Enki
Üye
- Kayıt
- 20 Mart 2016
- Mesaj
- 62
- Tepki
- 909
- Yaş
- 36
- Şehir
- Sofya
- İsim
- Cüneyt
- Bisiklet
- Brompton
Merhabalar,
Bu Mayıs-Haziran arasında katlanır bisikletim ile yaptıgım ve 50 gün, ortalama 4500km süren turum ile ilgili anılarımı paylaşmak istedim.
Turuma Mayıs başında Londra'dan başladım. Londra'dan Southampton a kadar tren ile geçiş yaptım ve Southampton dan gemi ile Caen'e gectim. Yolculuk ortalama 8 Saat sürdü ve 40-44Pound bir ucreti var yayalar icin, bisiklete para almadılar.
Caen'e sabah 6 gibi vardım, sabah hava kapakı fakat yağışsızdı, bu da turuma guzel bir şekilde başlamam için sebep oldu.Gemi den indikten 1 saat sonra Caen merkeze vardım.

Burada birkaç saatlik şehir gezisi yaptıktan sonra Fransa da en çok görmek istediğim yer olan Mont Saint Michel'e doğru yola koyuldum. Bu manastır Eyfel kulesinden sonra en çok turist çeken 2. fransız yapıdır. 130km yol sonunda Mont Michel'e ulaştım, bu adacığa araç girişi yasak, buna bisiklet de dahil. 3-4km gerisinden ücretsiz bir şekilde otobüs kalkıyor, turistler genellikle bu otobüsler yardımı ile taşınıyor.
Ben bisikleti bir kenara kilitleyip yürüyerek gitmeyi tercih ettim ve otobüs ile geri dondum. İlk görevimi başarı ile yerine getirdikten sonra yönümü Paris'e çevirdim.
Mont Saint Michel ve Paris arasında 480km lik bir bisiklet yolu var adı Veloscenie.
Bu yol sessiz sakin bir şekilde Fransa ormanları içinden geçmekte, yol dümdüz hiç viraj yok ama pek bakımlı olduğu söylenemez. Bu rota önceden tren yoluymuş ve üstüne beton döküp daha sonrada kum dökmüşler ve bisiklet yolu haline getirmişler. Yolda çok fazla kum ve toprak var yağmur yağdığı zaman çamura dönüyor ve beni olumsuz şekilde etkiliyordu.
Arka tarafım ağır olduğundan çamura saplanıyor saat de 8-9km ortalama ile düz yolda gitmek zorunda kalıyordum. Bu şekilde 400km kadar gitmek zorunda kaldım. Belki tüm turum boyunca en çok zorlandığım rota burasıdır.
Sabah erkenden Versay'ı gezebilmek için aksamdan yakın bir yerde kamp kurdum. Normalde Versay bahçelerini gezmek 15€, köşk ve diğer yerleri gezmenin fiyatı daha da fazla. O gün Fransa'da bayram olduğundan bahçelere ücretsiz bir şekilde girmeye izin verdiler. Fakat şato o gün kapalıydı gezemedim.
Park gerçekten çok bakımlı daha girdiğiniz gibi sizi etkiliyor ve kendisine çekiyor, her yerde görevliler bir şeyler ile uğraşıyorlar. Birde Park içerisinde askerler aralıksız nöbet tutuyorlar park içerisinde dolaşıyorlar. Bu insanı biraz olsun endişeye düşürüyor korkutuyor.
Versay dan çıkıp 20km sonra Paris'e vardım burada ne yapacağım konusunda daha önceden bir planım olmadığından hep Eyfel Kulesini takip ederek kendisine ulaştım. Paris'in içi de İstanbul gibi sabah saatlerinde bir curcuna söz konusu. Hafta içi olmasına rağmen Eyfel kulesi çevresi tahmin edebileceğiniz gibi çok kalabalık.
Taksilerin üzerinde nereye gittikleri ve fiyatları yazılı, bende bunlara bakıp gitmem gereken turistik yerleri çıkardım. Bisiklet ile olduğumdan rahat bir şekilde hepsine ulaşabildim. louvre Muzesine çok girmek istedim fakat kalabalık ve bisikleti kilitleyecek pek bir yer olmadığından bu isteğimi gerçekleştiremedim. Paris de çok sayıda mülteci var evsiz var ister istemez sizi tedirgin ediyorlar, 1 kere markete gittim çıktığımda çantayı tutan iplerin açıldığını gördüm o günden itibaren bir paranoyaklık oluştu. champs elysees (Şanzelize
) meydanı Eyfel kulesinden bile daha kalabalık bir mahşer havası var. Bütün günü Paris sokaklarında geçirdim gece olduğunda kalacak bir yer bulamadığımdan
kamp kurmadım ve gece yarısında Paris'i gezmeye başladım. O günden sonra buyuk şehirleri gece gezmeye karar verdim inanılmaz güzel, sakin ve rahat bir şekilde göremediğim yerleri de gördüm.

Sabah erkenden yola koyuldum ve dünden kalan yorgunluğum yüzünden öğle olmadan kampımı kurdum. Fransa ormanlarından geçerek rotamı Colmar'a çevirdim. Fransa'nın her yerinde bisiklet yolu bulabiliyorsunuz bu çok buyuk bir nimet bizler için. 500km lik fazla bir aksiyon olmadan Colmar'a ulaştım. Burası Venedik'in biraz daha renkli ve düzenli hali diyebilirim. Küçük bir alanda çok sayıda turist görmek mümkün.
Özellikle Japon turistler buraya bayağı bir rağbet ediyorlar. Alman mimarisine sahip renkli binalar ve şehrin ortasından gecen bir kanal üzerine kurulmuş bir yer. Şehir demiyeceğim çünkü ufak bir bölümü bu halde, mahalle gibi.

Colmar dan Bern'e geçtim, İsviçre gerçekten bir bisiklet cenneti gibi her yer de her yaştan insanı bisiklet sürerken görebiliyorsunuz. Sürücüler de aynı şekilde bisikletlere karşı saygılılar. Fakat gerçekten çok pahalı. Sadece salatalığın adeti 2.4 isviçre fragı yapıyordu. 2€ nun az daha üzerinde. Her yerde çesme olduğundan su ile ilgili bir sorun yaşamıyorsunuz.
İlk sabahımda daha İsviçre gezimin unutulmaz olacağını anladım. Onümde bembeyaz dağlar, masmavi gök yüzü ve etrafımdaki yemyeşil doğa, gerçekten insanı büyüleyen bir havası var.

İsviçre'de Fransa gibi güzel bisiklet yollarına sahip. Bisiklet yollarını takip ederek bütün güzellikleri görebiliyorsunuz.Eşsiz doğa arasında, yaptığım yolculuktan sonuna kadar zevk alarak devam ediyordum ta ki Grimsel Pass a gelene kadar
, buraya gelmek önceden planımdı bu yüzden rotamı buraya göre çizdim. Aksama doğru ilk 8km yi söylene söylene çıktım, yer bulamadığımdan kampımı yürüyüş yolu üzerine kurdum.
İlk defa bir gece üşüdüğümü hissettim gece - kaça düştü hiçbir fikrim yoktu ama sabah kalktığımda çadırı bile toplayamadım ellerim dondu. Daha sonra yol kenarındaki itfaiyeler bana yolun kapalı olduğunu geri dönmem gerektiğini sçylediler, o an dünyam başıma yıkıldı. 2 saat de çıktığım yolu 10dk da indim, asağıda yolun kapalı olduğunu gösteren bir ikaz tabelası varmış, fark etmemişim. Buradan Andermatt'a geçmem gerekti, tourist information girip yol durumunu sordum.
Orasınında kapalı olduğunu ve çarenin kuzeye dönerek Luzern'e gitmem gerektiğini söylediler.
Hiç sızlanmadan Luzern yolunu tuttum, bu benimde hoşuma gitti İsviçre de daha fazla zaman geçirecektim. Luzern'e doğru giderken Lungern diye şirin bir kasaba karşıma çıktı, tekrar büyülendim. İsviçre gezim hiç bitmesin istiyordum.
Ertesi gün Luzern'e vardım. Diğer isviçre şehirlerine göre alışılmışın dışında daha kalabalıktı. Kalabalıktan kastım yan yana yürüyen 3-5 insan Türkiyede gibi değil, zaten ufak bir şehir. Buradan Altdorf a doğru göl boyunca devam ettim. Burada "Weggis" e ayrı bir parantez açmak istiyorum bu gol kenarındaki şirin kasaba beni gerçekten etkiledi çok beğendim. Altdorf a vardığımda önümdeki Wassen'in de kardan kapalı olduğunu öğrendim. Geriye iki seçenek kalıyordu ya 20km tunele sahip otobana girecektim ya da tren ile yolculuk yapacaktım. Tabiki de tren yolculuğunu sectim.
Altdolf dan Bellinzona ya kadar tren ile yolculuk yaptım 100km. Bu yolculuk bana 40 isviçre frangına patladı. 18 frank da bisiklet için istediler, katlanır olduğunu söylediğimde bu ücreti almadılar. Bellinzona indiüimde tamamı ile farklı bir dünya ile karşılaştım, sanki Italya'ya gelmişim gibi her yerde italyanca konuşuyorlar polis arabaları italyanca anons yapıyor. İnsanlar inanılmaz derece de saygısız aynı şekilde bisiklete de saygı yok.
Durmadan korna öttürmelerinden bıkıp sabah erkenden yola çıkmaya karar verdim. Sabah günün ilk ?ışıkları ile yola koyuldum ve bu baş belası şehirden çıktım. Buradan Lugano ya geçtim, o gün maraton olduğundan yollar kapalıydı fazla gezme şansı bulamadım, Como'ya doğru devam ettim. Bu arada İtalya'ya da gelmiş oldum. O özlemediğim ama tanıdık olan kalabalık yine karşımda, her yer insan dolu. Dünyanın en güzel gölüne hoş geldiniz diye bir de tabela hazırlamışlar. isviçredeki golleri gördukten sonra burası bana hiç tat vermedi.
Beton yığınları ve tırlar arasında biraz korkarak Milano'ya vardım. Gecen sene Roma yı gördükten sonra Milano için beklentilerim çok fazlaydı, fakat tamamı ile hayal kırıklığına uğradım. Görecek pek birşey yoktu açıkçası, Milano'nun simgesi olan Duomo gerçekten güzel onun hakkını vermem gerekir. Ben Milano'ya varduktan 1-2 gün sonra Şampiyonlar ligi finali vardı bu yüzden her yerde bir hazırlık telaş görmek mümkündü.
Buradan yola çıkıp sırasıyla Brescia, Verona, Vicenza, Padova dan geçtim. Brescia nın tam ortasından gecen bir cadde var ve bu caddeye araç girişi yasak. Bu cadde boyunca bütün tarihi yerleri görebiliyorsunuz, sizi şehir içinde dolaştırmadan gerekli yerlere götürüyor. Verona' ya ayrı bir parantez açmak istiyorum, beklentilerimin üstünde bir şehir. Yavru Roma diyebilirim, birbirlerine benziyorlar. Çok zengin bir tarihe sahip.
Bu şehirlerden geçip Venedik'e ulaştım. Venedik'e tam sabah iş saati gelmiştim. Herkes bir yerlere koşuşturuyordu. Venedik sokaklarında bisiklet ile gezmek mümkün değil, bir sokaktan ötekine geçmek için merdivenleri çıkmanız gerekmektedir ve bu bisiklet ile mümkün değil.
Bisikleti de sokak ortasına bağlamak istemediğimden, bisikletler için bir otopark buldum. Günlüğü 10€ bir fiyatla bisikletinizi kapalı bir yere kitliyorlar. Venedik ile ilgili pek açıklama yapmama gerek yok sanırsam. Burada diğer adacıklara değinmek istiyorum. Günlük 15€ kart çıkartıp bütün adaları feribot ile gezebiliyorsunuz bu adalardan Burano güzel ve renkli bir kimliğe sahip, Venedik'e giderseniz bu şirin adaya da gitmeyi unutmayın. Gidip de gondol a binmek isteyenler 80€ ücreti gözden çıkarmalılar.
Buradan Slovenya'ya kadar devam ettim, italya'da hiç bisiklet yoluna rastlamadım. Tırlar, kamyonlar ile birlikte biraz yorucu ve stresli bir yolculuk oldu. Daha Slovenya girişinde bisiklet yolu ile karşılaştım bu ülke de sadece 40km gitmeme rağmen beni çok fazla etkiledi. İnsanlar bisiklete karşı inanılmaz derece saygılılar böylesini ne Fransa ne de İsviçre de gördüm. Daha yandan yaya geçidine yaklaştığımda araçlar beni görüp duruyor.Tekrar bir tura çıkacak olursam burası benim için ilk sırada.
Hırvatistan'a girerken ilk defa pasaport kontrolü ile karşılaştım. Sınırın hemen yanında bisiklet yolu gördüm hırvatistan da böyle birşey beklemiyorum. Bir kaç 100m gittikten sonra keşke girmeseydim dedirten derecede kötü bisiklet yolu ile karşılaştım, inanılmaz derece de bakımsız, bu yolda bisiklet ile gitmek imkansız. Bu bisiklet yolunda arka lastik parçalandı, İngiltereden beni arkamda taşıdığım lastiği takıp yoluma devam ettim. Hırvatistan da her yerde bisiklet yolu var ama hepsi bu şekilde kotu durumda.
Hırvatistanın para birimi Kuna olduğundan para bozdurmam gerekti ve bu işlemi dışarda gazete satan kulübe tarzı yerlerde yapabiliyorsunuz, komisyon almıyorlar ve iyi oranda bozuyorlar. Hırvatistanı bütün Adriyatik boyunca geçtim. 1000km civarı adriyatik boyunca kat ettim. Sadece bisiklet değil motor ve karavan ile gidecek yer arayanlara için öneririm. Adriyatik boyunca çok sayıda motor gördum, motorcular için cennet sayılabilecek bir rota. İsviçre den sonra doğası ile beni saşırtan 2. yer Hırvatistandır.
İsviçre de olduğu gibi doğasına el değmemiş güzelliklere sahip. Özellikle Sibenik yakınlarındaki KRKA ulusal parkına değinmek istiyorum. Avrupa'da gezdiğim en güzel park çok sayıda şelaleye sahip. Kisi başı 15€ gibi bir giriş ücreti var, vermiş olduğunuz paraya kesinlikle değiyor.
Hırvasitan'a kadar gelmişken yolumun 70km dışında kalan Mostar'a da gitmeye karar verdim. Yollar beklediğimden iyi ve bakımlı bir şekildeydi, burada sorun araçlar. Kendinden küçük olan bütün araçlara korna çalıyorlar. Aşırı derece sinir bozucu, o an TIR şoförü olup bana korna çalan herkese bende korna çalmak istedim, çıldırttılar yolda. Mostar Neretva nehri çevresine kurulmuş çok güzel ve tarihi olan bir şehir. Fakat sağda solda bilerek bırakılan savaş yaraları insan üstünde ürkütücü bir his bırakıyor.
Bombalanan evler oldukları gibi duruyor, yıkılmamış yada restore edilmemiş. Bir acıtayson söz konusu. Bu yüzden burada fazla kalmadan Hırvatistana geri dondum. Buradan Dubrovnik'e geçtim, tanıdığım çoğu kişinin gidip görmek istediği yere. Buraya gidin görun
, Eski Dubrovnik'in olduğu yer gerçekten çok güzel. Venedik gibi bir görünümü var ama daha derli toplu ve temiz, çok sayıda kafe restorant olması yürürken zorluk çektiriyor. İsterseniz teleferik yardımı ile dağa çıkıpp bütün dubrovniki yukarıdan görebilirsiniz.
En uzun sureli kaldığım ülke sanırsam Hırvatistan. Burada çok güzel tecrübeler edindim. Buna gece yatarken domuz ile karşılaşmak ta dahil
, hayatımda gördüğüm en dik yokuşta dahil %25, kendisini tırmanmayı denemedim bile yolumu degiştirdim.
Doğuya doğru gittikçe artık daha fakir ülkelerle karşılaşmaya başlıyorsunuz. Fakat Karadağ bunların biraz dışında kalıyor. Komşularına hiç benzemiyor Avrupa birliğinde olmasalar da para birimi olarak € kullanıyorlar. Buradaki ana amacım sınırdan 60km uzakta olan Kotor.
Kotor'a yaklaştığımda inanılmaz bir yağmura yakalandım, tamamen ıslandım. Yollar sudan gözükmüyordu, şansıma hiçbir çukura düşmedim. Tamamen ıslandığım için kamp kurup günü o şekilde geçirmeye karar verdim fakat çadırımı kuracak yer bulamadım. En az 4-5 saat bu şekilde yoluma devam ettim, sonunda dik bir yere çadırı kurmak zorunda kaldım.
Çadırın içinde yattığımda aşağıya doğru yuvarlanıyordum. Güzel bir şekilde çadırın içinde günü geçirirken birden hava karardı ve fırtına çıktı. Bütün gece yağmur yağdı ve 45dk aralıksız şimşek çaktı ki bu şimşeklerin aralığı 1sn bile yoktur hava hep masmaviydi. Rüzgar o kadar kuvvetliydi ki çadırı tutmaktan üstümde olan bu muhteşem doğa olayını göremedim.
Bu içimde bir pişmanlık olarak kaldı. Bu günden sonra çadırımı değiştirmeye karar verdim. Sabah erkenden yoluma koyuldum hava yine aynı, Avusturya alplerinde gibi bir görüntüye sahip, hep bulutlu ve kapalı. Sonunda Kotor'a vardım, burası da dubrovnik ve venedikte gibi bir şehir yapısına sahip. Fakat diğerlerine göre daha ufak, şehir içinde çok sayıda kedi bulunmakta. Kedileri ile meşhur bir şehir.
Kotordan çıktıktan sonra hava direk olarak değişiyor güneş çıkıyor, dağların arasından düz bir ovaya cıkıyorsunuz. Karadağ tatil yerleri ve tarihi ile gitmek isteyenler için güzel bir seçenek olabilir. Ayrıca Dubrovnik'e yakın olmasıda bir artı benim gözumde.

Arnavutluk şuana kadar gördüğüm en kötü ve fakir ülke. En sıcak kanlı insanlarda burada diyebilirim. İnsanı rahatsız edecek düzeyde sıcaklar, yolda durdurmalar selam vermeler insan bir yerden sonra rahatsız oluyor. Arnavutlukta süpermarket kültürü yok, her yerde ufak bakkal tarzı yerler var. Fiyatlar çok ucuz diğer Avrupa ülkelerinden sonra bedava alıyormuşum gibi hissettim. Fakat para bozdururken biraz dikkat etmek gerekli Döviz Bürolarında kurlar yazmıyor kafalarına göre bozuyorlar gibi oluyor.
Bu yüzden az çok döviz kurunu bilmenizde fayda var. Önceden belirttiğim gibi çok fakirler 50m de bir bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri satmaya çalışan insanlar ile karşılaşıyorsunuz. Aslında Tiran'da dahil ülkede ilgime çeken birşey görmedim diyebilirim. Polis'in gözü önünde otobana girdim, otobanda ters yöne giden arabalar gördüm. Gerçekten çok ilginç bir ülke
. Son aksam Ohrid manzaralı bir kamp kurdum o benim için yeterliydi.
Sabah erkenden Makedon sınırını geçtim, Struga ve Ohrid'e ulaştım. Doğu avrupada böyle yerler olduğunu bilmek gerçekten çok güzel. Özellikle Ohrid doğası ve gölüyle büyüleyici bir atmosfer sunuyor. Şehirde çok sayıda Türk dükkanı ve Türkçe konuşan kisi görmek mümkün. Burasıda Arnavutluk gibi aşırı derece de ucuz. Pasaportumun fazla süresi kalmadığından fazla oyalanmadan Yunanistan'a geçtim.
Yunanistan'ın kuzeyi başlarda düz fakat orta Yunanistan'a indikçe daha dik bir hal almaya başlıyor. Yollar gayet güzel fakat bakımlı diyemem. Otlar belli ki aylardır kesilmiyor, yol kenarları kocaman çalılar ile kaplanmış durumda. Yunanistan insanı her zaman beni çekmiştir, her gittiğimde yardımcı oluyor ve yol boyunca küçük hediyeler veriyorlar. Yunanistan'a gelip yolumu uzatmamın amacı Kalambaka da bulunan Meteora manastırları. İnanılmaz bir mistik havası var, her baktığımda o tepelere o koca yapıları nasıl yapmışlar diye kendi kendime sorarım. Manastırlara giriş serbest fakat bizdeki camiilere giriş gibi erkek ve kadınların üst başları tamamen örtülü olmak zorunda.
Buradan Selanik'e kadar yollar dümdüz hiçbir bayır yok, çok rahat bir şekilde geziyi sürdürebiliyorsunuz. Her yerde narenciye ağaçları görmek mümkün, meyveye para vermeye gerek yok. Yolda 2 kere polis durdurdu, bu yolda gitmek bisikletler için tehlikeli ve yasak diye uyardı. Fakat başka bir yolum olmadığından polisi dinlemeyerek yoluma devam ettim. Aslında haklıydı çok fazla Tır ve kamyon geçiyordu fakat alternatif bir yol sağlamamışlar. Buradan direk olarak rotamı Bulgaristan'a çevirdim pasaportumun süresi doluyordu acele etmem gerekti. Kazasız belasız İngiltereden Bulgaristan'a gelebildim.
50 tane resimden fazla koymaya izin vermediğinden bu kadar resim yükleyebildim.
Bu Mayıs-Haziran arasında katlanır bisikletim ile yaptıgım ve 50 gün, ortalama 4500km süren turum ile ilgili anılarımı paylaşmak istedim.
Turuma Mayıs başında Londra'dan başladım. Londra'dan Southampton a kadar tren ile geçiş yaptım ve Southampton dan gemi ile Caen'e gectim. Yolculuk ortalama 8 Saat sürdü ve 40-44Pound bir ucreti var yayalar icin, bisiklete para almadılar.
Caen'e sabah 6 gibi vardım, sabah hava kapakı fakat yağışsızdı, bu da turuma guzel bir şekilde başlamam için sebep oldu.Gemi den indikten 1 saat sonra Caen merkeze vardım.

Burada birkaç saatlik şehir gezisi yaptıktan sonra Fransa da en çok görmek istediğim yer olan Mont Saint Michel'e doğru yola koyuldum. Bu manastır Eyfel kulesinden sonra en çok turist çeken 2. fransız yapıdır. 130km yol sonunda Mont Michel'e ulaştım, bu adacığa araç girişi yasak, buna bisiklet de dahil. 3-4km gerisinden ücretsiz bir şekilde otobüs kalkıyor, turistler genellikle bu otobüsler yardımı ile taşınıyor.
Ben bisikleti bir kenara kilitleyip yürüyerek gitmeyi tercih ettim ve otobüs ile geri dondum. İlk görevimi başarı ile yerine getirdikten sonra yönümü Paris'e çevirdim.
Mont Saint Michel ve Paris arasında 480km lik bir bisiklet yolu var adı Veloscenie.
Bu yol sessiz sakin bir şekilde Fransa ormanları içinden geçmekte, yol dümdüz hiç viraj yok ama pek bakımlı olduğu söylenemez. Bu rota önceden tren yoluymuş ve üstüne beton döküp daha sonrada kum dökmüşler ve bisiklet yolu haline getirmişler. Yolda çok fazla kum ve toprak var yağmur yağdığı zaman çamura dönüyor ve beni olumsuz şekilde etkiliyordu.
Arka tarafım ağır olduğundan çamura saplanıyor saat de 8-9km ortalama ile düz yolda gitmek zorunda kalıyordum. Bu şekilde 400km kadar gitmek zorunda kaldım. Belki tüm turum boyunca en çok zorlandığım rota burasıdır.
Sabah erkenden Versay'ı gezebilmek için aksamdan yakın bir yerde kamp kurdum. Normalde Versay bahçelerini gezmek 15€, köşk ve diğer yerleri gezmenin fiyatı daha da fazla. O gün Fransa'da bayram olduğundan bahçelere ücretsiz bir şekilde girmeye izin verdiler. Fakat şato o gün kapalıydı gezemedim.
Park gerçekten çok bakımlı daha girdiğiniz gibi sizi etkiliyor ve kendisine çekiyor, her yerde görevliler bir şeyler ile uğraşıyorlar. Birde Park içerisinde askerler aralıksız nöbet tutuyorlar park içerisinde dolaşıyorlar. Bu insanı biraz olsun endişeye düşürüyor korkutuyor.
Versay dan çıkıp 20km sonra Paris'e vardım burada ne yapacağım konusunda daha önceden bir planım olmadığından hep Eyfel Kulesini takip ederek kendisine ulaştım. Paris'in içi de İstanbul gibi sabah saatlerinde bir curcuna söz konusu. Hafta içi olmasına rağmen Eyfel kulesi çevresi tahmin edebileceğiniz gibi çok kalabalık.
Taksilerin üzerinde nereye gittikleri ve fiyatları yazılı, bende bunlara bakıp gitmem gereken turistik yerleri çıkardım. Bisiklet ile olduğumdan rahat bir şekilde hepsine ulaşabildim. louvre Muzesine çok girmek istedim fakat kalabalık ve bisikleti kilitleyecek pek bir yer olmadığından bu isteğimi gerçekleştiremedim. Paris de çok sayıda mülteci var evsiz var ister istemez sizi tedirgin ediyorlar, 1 kere markete gittim çıktığımda çantayı tutan iplerin açıldığını gördüm o günden itibaren bir paranoyaklık oluştu. champs elysees (Şanzelize
kamp kurmadım ve gece yarısında Paris'i gezmeye başladım. O günden sonra buyuk şehirleri gece gezmeye karar verdim inanılmaz güzel, sakin ve rahat bir şekilde göremediğim yerleri de gördüm.

Sabah erkenden yola koyuldum ve dünden kalan yorgunluğum yüzünden öğle olmadan kampımı kurdum. Fransa ormanlarından geçerek rotamı Colmar'a çevirdim. Fransa'nın her yerinde bisiklet yolu bulabiliyorsunuz bu çok buyuk bir nimet bizler için. 500km lik fazla bir aksiyon olmadan Colmar'a ulaştım. Burası Venedik'in biraz daha renkli ve düzenli hali diyebilirim. Küçük bir alanda çok sayıda turist görmek mümkün.
Özellikle Japon turistler buraya bayağı bir rağbet ediyorlar. Alman mimarisine sahip renkli binalar ve şehrin ortasından gecen bir kanal üzerine kurulmuş bir yer. Şehir demiyeceğim çünkü ufak bir bölümü bu halde, mahalle gibi.

Colmar dan Bern'e geçtim, İsviçre gerçekten bir bisiklet cenneti gibi her yer de her yaştan insanı bisiklet sürerken görebiliyorsunuz. Sürücüler de aynı şekilde bisikletlere karşı saygılılar. Fakat gerçekten çok pahalı. Sadece salatalığın adeti 2.4 isviçre fragı yapıyordu. 2€ nun az daha üzerinde. Her yerde çesme olduğundan su ile ilgili bir sorun yaşamıyorsunuz.
İlk sabahımda daha İsviçre gezimin unutulmaz olacağını anladım. Onümde bembeyaz dağlar, masmavi gök yüzü ve etrafımdaki yemyeşil doğa, gerçekten insanı büyüleyen bir havası var.

İsviçre'de Fransa gibi güzel bisiklet yollarına sahip. Bisiklet yollarını takip ederek bütün güzellikleri görebiliyorsunuz.Eşsiz doğa arasında, yaptığım yolculuktan sonuna kadar zevk alarak devam ediyordum ta ki Grimsel Pass a gelene kadar
İlk defa bir gece üşüdüğümü hissettim gece - kaça düştü hiçbir fikrim yoktu ama sabah kalktığımda çadırı bile toplayamadım ellerim dondu. Daha sonra yol kenarındaki itfaiyeler bana yolun kapalı olduğunu geri dönmem gerektiğini sçylediler, o an dünyam başıma yıkıldı. 2 saat de çıktığım yolu 10dk da indim, asağıda yolun kapalı olduğunu gösteren bir ikaz tabelası varmış, fark etmemişim. Buradan Andermatt'a geçmem gerekti, tourist information girip yol durumunu sordum.
Orasınında kapalı olduğunu ve çarenin kuzeye dönerek Luzern'e gitmem gerektiğini söylediler.
Hiç sızlanmadan Luzern yolunu tuttum, bu benimde hoşuma gitti İsviçre de daha fazla zaman geçirecektim. Luzern'e doğru giderken Lungern diye şirin bir kasaba karşıma çıktı, tekrar büyülendim. İsviçre gezim hiç bitmesin istiyordum.
Ertesi gün Luzern'e vardım. Diğer isviçre şehirlerine göre alışılmışın dışında daha kalabalıktı. Kalabalıktan kastım yan yana yürüyen 3-5 insan Türkiyede gibi değil, zaten ufak bir şehir. Buradan Altdorf a doğru göl boyunca devam ettim. Burada "Weggis" e ayrı bir parantez açmak istiyorum bu gol kenarındaki şirin kasaba beni gerçekten etkiledi çok beğendim. Altdorf a vardığımda önümdeki Wassen'in de kardan kapalı olduğunu öğrendim. Geriye iki seçenek kalıyordu ya 20km tunele sahip otobana girecektim ya da tren ile yolculuk yapacaktım. Tabiki de tren yolculuğunu sectim.
Altdolf dan Bellinzona ya kadar tren ile yolculuk yaptım 100km. Bu yolculuk bana 40 isviçre frangına patladı. 18 frank da bisiklet için istediler, katlanır olduğunu söylediğimde bu ücreti almadılar. Bellinzona indiüimde tamamı ile farklı bir dünya ile karşılaştım, sanki Italya'ya gelmişim gibi her yerde italyanca konuşuyorlar polis arabaları italyanca anons yapıyor. İnsanlar inanılmaz derece de saygısız aynı şekilde bisiklete de saygı yok.
Durmadan korna öttürmelerinden bıkıp sabah erkenden yola çıkmaya karar verdim. Sabah günün ilk ?ışıkları ile yola koyuldum ve bu baş belası şehirden çıktım. Buradan Lugano ya geçtim, o gün maraton olduğundan yollar kapalıydı fazla gezme şansı bulamadım, Como'ya doğru devam ettim. Bu arada İtalya'ya da gelmiş oldum. O özlemediğim ama tanıdık olan kalabalık yine karşımda, her yer insan dolu. Dünyanın en güzel gölüne hoş geldiniz diye bir de tabela hazırlamışlar. isviçredeki golleri gördukten sonra burası bana hiç tat vermedi.
Beton yığınları ve tırlar arasında biraz korkarak Milano'ya vardım. Gecen sene Roma yı gördükten sonra Milano için beklentilerim çok fazlaydı, fakat tamamı ile hayal kırıklığına uğradım. Görecek pek birşey yoktu açıkçası, Milano'nun simgesi olan Duomo gerçekten güzel onun hakkını vermem gerekir. Ben Milano'ya varduktan 1-2 gün sonra Şampiyonlar ligi finali vardı bu yüzden her yerde bir hazırlık telaş görmek mümkündü.
Buradan yola çıkıp sırasıyla Brescia, Verona, Vicenza, Padova dan geçtim. Brescia nın tam ortasından gecen bir cadde var ve bu caddeye araç girişi yasak. Bu cadde boyunca bütün tarihi yerleri görebiliyorsunuz, sizi şehir içinde dolaştırmadan gerekli yerlere götürüyor. Verona' ya ayrı bir parantez açmak istiyorum, beklentilerimin üstünde bir şehir. Yavru Roma diyebilirim, birbirlerine benziyorlar. Çok zengin bir tarihe sahip.
Bu şehirlerden geçip Venedik'e ulaştım. Venedik'e tam sabah iş saati gelmiştim. Herkes bir yerlere koşuşturuyordu. Venedik sokaklarında bisiklet ile gezmek mümkün değil, bir sokaktan ötekine geçmek için merdivenleri çıkmanız gerekmektedir ve bu bisiklet ile mümkün değil.
Bisikleti de sokak ortasına bağlamak istemediğimden, bisikletler için bir otopark buldum. Günlüğü 10€ bir fiyatla bisikletinizi kapalı bir yere kitliyorlar. Venedik ile ilgili pek açıklama yapmama gerek yok sanırsam. Burada diğer adacıklara değinmek istiyorum. Günlük 15€ kart çıkartıp bütün adaları feribot ile gezebiliyorsunuz bu adalardan Burano güzel ve renkli bir kimliğe sahip, Venedik'e giderseniz bu şirin adaya da gitmeyi unutmayın. Gidip de gondol a binmek isteyenler 80€ ücreti gözden çıkarmalılar.
Buradan Slovenya'ya kadar devam ettim, italya'da hiç bisiklet yoluna rastlamadım. Tırlar, kamyonlar ile birlikte biraz yorucu ve stresli bir yolculuk oldu. Daha Slovenya girişinde bisiklet yolu ile karşılaştım bu ülke de sadece 40km gitmeme rağmen beni çok fazla etkiledi. İnsanlar bisiklete karşı inanılmaz derece saygılılar böylesini ne Fransa ne de İsviçre de gördüm. Daha yandan yaya geçidine yaklaştığımda araçlar beni görüp duruyor.Tekrar bir tura çıkacak olursam burası benim için ilk sırada.
Hırvatistan'a girerken ilk defa pasaport kontrolü ile karşılaştım. Sınırın hemen yanında bisiklet yolu gördüm hırvatistan da böyle birşey beklemiyorum. Bir kaç 100m gittikten sonra keşke girmeseydim dedirten derecede kötü bisiklet yolu ile karşılaştım, inanılmaz derece de bakımsız, bu yolda bisiklet ile gitmek imkansız. Bu bisiklet yolunda arka lastik parçalandı, İngiltereden beni arkamda taşıdığım lastiği takıp yoluma devam ettim. Hırvatistan da her yerde bisiklet yolu var ama hepsi bu şekilde kotu durumda.
Hırvatistanın para birimi Kuna olduğundan para bozdurmam gerekti ve bu işlemi dışarda gazete satan kulübe tarzı yerlerde yapabiliyorsunuz, komisyon almıyorlar ve iyi oranda bozuyorlar. Hırvatistanı bütün Adriyatik boyunca geçtim. 1000km civarı adriyatik boyunca kat ettim. Sadece bisiklet değil motor ve karavan ile gidecek yer arayanlara için öneririm. Adriyatik boyunca çok sayıda motor gördum, motorcular için cennet sayılabilecek bir rota. İsviçre den sonra doğası ile beni saşırtan 2. yer Hırvatistandır.
İsviçre de olduğu gibi doğasına el değmemiş güzelliklere sahip. Özellikle Sibenik yakınlarındaki KRKA ulusal parkına değinmek istiyorum. Avrupa'da gezdiğim en güzel park çok sayıda şelaleye sahip. Kisi başı 15€ gibi bir giriş ücreti var, vermiş olduğunuz paraya kesinlikle değiyor.
Hırvasitan'a kadar gelmişken yolumun 70km dışında kalan Mostar'a da gitmeye karar verdim. Yollar beklediğimden iyi ve bakımlı bir şekildeydi, burada sorun araçlar. Kendinden küçük olan bütün araçlara korna çalıyorlar. Aşırı derece sinir bozucu, o an TIR şoförü olup bana korna çalan herkese bende korna çalmak istedim, çıldırttılar yolda. Mostar Neretva nehri çevresine kurulmuş çok güzel ve tarihi olan bir şehir. Fakat sağda solda bilerek bırakılan savaş yaraları insan üstünde ürkütücü bir his bırakıyor.
Bombalanan evler oldukları gibi duruyor, yıkılmamış yada restore edilmemiş. Bir acıtayson söz konusu. Bu yüzden burada fazla kalmadan Hırvatistana geri dondum. Buradan Dubrovnik'e geçtim, tanıdığım çoğu kişinin gidip görmek istediği yere. Buraya gidin görun
En uzun sureli kaldığım ülke sanırsam Hırvatistan. Burada çok güzel tecrübeler edindim. Buna gece yatarken domuz ile karşılaşmak ta dahil
Doğuya doğru gittikçe artık daha fakir ülkelerle karşılaşmaya başlıyorsunuz. Fakat Karadağ bunların biraz dışında kalıyor. Komşularına hiç benzemiyor Avrupa birliğinde olmasalar da para birimi olarak € kullanıyorlar. Buradaki ana amacım sınırdan 60km uzakta olan Kotor.
Kotor'a yaklaştığımda inanılmaz bir yağmura yakalandım, tamamen ıslandım. Yollar sudan gözükmüyordu, şansıma hiçbir çukura düşmedim. Tamamen ıslandığım için kamp kurup günü o şekilde geçirmeye karar verdim fakat çadırımı kuracak yer bulamadım. En az 4-5 saat bu şekilde yoluma devam ettim, sonunda dik bir yere çadırı kurmak zorunda kaldım.
Çadırın içinde yattığımda aşağıya doğru yuvarlanıyordum. Güzel bir şekilde çadırın içinde günü geçirirken birden hava karardı ve fırtına çıktı. Bütün gece yağmur yağdı ve 45dk aralıksız şimşek çaktı ki bu şimşeklerin aralığı 1sn bile yoktur hava hep masmaviydi. Rüzgar o kadar kuvvetliydi ki çadırı tutmaktan üstümde olan bu muhteşem doğa olayını göremedim.
Bu içimde bir pişmanlık olarak kaldı. Bu günden sonra çadırımı değiştirmeye karar verdim. Sabah erkenden yoluma koyuldum hava yine aynı, Avusturya alplerinde gibi bir görüntüye sahip, hep bulutlu ve kapalı. Sonunda Kotor'a vardım, burası da dubrovnik ve venedikte gibi bir şehir yapısına sahip. Fakat diğerlerine göre daha ufak, şehir içinde çok sayıda kedi bulunmakta. Kedileri ile meşhur bir şehir.
Kotordan çıktıktan sonra hava direk olarak değişiyor güneş çıkıyor, dağların arasından düz bir ovaya cıkıyorsunuz. Karadağ tatil yerleri ve tarihi ile gitmek isteyenler için güzel bir seçenek olabilir. Ayrıca Dubrovnik'e yakın olmasıda bir artı benim gözumde.

Arnavutluk şuana kadar gördüğüm en kötü ve fakir ülke. En sıcak kanlı insanlarda burada diyebilirim. İnsanı rahatsız edecek düzeyde sıcaklar, yolda durdurmalar selam vermeler insan bir yerden sonra rahatsız oluyor. Arnavutlukta süpermarket kültürü yok, her yerde ufak bakkal tarzı yerler var. Fiyatlar çok ucuz diğer Avrupa ülkelerinden sonra bedava alıyormuşum gibi hissettim. Fakat para bozdururken biraz dikkat etmek gerekli Döviz Bürolarında kurlar yazmıyor kafalarına göre bozuyorlar gibi oluyor.
Bu yüzden az çok döviz kurunu bilmenizde fayda var. Önceden belirttiğim gibi çok fakirler 50m de bir bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri satmaya çalışan insanlar ile karşılaşıyorsunuz. Aslında Tiran'da dahil ülkede ilgime çeken birşey görmedim diyebilirim. Polis'in gözü önünde otobana girdim, otobanda ters yöne giden arabalar gördüm. Gerçekten çok ilginç bir ülke
Sabah erkenden Makedon sınırını geçtim, Struga ve Ohrid'e ulaştım. Doğu avrupada böyle yerler olduğunu bilmek gerçekten çok güzel. Özellikle Ohrid doğası ve gölüyle büyüleyici bir atmosfer sunuyor. Şehirde çok sayıda Türk dükkanı ve Türkçe konuşan kisi görmek mümkün. Burasıda Arnavutluk gibi aşırı derece de ucuz. Pasaportumun fazla süresi kalmadığından fazla oyalanmadan Yunanistan'a geçtim.
Yunanistan'ın kuzeyi başlarda düz fakat orta Yunanistan'a indikçe daha dik bir hal almaya başlıyor. Yollar gayet güzel fakat bakımlı diyemem. Otlar belli ki aylardır kesilmiyor, yol kenarları kocaman çalılar ile kaplanmış durumda. Yunanistan insanı her zaman beni çekmiştir, her gittiğimde yardımcı oluyor ve yol boyunca küçük hediyeler veriyorlar. Yunanistan'a gelip yolumu uzatmamın amacı Kalambaka da bulunan Meteora manastırları. İnanılmaz bir mistik havası var, her baktığımda o tepelere o koca yapıları nasıl yapmışlar diye kendi kendime sorarım. Manastırlara giriş serbest fakat bizdeki camiilere giriş gibi erkek ve kadınların üst başları tamamen örtülü olmak zorunda.
Buradan Selanik'e kadar yollar dümdüz hiçbir bayır yok, çok rahat bir şekilde geziyi sürdürebiliyorsunuz. Her yerde narenciye ağaçları görmek mümkün, meyveye para vermeye gerek yok. Yolda 2 kere polis durdurdu, bu yolda gitmek bisikletler için tehlikeli ve yasak diye uyardı. Fakat başka bir yolum olmadığından polisi dinlemeyerek yoluma devam ettim. Aslında haklıydı çok fazla Tır ve kamyon geçiyordu fakat alternatif bir yol sağlamamışlar. Buradan direk olarak rotamı Bulgaristan'a çevirdim pasaportumun süresi doluyordu acele etmem gerekti. Kazasız belasız İngiltereden Bulgaristan'a gelebildim.
50 tane resimden fazla koymaya izin vermediğinden bu kadar resim yükleyebildim.

















