Türkiye uzun süreden beri tüketime dayalı büyüme modelini uyguluyor ve bu uygulamadaki ısrar da uzunca bir süre devam edeceğe benziyor.
Bu büyüme modeli, genellikle zengin doğal kaynakları olan ülkelerde başarılı sonuçlar veriyor. Lakin Türkiye gibi, özellikle enerji kaynaklarında tamamen dışa bağımlı bir ülkede sürdürülebilir bir büyüme modeli değil. Bizim gibi ülkelerin, ihracata dayalı büyüme modelini benimsemesi gerekiyor.
Ürettiğimizden daha fazla tüketiyoruz. İhracatın ithalatı karşılama oranı, cumhuriyet tarihinin en düşük seviyesinde. Cari açığımız alarm zillerini çalıyor. Geçen yıla kıyasla cari açığımız neredeyse %100 artmış. Bir başka deyişle, yurtdışına 100 USD mal satıyoruz, ancak yurtdışından 200 USD mal alıyoruz. Aradaki farkı kapatmak için de sürekli borçlanıyoruz. Örneğin sırf bu sene vadesi gelen döviz borçlarını ödeyebilmemiz için 120-130 milyar USD kaynak bulmamız-yaratmamız gerekiyor.
Tüketime dayalı büyüme modeli, çok uygun şartlarda dış finansman bulunabildiği 2002-2010 döneminde kolayca uygulanabiliyordu. Döviz ucuz, kredi faizleri düşük ve vadeler uzundu. Türkiye AB ile müzakerelere başlamış, demokrasi ve hukuk devleti standartlarını yükseltmek için niyet beyan etmişti. Oysa şimdiki durumda şartlar tamamen tersine döndü. Ülke demokrasi ve hukuk devleti kriterlerinden hızla uzaklaşıyor; yıllar boyunca iğneyle kaza kaza elde edilen kazanımlar, belirli bir zümrenin menfaatleri uğruna heba ediliyor. Uluslararası yatırımcı da olan bitenin farkında ve yatırımlarını bizim gibi güvensiz, riskli ülkelerden çekip güvenli limanlara kaydırıyor. Böyle olunca ülkeye yabancı sermaye girmiyor, gelen sermaye de "sıcak para" diye tabir edilen, ülke risklerini göze alması karşılığında yüksek faiz, yüksek kazanç talep eden yatırımcılar oluyor. İşte bu durumda ülke olarak cari açığımızı kapatabilmek için yurtdışından yüksek faizli, kısa vadeli borçlanmak zorunda kalıyoruz.
İhracatımız büyük oranda ithalata bağımlı. Bugün Türkiye'de faaliyet gösteren ve ürettikleri malları yurtdışına satan sanayiciler, 100 USD'lik mal üretebilmek için 65-70 USD'lik ithalat yapmak zorundalar. Üretim için ihtiyaç duyulan ara mamül üretimimiz içler acısı durumda; ihtiyacın hemen tamamına yakını ithalat yoluyla karşılanıyor. Üretim yapan sanayicinin sırtındaki ağır yükler nedeniyle artık kimse imalata dayalı yatırım yapmak istemiyor. Böyle olunca da en basit ara mamülleri bile ithal etmek zorunda kalıyoruz.
İhraç ettiğimiz ürünler de yüksek kar elde edebildiğimiz ürünler değil. Gelişmiş ülkeler yüksek teknoloji ürünlerini, hammadde gereksinimi olmaksızın yüksek gelir getiren yazılım gibi ürünleri üretim satarken, biz gelişmiş ülkelerin tabiri caizse "hamallık, angarya" olarak nitelediği ürünleri üretip satmaya çalışıyoruz. Bu konuyla ilgili tek bir örnek vermek istiyorum. Minecraft oyun yazılımını geliştiren İsveç merkezli Mojang adlı şirket, kurucuları tarafından 2014 yılında Microsoft'a 2.5 milyar USD'ye satıldı. 60 kişilik bir yazılım ekibi, tek bir yazılımla, ülkeye 2.5 milyar USD döviz girişi sağladılar. Bir düşünün, ülkemizin 2.5 milyar USD ihracat yapabilmesi için kaç yüzbin kişinin çalışması, kaç bin kalem mal üretip ihraç etmesi gerekiyor?
Bu sarmaldan çıkmanın tek yolu nitelikli üretim. Bunun için de öncelikle, sorgulayan, eleştiren, araştıran, Atatürk'ün deyişiyle "fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür" insanlar yetiştirebilecek bilimsel-seküler eğitim gerekiyor. Ne yazık ki ülkedeki egemen güçler, böyle insanları kendi egemenlikleri için tehdit olarak görüyorlar ve tam tersine biat-itaat kültürüyle yetişmiş, soru sormayan, itiraz etmeyen nesiller yetiştirmek amacındalar. Eğitim sistemini de bu amaca uygun olarak, din eksenli dizayn ediyorlar. Ülkede sayısal çoğunluğa sahip oldukları için de, geleceğe yönelik benim çok fazla bir ümidim yok.