Bisikletli Gezgin
Forum Bağımlısı
- Kayıt
- 3 Mart 2011
- Mesaj
- 3.875
- Tepki
- 4.683
- Şehir
- Altındağ, Ankara
- İsim
- Mustafa
- Bisiklet
- Sedona
http://blogimg.radikal.com.tr/Blogs/2015/01/31/bisikklet-4373-3FFE-5BFB.png
Bundan yıllar önceydi. Henüz 10 yaşımdaydım. Komşunun oğlu Onur benden daha küçük olmasına rağmen bisiklete binmeyi öğrenmeye başlamıştı. Benim de görevim her gün onu izlemekti. Önce dört tekerlekle dengede durmaya alıştı. Freni, vitesi, herşeyi kavradı... Sonra bir gün Büyük babası yandaki tekerlekleri çıkarıp bisikleti kullanmasını istedi. Biraz zorlandığını hatırlıyorum. Hatta arada düşüp bacaklarını da kanatıyordu ama şikayetçi değildi.
Ne kadar süre geçti hatırlamıyorum ama sonunda rahatça bisiklet sürdüğünü gördüm. Kısa bir süre sonra ellerini dahi bırakabiliyordu! Annesinin şu el bırakma işiyle ilgili ikazları hala kulağımdadır... Onun kendini nasıl özgür hissettiğini görünce ben de bisiklet kullanmayı istedim. Bir çocuk olarak istediğin yere hızla gitmekten daha güzel ne olabilirdi ki!
O zamanlar bir takım ailevi problemler yaşadığımdan bakımımla Babaannem ilgileniyordu. Ve bir gün ona Onur gibi bisiklet kullanmayı ne kadar istediğimden bahsettim.
Bir süre sonra evde bu konuyla ilgili çeşitli konuşmalar geçmeye başlamıştı. Ama bu konuşmalar çocuk olarak benim anlayacağım türden değildi.
-Ya düşer de bir yerini yaralarsa" diyordu Babaannem.
Eh, Düşmek ve yaralanmak bu işin kaçınılmaz sonuçlarındandı. Birkaç gün sonra babaannemin endişeli sözlerini bir kez daha duydum. .
"Eğer öyle bir şey olursa bir daha kimse onunla evlenmez" demeye başlamıştı.
Bisiklet kullanırken ne olursa benimle kimse evlenmezdi?
Bu konuyu çok merak etmiştim ve kısa bir sürede çözüm bulmam gerekiyordu. O kadar çok soru sormuştum ki sonunda bir gün babaannem ve onun birkaç arkadaşı beni karşılarına alarak başıma gelebilecek büyük bir zarardan bahsetmeye başladılar..
"Zarar" ilginç bir kelimeydi benim için.
Sonra "Zarar" sözcüğünün yerine " Kızlık zarı" ifadesini kullanmaya başladılar.
Daha önce duymadığım bir şeydi. Eğer bisiklet kullanırken yanlış bir şekilde düşersem kızlık zarım yırtılacak ve benimle kimse evlenmeyecekti. Etrafta bir sürü örnek vardı. İşte sözlerine hep bir ağızdan böyle devam etmişti kalabalık bir kadın ordusu. Çaresiz bir şekilde onları dinlemek zorundaydım.
Onların konuşmalarını dinlerken bende beliren ilk duydu ise nefret olmuştu. Çünkü vücudumda bakmakla yükümlü olduğum bir yer vardı ve o yer yüzünden çok istediğim bir şeyi yapamayacaktım. Bu 10 yaşında bir çocuk için çok büyük bir sorumluluktu. Artık konu bisikletten de çıkmıştı! Çünkü işin sonunda hiçbir erkek tarafından kabul görmemek vardı.
O an neden erkeklere kendimi kabul ettirmek zorunda olduğumu düşündüğümü hatırlıyorum. Bu iğrenç duyguyu ne yazık ki çok istediğim bir şeyin elimden alınmasıyla öğrenmiştim. Bisiklet kullanmak ve ben artık bir hayaldik.
O günden sonra eğer kendimi gerçekten çok mutlu hissediyorsam rüyamda bisiklet kullandığımı görür oldum. Ormanda gezmenin, tepelere çıkmanın ve hızla aşağı inmenin hatta ellerini bırakmanın iç gıcıklayan duygusunu gayet iyi bilirim. Ama tabii ki rüyada.
Bu zamana kadar durumu kabullenmiş, sadece rüyalarla yetinirken, geçtiğimiz yaz bu eksikliği iyice hissetmiş oldum. Sevdiğim adamın en büyük hobisinin bisiklet sürmek olduğunu öğrendiğimde önce sessiz kalmayı tercih ettim. Sonra benimle Viyana'da arabayı park edip bir gezinti yapmayı istedi.
Ah, İşte o an kendimi öyle ezilmiş hissettim ki.
Utana sıkıla durumu anlattığımda yüzünde beliren şaşkınlık ifadesini nasıl tarif etsem bilemiyorum.
Eğer öyle olmasaydı, el ele bisiklet sürebilirdik, beraber turlara katılabilirdik ve daha birçok şey. Hal böyleyken bunları yapmak mümkün değil. Çok istediğim birşeyi sevdiğim adamla elimde olmayan ve saçma bir nedenden dolayı yapamamıyor olmak öyle kötü ki...
Peki hangisi daha büyük zarardı? Bugünlerde sıkça bunu düşünüyorum.
Duygularımın uğradığı zarar mı? Yoksa 10 yaşımda omuzlarıma verilen yükün cezası mı?
Hangisi?
31 Ocak 2015
Sumru AYDIN (radikal)
(link)
Bundan yıllar önceydi. Henüz 10 yaşımdaydım. Komşunun oğlu Onur benden daha küçük olmasına rağmen bisiklete binmeyi öğrenmeye başlamıştı. Benim de görevim her gün onu izlemekti. Önce dört tekerlekle dengede durmaya alıştı. Freni, vitesi, herşeyi kavradı... Sonra bir gün Büyük babası yandaki tekerlekleri çıkarıp bisikleti kullanmasını istedi. Biraz zorlandığını hatırlıyorum. Hatta arada düşüp bacaklarını da kanatıyordu ama şikayetçi değildi.
Ne kadar süre geçti hatırlamıyorum ama sonunda rahatça bisiklet sürdüğünü gördüm. Kısa bir süre sonra ellerini dahi bırakabiliyordu! Annesinin şu el bırakma işiyle ilgili ikazları hala kulağımdadır... Onun kendini nasıl özgür hissettiğini görünce ben de bisiklet kullanmayı istedim. Bir çocuk olarak istediğin yere hızla gitmekten daha güzel ne olabilirdi ki!
O zamanlar bir takım ailevi problemler yaşadığımdan bakımımla Babaannem ilgileniyordu. Ve bir gün ona Onur gibi bisiklet kullanmayı ne kadar istediğimden bahsettim.
Bir süre sonra evde bu konuyla ilgili çeşitli konuşmalar geçmeye başlamıştı. Ama bu konuşmalar çocuk olarak benim anlayacağım türden değildi.
-Ya düşer de bir yerini yaralarsa" diyordu Babaannem.
Eh, Düşmek ve yaralanmak bu işin kaçınılmaz sonuçlarındandı. Birkaç gün sonra babaannemin endişeli sözlerini bir kez daha duydum. .
"Eğer öyle bir şey olursa bir daha kimse onunla evlenmez" demeye başlamıştı.
Bisiklet kullanırken ne olursa benimle kimse evlenmezdi?
Bu konuyu çok merak etmiştim ve kısa bir sürede çözüm bulmam gerekiyordu. O kadar çok soru sormuştum ki sonunda bir gün babaannem ve onun birkaç arkadaşı beni karşılarına alarak başıma gelebilecek büyük bir zarardan bahsetmeye başladılar..
"Zarar" ilginç bir kelimeydi benim için.
Sonra "Zarar" sözcüğünün yerine " Kızlık zarı" ifadesini kullanmaya başladılar.
Daha önce duymadığım bir şeydi. Eğer bisiklet kullanırken yanlış bir şekilde düşersem kızlık zarım yırtılacak ve benimle kimse evlenmeyecekti. Etrafta bir sürü örnek vardı. İşte sözlerine hep bir ağızdan böyle devam etmişti kalabalık bir kadın ordusu. Çaresiz bir şekilde onları dinlemek zorundaydım.
Onların konuşmalarını dinlerken bende beliren ilk duydu ise nefret olmuştu. Çünkü vücudumda bakmakla yükümlü olduğum bir yer vardı ve o yer yüzünden çok istediğim bir şeyi yapamayacaktım. Bu 10 yaşında bir çocuk için çok büyük bir sorumluluktu. Artık konu bisikletten de çıkmıştı! Çünkü işin sonunda hiçbir erkek tarafından kabul görmemek vardı.
O an neden erkeklere kendimi kabul ettirmek zorunda olduğumu düşündüğümü hatırlıyorum. Bu iğrenç duyguyu ne yazık ki çok istediğim bir şeyin elimden alınmasıyla öğrenmiştim. Bisiklet kullanmak ve ben artık bir hayaldik.
O günden sonra eğer kendimi gerçekten çok mutlu hissediyorsam rüyamda bisiklet kullandığımı görür oldum. Ormanda gezmenin, tepelere çıkmanın ve hızla aşağı inmenin hatta ellerini bırakmanın iç gıcıklayan duygusunu gayet iyi bilirim. Ama tabii ki rüyada.
Bu zamana kadar durumu kabullenmiş, sadece rüyalarla yetinirken, geçtiğimiz yaz bu eksikliği iyice hissetmiş oldum. Sevdiğim adamın en büyük hobisinin bisiklet sürmek olduğunu öğrendiğimde önce sessiz kalmayı tercih ettim. Sonra benimle Viyana'da arabayı park edip bir gezinti yapmayı istedi.
Ah, İşte o an kendimi öyle ezilmiş hissettim ki.
Utana sıkıla durumu anlattığımda yüzünde beliren şaşkınlık ifadesini nasıl tarif etsem bilemiyorum.
Eğer öyle olmasaydı, el ele bisiklet sürebilirdik, beraber turlara katılabilirdik ve daha birçok şey. Hal böyleyken bunları yapmak mümkün değil. Çok istediğim birşeyi sevdiğim adamla elimde olmayan ve saçma bir nedenden dolayı yapamamıyor olmak öyle kötü ki...
Peki hangisi daha büyük zarardı? Bugünlerde sıkça bunu düşünüyorum.
Duygularımın uğradığı zarar mı? Yoksa 10 yaşımda omuzlarıma verilen yükün cezası mı?
Hangisi?
31 Ocak 2015
Sumru AYDIN (radikal)
(link)