde valizler,denklerle, karanlık ve dar bir hapishaneden kurtulma anı gelmişti benim zavallı bisikletimin. Meraklı bakışlar eşliğinde bisikletimi hayata döndürürken, yavaş yavaş klasik sorularda gelmeye başlamıştı bile;Ya abi yorulmuyor musun?, Bu yükle nası çıkacak ya? Abi yalnız başına dağlarda korkmuyor musun? Ya karşına "ayı"çıkarsa” gibisinden sorular, ya da "motosiklet varken bisiklete ne gerek var abi" "gibi parlak fikirler. Hepsini sabırla cevaplamaya çalışıyorum.
Amacım Kaçkar'larda doğup, Karadeniz'e dökülen ve Verçenik'ten fışkırıp, gelişen kardeşi Fırtına deresiyle birleşen Hala deresinin kaynağına bisikletimle ulaşmak. Bir anlamda bir akarsuyun sonsuz yaşamının bir bölümünde zamanda geriye doğru bir yolculuk.
Pazar kasabasını geride bıraktıktan sonra Fırtına deresiyle ilk karşılaştığım nokta aynı zamanda artık bitmeyecek gibi görünen yokuşların(60 km) başlangıcıydı. Derenin Karadeniz'le kucaklaştığı yerde,sanki dolu dolu yaşanmış bir ömrün sonundaki olgun, ağırbaşlı, dingin bir kişilikle tanışmış gibiydim. Geniş yatağında ağır ağır akan derenin suyu billur berraklığında. Bunu erozyona izin vermeyen,sık bitki örtüsüne borçlu. Çevrem o kadar yeşil ki, çıplak bir toprak parçası görmek hemen hemen olanaksız.Her yerden sular fışkırıyor. Hatta asfalttan bile su sızıyor. İstanbul 'da eski yıllarda yaşanan susuzluğu düşünüyorum.
İlk 10-15 km'lik yol oldukça düzgün zeminli ve tatlı bir eğime sahip.
Oldukça süratli yol alıyorum. Kış başlangıcı olduğu için yanımda çok fazla malzeme var ve sonuç olarak yüküm ağır.İçerilere doğru yol aldıkça derenin karakteri de değişiyor. Yatağı daralan dere biraz daha hızlı ve canlı akıyor. Sağdan ,soldan ona karışan derecikleri sanki bağrına basıp onlarla buluşmanın verdiği sevinçle daha da coşuyor. Bu coşku ona vadileri, dağları isteğine göre şekillendirmede güç katıyor. Minik çağlayanlardan zıplayan alabalıklar da bu şenliğe katılıyorlar.
Yol üzerindeki yamaçlara serpilmiş evlerden oluşan köylerden geçerken kısa molalar verip, canayakın Karadeniz insanlarıyla sohbet ediyorum. Geceyi geçirmek için kamp kuracağım Çamlıhemşin'e yaklaşırken yol da iyice dikleşmeye başlamıştı. Oraya ulaşmadan önceki son köyü de geride bıraktığım sırada artık hava da kararıyordu.
Hala deresiyle ilk karşılaşmam Çamlıhemşin çıkışında oldu. Tarihi Zilkale'den eteklerini yalayarak geçip gelen Fırtına deresi işte bu noktada Kaçkarlar'ın karlı yamaçlarından doğan kardeşiyle birleşiyordu. Kamp kurulabilecek uygun bir yer bulmam oldukça uzun sürdü. Her yer ya çok eğimli ya da sık bitki örtüsüyle kaplı. Sonunda bulduğum en uygun yerde çadırımı kurup,yemek yedikten sonra iki kardeş derenin dinlendirici uğultusuyla uykuya daldım.
2.ve 3. Gün:
Ertesi günkü rotam yine Hala deresi boyunca artık iyice dikleşmiş bir yoldu. Hala deresi de daha da daralmış yatağında kabına sığmayan, kayadan kayaya sıçrayan genç bir dağ keçisi gibiydi. Ayder yolu heyelan yüzünden kapanmıştı. Bu sefer bisikletimi ben sırtlayıp, yol üzerindeki kayaları aşıp, yolun düzgün bölümüne geçtim. Öğlene doğru Ayder'e ulaştığımda iyice yorulmuş ve acıkmıştım. Şimdi aramızda olmayan dağcı arkadaşım Mehmet Yüregilli'nin ailesinin işlettiği , şirin ve tipik karadeniz evi "Otel Güroluk"ta birkaç gün iyice dinlenme fırsatı buldum. Orada kaldığım sürece bir kez daha bu yöre insanlarının ne kadar neşeli, misafirperver ve ince zekalı olduklarını anladım. Hele evin dedesinin onca yaşına rağmen elindeki her türlü işi pratik zekasıyla çözüvermesi, bir taraftan da Türkiye ve dünyada her olup -biten hakkında fikir yürütüp, tartışma açması beni oldukça etkiledi.
4. Gün:
Artık tırmanışın son ve en zorlu bölümünü gerçekleştirmeye gelmişti sıra. Ayder-Yukarı Kavran Yaylası arasındaki yolun oldukça dik ve yer yer iri taşlardan oluşması iyice ağır bisikletim ve benim için aşılması güç bir engel gibi gözüküyordu. Zaten orada bulunduğum sürece yapmak istediğim Ayder'lilere olanaksız gibi görünüyordu. Ekim sonu olduğundan kara yakalanma riskim oldukça yüksekti. Fakat tüm bunlara karşı önlemlerimi almıştım.
Hala deresi de oldukça dik eğimin verdiği ivmeyle iyice coşmuş, çağlayanlar yaparak yaramaz bir çocuk gibi oradan oraya koşturuyordu. Kaçkar Dağına yaklaştıkça eğim daha da artıyordu. Hatta bir yerde eğim o kadar fazlaydı ki çamurlu zeminde bisikletim oldukça yüklü olmasına rağmen arka tekerim patinaj yaptı ve inip bisikleti- hayatımda ilk kez- kısa bir süre ittirmem gerekti. Yaylacılar bölgeyi terkettikleri için çevrede kimseler yoktu. Sadece ben, bisikletim ve zirveleri dumandan görünmeyen büyüleyici sırtlar. Aşağı Kavran yaylasını da geçtikten sonra hava iyice serinlemişti ve ben de 3 saattir dik yokuşta pedal basıyordum. Bu tip etkinliklerde beslenme çok önemlidir.Gerekenden az veya niteliksiz besin almak hiç tahmin edilemeyecek sonuçlar doğurabilir. Hemen kısa bir mola verip enerji depolarımı doldurdum. Birkaç kilometre sonra da kampımı kuracağım Yukarı Kavran yaylasına ulaştım. Çadırımı kurmak için bir yer ararken, şimdi aşağılardaki yayla insanlarının sanki benim için bıraktıkları mimari harikası bir evin kapısının açık olduğunu görüp,içine yerleştim. Biraz dinlendikten sonra çevrede dolaşmaya çıktım. Çevremde doruklardaki rüzgarın ve yayladan geçen derenin şırıltılarından başka hiç bir ses duyulmuyordu. Kaçkar dağına doğru ilerledikçe manzara muhteşemdi.
Ben de artık buradan çok uzaklarda tanıştığım dev bir akarsuyun artık doğum yerindeydim. Karlı doruklardan süzülen sular bazen minik buzul gölleri oluşturup, bazen de kayalara sızıp, yüzlerce değişik noktadan yeryüzüne çıkıyordu. Bu minik pınarlar sanki sözleşmiş gibi, aşağılarda bir yerlerde randevu yerlerine doğru ilerliyorlardı. Hepsinin birleştiği noktada sanki eski dostların buluşmasının yarattığı coşku ve sevinçle, hep birlikte,devamlı güçlenip gelişerek ve artık tek bir vücut halinde, önlerine milyonlarca yıldır çıkan engelleri aşarak yollarına devam ettiler.
Gürsel Akay- Kasım 1992
Foto: Manuel Çıtak
Güncel Not:1992 Ekim'inde yalnız başıma yaptığım bu gezide amacım o kadar yükle Kaçkar dağını aşıp Artvin tarafına geçmekti. Kimselerin olmadığı, en yakındaki insana yürüme hızıyla 7-8 saat uzaklıktaki Yukarı Kavran Yaylası'ndaki 2. günümde akşam üzeri tipi başladı. İtalya'dan -çok paralara- kendi ellerimle satın aldığım Specialized Rockhopper bisikletimin başına bir şey gelmesinden korkarak (tipiye yakalanıp bisikleti oralarda bırakmak zorunda kalıp aşağıya yürümek gibi) acilen aşağıya inişe geçtim. İnişe geçmeden önce cantilever frenlerime (motosiklet elciği kadar büyük Shimano Exage fren kolları vardı) sıfır pabuç taktım. (Başıma geleceği biliyordum çünkü) Nitekim biraz sonra fren sıkmaktan 4 parmağım birden sızlıyordu (2 parmaklık fren kollarına sahip sizlere bu tuhaf gelebilir) Ben de çareyi fren telini germiş olarak (yani kendiliğinden fren yapar halde) aşağıya indim. Buna rağmen oldukça yüksek süratlere ulaşıyordum. Çünkü zemin ıslaktı ve pabuçlar çok çabuk aşınıyordu. İniş bittiğinde zaten pabuçlar metaline kadar erimişti.
2-3 gün daha Karadeniz dağ köylerinde kalıp İstanbul'a döndüm..
Bu sefer 1995 yılında tur arkadaşım fotoğrafçı dostum Manuel Çıtak'la aynı şeyi denedik. Yukarıda yine tipiye yakalandık ve zor kaçtık.. Kaçkar bize bu kez de izin vermemişti..
Foto: Manuel Çıtak
Sonra 1997 yılında "expedisyon tarzında" bir geziyle 8 kişilik bir ekiple dağı aştık. Ekibin yaş aralığı 17-60 idi!!Böylece ilk kez Kaçkar dağı bisikletle aşılmış oldu..
Foto: Manuel Çıtak
Bölgeye son gezimiz 2004 yılındaydı.. 5 günde toplam 6000 m. irtifa çıktık ve indik. 250 Km. yol yaptık..Tek etapta 0'dan 1250 m. ye tırmandık. Ertesi gün 2250 'ye Yukarı Kavran'a çıktık. Dönüşte 2250 m'den 500'e indik sonra aynı gün tekrar 1250'ye çıktık.. (Zavallı dizlerim!!)Çok eğlenceli ama benim için "meşakkatli" bir geziydi..
Foto:Bertan Tokuzlu
Bölgeye ziyaretlerim sadece bisikletli gezilerle sınırlı değildir.
Foto: Haldun Aydıngün (En sağda ben)
Foto: Haldun Aydıngün
2001 yılında yürüyerek sırtımda kızımla, (o zaman 4,5 yaşındaydı) yani üzerimde toplam 35-40 kg yükle 6 günde Trans (geçiş) yaptık..Bu arada da ilk kez Kaçkar zirvesine çıkmış oldum..
Foto: haldun Aydıngün- Kaçkar Zirve: 3932 m.
Gördüğünüz gibi Kaçkar Dağları'nın (ve bölgesinin) ruhumda özel bir yeri vardır..
Herkese tavsiye ederim..
Şubat 2006