mirra virra
Üye
- Kayıt
- 11 Şubat 2015
- Mesaj
- 4
- Tepki
- 41
- Yaş
- 34
- Şehir
- istanbul
Merhaba arkadaşlar,
Nisan-eylül 2014 te yaptığımız bisikletle Avrupa Turu' ndan aklımızda kalanları sizinle de paylaşmak istedik.
İyi okumalar...
Biz, Filiz ve Rüzgar, bisikleti seçenlerdeniz ! İşte size Eylül 2014’ te İstanbul’ da sonlandırdığımız bisikletle Avrupa Turu’ ndan aklımızda kalanlar... Fosil yakıtsız, etsiz ve parasız 17 Avrupa ülkesini nasıl geçtik ? Parasızlık seni yola çıkmaktan alıkoyuyorsa bu yazıyı oku ve hemen yola çık !
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/02/tumblr_inline_ne0e7eNFpA1sg5i2z.jpg
Yolculuk Kafası Nerden Geliyor ?
‘’ Senin karakterin acaba iş yapmaya mı yoksa serbest çalışmaya ve gözlem yapmaya mı daha uygundur? ‘’
Hayatımızın bir döneminde kendimize sorduğumuz bu soruyu Seneca şöyle cevaplıyor :
– Yeteneğinin gücü seni nereye götürürse oraya eğilmen gerekir.
Her şeyin önümüze sınırsızca serildiği medeni uygarlığımızda ihtiyacımız olan tek şey hayatta kalma yeteneklerimizi gün yüzüne çıkarmaktır. Bizi pasifize eden, canımıza kastedildiğinde bizi hakkımızı aramaktan alıkoyan, insanları cinsel organlarına göre ikiye hatta üçe ayırmaya, bizden olmayanları ötekileştirmeyeyse çok meyilli şu modern dünyada ihtiyacımız olan tek şey özgürlüklerimizi geri kazanmaktır. Ama artık bunun için ne öldürmeye ne de savaşmaya gerek var. İnsanlığın açgözlülüğü yüzyıllarca toprağa ve kana doydu çünkü. Söylenmesi gereken her şey söylendi, İhtiyacımız olan her şey keşfedildi, unutulmasın istenen aşklarsa onlarca Shakespear tarafından çoktan yazıldı zaten . Şimdiyse o kadar çok şeye sahibiz ki gerçekte neye sahip olduğumuzu hatırlamakta ve onları nasıl kullanacağımız konusunda zorlanıyoruz. Her şeyden bolca olan bu dünyada birilerinin kalkıp da kendilerini bunlardan bilerek mahrum etme arzusu kimilerini şaşkına çeviriyor, kimileriniyse heyecanlandırıyor.
Kişiye, yaşam koşullarına ve zevklere göre değişen yolda olma şekilleri oldukça çeşitli. Bazen motor veya bisikletle, bazen otomobille bazense sırt çantasıyla tabana kuvvet. Ne şekilde olursa olsun yolda olmak pek çok güzelliği, aynı zamanda zorluğu da beraberinde getiriyor. En güzel tarafıysa hızla akıp giden yaşamlarımızı biraz olsun yavaşlatmamıza fırsat vermesi.
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/02/tumblr_inline_ne0dqtCDQi1sg5i2z1.jpg
Bisikleti Seçtiyseniz ...
Eğer iki teker üstündeyseniz ve ortalama 15 km hızla gidiyorsanız nasıl hızlı düşünebilirsiniz ki ? Beyaz çizgiler, bozuk yollar, yanınızdan hızla geçen kamyonlar, iklimine göre değişen meyve ağaçları,camdan bakan yaşlı teyzeler, çim biçen babalar, farklı dillerde duyulan merhabalar ve fotoğrafınızı çeken insanlar.. Bu yolculuğu diğerlerinden farklı kılan bir şeyler var. Kendimizi rastlantılara bırakmamız mı buna sebep,yoksa yabancıların nezaketine güvenmeyi tercih etmemiz mi...
Hangi günde olduğumuz ,saatler ve şehirler önemli değil. Hatta tek bir kuruşumuzun dahi olmaması bile. Çünkü durmayı reddetmekle cevaplanıyor tüm sorular aklımızda. Rodolphe Töpffer şöyle diyor :
– Tüm kötü yatakların rahat ve yumuşak gelmesi ve iştahın doğanın en lezzetsiz yiyecekleri için şahane bir çeşni olması için yeterince yorgun düşmek kötü bir şey değildir. Doğanın saatine ayak uydurmaya başlayan vücudumuz artık sadece temel ihtiyaçlarımızın peşinden koşmaya itiyordu bizi.
Paramız Yoksa Nerde Uyuduk ?
Turun ilk haftaları internetten tanıştığımız insanların evine konuk olduk, daha sonralarıysa konaklama şeklini biraz değiştirdik. Bazen parklarda, otobüs duraklarında, tren istasyonlarında uyuduk. Veya yolda karşımıza çıkan evlerden bahçelerinde kamp kurmak üzere izin istedik. Kendimizi rastlantılara bırakmaya başladığımız ve ev konforundan sıkılıp doğanın kucağına atıldığımız günler başlıyordu işte. Yaşadığımız pasif ve sahte hayatlarla bize unutturulan macera düşkünü yanımız gittikçe güçleniyordu. Hem serserilik yapmak kötü bir şey değildi.
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/02/eee.jpg
Avrupa’ da İki Serseri
Serseri kelimesinin sözlük anlamı belli bir işi ve yeri olmayan demek. Ne kadar çekici ama bir o kadar da ürkütücü bir tanım. Çekici, çünkü günde 12 saat çalışmak istemiyoruz ve nefes alacak bir boşluğu dört gözle bekliyoruz. Ürkütücü, çünkü zor koşullar altındaki iş temposuna rağmen toplumun belirlediği sınırları aşmaktan, belli bir işimiz ve yerimizin olmamasından korkuyoruz. Ne zaman çıkacağımıza bile başkalarının karar verdiği senelik izinlerle idare etmeye çalışıyoruz. Ama hepimiz biraz öyle biraz böyle serseri olmak peşindeyiz. Sigara molalarını 2 dakika uzatınca sevinmiyor muyuz veya işten sadece 15 dakika erken çıktık diye ? Öyleyse ne demek istediğimi anlamışsınızdır sanırım. Serseriliğe ihtiyacımız var.
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/02/IMG_6878.jpg
Böylece Avrupa’ nın köylerinde, şehirlerinde serserilik yapmaya başladık. Bu başıboşluk bize etrafımızda gördüğümüz şeyleri objektif bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirme fırsatı verdi. Örneğin güvenilmez dediğimiz insanlar ailemiz kadar bize yakın davrandı. Ve diğerlerinden sürekli korkmamıza gerek yoktu çünkü aslında herkes birbirinden korktuğu için korkular vardı. Bir yandan da parasız olmanın hafifliğini yaşamamızı sağlayan bu yolculuk, doğru sandığımız yanlışları tek tek gösterdi bize. Tembellik hakkımızı da sonuna kadar kullanıyorduk tabi. Yorulunca durmak bir lüks değildi artık, bir yerden sıkılınca oradan ayrılmak veya birine aşık olunca onun peşinden gitmek. Alışılanın dışında davranırken yakalanmak bizi ürkütmüyordu, çünkü biz kimseye zarar vermeden içimizden geldiği gibi ihtiyaçlarımıza yönelik yaşıyorduk.
Parasız Nasıl Karnımızı Doyurduk ?
Yolculuğun başından beri amaçlarımızdan biri de tüketimi en aza indirip temel ihtiyaçlarımızı saptamaktı. Bunun için ihtiyaç fazlası eşyalara talip olup yemeklerimizi çöpten veya pazarların kapanış saatlerinde satılmayan sebze meyvelerden çıkardık. Örneğin Amsterdam’ da çöp dalışından çıkardığımız bu yiyecekler bize ve evine konuk olduğumuz Nathane’ a ziyafet çektirmişti.
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/02/tumblr_inline_ne0frj0EQ41sg5i2z.jpg
Bazen de soluklanmak için verdiğimiz molalarda insanlar köylerine gelmiş bu misafirleri yedirip içirmek istiyorlardı. Böyle anlarda hasta bir çocuğun istekleri nasıl yerine getirilirse, köylerine kadar yüzlerce kilometre gelmiş iki bisikletçinin de tüm istekleri öyle yerine getiriliyordu. Karnımız aç mıydı? Yemekten sonra kahve veya bira içer miydik, kahvenin yanında ev yapımı rakı alır mıydık? Peki yol için yanımıza bir şeyler ister miydik ?
Balkan Ülkeleri = Yemek
Özellikle Balkan ülkelerine geldiğimiz zaman, bu misafirperverlik bizi epey mutlu etmişti. Öyle ki bahçelerinde kamp kurmak için izin istediğimiz insanların bize evlerini açtığı bile oluyordu. Normalde dört beş günde geçebileceğimiz Hırvatistan’ ı üç haftada geçme sebebimiz buydu belki de. Beş kuruşsuz yolumuza devam etmek zorunda olduğumuz, her acıktığımızda karnımızı doyuramıyor ve canımız kahve veya bira istediğinde içemiyor olduğumuz göz önüne alınırsa burası cennet gibi bir yerdi.
Açlığın bizi bisiklet süremez hale düşürdüğü anlar da oluyordu tabii. O zaman işler değişiyor, ihtimallere ve insanların hoşgörüsüne bel bağlayacak sabrı gösteremiyorduk. Yol kenarlarında gördüğümüz meyve ağaçları da karnımızı doyurmaya yetmeyince kapı önlerinde oturmuş kahve içen insanlara yaklaşıp aç olduğumuzu söylüyor onlardan ekmek istiyorduk. Bazısı bizi dilenci sanıp kovalıyor, bazısı en yakın restorantın yerini tarif ediyor, bazısıyla bizi içeri buyur edip bize yemek hazırlıyordu.
Bizim için kurulan sofralar ev halkının meraklı ama samimi bakışlarıyla devam ediyor, kahve keyfiyle son buluyordu. Karnımızı bir güzel doyurduktan sonra hafızalarımıza eklenen yeni yüzlerle devam ediyorduk yola.
Bisiklet Hızı Algımızı Değiştirdi
Bisiklet hızı, algımızı da epey değiştirmişti. Düz yolda yüklü olarak çıkabileceğiniz en yüksek hız 25-30 olunca etrafınızdaki her şey yavaşlamaya başlar. Rotamızı şehir merkezleri yerine köy yollarından geçecek şekilde ayarlıyorduk, yanımızdan hızla geçen arabalar normalde olduğundan daha fazla rahatsızlık veriyordu bize. Yolların her bir ayrıntısının farkına varıyor, arabaların ezdiği hayvan cesetlerine yakından şahitlik ediyorduk. Günün kilometreleri bu şekilde biterken vücudumuzun yorgunluğuna zamanın genişlemiş hali de ekleniyordu.
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/01/arra-sahaf.jpg
Ama her gün aynı şeyleri defalarca anlatmak, aynı soruları cevaplamak sıkıcı oluyordu bazen. Çünkü bize yöneltilen sorular Küçük Prens’ in de canını sıkan cinstendi. Yaşımız kaçtı, ne iş yapıyorduk, evli miydik yoksa arkadaş mı vs... İnsanların birbirini tanımak için seçtiği bu yöntemi eleştirsem itici mi olurum yoksa alkışlanır mıyım pek umrumda değil, çünkü bu sıkıcı ve sıradan olduğumuz gerçeğini pek değiştirmeyecek.
Çocuklar Her Yerde Çocuk
Çocuklar... Onlar başkaydı. Çocuklar evlerine gelen bu iki yabancıyı tepeden tırnağa incelemekle ve onlara gülümsemekle yetiniyordu. Kirli bacaklarımıza, tırnaklarımıza bakıp gülüyorlardı halimize. Bazen sadece adımızı öğrenmek istiyorlardı ve köpekleriyle oynayıp hepberaber gülüşmemiz onlara yetiyordu. Böylece arkadaş oluyorduk onlarla hiç farkına bile varmadan. En çok çocuklarla vakit geçirdiğim zaman anlıyorum insanlarla aynı dili konuşmanın aslında o kadar da önemli olmadığını. İnsan her yerde insan; dolayısıyla sevinçlerimiz, dertlerimiz ve ihtiyaçlarımız hep aynı. Yağmurda ıslanan birine yardım ederseniz yüzünde bir tebessüm olur, aç olan birinin karnını doyurursanız size teşekkür eder gözleriyle.
Aynı Dili Konuşmak Önemli Mi?
Yol boyunca ortak tek bir kelimemizin olmadığı insanlarla tanıştık, onların evlerine konuk olduk, yemeklerini yedik. Sofrada hep bir gülümseme vardı, herkesin kendi diliyle birbirine bir şeyler söylediği sözcükler, bazen kahkahalar, bazense derdini anlatamamanın verdiği çaresizlik. Böyle anlarda kalabalık olmanın ve içimizdeki paylaşma ihtiyacının da farkına varıyorduk. Tabii ki ortak dilinin olduğu insanlarla sohbet etmenin avantajlarını görmezden gelemeyiz, fakat demek istediğim birbirimizi anlamamız,dostluk kurmamız için ille de aynı dili konuşmamızın gerekli olmadığı. Yoksa Polonya ’ da tanışıp evlerinde kaldığımız aile daha dün tanıştıkları ve dillerini anlamadıkları bu iki yabancının evlerine ulaşıp ulaşamadıklarını onlara bir şekilde haber vermelerini rica eder miydi ?
Yolda Tanıştığımız İnsanlar
Günlük hayatlarımıza renk katan veya yaptıklarıyla bizi şaşırtan insanlar her yerde karşımıza çıkıyordu. Örneğin Avusturalya yerlilerinden neyim eksik diyerek ayakkabısız dolaşan ve bu yüzden Hırvatça ’ da ” çıplak ayak ” anlamındaki Bosi ismiyle çağrılan Milan, on sekizinci evliliğini yapan ve bununla gurur duyan Ivan, Zagrep tren istasyonunda uyuduğumuz bir gecenin sabahı bizi uyandırıp elimize para ve bir adres tutuşturan gözlüklü kadın, Yine kalacak yer aradığımız bir gün, bende kalabilirsiniz diyerek bizi evine götüren fakat sabah ayılınca siz kimsiniz diyip bizi evinden kovan sarhoş adam bunlardan sadece birkaçıydı.
Köy ve kasabalara göre büyük şehirlerde kalacak yer bulmak oldukça zordur. Heleki bizim gibi seyehat edenlerdenseniz... Küçük yerlerde olduğu gibi size yardım etmeye canatan insanlar bulamazsınız buralarda veya kimse açmaz size kapısını kolay kolay. Bizimse imkanlarımız kısıtlıydı ve temel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmemiz için insanlara nolmalde olduğundan daha fazla güvenmek ve onlarla daha fazla konuşmak zorundaydık. Ve planlanmamış şeyler sürprizleri beraberinde getiriyordu bazen. Berlin gibi büyük bir şehirde karşımıza çıkan Tobias bizim için bir hediyeydi sanki. Soğuk ve yağmurlu bir günde dışarda titremeyi göze alamayınca yoldan geçen bisikletçileri çevirip bize yardım edip edemeyeceklerini sorduğumuzda tanıştık Tobias ’ la. Halimizi anlayıp bizi meyve ağaçlarıyla dolu bahçesi olan bir eve getirdi. Biraz konuşmamızın ardından evin anahtarını bize verdi ve gitti. Kapıdan çıkmadan önce, evinizde gibi hissedin, diye de ekledi. Tobias gittikten sonra ne diyeceğimizi bilemeden birbirimizin gözlerine bi süre baktık.
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/02/tumblr_ne02x6EQ731u28n7ho1_1280-1024x768.jpg
Yolda Olmak Güzeldir !
Yolculuklar kendimizi ve diğerlerini tanımamız için büyük bir fırsattır. Günlük yaşamın gereksiz ayrıntılarıyla vaktimizi harcamamız gerekmez. En azından kendimizi bir süreliğine de olsa bu sıkıntılardan uzak tutarız. Peki hayatlarımız bir yolculuktaymışız gibi neden geçmesin?
Kaynakça: (link)
Nisan-eylül 2014 te yaptığımız bisikletle Avrupa Turu' ndan aklımızda kalanları sizinle de paylaşmak istedik.
İyi okumalar...
Biz, Filiz ve Rüzgar, bisikleti seçenlerdeniz ! İşte size Eylül 2014’ te İstanbul’ da sonlandırdığımız bisikletle Avrupa Turu’ ndan aklımızda kalanlar... Fosil yakıtsız, etsiz ve parasız 17 Avrupa ülkesini nasıl geçtik ? Parasızlık seni yola çıkmaktan alıkoyuyorsa bu yazıyı oku ve hemen yola çık !
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/02/tumblr_inline_ne0e7eNFpA1sg5i2z.jpg
Yolculuk Kafası Nerden Geliyor ?
‘’ Senin karakterin acaba iş yapmaya mı yoksa serbest çalışmaya ve gözlem yapmaya mı daha uygundur? ‘’
Hayatımızın bir döneminde kendimize sorduğumuz bu soruyu Seneca şöyle cevaplıyor :
– Yeteneğinin gücü seni nereye götürürse oraya eğilmen gerekir.
Her şeyin önümüze sınırsızca serildiği medeni uygarlığımızda ihtiyacımız olan tek şey hayatta kalma yeteneklerimizi gün yüzüne çıkarmaktır. Bizi pasifize eden, canımıza kastedildiğinde bizi hakkımızı aramaktan alıkoyan, insanları cinsel organlarına göre ikiye hatta üçe ayırmaya, bizden olmayanları ötekileştirmeyeyse çok meyilli şu modern dünyada ihtiyacımız olan tek şey özgürlüklerimizi geri kazanmaktır. Ama artık bunun için ne öldürmeye ne de savaşmaya gerek var. İnsanlığın açgözlülüğü yüzyıllarca toprağa ve kana doydu çünkü. Söylenmesi gereken her şey söylendi, İhtiyacımız olan her şey keşfedildi, unutulmasın istenen aşklarsa onlarca Shakespear tarafından çoktan yazıldı zaten . Şimdiyse o kadar çok şeye sahibiz ki gerçekte neye sahip olduğumuzu hatırlamakta ve onları nasıl kullanacağımız konusunda zorlanıyoruz. Her şeyden bolca olan bu dünyada birilerinin kalkıp da kendilerini bunlardan bilerek mahrum etme arzusu kimilerini şaşkına çeviriyor, kimileriniyse heyecanlandırıyor.
Kişiye, yaşam koşullarına ve zevklere göre değişen yolda olma şekilleri oldukça çeşitli. Bazen motor veya bisikletle, bazen otomobille bazense sırt çantasıyla tabana kuvvet. Ne şekilde olursa olsun yolda olmak pek çok güzelliği, aynı zamanda zorluğu da beraberinde getiriyor. En güzel tarafıysa hızla akıp giden yaşamlarımızı biraz olsun yavaşlatmamıza fırsat vermesi.
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/02/tumblr_inline_ne0dqtCDQi1sg5i2z1.jpg
Bisikleti Seçtiyseniz ...
Eğer iki teker üstündeyseniz ve ortalama 15 km hızla gidiyorsanız nasıl hızlı düşünebilirsiniz ki ? Beyaz çizgiler, bozuk yollar, yanınızdan hızla geçen kamyonlar, iklimine göre değişen meyve ağaçları,camdan bakan yaşlı teyzeler, çim biçen babalar, farklı dillerde duyulan merhabalar ve fotoğrafınızı çeken insanlar.. Bu yolculuğu diğerlerinden farklı kılan bir şeyler var. Kendimizi rastlantılara bırakmamız mı buna sebep,yoksa yabancıların nezaketine güvenmeyi tercih etmemiz mi...
Hangi günde olduğumuz ,saatler ve şehirler önemli değil. Hatta tek bir kuruşumuzun dahi olmaması bile. Çünkü durmayı reddetmekle cevaplanıyor tüm sorular aklımızda. Rodolphe Töpffer şöyle diyor :
– Tüm kötü yatakların rahat ve yumuşak gelmesi ve iştahın doğanın en lezzetsiz yiyecekleri için şahane bir çeşni olması için yeterince yorgun düşmek kötü bir şey değildir. Doğanın saatine ayak uydurmaya başlayan vücudumuz artık sadece temel ihtiyaçlarımızın peşinden koşmaya itiyordu bizi.
Paramız Yoksa Nerde Uyuduk ?
Turun ilk haftaları internetten tanıştığımız insanların evine konuk olduk, daha sonralarıysa konaklama şeklini biraz değiştirdik. Bazen parklarda, otobüs duraklarında, tren istasyonlarında uyuduk. Veya yolda karşımıza çıkan evlerden bahçelerinde kamp kurmak üzere izin istedik. Kendimizi rastlantılara bırakmaya başladığımız ve ev konforundan sıkılıp doğanın kucağına atıldığımız günler başlıyordu işte. Yaşadığımız pasif ve sahte hayatlarla bize unutturulan macera düşkünü yanımız gittikçe güçleniyordu. Hem serserilik yapmak kötü bir şey değildi.
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/02/eee.jpg
Avrupa’ da İki Serseri
Serseri kelimesinin sözlük anlamı belli bir işi ve yeri olmayan demek. Ne kadar çekici ama bir o kadar da ürkütücü bir tanım. Çekici, çünkü günde 12 saat çalışmak istemiyoruz ve nefes alacak bir boşluğu dört gözle bekliyoruz. Ürkütücü, çünkü zor koşullar altındaki iş temposuna rağmen toplumun belirlediği sınırları aşmaktan, belli bir işimiz ve yerimizin olmamasından korkuyoruz. Ne zaman çıkacağımıza bile başkalarının karar verdiği senelik izinlerle idare etmeye çalışıyoruz. Ama hepimiz biraz öyle biraz böyle serseri olmak peşindeyiz. Sigara molalarını 2 dakika uzatınca sevinmiyor muyuz veya işten sadece 15 dakika erken çıktık diye ? Öyleyse ne demek istediğimi anlamışsınızdır sanırım. Serseriliğe ihtiyacımız var.
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/02/IMG_6878.jpg
Böylece Avrupa’ nın köylerinde, şehirlerinde serserilik yapmaya başladık. Bu başıboşluk bize etrafımızda gördüğümüz şeyleri objektif bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirme fırsatı verdi. Örneğin güvenilmez dediğimiz insanlar ailemiz kadar bize yakın davrandı. Ve diğerlerinden sürekli korkmamıza gerek yoktu çünkü aslında herkes birbirinden korktuğu için korkular vardı. Bir yandan da parasız olmanın hafifliğini yaşamamızı sağlayan bu yolculuk, doğru sandığımız yanlışları tek tek gösterdi bize. Tembellik hakkımızı da sonuna kadar kullanıyorduk tabi. Yorulunca durmak bir lüks değildi artık, bir yerden sıkılınca oradan ayrılmak veya birine aşık olunca onun peşinden gitmek. Alışılanın dışında davranırken yakalanmak bizi ürkütmüyordu, çünkü biz kimseye zarar vermeden içimizden geldiği gibi ihtiyaçlarımıza yönelik yaşıyorduk.
Parasız Nasıl Karnımızı Doyurduk ?
Yolculuğun başından beri amaçlarımızdan biri de tüketimi en aza indirip temel ihtiyaçlarımızı saptamaktı. Bunun için ihtiyaç fazlası eşyalara talip olup yemeklerimizi çöpten veya pazarların kapanış saatlerinde satılmayan sebze meyvelerden çıkardık. Örneğin Amsterdam’ da çöp dalışından çıkardığımız bu yiyecekler bize ve evine konuk olduğumuz Nathane’ a ziyafet çektirmişti.
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/02/tumblr_inline_ne0frj0EQ41sg5i2z.jpg
Bazen de soluklanmak için verdiğimiz molalarda insanlar köylerine gelmiş bu misafirleri yedirip içirmek istiyorlardı. Böyle anlarda hasta bir çocuğun istekleri nasıl yerine getirilirse, köylerine kadar yüzlerce kilometre gelmiş iki bisikletçinin de tüm istekleri öyle yerine getiriliyordu. Karnımız aç mıydı? Yemekten sonra kahve veya bira içer miydik, kahvenin yanında ev yapımı rakı alır mıydık? Peki yol için yanımıza bir şeyler ister miydik ?
Balkan Ülkeleri = Yemek
Özellikle Balkan ülkelerine geldiğimiz zaman, bu misafirperverlik bizi epey mutlu etmişti. Öyle ki bahçelerinde kamp kurmak için izin istediğimiz insanların bize evlerini açtığı bile oluyordu. Normalde dört beş günde geçebileceğimiz Hırvatistan’ ı üç haftada geçme sebebimiz buydu belki de. Beş kuruşsuz yolumuza devam etmek zorunda olduğumuz, her acıktığımızda karnımızı doyuramıyor ve canımız kahve veya bira istediğinde içemiyor olduğumuz göz önüne alınırsa burası cennet gibi bir yerdi.
Açlığın bizi bisiklet süremez hale düşürdüğü anlar da oluyordu tabii. O zaman işler değişiyor, ihtimallere ve insanların hoşgörüsüne bel bağlayacak sabrı gösteremiyorduk. Yol kenarlarında gördüğümüz meyve ağaçları da karnımızı doyurmaya yetmeyince kapı önlerinde oturmuş kahve içen insanlara yaklaşıp aç olduğumuzu söylüyor onlardan ekmek istiyorduk. Bazısı bizi dilenci sanıp kovalıyor, bazısı en yakın restorantın yerini tarif ediyor, bazısıyla bizi içeri buyur edip bize yemek hazırlıyordu.
Bizim için kurulan sofralar ev halkının meraklı ama samimi bakışlarıyla devam ediyor, kahve keyfiyle son buluyordu. Karnımızı bir güzel doyurduktan sonra hafızalarımıza eklenen yeni yüzlerle devam ediyorduk yola.
Bisiklet Hızı Algımızı Değiştirdi
Bisiklet hızı, algımızı da epey değiştirmişti. Düz yolda yüklü olarak çıkabileceğiniz en yüksek hız 25-30 olunca etrafınızdaki her şey yavaşlamaya başlar. Rotamızı şehir merkezleri yerine köy yollarından geçecek şekilde ayarlıyorduk, yanımızdan hızla geçen arabalar normalde olduğundan daha fazla rahatsızlık veriyordu bize. Yolların her bir ayrıntısının farkına varıyor, arabaların ezdiği hayvan cesetlerine yakından şahitlik ediyorduk. Günün kilometreleri bu şekilde biterken vücudumuzun yorgunluğuna zamanın genişlemiş hali de ekleniyordu.
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/01/arra-sahaf.jpg
Ama her gün aynı şeyleri defalarca anlatmak, aynı soruları cevaplamak sıkıcı oluyordu bazen. Çünkü bize yöneltilen sorular Küçük Prens’ in de canını sıkan cinstendi. Yaşımız kaçtı, ne iş yapıyorduk, evli miydik yoksa arkadaş mı vs... İnsanların birbirini tanımak için seçtiği bu yöntemi eleştirsem itici mi olurum yoksa alkışlanır mıyım pek umrumda değil, çünkü bu sıkıcı ve sıradan olduğumuz gerçeğini pek değiştirmeyecek.
Çocuklar Her Yerde Çocuk
Çocuklar... Onlar başkaydı. Çocuklar evlerine gelen bu iki yabancıyı tepeden tırnağa incelemekle ve onlara gülümsemekle yetiniyordu. Kirli bacaklarımıza, tırnaklarımıza bakıp gülüyorlardı halimize. Bazen sadece adımızı öğrenmek istiyorlardı ve köpekleriyle oynayıp hepberaber gülüşmemiz onlara yetiyordu. Böylece arkadaş oluyorduk onlarla hiç farkına bile varmadan. En çok çocuklarla vakit geçirdiğim zaman anlıyorum insanlarla aynı dili konuşmanın aslında o kadar da önemli olmadığını. İnsan her yerde insan; dolayısıyla sevinçlerimiz, dertlerimiz ve ihtiyaçlarımız hep aynı. Yağmurda ıslanan birine yardım ederseniz yüzünde bir tebessüm olur, aç olan birinin karnını doyurursanız size teşekkür eder gözleriyle.
Aynı Dili Konuşmak Önemli Mi?
Yol boyunca ortak tek bir kelimemizin olmadığı insanlarla tanıştık, onların evlerine konuk olduk, yemeklerini yedik. Sofrada hep bir gülümseme vardı, herkesin kendi diliyle birbirine bir şeyler söylediği sözcükler, bazen kahkahalar, bazense derdini anlatamamanın verdiği çaresizlik. Böyle anlarda kalabalık olmanın ve içimizdeki paylaşma ihtiyacının da farkına varıyorduk. Tabii ki ortak dilinin olduğu insanlarla sohbet etmenin avantajlarını görmezden gelemeyiz, fakat demek istediğim birbirimizi anlamamız,dostluk kurmamız için ille de aynı dili konuşmamızın gerekli olmadığı. Yoksa Polonya ’ da tanışıp evlerinde kaldığımız aile daha dün tanıştıkları ve dillerini anlamadıkları bu iki yabancının evlerine ulaşıp ulaşamadıklarını onlara bir şekilde haber vermelerini rica eder miydi ?
Yolda Tanıştığımız İnsanlar
Günlük hayatlarımıza renk katan veya yaptıklarıyla bizi şaşırtan insanlar her yerde karşımıza çıkıyordu. Örneğin Avusturalya yerlilerinden neyim eksik diyerek ayakkabısız dolaşan ve bu yüzden Hırvatça ’ da ” çıplak ayak ” anlamındaki Bosi ismiyle çağrılan Milan, on sekizinci evliliğini yapan ve bununla gurur duyan Ivan, Zagrep tren istasyonunda uyuduğumuz bir gecenin sabahı bizi uyandırıp elimize para ve bir adres tutuşturan gözlüklü kadın, Yine kalacak yer aradığımız bir gün, bende kalabilirsiniz diyerek bizi evine götüren fakat sabah ayılınca siz kimsiniz diyip bizi evinden kovan sarhoş adam bunlardan sadece birkaçıydı.
Köy ve kasabalara göre büyük şehirlerde kalacak yer bulmak oldukça zordur. Heleki bizim gibi seyehat edenlerdenseniz... Küçük yerlerde olduğu gibi size yardım etmeye canatan insanlar bulamazsınız buralarda veya kimse açmaz size kapısını kolay kolay. Bizimse imkanlarımız kısıtlıydı ve temel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmemiz için insanlara nolmalde olduğundan daha fazla güvenmek ve onlarla daha fazla konuşmak zorundaydık. Ve planlanmamış şeyler sürprizleri beraberinde getiriyordu bazen. Berlin gibi büyük bir şehirde karşımıza çıkan Tobias bizim için bir hediyeydi sanki. Soğuk ve yağmurlu bir günde dışarda titremeyi göze alamayınca yoldan geçen bisikletçileri çevirip bize yardım edip edemeyeceklerini sorduğumuzda tanıştık Tobias ’ la. Halimizi anlayıp bizi meyve ağaçlarıyla dolu bahçesi olan bir eve getirdi. Biraz konuşmamızın ardından evin anahtarını bize verdi ve gitti. Kapıdan çıkmadan önce, evinizde gibi hissedin, diye de ekledi. Tobias gittikten sonra ne diyeceğimizi bilemeden birbirimizin gözlerine bi süre baktık.
http://bisikletlisahaf.com/wp-content/uploads/2015/02/tumblr_ne02x6EQ731u28n7ho1_1280-1024x768.jpg
Yolda Olmak Güzeldir !
Yolculuklar kendimizi ve diğerlerini tanımamız için büyük bir fırsattır. Günlük yaşamın gereksiz ayrıntılarıyla vaktimizi harcamamız gerekmez. En azından kendimizi bir süreliğine de olsa bu sıkıntılardan uzak tutarız. Peki hayatlarımız bir yolculuktaymışız gibi neden geçmesin?
Kaynakça: (link)