hashus1099
Deprem Dede
- Kayıt
- 13 Haziran 2011
- Mesaj
- 815
- Tepki
- 1.396
- Şehir
- istanbul/beşiktaş
- İsim
- hashus1099
- Bisiklet
- Canyon
merhaba forum ahalisi. bayram tatili dolayısıyla 1-2 gün arkadaşın yazlığına kaçmaya karar vermişken, iş tura dönüşünce konusunu açmaya karar verdim.
diğer arkadaşlar karşıdan geldiği için sabah 07:00'da eminönü'nde buluşmaya karar verildi ancak bazı aksaklıklar nedeniyle @mtb_rider zamanında gelmiş olmasına rağmen karaköy'e geçmeleri 8'i buldu.
beklerken ben de, zaten az miktarda fotoğraf çekiyor olduğum için 1-2 poz iyi ki almışım, yoksa konu bomboş olacaktı. 
not: fotoğrafların bir kısmını zaten "yol bisikletlerinizin fotoğrafları" konusuna attım.
neyse ki çok da fazla beklemek zorunda kalmadım, hemen bir pastanede menemenleri gömdük ve yola çıktık. sarayburnu civarından havalimanına kadar sürmeyi planlıyorduk, ancak yolun ortasında bir de mabedimiz decathlon'a uğramaya karar verdik. gözlük ve tayt ihtiyaçları giderildikten sonra yola devam ettik.
biz decathlon'dayken az miktarda yağmur yağdığı için ataköy-yeşilköy arasında yol ıslaktı, bu sırada çocukluğumun geçtiği çevreyi de 1 yılın ardından görmüş oldum.
havalimanının oradan geçerken de tepemizde vızıldayan uçakları es geçemezdik tabi.
ardından sefaköy civarında e-5'e bağlandık. önümüzde zorlu 2 adet yokuş vardı, avcılar ve beylikdüzü. eylüldeki veloturk granfondo için de iyi hazırlık oldu bize. ama insanın ruhu da çekildi tabi. tüyap'a gelirken yokuşun sonunda takımın toplanmasını bekledik ve biraz da dinlendik. ben de amele yanıklarımın daha da ilerlememesi için uzun kolluya geçtim bu sırada.
ardından büyükçekmece civarında, mimar sinan köprüsüne kadar serbest düşüş. inişlerde yandan sağlam rüzgar yediğimiz için en azından ben şahsen bol bol fren yaptım.
buradan sonra nispeten daha düz bir profil var. gerçi o yolu alanlar bilir, sürekli in-çık yapıyorsunuz. biraz sinir bozucu bir şey. ersin gardaşım beylikdüzü'nden sonra düz demişti yol için, bu yolu gündüz gözüyle en son 19 yıl önce, 8 yaşındayken, 6-4 yendiğimiz bir galler maçından önceki gün geçmiştim (maçı gelibolu'da izlediğimi hatırlıyorum) ve sürekli in-çık yaptığımızı hala hatırlıyorum. neyse bu kadar gereksiz bilgi yeter.
işin güzel yanı, her yokuşun sonunda benzinci var, ihtiyaçları her türlü giderebiliyoruz. bu sırada, tüm mtb ve yol bisikleti tecrübem boyunca ilk defa lastik patlattım. yolda yeni olduğum için zaten böyle devam etmeyeceğini biliyordum. : )) emniyet şeridinde bunun ne işi varsa, sebep olandan çıkar umarım.
ine çıka marmara ereğlisi'ne kadar gittik böylece. @mtb_rider olmasa fotoğrafsız kalacağım valla.
özellikle kendisi tahminimce 2.2'lik lastiğiyle çok iyi iş çıkardı, sinan da öyle. neyse, son yokuşu tırmanırken yanımıza bir transporter yaklaştı, "ileride benzinlikte çay ısmarlayayım gelin" dedi. saatin ilerlemesine rağmen seve seve kabul ettik.

Cengiz Özdoğan hocamız burada çok miktarda bisikletçiyi ağırlıyormuş. fotoğraflarını izinsiz koymak istemem ama kendiniz de bulabilirsiniz, 60'ların bisiklet sporcusu, askerde muhafızgücü'nde de yarışmış, cumhurbaşkanlığı turunda pedallamış, kısa süre öncesine kadar da antrenörlüğe devam ediyormuş. muhabbete doyum olmadı doğrusu, fotoğraflarını da gösterdi. ardından ufak çapta bir bike-fit bile yaptı bize sağ olsun. her zaman beklediğini de iletti. marmara ereğlisi'ne gelmeden sağda opet istasyonu, kamp atılacak yer arayanlara da buradan söylemiş olalım. hem cengiz hocayla da muhabbet etmiş olursunuz.
gün sonunda ben 123 km sürmüştüm, diğer arkadaşlar karşıdan geldiği için 140'a yakın sürdüler. tırmanma 2000'e yakın bekliyorduk, yarısı çıktı. ona açıkçası biraz şaşırdık.
(link)
marmara ereğlisi'nde erso'nun yazlıkta kaldık, aslında plan bir gün sonra sinan ve mustafa'nın dönmesi, bir gece daha bekledikten sonra da bizim dönmemiz idi. ama sabah kalktığımda sanki hiç bisiklet sürmemiş olmam nedeniyle, ersin'in "gelibolu'ya gidelim" diye daha önceden ortaya attığı saçma plan bana pek saçma gelmemeye başlamıştı. kalacak yer sıkıntısı vardı, gelibolu öğretmenevi'ni aradım, yer yok dedi. lapseki'yi aradım, görevli önce yer olmadığını söyledi, ardından o gün çıkabilecek birilerinin olduğunu, biraz sonra aradığımda müdür yardımcısıyla görüştüm, o odanın müsait olacağını öğrendim. artık yola çıkmak için bir engel kalmamıştı. tabi keşan üzerinden gidersek 180 km kadar bir yol hariç. öğleden sonra, takriben 13:00 gibi yola çıktık. tekirdağ'a kadar 30 ortalamayla geldik, gelmişken köftelerini yememek de olmazdı. yemek fotoğrafı tabi ki koymayacağım sakin olun. : ))
tekirdağ'a gelirken sağda bir tane uçak vardı, köfteci yapmışlar galiba. arkadaşın fotoğrafı da tam çöp kamyonuna kafası gelecek şekilde almışım, karmaya inanmam ama bir güç var aga.
tekirdağ'a girip ilk köfteciye daldık. yemek yerken "ya aslında şarköy yoluna dalarsak yol 30 km kadar kısalıyor,hem de daha az yokuş çıkıyormuşuz" demiş bulunduk. hemen yeni rota çıkarıldı. sürekli otoban güzel olmuyordu hem.
tamam dedik buradan gidelim. gerçi strava'nın dha az yokuş gösterme palavrasını İstanbul - Kazdağları - Bozcaada - Gelibolu (şehitlikler) turu turundan çok iyi biliyorum. gönen-altınoluk arasını yenice üzerinden gidince daha fazla yokuş çıkılıyor gösteriyordu, ben de pazarköy üzerinden gitmeye karar verdim, vermez olaydım. gösterilenden 800 metre daha fazla çıkmış oldum, hem de 30-40 km kadar kumlu yoldan gitmiştim. : ))
neyse konuyu saptırmayalım, ne olursa olsun rotaya böyle karar verdik.
tekirdağ'dan çıktıktan sonra resmen duvara çarpıyorsunuz, 0'dan 220 metreye bir anda tırmanış var. birkaç km bitmek bilmeyen bir tırmanış. neyse ki sonunda yine benzinci vardı. tesiste bizi gören bisikletli bir arkadaş yanımıza geldi. sabah büyükçekmece'den çıkmış yola, her yeri yük dolu. bisikleti seleden kaldırmaya çalıştım, 1 cm bile kaldıramadım, o yükle o yokuşu aşmış, şok olduk.
bize katılmasını çok istesek de, üzülerek devam etmek zorunda kaldık. yol bisikletleriyle hızlı bir şekilde devam edip, 11'e kadar lapseki'ye varmak durumundaydık. arkadaş hangi rotadan gideceğine henüz karar vermemişti. biz de ara yola sapınca yolun kalitesini sana söyleriz, ona göre girip girmeyeceğine karar verirsin dedik.
devam ettikten sonra 330 metre irtifaya kadar çıkılıyor. sürekli yükseltiyi kontrol ediyorum, bende psikolojik olarak olumlu etkisi oluyor, başkasına nasıl olur bilemem.
bir daha o irtifaya çıkmayacağımızı umuyorduk, keyifle bir zirve selfiyesi patlattık. 
sonrasında uzun bir iniş bekliyorduk, hafiften bir indik. sonra yine in-çık muhabbeti. suyumuzun bittiği yerde bir benzinciye girdik yine. ben klasik kolamı içtim, erso nesquik emmükledi her zamanki gibi. suları tazeledik, tam yola çıkacağız, bir önceki yerde karşılaştığımız arkadaş geldi. resmen şok olduk. o yükle yaptığı iş inanılır gibi değildi. keşke bir fotoğraf alsaydık, mustafa olsaydı akıl ederdi işte.
hava çok bozuyordu, arkadaş sığınacak yer bulabilmek adına ana yoldan devam etmeye karar vermişti. yanında çadırı vardı zaten, bir yere yetişme derdi yok. gelibolu'da dedesi varmış, ona gidiyormuş. biz az ileriden evreşe'ye doğru önce şarköy, sonra köy yollarına sapacakken yağmur başladı.
yağmurda takriben yarım saat devam ettik.
ıslandık, yol biraz bozuktu falan ama, etrafın güzelliğine değdi doğrusu. hem trafikten de kurtulmuş olduk. gerçi buralar güzeldi, evreşe'ye varmadan tekrar 320 metreye çıktık. bu kısım biraz moral bozucu oldu. : ))
yolda tabi ağıllar vs. var, doğal olarak köpekler de var. bazıları usul usul yaklaşıyor, bazıları da yanlarından yavaşça yürüyüp uzaklaşana kadar deliler gibi havlıyor, resmen "bir daha görmeyeyim ulan sizi buralarda serseriler" diyorlar.
hızlıca üzerinize koşarlarken durup inince geri çekilmeyen köpek çıkmadı henüz. hatta bazıları gelip sevdiriyor da kendini.
evreşe'ye girerken "eheh ulan yolları da o kadar dar değilmiş" diye geyip yapmayı hayal ederken iğrenç bir çamur deryasıyla karşılaştık. ilçenin her metrekaresi çamur kaplı, böyle bir rezalet yok. bisikletler, çantalar, üstümüz hep leş gibi beyaz çamur oldu. biten sularımızı, düşen enerjilerimizi toplayıp hemen defolduk oradan. evreşeli olan varsa kusura bakmasın ama bir daha yolumun düşmesini dilemem.
hemen ileride zaten ana yola bağlandık. gelibolu'ya varmadan güneşi de saros körfezi manzarasıyla batırdık. çamur lekeleri gözüküyordur zaten.
karşımıza çıkacak ilk benzinciye girip bisikletleri yıkamaya karar verdik, böyle gidersek öğretmenevi belki almaz diye korktuk, çünkü hedefimizde yatak ve klima var başka bir şey değil, onları riske edemezdik.
2 km ötede shell olduğuna dair bir tabela gördük, gel gelelim 2 km bitmek bilmedi.
en sonunda ileride shell'i gördük, yaklaştıkça uzaklaşıyor istasyon. güç de yok tabi, yemek ihtiyacı zirve yapmış. en sonunda varıp bisikletleri idare eder derecede yıkadık, yemeği yedik ve karanlıkta gelibolu'ya kadar pedalladık.
22:25 vapurunu yakalama isteğimizi de gerçekleştirmiş olduk böylecek. feribota varmadan 200 m önce de arka lastikten yine "şlaks" diye bir ses duydum, "acaba" demeye kalmadan farkettim ki lastik yine gitmiş. neyse ki koşma mesafesindeydim, koştum feribota.

yorgunluk, bezginlik, kirlilik hissi falan filan. tek düşündüğüm, feribot iskelesinin karşısındaki öğretmenevine kendimi atmak.
gerçi şöyle bir sıkıntı oldu, önceki gece odada kalanlar muhtemelen klimayı kapatmadan anahtarı sökmüş, elektrik gidince klimanın olduğu taraftaki tesisat yanmış. klima çalışmıyordu. camı açmak zorunda kaldık, dışarıda sabhın 4'üne kadar muhabbet eden 3-4 kişinin sesinden uyku da uyuyamadım, biraz da açlıktan tabi. bir de odada bolca sinek vardı. yani uyku falan yalan oldu. sabah hemen kahvaltı yapıp çıkışı yaptık.
istikamet bandırma, akşam 10 feribotunu rahat yakalayacağımızı düşünüyoruz. gödlerdeki acı haricinde yorgunluk falan yok. suları doldurup pedala bastık. doğuya doğru gidiyoruz, ancak öyle böyle bir rüzgar yemiyoruz. arkadaş rüzgar değil farklı bir şey bu. küçük aynakolda, arkada 20'nin üzerindeki dişlilerle pedal çevirmekte zorlanıyoruz düz yolda, hatta yokuş aşağı bile pedal çevirirken yavaşlıyoruz. resmen acı çektik.
yukarıda verdiğim konuda altınoluk-assos-geyikli istikametinde ilerlediğim kısımda da rüzgardan yakınmıştım. bu çanakkale'nin tüm sahil şeridinde sürüp, 4 yöne de giderken rüzgarı karşıdan yemiş olmam çok ilginç.
daha lapseki'den çıktıktan 6 km sonra kenardaki bir teyzenin meyve tezgahında durduk. nektarin, armut vs. yedik, hem de soluklandık. teyze, geçen yıl oturduğu yere araba girdiğini, ne olacağının belli olmadığını, dikkatli olmamızı söyledi. bayramın ilk günüydü, çok teşekkür ettik bayramını tebrik edip yola devam ettik.
yol böylece devam etti. tekrar bir yağmur başladı, 3-5 dakika kadar yağdı. çok şiddetli değildi ama taneleri çok iriydi, kırbaç gibi şakladı üzerimizde.
rüzgarla boğuşurken bir araç gelip önümüze geçti, ileride bankette durdu. esasen bankette duran araçlara çok sinirleniyorum, yola çıkmaya zorladığı için. araca yaklaşırken sürücü emmi indi, dur işareti yaptı. şaşkın bir şekilde durdum, arka koltuktan 6-7'şer tane kayısı tutuşturdu ellerimize. "sizi görünce enerji lazımdır şimdi dedim, durdum" dedi. açıkçası biraz önceki düşüncemden ötürü bayağı bir utandım. bayramlaştık, teşekkür ettik.
işin garip yanı, o bal gibi kayısıları yemeseydik, biga'ya kadar yolda ne bir petrol, ne bir tesis vardı. biga'ya vardığımızda 1 km daha pedal çevirecek mecalimiz yoktu, suyumuz da bitmişti. adam hayatımızı kurtardı resmen, ne kadar teşekkür etsek az. o gün aldığım toplu mesajların hepsinden daha iyi bir bayram mesajı oldu, pırlanta gibi insanımız var gerçekten.
neyse, biga 60. km aşağı yukarı, 4 saatten uzun sürede (dinlenmelerle) anca varabildik. o inanılmaz rüzgar, önceki gün toplamda 300 km'ye yakın yaptığımız yoldan daha fazla yormuştu bizi. önce dönercilere girdik, şahsen 2.5 ekmeğe döner yedim ama gözümü halen daha doyuramadım.
itiraf etmek gerekirse, 6 saatimiz kalmıştı 22:00 feribotu için, 70-80 km kadar kalmış yolu o zamanda alabileceğimize en ufak bir inancımız olmadığı için ilk otobüsle bandırma'ya gittik.
sonu biraz işi bozuyor biliyorum, ama malesef durum bu. 
bandırma'da iskele'ye geldik hemen, o 6-7 km'lik mesafe bile bitmek bilmedi. biletleri 18:30 feribotuna aldırdık.
kapıdağ yarımadasının karşısından bindik feribota, istanbul'a vardık. rüzgarsız, tertemiz ve trafiksiz yolda sarayburnu'nu dönerken o kadar rahat pedallıyorduk ki "şu havada 200 km bile yapabilirim şu an" dedik. bir turu da böylece bitirmiş olduk.
83.5 kilo çıktığım turun sonucunda şaşılacak şekilde 87.2 kilo olarak eve vardım.
evde otursam kilo almazdım, çok ilginç. turdan önce rahat girdiğim pantolon şu an bacağımı zorluyor. 
bunlar da diğer sürüşlerin linki, bir yönetici eklerse sevinirim.
(link)
(link)
(link)
diğer arkadaşlar karşıdan geldiği için sabah 07:00'da eminönü'nde buluşmaya karar verildi ancak bazı aksaklıklar nedeniyle @mtb_rider zamanında gelmiş olmasına rağmen karaköy'e geçmeleri 8'i buldu.
not: fotoğrafların bir kısmını zaten "yol bisikletlerinizin fotoğrafları" konusuna attım.
neyse ki çok da fazla beklemek zorunda kalmadım, hemen bir pastanede menemenleri gömdük ve yola çıktık. sarayburnu civarından havalimanına kadar sürmeyi planlıyorduk, ancak yolun ortasında bir de mabedimiz decathlon'a uğramaya karar verdik. gözlük ve tayt ihtiyaçları giderildikten sonra yola devam ettik.
biz decathlon'dayken az miktarda yağmur yağdığı için ataköy-yeşilköy arasında yol ıslaktı, bu sırada çocukluğumun geçtiği çevreyi de 1 yılın ardından görmüş oldum.
havalimanının oradan geçerken de tepemizde vızıldayan uçakları es geçemezdik tabi.
ardından sefaköy civarında e-5'e bağlandık. önümüzde zorlu 2 adet yokuş vardı, avcılar ve beylikdüzü. eylüldeki veloturk granfondo için de iyi hazırlık oldu bize. ama insanın ruhu da çekildi tabi. tüyap'a gelirken yokuşun sonunda takımın toplanmasını bekledik ve biraz da dinlendik. ben de amele yanıklarımın daha da ilerlememesi için uzun kolluya geçtim bu sırada.
ardından büyükçekmece civarında, mimar sinan köprüsüne kadar serbest düşüş. inişlerde yandan sağlam rüzgar yediğimiz için en azından ben şahsen bol bol fren yaptım.
buradan sonra nispeten daha düz bir profil var. gerçi o yolu alanlar bilir, sürekli in-çık yapıyorsunuz. biraz sinir bozucu bir şey. ersin gardaşım beylikdüzü'nden sonra düz demişti yol için, bu yolu gündüz gözüyle en son 19 yıl önce, 8 yaşındayken, 6-4 yendiğimiz bir galler maçından önceki gün geçmiştim (maçı gelibolu'da izlediğimi hatırlıyorum) ve sürekli in-çık yaptığımızı hala hatırlıyorum. neyse bu kadar gereksiz bilgi yeter.
işin güzel yanı, her yokuşun sonunda benzinci var, ihtiyaçları her türlü giderebiliyoruz. bu sırada, tüm mtb ve yol bisikleti tecrübem boyunca ilk defa lastik patlattım. yolda yeni olduğum için zaten böyle devam etmeyeceğini biliyordum. : )) emniyet şeridinde bunun ne işi varsa, sebep olandan çıkar umarım.
ine çıka marmara ereğlisi'ne kadar gittik böylece. @mtb_rider olmasa fotoğrafsız kalacağım valla.

Cengiz Özdoğan hocamız burada çok miktarda bisikletçiyi ağırlıyormuş. fotoğraflarını izinsiz koymak istemem ama kendiniz de bulabilirsiniz, 60'ların bisiklet sporcusu, askerde muhafızgücü'nde de yarışmış, cumhurbaşkanlığı turunda pedallamış, kısa süre öncesine kadar da antrenörlüğe devam ediyormuş. muhabbete doyum olmadı doğrusu, fotoğraflarını da gösterdi. ardından ufak çapta bir bike-fit bile yaptı bize sağ olsun. her zaman beklediğini de iletti. marmara ereğlisi'ne gelmeden sağda opet istasyonu, kamp atılacak yer arayanlara da buradan söylemiş olalım. hem cengiz hocayla da muhabbet etmiş olursunuz.
gün sonunda ben 123 km sürmüştüm, diğer arkadaşlar karşıdan geldiği için 140'a yakın sürdüler. tırmanma 2000'e yakın bekliyorduk, yarısı çıktı. ona açıkçası biraz şaşırdık.
(link)
marmara ereğlisi'nde erso'nun yazlıkta kaldık, aslında plan bir gün sonra sinan ve mustafa'nın dönmesi, bir gece daha bekledikten sonra da bizim dönmemiz idi. ama sabah kalktığımda sanki hiç bisiklet sürmemiş olmam nedeniyle, ersin'in "gelibolu'ya gidelim" diye daha önceden ortaya attığı saçma plan bana pek saçma gelmemeye başlamıştı. kalacak yer sıkıntısı vardı, gelibolu öğretmenevi'ni aradım, yer yok dedi. lapseki'yi aradım, görevli önce yer olmadığını söyledi, ardından o gün çıkabilecek birilerinin olduğunu, biraz sonra aradığımda müdür yardımcısıyla görüştüm, o odanın müsait olacağını öğrendim. artık yola çıkmak için bir engel kalmamıştı. tabi keşan üzerinden gidersek 180 km kadar bir yol hariç. öğleden sonra, takriben 13:00 gibi yola çıktık. tekirdağ'a kadar 30 ortalamayla geldik, gelmişken köftelerini yememek de olmazdı. yemek fotoğrafı tabi ki koymayacağım sakin olun. : ))
tekirdağ'a gelirken sağda bir tane uçak vardı, köfteci yapmışlar galiba. arkadaşın fotoğrafı da tam çöp kamyonuna kafası gelecek şekilde almışım, karmaya inanmam ama bir güç var aga.
tamam dedik buradan gidelim. gerçi strava'nın dha az yokuş gösterme palavrasını İstanbul - Kazdağları - Bozcaada - Gelibolu (şehitlikler) turu turundan çok iyi biliyorum. gönen-altınoluk arasını yenice üzerinden gidince daha fazla yokuş çıkılıyor gösteriyordu, ben de pazarköy üzerinden gitmeye karar verdim, vermez olaydım. gösterilenden 800 metre daha fazla çıkmış oldum, hem de 30-40 km kadar kumlu yoldan gitmiştim. : ))
neyse konuyu saptırmayalım, ne olursa olsun rotaya böyle karar verdik.
tekirdağ'dan çıktıktan sonra resmen duvara çarpıyorsunuz, 0'dan 220 metreye bir anda tırmanış var. birkaç km bitmek bilmeyen bir tırmanış. neyse ki sonunda yine benzinci vardı. tesiste bizi gören bisikletli bir arkadaş yanımıza geldi. sabah büyükçekmece'den çıkmış yola, her yeri yük dolu. bisikleti seleden kaldırmaya çalıştım, 1 cm bile kaldıramadım, o yükle o yokuşu aşmış, şok olduk.
bize katılmasını çok istesek de, üzülerek devam etmek zorunda kaldık. yol bisikletleriyle hızlı bir şekilde devam edip, 11'e kadar lapseki'ye varmak durumundaydık. arkadaş hangi rotadan gideceğine henüz karar vermemişti. biz de ara yola sapınca yolun kalitesini sana söyleriz, ona göre girip girmeyeceğine karar verirsin dedik.
devam ettikten sonra 330 metre irtifaya kadar çıkılıyor. sürekli yükseltiyi kontrol ediyorum, bende psikolojik olarak olumlu etkisi oluyor, başkasına nasıl olur bilemem.
sonrasında uzun bir iniş bekliyorduk, hafiften bir indik. sonra yine in-çık muhabbeti. suyumuzun bittiği yerde bir benzinciye girdik yine. ben klasik kolamı içtim, erso nesquik emmükledi her zamanki gibi. suları tazeledik, tam yola çıkacağız, bir önceki yerde karşılaştığımız arkadaş geldi. resmen şok olduk. o yükle yaptığı iş inanılır gibi değildi. keşke bir fotoğraf alsaydık, mustafa olsaydı akıl ederdi işte.
hava çok bozuyordu, arkadaş sığınacak yer bulabilmek adına ana yoldan devam etmeye karar vermişti. yanında çadırı vardı zaten, bir yere yetişme derdi yok. gelibolu'da dedesi varmış, ona gidiyormuş. biz az ileriden evreşe'ye doğru önce şarköy, sonra köy yollarına sapacakken yağmur başladı.
yağmurda takriben yarım saat devam ettik.
ıslandık, yol biraz bozuktu falan ama, etrafın güzelliğine değdi doğrusu. hem trafikten de kurtulmuş olduk. gerçi buralar güzeldi, evreşe'ye varmadan tekrar 320 metreye çıktık. bu kısım biraz moral bozucu oldu. : ))
yolda tabi ağıllar vs. var, doğal olarak köpekler de var. bazıları usul usul yaklaşıyor, bazıları da yanlarından yavaşça yürüyüp uzaklaşana kadar deliler gibi havlıyor, resmen "bir daha görmeyeyim ulan sizi buralarda serseriler" diyorlar.
evreşe'ye girerken "eheh ulan yolları da o kadar dar değilmiş" diye geyip yapmayı hayal ederken iğrenç bir çamur deryasıyla karşılaştık. ilçenin her metrekaresi çamur kaplı, böyle bir rezalet yok. bisikletler, çantalar, üstümüz hep leş gibi beyaz çamur oldu. biten sularımızı, düşen enerjilerimizi toplayıp hemen defolduk oradan. evreşeli olan varsa kusura bakmasın ama bir daha yolumun düşmesini dilemem.
hemen ileride zaten ana yola bağlandık. gelibolu'ya varmadan güneşi de saros körfezi manzarasıyla batırdık. çamur lekeleri gözüküyordur zaten.
karşımıza çıkacak ilk benzinciye girip bisikletleri yıkamaya karar verdik, böyle gidersek öğretmenevi belki almaz diye korktuk, çünkü hedefimizde yatak ve klima var başka bir şey değil, onları riske edemezdik.
2 km ötede shell olduğuna dair bir tabela gördük, gel gelelim 2 km bitmek bilmedi.
22:25 vapurunu yakalama isteğimizi de gerçekleştirmiş olduk böylecek. feribota varmadan 200 m önce de arka lastikten yine "şlaks" diye bir ses duydum, "acaba" demeye kalmadan farkettim ki lastik yine gitmiş. neyse ki koşma mesafesindeydim, koştum feribota.

yorgunluk, bezginlik, kirlilik hissi falan filan. tek düşündüğüm, feribot iskelesinin karşısındaki öğretmenevine kendimi atmak.
gerçi şöyle bir sıkıntı oldu, önceki gece odada kalanlar muhtemelen klimayı kapatmadan anahtarı sökmüş, elektrik gidince klimanın olduğu taraftaki tesisat yanmış. klima çalışmıyordu. camı açmak zorunda kaldık, dışarıda sabhın 4'üne kadar muhabbet eden 3-4 kişinin sesinden uyku da uyuyamadım, biraz da açlıktan tabi. bir de odada bolca sinek vardı. yani uyku falan yalan oldu. sabah hemen kahvaltı yapıp çıkışı yaptık.
istikamet bandırma, akşam 10 feribotunu rahat yakalayacağımızı düşünüyoruz. gödlerdeki acı haricinde yorgunluk falan yok. suları doldurup pedala bastık. doğuya doğru gidiyoruz, ancak öyle böyle bir rüzgar yemiyoruz. arkadaş rüzgar değil farklı bir şey bu. küçük aynakolda, arkada 20'nin üzerindeki dişlilerle pedal çevirmekte zorlanıyoruz düz yolda, hatta yokuş aşağı bile pedal çevirirken yavaşlıyoruz. resmen acı çektik.
yukarıda verdiğim konuda altınoluk-assos-geyikli istikametinde ilerlediğim kısımda da rüzgardan yakınmıştım. bu çanakkale'nin tüm sahil şeridinde sürüp, 4 yöne de giderken rüzgarı karşıdan yemiş olmam çok ilginç.
daha lapseki'den çıktıktan 6 km sonra kenardaki bir teyzenin meyve tezgahında durduk. nektarin, armut vs. yedik, hem de soluklandık. teyze, geçen yıl oturduğu yere araba girdiğini, ne olacağının belli olmadığını, dikkatli olmamızı söyledi. bayramın ilk günüydü, çok teşekkür ettik bayramını tebrik edip yola devam ettik.
yol böylece devam etti. tekrar bir yağmur başladı, 3-5 dakika kadar yağdı. çok şiddetli değildi ama taneleri çok iriydi, kırbaç gibi şakladı üzerimizde.
rüzgarla boğuşurken bir araç gelip önümüze geçti, ileride bankette durdu. esasen bankette duran araçlara çok sinirleniyorum, yola çıkmaya zorladığı için. araca yaklaşırken sürücü emmi indi, dur işareti yaptı. şaşkın bir şekilde durdum, arka koltuktan 6-7'şer tane kayısı tutuşturdu ellerimize. "sizi görünce enerji lazımdır şimdi dedim, durdum" dedi. açıkçası biraz önceki düşüncemden ötürü bayağı bir utandım. bayramlaştık, teşekkür ettik.
işin garip yanı, o bal gibi kayısıları yemeseydik, biga'ya kadar yolda ne bir petrol, ne bir tesis vardı. biga'ya vardığımızda 1 km daha pedal çevirecek mecalimiz yoktu, suyumuz da bitmişti. adam hayatımızı kurtardı resmen, ne kadar teşekkür etsek az. o gün aldığım toplu mesajların hepsinden daha iyi bir bayram mesajı oldu, pırlanta gibi insanımız var gerçekten.
neyse, biga 60. km aşağı yukarı, 4 saatten uzun sürede (dinlenmelerle) anca varabildik. o inanılmaz rüzgar, önceki gün toplamda 300 km'ye yakın yaptığımız yoldan daha fazla yormuştu bizi. önce dönercilere girdik, şahsen 2.5 ekmeğe döner yedim ama gözümü halen daha doyuramadım.
itiraf etmek gerekirse, 6 saatimiz kalmıştı 22:00 feribotu için, 70-80 km kadar kalmış yolu o zamanda alabileceğimize en ufak bir inancımız olmadığı için ilk otobüsle bandırma'ya gittik.
bandırma'da iskele'ye geldik hemen, o 6-7 km'lik mesafe bile bitmek bilmedi. biletleri 18:30 feribotuna aldırdık.
kapıdağ yarımadasının karşısından bindik feribota, istanbul'a vardık. rüzgarsız, tertemiz ve trafiksiz yolda sarayburnu'nu dönerken o kadar rahat pedallıyorduk ki "şu havada 200 km bile yapabilirim şu an" dedik. bir turu da böylece bitirmiş olduk.
83.5 kilo çıktığım turun sonucunda şaşılacak şekilde 87.2 kilo olarak eve vardım.
bunlar da diğer sürüşlerin linki, bir yönetici eklerse sevinirim.
(link)
(link)
(link)


