İstanbul-İzmir Turu Günlüğü (3. gün)

aysepr

Üye
Kayıt
1 Haziran 2005
Mesaj
34
Tepki
6
Şehir
İstanbul/ Maltepe
22 Haziran 2005 - 3. gün – Güzelyalı – Gülpınar (Akliman Sahili)
Yine sabah 5’te kalkıyoruz… İstanbul’dan aldığım ekmeği, kalan peynirlerimizle mideye indirirken Bülent’in böreklerinin ne kadar da bereketli olduğuna şaşarak kalanı da afiyetle yiyoruz.
Yasin’in yanında getirdiği kamp tüpü ve mini kap, tur boyunca çok işimize yaradı. Biraz üşüten ve boğazı ağrımaya başlayan Yasin için bu çaylar çok iş gördü, doğrusu. Lapseki’den aldığı antibiyotik de işe yaramış olacak ki birkaç gün içinde toparladı kendini. Sabah içilen sıcak çaylar da hepimize çok iyi geldi.

6:30’a kadar tasımızı tarağımızı toplayıp yola koyuluyoruz. Bugünkü ilk istikametimiz Truva, anayoldan 5 km kadar içeride. Madem ki bu kadar yakınız, neden görmeyelim? Güzelyalı’dan Çanakkale-İzmir asfaltına çıktıktan sonra bir yokuş ve inişin ardından sağa, Halileli köyüne sapıyoruz. Köyü biraz geride bıraktıktan sonra kendimizi vişne ve kayısı ağaçları arasında buluyoruz. Bu yolculuğun en hoşuma giden taraflarından biri dalından meyve yemek oldu. En son çocukluğumda bol bol armut, dut ve erik toplamıştım. Şimdi seneler sonra, istediğim ağacın dibinde durup istediğim kayısıyı dalından koparıp yemek ve üstelik bunun için de kimseden izin almak zorunda kalmamak insana tarifi zor bir mutluluk veriyor. Yıkanmış ya da yıkanmamış, umrumda bile değil :)

FOTO 4: VİŞNE YERKEN


Meyve ağaçları arasındaki toprak yolun sonunda esaslı bir yokuş bekliyor bizi... ha gayret bir tırmanıştan sonra tekrar asfalt yola çıkıyoruz. Truva’ya kadar oldukça keyifli bir yolculuk olacak gibi. Sabah 8’de Truva’ya varıyoruz ama ortalarda bir bekçi ve iki köpekten başka kimseler yok. Yaklaşık bir saat kadar Truva’yı dolaşıp tekrar yola koyuluyoruz. Truva üzerine pek de birşey okuyamadım, ancak Alman arkeologların yoğun çabaları sonucu iyi planlanarak oluşturulan bu açık hava müzesi beni etkiledi. Çıkışta danışmadan bir bröşür almayı ihmal etmiyorum, broşür İngilizce...Yerli turistlerin pek de ilgisini çekmediği için broşürler ya İngilizce ya da Almanca basılıyormuş :) Hollywood’un atına göz diken ama dibindeki asıl Truva’ya gitme zahmetinde bile bulunmayan garip halkıma, bir kez daha şaşıyorum :)

FOTO 5: TRUVA’DAYIZ

Truva’dan çıkıp Çanakkale-Ezine arasındaki şehirlerarası yola çok kısa bir süre girdikten sonra, Taştepe üzerinden sağa dönerek Geyikli istikametine doğru ilerliyoruz. "Geyikli" üzerine yolda geyik yapmak istesem de bir türlü kıvamı tutturamıyorum ve sonunda bu "Geyikli" muhabbettinden vazgeçiyorum :D Köylere girişlerde ya da çıkışlarda mutlaka yokuş oluyor, öte yandan ne zaman köye geldik ve ne zaman ayrıldık diye kendine sormadan edemiyorsun. Geyikli’ye de minik bir yokuşun sonunda varıyoruz. Burası, kendi halinde sevimli bir köy… Bizi ilk karşılayan, köy çeşmesi ve hemen dibindeki kocaman kayısı ağacı oldu. Tabii bir de çeşmenin karşısına kurulmuş kocaman köy kahvesinde oturan yaşlı amcaların bakışları. Yol boyunca köylülerin, tarlada çapa yapanların ya da köy çocuklarının “hello, hella, holo” türü seslenişleri, bizimse “merhaba” deyişlerimiz kafalarını yeteri kadar karıştırıyordur sanırım.

Çeşme başındaki kısa molamızdan sonra yola devam ediyoruz ta ki yol birden bitip kendimizi, deniz kenarında, Bozcaada’ya giden feribotların kalktığı iskelede buluncaya kadar. Geyikli’den Babadereye’ye doğru gideceğimize yanlış yola sapmışız. Üstelik rüzgara karşı yol alarak. Kısmette bu minik iskeleye de uğramak varmış deyip öğle molamızı burada vermeye karar veriyoruz. Saat 11:30 ve sabahtan beri 54.7 km’yi ortalama 19 km hızla gelmişiz.

Yasin ve Bülent, garsonun “bomba” dediği yumurta kızartmalı, mayonezli ve ketçaplı sandviçi tercih ediyor. Ben yine köfte yiyiyorum. Yemekten sonra Bülent kendini denize atıyor, Yasin gölge bir yere matını yayarak "kestiriyor". Bense masanın başında uyuyakalmışım.

FOTO 6a ve 6b: YASİN VE BEN UYUYORUZ..

Saat 2 gibi toparlanıp yola koyuluyoruz. 3 km kadar, mıcırı yeni dökülmüş bir yolda debelendikten sonra sitelerin arasına giriyoruz. Yol boyu kayısı ağaçlarından yine gözümüzü alamıyoruz :). Bir süre sonra yol dikleşiyor, hatta daha da dikleşiyor. Tam ne zaman bitecek diye düşünürken toprak bir araziye girdik üstelik hala yokuş çıkıyoruz. Hiç şikayetçi değilim hatta müthiş bir keyif alıyorum zira off-road gidiyorum, hem de harika bir yokuş tırmanıyorum. Ve nihayet inişe başladığımızda frenlerin pek de işe yaramadığını hissediyorum. "Aman bu kadar yükle düşürsem paramparça olurum" diye aklımdan geçirirken frenlere basıyorum ama altımdaki meret gitmek istiyor, fren falan dinlemiyor. Sonunda ben de ona uyarak soluğu bir kaplıcanın önünde alıyorum. Hemen arkamdan gelen Yasin'in ilk cümesi “Ya, o nasıl bir inişti, muhteşem bir yoldu” oluyor. Bülent de yolda göründükten sonra “şu kaplıca da neyin nesi” diyerek bahçesine doğru ilerliyoruz. Kestanbol Kaplıcaları, Ezine’ye 20, Çanakkale’ye 65 km uzaklıkta hiç de tahmin edemeyeceğiniz bir alana kurulmuş şifalı sularıyla ünlü bir kaplıca. Broşürden edindiğimiz bilgiye göre tırmandığımız ve daha sonra hızlıca indiğimiz bölge, M.Ö 310 yıllarında Büyük İskender’in komutanı Antigon tarafından kurulmuş. Yol boyu birkaç harabe dikkatimi çekmişti. Belki daha da fazlasını görecektim, şayet kara kızıma -bisikletim- söz geçirebilseydim. Şifalı sularına pek de aldırmadan yukarı çıkıp sodalarımızı içiyoruz.

Kaplıcalar’dan ayrıldıktan sonra uzunca süre pedallıyoruz. Yollar oldukça sakin; arabasız, kornasız. Ne kadar da keyifli... Artık meyve ağaçları azalmaya, zeytinlikler çoğalmaya başladı. Gülpınar’a varmadan önce iyice acıktığımı ve yorulduğumu hissediyorum ve dayanamayıp duruyorum. Hepimiz yorulmuş ve biraz da acıkmışız. Yol kenarındaki tarladan domates toplayıp ekmeğin son dilimlerini de yedikten sonra gölgesinde dinlendiğimiz armutun meyvelerine uzanıyoruz. Bu arada yola bıraktığım bisikletim az kalsın bir minibüsün altında kalıyordu. Bu konu oldukça önemli çünkü, bir anlık dalgınlıkla bisikleti nereye bıraktığına pek de dikkat etmiyorsun, bir de etrafına bakındığında araç da göremeyince sanıyorsun ki o yoldan hiç taşıt geçmiyor... Aracın sahibi epey sinirlenmiş olmalı ki uzun bir korna çalarak dibimizden geçtikten sonra duruyor, “acaba bizi dövmeye mi hazırlanıyor” diye düşünmeye başlıyorum ki gaza basip devam ediyor. Babadere'ye doğru yola koyuluyoruz. Köyün şu “baba” deresi de neredeymiş diye düşünürken, çıkışta oldukça derin bir dere yatağının üstünden geçiyoruz ama içinde su yok :).

Şimdi beyazla örtülü tarlaların yanından ve garip kayaların üstünüze çökecekmiş gibi durduğu yollardan geçiyoruz. "Tuz Gölü’ne mi geldik" hissine kapıldığım bu yerin adı Tuzla. Halkı tuz satışıyla geçiniyor sanırım.

Çok merak ettiğim Gülpınar köyünün girişinde, Arnavut kaldırımdan yapılan esaslı bir yokuşun bizi beklediğini tahmin dahi edemezdim. Köye girerken bir yokuş daha, hem de ne yokuş... Bülent, daha önce buraya uğramış. Biz uygun kıyafetleri üstümüze geçirirken o da bir önceki turunda uğradığı lokantayı bulmaya gidiyor. Lokantanın adı: Ümit Restaurant. Sahibi sevimli mi sevimli bir abi. Yemeği çok az kalmış ama "size çıkar" deyince köfte, patatesli kuru fasulye, patlıcan yemeği ve kızartmadan oluşan akşam yemeğini mideye indiriyoruz. Yemek sonrası sohbette “Bu köyde buraya kim gelir” diye sorunca öğreniyorum ki yöre halk içmeyi çok severmiş, restoran da sabahlara kadar açıkmış genelde. Zaten lokantaya ilk girdiğinizde sizi şarap şişeleri karşılıyor…

Bugün 99.38 km gelmişiz ama 26 km daha ilerleyip molayı Assos’ta vermek istiyoruz. Ümit Abi, planımızı duyunca "Hiç kendinizi yormayın, bu saatten sonra o yokuşlar çıkılmaz" diyerek bize yakınlarda bir yer öneriyor: Akliman. Gülpınar’dan çıktıktan 2 km sonra sağa ve biraz ilerde de yol kenarındaki çeşmeden sola dönüyorsunuz. Dar bir patikadan indikten sonra sahil karşınızda. Toplam mesafe 3 km kadar. Denizi güzel... girmeye karar veriyoruz, üstelik duş imkanı da var. Bu ne şans, son derece lüks bir tur yapıyoruz :). Denizden ve duştan sonra çaylarımızı içip, üstüne jandarmaların verdiği domates, salatalık, biber ve ekmeği de bir güzel yiyoruz. Yasin, buraya ilk vardığımızda bölgede görev yapan jandarmalarla konuşmuştu. İçlerinde biri “Madem ki bu kadar geldiniz, Babakale’yi de görün. Türkiye’nin en batı ucudur” diye ısrar edince, ertesi günkü ilk durağımız belli oluyor. Türkiye’nin en güzel kıyılarından birinde görev yapan bu jandarmaları kıskanmamak elde mi?

Güneşin batışını seyrederken bir yandan da notlarımı toparlamak müthiş bir keyif veriyor. Şimdiye kadar geçirdiğim en güzel gün... Ben dışarıda yatmaya karar veriyorum. Her ne kadar üşüsem ve gecenin bir yarısı çok gürültü yapan kocaman bir böcek tarafından rahatsız edilsem de harika bir uyku çekiyorum :).

3.günün sonu:
Toplam km: 102.38
Ortalama hız. 18.7
 
Scudo

Milbert Hofen

Forum Bağımlısı
Kayıt
14 Eylül 2013
Mesaj
847
Tepki
1.623
Şehir
Münih
Bisiklet
Canyon
Hocam efsanesin. Üyeliğimi kapatıp dergahına geliyorum.
 

hakan çelik

Forum Demirbaşı
Kayıt
3 Ağustos 2009
Mesaj
523
Tepki
266
Şehir
Çanakkale
İsim
Hakan ÇELİK
@Soner Közen
hahahahahaha : )))