hashus1099
Deprem Dede
- Kayıt
- 13 Haziran 2011
- Mesaj
- 815
- Tepki
- 1.396
- Şehir
- istanbul/beşiktaş
- İsim
- hashus1099
- Bisiklet
- Canyon
Merhabalar, daha önce tura dair konu açmıştım. İstanbul'dan feribotla bandırma'ya geçtim ve tura başladım. gönen'e kadar, manyas gölünün batısından bir rota çizdim.
yolda gönen'e son 20 km kalana kadar çok hafif iniş ve çıkışlar vardı. spd pedal ve ayakkabılarımla ilk tecrübem olduğu için (bir gün öncesinde 5 dakika kadar denemiş, takıp çıkarmaya alışmıştım. sürüşün sonunda da pedalı çıkarmayı unuttuğum için maçka parkı'nın içindeki bir kafenin önünde yavaş yavaş sola devrilmiştim eheh) heyecanlıydım, hafif eğimli de olsa yokuşlarda yüksek hız yapabiliyor oluşu (30 km/h ile sabitlediğim de oldu) çok hoşuma gitti. yüke rağmen tabi.
son yokuşu da çıktım, ileride gönen gözüküyor artık. hava da hoşuma gitmeyecek şekilde bozmaya başladı.
60 kilometrelik ilk etabı 3 saatte aldım. çok da yorulmamış olmam, bir sonraki gün alacağım yolun zorluğu için gücümü saklamama yardımcı oluyor tabi.
gönen'de öğretmenevinde kaldım, beklemediğim kadar güzel bir yerdi. daha önce arayıp rezervasyon yaptırdığım kişiye bisikleti nereye koyabileceğimi sormuştum, odaya alamayacağını ancak depoda yer ayarlayabileceğini söylemişti. öğretmenevi kapısından girdiğimde tanıdı zaten beni, biraz da muhabbet ettik. yol konusunda da tavsiyeleri oldu, yenice üzerinden gitme düşüncemden de vazgeçmiş oldum. bunun ne kadar büyük bir hata olduğunu yarın anlayacaktım.
İKİNCİ GÜN
öğretmenevinden 06:15 gibi çıktım, çıkarken gördüğüm şehit öğretmenler köşesini paylaşmak istedim. geleceğe genç nesiller yetiştirirken hayatını kaybeden fedakar öğretmenlerimizi de buradan anmış olalım.
bir önceki gün tost yediğim mekana tekrar gittim, kahvaltımı yaptım. yanıma da paket yaptırdım, tekrardan yola koyuldum. orhanlar-araovacık-pazarköy üzerinden kalkım-edremit yoluna çıkmayı tercih ettik, büyük bir hata yaparak. yola koyulduğumda hava çok serindi, ayrıca gideceğim yolun mıcır kaplı stabilize bir yol olduğunu görünce kahroldum. bununla da kalmadı, ilkin tırmanacağım 400 metre kadar yokuş, acaba şu ilerideki vadiden mi geçiyordu? öyleyse yandık ki ne yandık! yağmur gözükmediği için yağmurluk almamıştım ve o vahşi manzarada yağmurun olmama olasılığı yok gibiydi. neyse ki yol sağa doğru kıvrıldı ve dağları tırmanmaya başladım.
zorlu yükseliş strava verisine göre 497 metreye kadar sürdü. daha sonrası tatlı ve çabuk bittiğini düşündüğüm bir inişti. araovacık'a vardıktan sonra biten suyumu yenilemek için köy kahvesinin orada bakkal sordum. sağ olsunlar gösterdiler ancak çay ikram etmeden de bırakmadılar. çay içip yarım saat kadar sohbet ettik. daha önce birkaç yabancı kadın bisikletçi geçmiş yine oradan, ilk defa yerli birilerini gördüklerini söylediler. başka konulara da daldık, çiftçi tabi ki dertli, dertlerini dinledim, kendim de dertlerine katıldığımı belirttim. bir süre muhalif bir sohbet yaptıktan sonra amcam ciddileşti "bir dakika ya istanbul'dan böyle garip garip dolaşıyorsun, ne bileyim senin bizi şikayet etmeyeceğini" dedi. bayağı güldüm, rahat olmasını söyledim, vedalaştım ve pedalladım.
amcam bu arada, yolun 20 km kadar kumlu olduğunu, yeni yol yapılacak diye kumu döküp öyle bıraktıklarını söylemişti. haklı da çıktı, 20 km kadar eziyet çektim, hem tırmanıp hep de iğrenç zeminle boğuşmak gayet kötüydü. ortalama hız çok düşük şekilde böyle ilerledim, rezillik çektim. acıkmaya da başladığım için artık mola vermeliydim. pazarköy'ü hedef belledim, çanakkale il sınırına girdiğimizi belli edercesine domates yüklü traktörlerin içinden, salyalarımı zor gizleyerek bir bakkala uğradım, alışverişimi yapıp tostumu yemeye başladım. pazarköy çıkışındaki bir benzinlikte karnımı da doyurdum, tekrar yola koyuldum. ancak verimimin düştüğünü iyiden iyiye hissetmeye başlamıştım. daha yolun yarısına gelmemiştim aslında, ama ben geldim sayıyordum. 45. kilometredeydim, 90. kilometrede, kazdağları zirvesinde hanlar mevkii var. hayalini kurduğum güzel yemek, temiz hava ve dinlenme, en önemlisi yokuşların artık neredeyse bitmesi orada...
kalkım-edremit yoluna varana kadar geçtiğim köylerde hep davet edildim, belki de ingiltere forması giyiyor, garip bir gözlük takıyor oluşumla da yabancı zannedildiğim de oluyordu. çocuklar arkamdan "hello hello" diye koşuşturuyor, her seferinde gülmeme sebep oluyorlardı.
en sonunda kalkım-edremit yoluna, kalabakbaşı'na saparak oradan çıkmak zorunda kaldım, bağlı köyünden çıkan yol taşlıydı. ancak sonraki tercih ettiğim yolun da bir kısmı malesef taşlı çıkınca biraz yıkıldım açıkçası. bir süre düzgün yolun tadını çıkardım, henüz yokuşlar başlamamıştı. ardından bir süre tırmanmayı sürdüreceğim %10 eğimli bezdirici yokuşlar başlıyor...
çam kokusu ve tertemiz hava boğazımı yakıyor resmen. ruhum çekiliyor yorgunluktan, ama manzara her şeye değiyor doğrusu.
her yerde çeşme var, suyum bittikçe dolduruyorum. bir çeşmeye yaklaşıyorum, tek pedalı çıkarıyorum. diğerini çıkarmaya fırsat kalmadan siyah, kafam kadar bir arı (galiba) sol baldırımın arkasına hafiften saldırıyor, onun acısıyla dengem kayboluyor, çıkarmadığım tarafa düşüyorum. bir dizi yere, diğerini de kadroya çarparak bir de diz ağrısını çekmeye başlıyorum. siz siz olun, her duruşunuzda 2 pedalı da çıkarın.
ömrümde daha çok yorulduğum anlar bol bol var, ama gücümün bu kadar tükendiğini neredeyse hiç hatırlamıyorum. son 600-700 m kadar indim artık bisikletten, yürümeye başladım. gerçekten hanlar'ın varlığını sorgulamaya başlamış, çantadaki son tostu da tüketmeye karar vermiştim. yolun kenarında bir şeyleri eleyen bir aileye seslendim, hanlar'ı sordum. "gelmişsin gelmişsin, 150 metre ileride" dediklerinde bana bir güç geldi ki sormayın.
) büyük bir iştah, yorgunluk ve diz ağrısıyla atıldım. bu arada tekrardan balıkesir il sınırına girmiştik...

hanlar'a oturdum, çok güzel bir ortamı vardı. 700 küsür rakımda havanın ne kadar serin olduğunu söylememe gerek yok, formamın içinde boğazlı sweat'im vardı...
lokantayı işleten adamın çocuğu sağ olsun çok ilgilendi, önce hazır ne varsa onu getirmesini, ardından da kaşarlı alabalık ve salata getirebileceğini söyledim. babası biraz kötü davranıyordu çocuğa, söylemeden edemeyeceğim. bir şey eksik görünce çocuğa kızacak diye söylemeye çekiniyordum açıkçası.
heyvanlar gibi yiyip kendime geldim.
daha sonra son bir çıkış kaldı az miktarda, onu da aşıp edremit'e kadar inişe geçtim. işte yolun bu kısmını neden yoldan saymadığımı anlamış olabilirsiniz, 700 küsür metreden denize kadar iniş!
ardından altınoluk'a hava neredeyse kararmışken vardım. bekleyen orta okuldan arkdaşımla buluştuk, evine geçtim. 3 gün kadar dinlenmeyi hakettiğimi düşünüyorum.
strava rota için 1700 küsür metre çıkış gösterirken 700 metre kadar fazla çıkmış olmak da canımı biraz yaktı açıkçası.
ÜÇÜNCÜ GÜN
3 günün ardından arkadaşı da yanıma alıp, assos üzerinden geyikli, ardından bozcaada yapmak üzere yola çıktık. orta okuldayken ikimizde de castello vardı, 3 yıldır bisiklet sürmeyen ve çıktığı en uzun yol 10 km olan arkadaşım, o bisikletle 100 km sürecekti.
maratoncu olmasının özgüveniyle katıldı bana. assos'a çıkan yokuşa gelene kadar iyi de sürdü aslında. bisikletin her parçasını söktük, mazotla temizledik, bilyeleri vs, göbeği düzgünce ayarladık. inanır mısınız bu bayramda yaptığımız turla beraber 500 km sürdü o bisikleti! sonucunda 3k civarında bir bisiklet almak için vize aldı, şimdilik uygun bir şey düşürene kadar pusudayız, tavsiyelerinizi bekleriz.
)
dediğim gibi, assos civarında baba yokuşlar başlayana kadar aslında iyi gidiyorduk, ancak ondan sonra sıkıntılı bir süreç başladı. yine de bir şey diyemiyorum, o bisikletle o yolları gidebilecek bir insan tanımıyorum.
assos'a kadar çıktıktan sonra, gelmişken kalıntıları da gezelim dedik. tepede, çıktığımız yerin etrafa hakimiyetini görüyorsunuz.
) biraz dolaştıktan sonra, arkadaşın annesinin bize hazırladığı poğaça ve böreklerin bir kısmını boğduk, bulduğumuz ilk gölgede.
ardından biraz daha tırmanıp, inişli çıkışlı yollara devam ettik. bazı köyler terkedilmiş gibiydi, asılmış birkaç parça çamaşır görmesek insan izi olduğuna dahi inanmayacaktık resmen.
tuzla köyü'nde de, decathlon'da sık sık karşılaştığım bir bisiklet görevlisiyle karşılaştım. bisikleti görünce araçtan inip yanıma gelmiş, gözlüğü çıkarınca tanıdı beni. benim de tanımak için biraz zaman geçirmem gerekti, çünkü gerçekten hırpalanmıştım.
batı, kuzey ve doğu yönlerine ilerledik zaman zaman, ve her seferinde rüzgar karşıdan esti. bozcaada'ya varana kadar canımız çıktı resmen. geyikli'nin biraz güneyinde dalyan'a gelmeden önce hava tamamen karardı, 100 metreye çıkıp orman içinden geçmemiz gerekiyordu. bu sırada istanbul'dan bize katılan arkadaş da dalyan'dan yukarı çıkıp yanımıza geldi. yol bisikleti olduğu için de geri dönerken de bir patlak rezaleti yaşadık.
)
hepimiz çok yorulmuştuk, geyikli'ye yürüyen cesetler halinde vardık.
) arkadaşın bisiklet zaten felaket olduğu için çadır, matlar vs. de bendeydi.
29 ağustos'u 30'una bağlayan gece, hafta sonu koyulan ek 24:00 seferiyle adaya geçtik, bozcaada kalesi de günün önemine uygun olarak hazırlanmıştı...
bozcaada'da 3 gün kadar kaldık, o kadar beğendik i geçen hafta bayramda bir daha gittik, 5 gün kaldık bu sefer.
beylik koyuna oturan gemi, çok güzel manzara oluşturuyor, ancak bu bakir koyu biraz mahvediyor gibi. yüklenmiş olduğu soğanlarla beraber 10 aydır orada.
bozcaada sokakları çok güzel, boş boş dolaşmak bile insanı rahatlatıyor.
bu fotoğrafın da önemi benim için çok ayrı. kamp yerinden, gün batımını izlemek için çıkıyordum ki bu güzeller güzeli köpek peşime takıldı. önce pek önemsemedim, ama saptığım her yolda beni takip etti, en sonunda da rüzgar enerji panellerine vardık. 7 km kadar durmadan koştuğu için nefes nefese kalmıştı, 1.5 lt kadar suyum vardı, yarısını içti.
sonra orada gün batımını izlemeye gelenlerden biri elindeki 1 paket kedi mamasını getirdi, önüne koyduk ama yemedi. herhalde kuru mama olduğu için yememiştir diyordum, elime aldım biraz, gelip elimden yemeye başladı. paketin yarısını yedirdim, kalan suyumu da içti bir güzel. gün batımını izlemek bana yalan oldu, ama çok güzel bir arkadaş edindim. yüzümü de yaladı ooh, normalde köpekten de çok korkarım.
gece çadırın önünde uyudu, sonraki gün de vedalaşıp yola koyulduk zaten.
geçen hafta gittiğimizde yine karşılaştık, 2 gün birlikte takıldık yine. sırf bu dünyalar tatlısı köpekle tekrar karşılaşmak için adaya gitmeyi dört gözle bekliyorum.
ÇANAKKALE ŞEHİTLİK TURU
bildiğiniz üzere savaşın 100. yıldönümündeyiz, 10 yıl sonra cepheyi tekrar gezmeyi uygun gördüm. buraya tüm fotoğrafları koymaya kalkarsam 300-400 fotoğraf atmam gerekecek, ondan az miktarda fotoğraf atacağım. iki güne ayırdık turu, ilk gün arıburnu cephesini dolaştık, ikinci gün seddülbahir. 3 gece de eceabat öğretmenevinde kaldık. birkaç yıldızlı otel gibiydi, ağzımız açık kaldı resmen.
fotoğraf kemalyeri'ne ait. Atatürk'ün gözetleme yeridir. fahrettin bey bu mevkiye bu adı vermiş, esat paşa (balkan savaşı'nda yanya müdafaasını gerçekleştiren önemli bir komutandır) da gülümseyerek benimsemiştir bu ismi. burada bir kitabe bulunur ve kitabede şu yazar:
"Benimle Beraber burada muharebe eden askerler kesinle bilmelidirler ki bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur.Uyku,dinlenme aramanın,bu dinlenmeden yalnız bizim değil,bütün milletimizin sonsuza kadar yoksun kalmasına neden olacağından hepinize hatırlatırım".
Mustafa Kemal
261 rakımlı tepe, conkbayırı. Mustafa Kemal'in 9 ağustos ve sonrası anafartalar savaşı sırasında saatine şarapnel gelen noktadır burası. yarımadaya çok hakim, kilit bir noktadadır.
aynı zamanda fevzi çakmak'ın kardeşi de burada şehit düşmüştür.
bu şehitliğin düzenlemesi sırasında kemiklerine ulaşılan binlerce şehidin cenazesi de sembolik bir mezarlığa defnedilmiştir yine burada.
10 yıl önce, lisede öğrenciyken fotoğraf çekildiğim yerde, açı da neredeyse aynıymış, sonradan farkettim bunu, güzel bir tesadüf oldu bana.

Mustafa Kemal'i çanakkale savaşı'ndan soyutlamaya çalışanlar bilsinler ki, conkbayırı zaptedilmeseydi düşman bu hakim tepeye dayanarak çok rahat bir şekilde eceabat'a çıkacak ve seddülbahir cephesideki kuvvetlerimizi kuşatarak boğazı zaptedeceklerdi.
Her unsuru hayatını kaybeden, Mustafa Kemal'in ilk gün kendi inisiyatifiyle conkbayırı'na yönlendirdiği, savaşın seyrini değiştiren 57. Alay şehitliği.
Mehmetçiğe saygı anıtı.
siper savaşları devam ederken, ortada kalmış bir yaralı inlemektedir. ömer çavuş süngüsünün ucuna beyaz bir bez bağlayıp karşı tarafa sallar. sonra siperinden çıkar, yaralıyı kucaklayarak arkadaşlarına teslim eder...
Avustralya genel valisi lord casey (savaşta üsteğmen) askerimizden şöyle bahseder:
“Bölgedeki muharebeler, artık siper çatışmalarına dönüşmüştü. Siperler arası 8- 10 metre mesafe var-yoktu. Karşılıklı yoğun atışlar devam ediyordu. Bu çatışmalardan birinde, bir İngiliz Yüzbaşı, yaralı bir vaziyette iki siper arasında kaldı. Avazı çıktığı kadar bağırıyor, inliyor ve yardım istiyordu. Çıkıp kendisine yardım edemiyorduk. Zira, başını siperden çıkaran kurşunu yiyordu. İngiliz Yüzbaşısının imdat çığlıkları ise içimize işliyordu. Bu sırada akıl almaz bir şey oldu. Türk siperlerinden beyaz bir iç çamaşırı sallandı. Arkasından aslan yapılı bir Türk askeri, silâhsız siperden fırladı. Hepimiz donduk kaldık. Kimse nefes alamıyor, ona bakıyordu. Asker korkusuzca yavaş yavaş yürüdü. Önce İngiliz Yüzbaşıyı teskin etmeye çalıştı, sonra onu okşar gibi kucakladı. Kolunu omzuna attı. Bizim siperlere doğru yürümeye başladı. Y aralıyı usulca yere bıraktı. Geldiği gibi kendi siperlerine yürüdü gitti. O kadar şaşırmıştık ki, teşekkür bile edemedik. Savaş alanında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti, yaptığı işin güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu.”
"Biz Çanakkale yarımadasından Türklerle savaşarak ve binlerce insanımızı kaybederek Kahraman Türk milletine ve onun eşsiz vatan sevgisine duyduğumuz büyük takdir ve hayranlıkla ayrıldık. Bütün Avustralyalılar Mehmetçiği kendi evlatları gibi sever onun mertliği vatan ve insan sevgisi siperlerdeki dayanılmaz heybeti ve cesareti bütün Anzaklıları hayran bırakan yurt sevgisi insanlığın örnek alacağı büyük hasletlerdir. Mehmetçiğe minnet ve saygılarımla”
Lone Pine anzac mezarlığı. çok sayıda yabancı konuğumuz vardı. anı defterinde bize teşekkür edenler de vardı.
şehit orman başmüdürü talat göktepe anıtı. burada çıkan yangının yayılmasını önlemeye çalışırken yanarak can veren bir kahramandır kendisi, unutulmaması gerekir!
anzac koyu. burası tören alanı, çevrede bol miktarda anıt mezar var.
koyda bir de kitabe vardır, Mustafa Kemal'in sözlerini içerir (ingilizcesi):
“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”
daha sonra 1 gün kadar ara verdik, çanakkale'yi dolaştık biraz. açıkçası şehre has yiyecekleri çok aradık ancak balık ve standart döner-kebap tavsiyeleri gibi özgün olmayan şeylerle karşılaşınca bombacı hasan'a uğradık, en azından adı orijinaldi.
peynir helvasını hiç beğenmedik, hoşmerim 10 basar bence. 
sonraki gün de seddülbahir cephesine geçtik.
seyit onbaşı anıtı, namazgah ve mecidiye tabyalarını gezdik kilitbahir civarında. tabyalar eskiye nazaran düzenlenmiş gibiydi.
soğanlıdere şehitliği. kısa süre öce zeytinburnu belediyesi ve olivium burayı yenilemiş. hemen yanda gerçek şehitlikler vardı.
daha sonra şahindere şehitliği de benzer şekilde düzenlenmişti.
behramlı'yı aşıp alçıtepe'ye girince balatadan ses gelmeye başladı, tekeri çıkarıp taktık, ses daha da kötüleşti. abideye varamadan yarbay mehmet şehitliğinde balatayı çıkardık. balata tamamen tükenmiş, 1500 km'de önü tamamen yemişiz, arka bitmeden herhalde 2 kez daha yiyeceğim ön balataları.
yanımda yedek balata olmadığı için, bükülen ve bir kısmı kopan metal kelepçeyi olabildiğine düzelttim, ön frene çok yüklenmeden sürmeye devam ettik.
abideye vardık, insan orada vatan için canlarını feda edenlere minnet duyduğunu hissedince, nefes aldığı sürece onların boşa fedakarlık yapmamış olduğunu farkediyor. son nefesime kadar hepsine minnet borcum devam edecek!
ardından devam ettik, morto koyu ve seddülbahir.
ve ileride ertuğrul tabyası'na vardık. bu mevkide helles anıtı var, ingilizlerin önemli bir anıtıdır.
ertuğrul tabyası'na girdik. giriş 1 lira, çok da bir şey yok, içeriyi temsili olarak düzenlemişler. yalnız, içeride bir ayrıntı var, restorasyon sırasında çıkarılan kalıntılar ve kopmuş bir asker bacağı.
yine bu mevkide yahya çavuş anıtı var. kendisine değinmeden geçemeyeceğim.
“Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuş'tular
Tam üç alayla burada gönülden vuruştular
Düşman tümen sanırdı bu şahane erleri
Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular”
koya çıkarma yapan 3000 civarı ingiliz'i 67 askeriyle on saat mavzer atışlarıyla sahilde durduran Ezineli Yahya Çavuş'la kahraman askerlerinin hatırasını yaşatmak amacıyla Gelibolu Yarımadası'nda yaptırılmıştır. İngiliz Generali Nepier, Yahya Çavuş ve askerlerinin yoğun ateşi karşısında, karşılarında bir tümen bulunduğunu sanmıştı.
2 hafta aldığım izin, işte bu cuma akşamı otobüsle istanbul'a dönmek zorunda bıraktı beni.
otobüs her sarsıldığında "aha bu sefer jantlar gitti" dedim, ancak hiçbir şey olmamıştı. bunun sevinciyle bisikleti aldım bagajdan, ancak ön tekerin mandalının somunu bagajda düşmüş, farkedememişim. eve gidene kadar kadro omuzda, çantalar sırtta, tekerlek elde dolaştım. bir de freni sıktığımdan dolayı pistonlar da sıkıştı üzerine. bayağı iş çıktı.. böyle bitmeseydi iyiydi ama yapacak bir şey yok.
çok fotoğraf oldu, biliyorum. olabildiğince kırpmaya çalıştım. 4 konuya ayrılabilecek turu 1 konuda aktarmaya çalıştım, herkese teşekkür ederim.

yolda gönen'e son 20 km kalana kadar çok hafif iniş ve çıkışlar vardı. spd pedal ve ayakkabılarımla ilk tecrübem olduğu için (bir gün öncesinde 5 dakika kadar denemiş, takıp çıkarmaya alışmıştım. sürüşün sonunda da pedalı çıkarmayı unuttuğum için maçka parkı'nın içindeki bir kafenin önünde yavaş yavaş sola devrilmiştim eheh) heyecanlıydım, hafif eğimli de olsa yokuşlarda yüksek hız yapabiliyor oluşu (30 km/h ile sabitlediğim de oldu) çok hoşuma gitti. yüke rağmen tabi.
son yokuşu da çıktım, ileride gönen gözüküyor artık. hava da hoşuma gitmeyecek şekilde bozmaya başladı.
60 kilometrelik ilk etabı 3 saatte aldım. çok da yorulmamış olmam, bir sonraki gün alacağım yolun zorluğu için gücümü saklamama yardımcı oluyor tabi.
gönen'de öğretmenevinde kaldım, beklemediğim kadar güzel bir yerdi. daha önce arayıp rezervasyon yaptırdığım kişiye bisikleti nereye koyabileceğimi sormuştum, odaya alamayacağını ancak depoda yer ayarlayabileceğini söylemişti. öğretmenevi kapısından girdiğimde tanıdı zaten beni, biraz da muhabbet ettik. yol konusunda da tavsiyeleri oldu, yenice üzerinden gitme düşüncemden de vazgeçmiş oldum. bunun ne kadar büyük bir hata olduğunu yarın anlayacaktım.
İKİNCİ GÜN
öğretmenevinden 06:15 gibi çıktım, çıkarken gördüğüm şehit öğretmenler köşesini paylaşmak istedim. geleceğe genç nesiller yetiştirirken hayatını kaybeden fedakar öğretmenlerimizi de buradan anmış olalım.
bir önceki gün tost yediğim mekana tekrar gittim, kahvaltımı yaptım. yanıma da paket yaptırdım, tekrardan yola koyuldum. orhanlar-araovacık-pazarköy üzerinden kalkım-edremit yoluna çıkmayı tercih ettik, büyük bir hata yaparak. yola koyulduğumda hava çok serindi, ayrıca gideceğim yolun mıcır kaplı stabilize bir yol olduğunu görünce kahroldum. bununla da kalmadı, ilkin tırmanacağım 400 metre kadar yokuş, acaba şu ilerideki vadiden mi geçiyordu? öyleyse yandık ki ne yandık! yağmur gözükmediği için yağmurluk almamıştım ve o vahşi manzarada yağmurun olmama olasılığı yok gibiydi. neyse ki yol sağa doğru kıvrıldı ve dağları tırmanmaya başladım.
zorlu yükseliş strava verisine göre 497 metreye kadar sürdü. daha sonrası tatlı ve çabuk bittiğini düşündüğüm bir inişti. araovacık'a vardıktan sonra biten suyumu yenilemek için köy kahvesinin orada bakkal sordum. sağ olsunlar gösterdiler ancak çay ikram etmeden de bırakmadılar. çay içip yarım saat kadar sohbet ettik. daha önce birkaç yabancı kadın bisikletçi geçmiş yine oradan, ilk defa yerli birilerini gördüklerini söylediler. başka konulara da daldık, çiftçi tabi ki dertli, dertlerini dinledim, kendim de dertlerine katıldığımı belirttim. bir süre muhalif bir sohbet yaptıktan sonra amcam ciddileşti "bir dakika ya istanbul'dan böyle garip garip dolaşıyorsun, ne bileyim senin bizi şikayet etmeyeceğini" dedi. bayağı güldüm, rahat olmasını söyledim, vedalaştım ve pedalladım.
amcam bu arada, yolun 20 km kadar kumlu olduğunu, yeni yol yapılacak diye kumu döküp öyle bıraktıklarını söylemişti. haklı da çıktı, 20 km kadar eziyet çektim, hem tırmanıp hep de iğrenç zeminle boğuşmak gayet kötüydü. ortalama hız çok düşük şekilde böyle ilerledim, rezillik çektim. acıkmaya da başladığım için artık mola vermeliydim. pazarköy'ü hedef belledim, çanakkale il sınırına girdiğimizi belli edercesine domates yüklü traktörlerin içinden, salyalarımı zor gizleyerek bir bakkala uğradım, alışverişimi yapıp tostumu yemeye başladım. pazarköy çıkışındaki bir benzinlikte karnımı da doyurdum, tekrar yola koyuldum. ancak verimimin düştüğünü iyiden iyiye hissetmeye başlamıştım. daha yolun yarısına gelmemiştim aslında, ama ben geldim sayıyordum. 45. kilometredeydim, 90. kilometrede, kazdağları zirvesinde hanlar mevkii var. hayalini kurduğum güzel yemek, temiz hava ve dinlenme, en önemlisi yokuşların artık neredeyse bitmesi orada...
kalkım-edremit yoluna varana kadar geçtiğim köylerde hep davet edildim, belki de ingiltere forması giyiyor, garip bir gözlük takıyor oluşumla da yabancı zannedildiğim de oluyordu. çocuklar arkamdan "hello hello" diye koşuşturuyor, her seferinde gülmeme sebep oluyorlardı.
en sonunda kalkım-edremit yoluna, kalabakbaşı'na saparak oradan çıkmak zorunda kaldım, bağlı köyünden çıkan yol taşlıydı. ancak sonraki tercih ettiğim yolun da bir kısmı malesef taşlı çıkınca biraz yıkıldım açıkçası. bir süre düzgün yolun tadını çıkardım, henüz yokuşlar başlamamıştı. ardından bir süre tırmanmayı sürdüreceğim %10 eğimli bezdirici yokuşlar başlıyor...
çam kokusu ve tertemiz hava boğazımı yakıyor resmen. ruhum çekiliyor yorgunluktan, ama manzara her şeye değiyor doğrusu.
her yerde çeşme var, suyum bittikçe dolduruyorum. bir çeşmeye yaklaşıyorum, tek pedalı çıkarıyorum. diğerini çıkarmaya fırsat kalmadan siyah, kafam kadar bir arı (galiba) sol baldırımın arkasına hafiften saldırıyor, onun acısıyla dengem kayboluyor, çıkarmadığım tarafa düşüyorum. bir dizi yere, diğerini de kadroya çarparak bir de diz ağrısını çekmeye başlıyorum. siz siz olun, her duruşunuzda 2 pedalı da çıkarın.
ömrümde daha çok yorulduğum anlar bol bol var, ama gücümün bu kadar tükendiğini neredeyse hiç hatırlamıyorum. son 600-700 m kadar indim artık bisikletten, yürümeye başladım. gerçekten hanlar'ın varlığını sorgulamaya başlamış, çantadaki son tostu da tüketmeye karar vermiştim. yolun kenarında bir şeyleri eleyen bir aileye seslendim, hanlar'ı sordum. "gelmişsin gelmişsin, 150 metre ileride" dediklerinde bana bir güç geldi ki sormayın.

hanlar'a oturdum, çok güzel bir ortamı vardı. 700 küsür rakımda havanın ne kadar serin olduğunu söylememe gerek yok, formamın içinde boğazlı sweat'im vardı...
lokantayı işleten adamın çocuğu sağ olsun çok ilgilendi, önce hazır ne varsa onu getirmesini, ardından da kaşarlı alabalık ve salata getirebileceğini söyledim. babası biraz kötü davranıyordu çocuğa, söylemeden edemeyeceğim. bir şey eksik görünce çocuğa kızacak diye söylemeye çekiniyordum açıkçası.
heyvanlar gibi yiyip kendime geldim.
daha sonra son bir çıkış kaldı az miktarda, onu da aşıp edremit'e kadar inişe geçtim. işte yolun bu kısmını neden yoldan saymadığımı anlamış olabilirsiniz, 700 küsür metreden denize kadar iniş!
ardından altınoluk'a hava neredeyse kararmışken vardım. bekleyen orta okuldan arkdaşımla buluştuk, evine geçtim. 3 gün kadar dinlenmeyi hakettiğimi düşünüyorum.
strava rota için 1700 küsür metre çıkış gösterirken 700 metre kadar fazla çıkmış olmak da canımı biraz yaktı açıkçası.
ÜÇÜNCÜ GÜN
3 günün ardından arkadaşı da yanıma alıp, assos üzerinden geyikli, ardından bozcaada yapmak üzere yola çıktık. orta okuldayken ikimizde de castello vardı, 3 yıldır bisiklet sürmeyen ve çıktığı en uzun yol 10 km olan arkadaşım, o bisikletle 100 km sürecekti.
dediğim gibi, assos civarında baba yokuşlar başlayana kadar aslında iyi gidiyorduk, ancak ondan sonra sıkıntılı bir süreç başladı. yine de bir şey diyemiyorum, o bisikletle o yolları gidebilecek bir insan tanımıyorum.
assos'a kadar çıktıktan sonra, gelmişken kalıntıları da gezelim dedik. tepede, çıktığımız yerin etrafa hakimiyetini görüyorsunuz.
ardından biraz daha tırmanıp, inişli çıkışlı yollara devam ettik. bazı köyler terkedilmiş gibiydi, asılmış birkaç parça çamaşır görmesek insan izi olduğuna dahi inanmayacaktık resmen.
tuzla köyü'nde de, decathlon'da sık sık karşılaştığım bir bisiklet görevlisiyle karşılaştım. bisikleti görünce araçtan inip yanıma gelmiş, gözlüğü çıkarınca tanıdı beni. benim de tanımak için biraz zaman geçirmem gerekti, çünkü gerçekten hırpalanmıştım.
batı, kuzey ve doğu yönlerine ilerledik zaman zaman, ve her seferinde rüzgar karşıdan esti. bozcaada'ya varana kadar canımız çıktı resmen. geyikli'nin biraz güneyinde dalyan'a gelmeden önce hava tamamen karardı, 100 metreye çıkıp orman içinden geçmemiz gerekiyordu. bu sırada istanbul'dan bize katılan arkadaş da dalyan'dan yukarı çıkıp yanımıza geldi. yol bisikleti olduğu için de geri dönerken de bir patlak rezaleti yaşadık.
hepimiz çok yorulmuştuk, geyikli'ye yürüyen cesetler halinde vardık.
29 ağustos'u 30'una bağlayan gece, hafta sonu koyulan ek 24:00 seferiyle adaya geçtik, bozcaada kalesi de günün önemine uygun olarak hazırlanmıştı...
bozcaada'da 3 gün kadar kaldık, o kadar beğendik i geçen hafta bayramda bir daha gittik, 5 gün kaldık bu sefer.
beylik koyuna oturan gemi, çok güzel manzara oluşturuyor, ancak bu bakir koyu biraz mahvediyor gibi. yüklenmiş olduğu soğanlarla beraber 10 aydır orada.
bozcaada sokakları çok güzel, boş boş dolaşmak bile insanı rahatlatıyor.
bu fotoğrafın da önemi benim için çok ayrı. kamp yerinden, gün batımını izlemek için çıkıyordum ki bu güzeller güzeli köpek peşime takıldı. önce pek önemsemedim, ama saptığım her yolda beni takip etti, en sonunda da rüzgar enerji panellerine vardık. 7 km kadar durmadan koştuğu için nefes nefese kalmıştı, 1.5 lt kadar suyum vardı, yarısını içti.
sonra orada gün batımını izlemeye gelenlerden biri elindeki 1 paket kedi mamasını getirdi, önüne koyduk ama yemedi. herhalde kuru mama olduğu için yememiştir diyordum, elime aldım biraz, gelip elimden yemeye başladı. paketin yarısını yedirdim, kalan suyumu da içti bir güzel. gün batımını izlemek bana yalan oldu, ama çok güzel bir arkadaş edindim. yüzümü de yaladı ooh, normalde köpekten de çok korkarım.
gece çadırın önünde uyudu, sonraki gün de vedalaşıp yola koyulduk zaten.
geçen hafta gittiğimizde yine karşılaştık, 2 gün birlikte takıldık yine. sırf bu dünyalar tatlısı köpekle tekrar karşılaşmak için adaya gitmeyi dört gözle bekliyorum.
ÇANAKKALE ŞEHİTLİK TURU
bildiğiniz üzere savaşın 100. yıldönümündeyiz, 10 yıl sonra cepheyi tekrar gezmeyi uygun gördüm. buraya tüm fotoğrafları koymaya kalkarsam 300-400 fotoğraf atmam gerekecek, ondan az miktarda fotoğraf atacağım. iki güne ayırdık turu, ilk gün arıburnu cephesini dolaştık, ikinci gün seddülbahir. 3 gece de eceabat öğretmenevinde kaldık. birkaç yıldızlı otel gibiydi, ağzımız açık kaldı resmen.
fotoğraf kemalyeri'ne ait. Atatürk'ün gözetleme yeridir. fahrettin bey bu mevkiye bu adı vermiş, esat paşa (balkan savaşı'nda yanya müdafaasını gerçekleştiren önemli bir komutandır) da gülümseyerek benimsemiştir bu ismi. burada bir kitabe bulunur ve kitabede şu yazar:
"Benimle Beraber burada muharebe eden askerler kesinle bilmelidirler ki bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur.Uyku,dinlenme aramanın,bu dinlenmeden yalnız bizim değil,bütün milletimizin sonsuza kadar yoksun kalmasına neden olacağından hepinize hatırlatırım".
Mustafa Kemal
261 rakımlı tepe, conkbayırı. Mustafa Kemal'in 9 ağustos ve sonrası anafartalar savaşı sırasında saatine şarapnel gelen noktadır burası. yarımadaya çok hakim, kilit bir noktadadır.
aynı zamanda fevzi çakmak'ın kardeşi de burada şehit düşmüştür.
bu şehitliğin düzenlemesi sırasında kemiklerine ulaşılan binlerce şehidin cenazesi de sembolik bir mezarlığa defnedilmiştir yine burada.
10 yıl önce, lisede öğrenciyken fotoğraf çekildiğim yerde, açı da neredeyse aynıymış, sonradan farkettim bunu, güzel bir tesadüf oldu bana.

Mustafa Kemal'i çanakkale savaşı'ndan soyutlamaya çalışanlar bilsinler ki, conkbayırı zaptedilmeseydi düşman bu hakim tepeye dayanarak çok rahat bir şekilde eceabat'a çıkacak ve seddülbahir cephesideki kuvvetlerimizi kuşatarak boğazı zaptedeceklerdi.
Her unsuru hayatını kaybeden, Mustafa Kemal'in ilk gün kendi inisiyatifiyle conkbayırı'na yönlendirdiği, savaşın seyrini değiştiren 57. Alay şehitliği.
Mehmetçiğe saygı anıtı.
siper savaşları devam ederken, ortada kalmış bir yaralı inlemektedir. ömer çavuş süngüsünün ucuna beyaz bir bez bağlayıp karşı tarafa sallar. sonra siperinden çıkar, yaralıyı kucaklayarak arkadaşlarına teslim eder...
Avustralya genel valisi lord casey (savaşta üsteğmen) askerimizden şöyle bahseder:
“Bölgedeki muharebeler, artık siper çatışmalarına dönüşmüştü. Siperler arası 8- 10 metre mesafe var-yoktu. Karşılıklı yoğun atışlar devam ediyordu. Bu çatışmalardan birinde, bir İngiliz Yüzbaşı, yaralı bir vaziyette iki siper arasında kaldı. Avazı çıktığı kadar bağırıyor, inliyor ve yardım istiyordu. Çıkıp kendisine yardım edemiyorduk. Zira, başını siperden çıkaran kurşunu yiyordu. İngiliz Yüzbaşısının imdat çığlıkları ise içimize işliyordu. Bu sırada akıl almaz bir şey oldu. Türk siperlerinden beyaz bir iç çamaşırı sallandı. Arkasından aslan yapılı bir Türk askeri, silâhsız siperden fırladı. Hepimiz donduk kaldık. Kimse nefes alamıyor, ona bakıyordu. Asker korkusuzca yavaş yavaş yürüdü. Önce İngiliz Yüzbaşıyı teskin etmeye çalıştı, sonra onu okşar gibi kucakladı. Kolunu omzuna attı. Bizim siperlere doğru yürümeye başladı. Y aralıyı usulca yere bıraktı. Geldiği gibi kendi siperlerine yürüdü gitti. O kadar şaşırmıştık ki, teşekkür bile edemedik. Savaş alanında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti, yaptığı işin güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu.”
"Biz Çanakkale yarımadasından Türklerle savaşarak ve binlerce insanımızı kaybederek Kahraman Türk milletine ve onun eşsiz vatan sevgisine duyduğumuz büyük takdir ve hayranlıkla ayrıldık. Bütün Avustralyalılar Mehmetçiği kendi evlatları gibi sever onun mertliği vatan ve insan sevgisi siperlerdeki dayanılmaz heybeti ve cesareti bütün Anzaklıları hayran bırakan yurt sevgisi insanlığın örnek alacağı büyük hasletlerdir. Mehmetçiğe minnet ve saygılarımla”
Lone Pine anzac mezarlığı. çok sayıda yabancı konuğumuz vardı. anı defterinde bize teşekkür edenler de vardı.
şehit orman başmüdürü talat göktepe anıtı. burada çıkan yangının yayılmasını önlemeye çalışırken yanarak can veren bir kahramandır kendisi, unutulmaması gerekir!
anzac koyu. burası tören alanı, çevrede bol miktarda anıt mezar var.
koyda bir de kitabe vardır, Mustafa Kemal'in sözlerini içerir (ingilizcesi):
“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”
daha sonra 1 gün kadar ara verdik, çanakkale'yi dolaştık biraz. açıkçası şehre has yiyecekleri çok aradık ancak balık ve standart döner-kebap tavsiyeleri gibi özgün olmayan şeylerle karşılaşınca bombacı hasan'a uğradık, en azından adı orijinaldi.
sonraki gün de seddülbahir cephesine geçtik.
seyit onbaşı anıtı, namazgah ve mecidiye tabyalarını gezdik kilitbahir civarında. tabyalar eskiye nazaran düzenlenmiş gibiydi.
soğanlıdere şehitliği. kısa süre öce zeytinburnu belediyesi ve olivium burayı yenilemiş. hemen yanda gerçek şehitlikler vardı.
daha sonra şahindere şehitliği de benzer şekilde düzenlenmişti.
behramlı'yı aşıp alçıtepe'ye girince balatadan ses gelmeye başladı, tekeri çıkarıp taktık, ses daha da kötüleşti. abideye varamadan yarbay mehmet şehitliğinde balatayı çıkardık. balata tamamen tükenmiş, 1500 km'de önü tamamen yemişiz, arka bitmeden herhalde 2 kez daha yiyeceğim ön balataları.
yanımda yedek balata olmadığı için, bükülen ve bir kısmı kopan metal kelepçeyi olabildiğine düzelttim, ön frene çok yüklenmeden sürmeye devam ettik.
abideye vardık, insan orada vatan için canlarını feda edenlere minnet duyduğunu hissedince, nefes aldığı sürece onların boşa fedakarlık yapmamış olduğunu farkediyor. son nefesime kadar hepsine minnet borcum devam edecek!
ardından devam ettik, morto koyu ve seddülbahir.
ve ileride ertuğrul tabyası'na vardık. bu mevkide helles anıtı var, ingilizlerin önemli bir anıtıdır.
ertuğrul tabyası'na girdik. giriş 1 lira, çok da bir şey yok, içeriyi temsili olarak düzenlemişler. yalnız, içeride bir ayrıntı var, restorasyon sırasında çıkarılan kalıntılar ve kopmuş bir asker bacağı.
yine bu mevkide yahya çavuş anıtı var. kendisine değinmeden geçemeyeceğim.
“Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuş'tular
Tam üç alayla burada gönülden vuruştular
Düşman tümen sanırdı bu şahane erleri
Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular”
koya çıkarma yapan 3000 civarı ingiliz'i 67 askeriyle on saat mavzer atışlarıyla sahilde durduran Ezineli Yahya Çavuş'la kahraman askerlerinin hatırasını yaşatmak amacıyla Gelibolu Yarımadası'nda yaptırılmıştır. İngiliz Generali Nepier, Yahya Çavuş ve askerlerinin yoğun ateşi karşısında, karşılarında bir tümen bulunduğunu sanmıştı.
2 hafta aldığım izin, işte bu cuma akşamı otobüsle istanbul'a dönmek zorunda bıraktı beni.
otobüs her sarsıldığında "aha bu sefer jantlar gitti" dedim, ancak hiçbir şey olmamıştı. bunun sevinciyle bisikleti aldım bagajdan, ancak ön tekerin mandalının somunu bagajda düşmüş, farkedememişim. eve gidene kadar kadro omuzda, çantalar sırtta, tekerlek elde dolaştım. bir de freni sıktığımdan dolayı pistonlar da sıkıştı üzerine. bayağı iş çıktı.. böyle bitmeseydi iyiydi ama yapacak bir şey yok.
çok fotoğraf oldu, biliyorum. olabildiğince kırpmaya çalıştım. 4 konuya ayrılabilecek turu 1 konuda aktarmaya çalıştım, herkese teşekkür ederim.


