"Halka güvenebilir miyiz?" sorusunun cevabını bir de Fidel Castro'dan dinleyelim:
"Halka kesinlikle güvenebileceğimize neden inanıyorduk? Biz halktan söz ettiğimiz zaman, milletin herhangi bir diktatörlük ya da baskı rejimine hizmet eden ve hizmet edilecek efendiler karşısında boyun kıran, rahat içindeki muhafazakâr kısımlarına sığınmıyoruz. Mücadele etmekten söz ettiğimiz zaman halk deyince kendisine her şeyin vadedilip hiçbir şey verilmemiş olan, herkesin aldattığı ve ihanet ettiği, vatanının daha mağrur ve daha onurlu olmasını isteyen, nesil nesil üstüne haksızlıkla ihaneti tanıyıp nihayet adaleti bilmek isteyen, o baskıya gelmez büyük kitleyi anlıyoruz. Halk bütün alanlarda önemli ve akla yatkın değişiklikler isteyen ve herhangi bir şeye ya da herhangi birine güveni olduğunda, özellikle kanının son damlasına kadar her şeyi vereceğine güvenendir. Her teşebbüste samimiyet ve iyi niyetin ilk şartı tamamen, hiç kimsenin hiçbir zaman yapmadığını yapmaktır: korkmadan ve en büyük açıklıkla konuşmak. Demagoglarla profesyonel politikacılar herkesle en iyi ilişkileri kurma mucizesini göstermek isterler ve bunu yaparken daima zorunlu olarak herkesi her konuda aldatırlar. Devrimciler fikirlerini cesaretle açıklamak, prensiplerini belirlemek ve herkesin (düşman olduğu kadar dost olanın da) aldanmaması için niyetlerini açığa vurmak zorundadırlar.
"Mücadele söz konusu olduğu zaman biz halk diye, ekmeklerini namusluca kazanmak isteyen ve bu olmazsa yaşayacak bir yer bulmak için vatanlarından göç etmek zorunda olan 600.000 işsiz Kübalı'yı; sefil barakalarda yaşayan, yılda dört ay çalışan ve ondan sonra çocuklarile birlikte sefalete düşen, ekecek bir karış toprakları olmayan ve bu kadar taşlaşmış yürekler olmasaydı biraz daha fazla acıma duygusu uyandıran 500.000 tarım işçisini; emekliliklerine önem verilmeyen, araştırma hakları ellerinden alınan, oturdukları yerler utanç verici olan, ücretleri patronun elinden tefecininkine geçen, gelecekleri ücretin düşmesinden ibaret bulunan, hayatları sürekli çalışma olan ve ancak mezarda dinlenebilen 400.000 tarım işçisini; kendilerine ait olmayan ve Musa'nın sahip olamadan ölerek baktığı mev'ut toprak gibi baktıkları bir toprak üzerinde yaşayıp çalışan, ellerindeki toprak parçasının bedelini ödemek için feodal serfler gibi ürünlerinin bir kısmını veren ve kendilerine gitmeleri gerektiğini söylemek üzere kır bekçisile birlikte mübaşirin ne zaman geleceğini bilmedikleri için bu toprağı sevemeyen, onu ıslah edemeyen, onu güzelleştiremeyen ve üzerine ne bir sedir ağacı, ne de bir portakal ağacı dikemeyen yüz bin küçük çiftçiyi; o derece kötü muamele edilip az ücret verilen ve gelecek nesilleri yetiştirmek için kendilerini harcayan fedakâr 30.000 öğretmeni; borç altında ezilen, krizin yıktığı ve bir yığın ahlaksız memur tarafından durmadan kendilerine vergi konan 20.000 küçük taciri; ümitle dolu ve mücadeleye hazır bir hâlde tahsillerini bitiren ve diplomalarını alınca bütün kapıların kapalı olduğu, kimsenin müracaatlarına cevap vermediği bir çıkmazın içinde kendilerini bulan 10.000 genç entellektüeli: tabipleri, mühendisleri, avukatları, veterinerleri, pedagogları, dişçileri, eczacıları, gazetecileri, ressamları, heykeltıraşları vb. kastediyoruz."