five
Part time turcu
- Kayıt
- 29 Temmuz 2005
- Mesaj
- 1.452
- Tepki
- 3.954
- Yaş
- 52
- Şehir
- İstanbul-Bostancı
- Başlangıç
- 1995—96
- Bisiklet
- Diğer
- Bisiklet türü
- Şehir - Tur
27/09/2013 – 13. Gün Atina-Pire-Midilli-Ayvalık-İstanbul
Sabah kahvaltı sonrası, odayı boşalttıktan sonra otelden izin alıp eşyaları emanete bıraktık. Bisikletler zaten kapalı otoparkta kilitliydi. Biz de akşam 20:00’da hareket edecek feribota kadar bütün günü gezmeye ayırmıştık. Ne de olsa bu turda görmeyi planladığımız yerlerden birine, Akropol’e gidecektik. Zamanımız olduğu ölçüde, Akropol’ün dışında başka yerleri de görmeye çalışacaktık. Akropol’ün girişinden aldığımız bilet 5 farklı yere (Akropol dahil) girilmesine olanak sağlıyordu. İlk ve en önemlisinden başladık. Akropol’ün üzerine konuşlandığı tepenin yamacından yukarı doğru çıkarken gördüğümüz turistlerin kalabalığı bizi şaşkınlığa uğrattı. Türkiye’de Ayasofya’nın girişi dahil bu kadar kalabalık olan bir yer yoktu turistik nitelikte. Kalabalığa uyarak yukarı çıktık. Önce Dionisos Tiyatrosu’nu, sonra da daha yukarıdaki Parthenon’u gezip Atina manzarasını izledik. Daha sonra aşağıya inip diğer mekanları ve yeni düzenlenmiş bir müzeyi ziyaret ettik. Gezdiğimiz yerler arasında önemi ile bizi etkileyen yerlerden biri de 1894’te ilk Olimpiyat’ın düzenlendiği Panatletik Stadyum’du. Stadyum çok sade görünse de özellikle içeri giren koridorların ulaştığı alanda sergilenen olimpiyat meşaleleri bizi oldukça şaşırttı. Eski ve yeni, yaz ve kış, bir çok olimpiyatın meşalesi (veya kullanılan meşalelerinden biri) burada sergileniyordu.
Bir şeyler yiyip otele döndükten sonra, çantaları ve bisikletleri hazırladık. Merkezden geçerek Pire Limanı’na doğru hareketlendik. Yaklaşık 18 Km. yolumuz vardı. Merkezden ayrılmadan Uğur, annesine almak istediği Yunan Kahvesi için bir kahve dükkanına girdi. Ben de bisikletlerin başında beklemeye başladım. (Buraya kadar birçok yerde kahve konusunda Uğur’a “Bizim kahvemiz var niye buradan götürmek istiyorsun ?” diye takılıyordum. Bu arada ben kahve içmiyorum. ) Bekleme zamanı oldukça uzayınca da meraklandım. Ama telefonla ulaşamıyordum kendisine. Bir yandan da saati kontrol ediyordum. Uğur gelince neden bu kadar geciktiğini sordum. Kahveci Türkiye’ye gideceğini duyunca sıfırdan kahve hazırlamış. Onlar da bu esnada muhabbeti koyulaştırmışlar. Ve finalde kahveci bombayı patlatmış. “Sizin zaten çok güzel bir kahveniz var. Niye buradan götürüyorsun ?”
Yoğun trafik altında Pire’ye vardık ve 2 Numaralı rıhtımı aramaya başladık. Bizim feribotumuz buradan kalkacaktı. Rıhtımlar 20’ye kadar numaralandırıldığı için büyüklüğü siz hesap edin. Pire’den o kadar çok feribot kalkıyordu ki farklı yerlere çok normaldi bu kadar rıhtımın olması. Kıbrıs ayrı, Girit ayrı, Sakız-Midilli ayrı, yakın adalar ayrı, uzak adalar ayrı… Bisikletleri feribotun fazla erişilmeyecek bir yerine bağlayıp yukarı çıktık. Çantalardan yanımıza sadece mont görevi görecek kıyafetlerimiz almıştık.
Merdivenlerden yukarı çıkıp asansöre bindik. Çıktığımız yer sanırım altıncı kattı. İnsanların telaşından ve hızlı hareket etmelerinden bir şeyler anlamalıydık ama anlayamadık. Hızlıca bir yer bulmak gerekiyormuş. En önemli gereksinim için : Uyku ! Çünkü Midilli’ye kadar yol 12 saat sürecekti. Akşam saat 20:00’de kalkan gemi sabah 08:00’e kadar yol alacaktı. Ve kamara veya koltuk bileti almamış (bizim gibi) tüm yolcular konforlu bir uyku için uygun yerleri -tam tabiriyle- “kapmaya” çalışıyorlardı. Biz bu raconu bilmediğimiz için “oturacak” bir yer aradık ve kafeteryanın içinde önünde masa bulunan koltuklara oturduk. Fark ettik ki insanlar ayaklarını uzatmak için diğer sandalyeleri de tutuyorlardı. Biz de benzer şekilde, geceyi en az külfetle geçirebilmek için vaziyet aldık. Pencereden dışarısını görebiliyorduk. Rıhtımdan tırlar sıraya girmişti. Bir tır geminin arka kısmındaki geniş kapıdan içeri giriyor, içeride dorsesini bırakıyor ve sadece çekici dışarı çıkıyordu. Buna karşılık Sakız ve Midilli’ye yanaştığımızda da dorseleri almaya gelen çekicileri görecektik rıhtımda dizi dizi...
Gemi kalkana kadar bekledik herkes kendine bir yer bulsun diye. Sonra biz dolaşmaya çıkınca kaparlar falan… Bir de bütün geceyi ayakta geçirmeyelim. Gemideki keşif turuna da birlikte çıkamadık Uğur’la. Önce o sonra ben... Bu büyüklükte bir gemiye daha önce binmediğim için merak içinde gezdim içini. Toplam 8-9 katlı bir gemiydi. Bazı katlar sadece kabinlere ayrılmıştı. O kısımlara biletiniz yoksa giremiyordunuz. Ayrıca pulman koltuk şeklinde koltuklardan oluşan bir bölüm, güvertede açıkta olan koltukların olduğu bölümler de vardı. Açık olan bölümlerin rüzgar almayan kuytu kısımlarında uyku tulumunu sermiş insanlar gördüm. Yataklar hazırdı yani. Geminin diğer bölümlerinde oyun alanları, market, freeshop alışverişi yapabileceğiniz mağazalar vardı. Gemide internet bağlantısı vardı ama ücretliydi. Oldukça da talep olduğunu bankodaki kuyruktan anladım. Millet geceyi geçirmek için oyalanacak bir şeyler arıyordu. Bir süre geminin Pire limanından ve Yunanistan ana karasından ayrılışını izledik. Güneş gidip hava kararınca daha önce güzel manzaralar sunan pencerede, dışarının karanlığından dolayı, içerinin yansıması görünüyordu. Kafeteryanın televizyonlarında Türk dizileri (“Ezel” dizisini hatırlıyorum) yayınlanıyordu.
Saat 00:00’dan itibaren ortalık sessizleşmeye, insanlar buldukları yerlerde uyumaya başladı. Biz de kah masanın üzerine kafayı koyarak kah koltuklar arası uzanarak yarım yamalak uyumaya başladık. Bir yandan da çantamıza, cüzdanımıza sahip olmaya çalışarak... Saat 04:00 sıralarında Sakız adasına yanaştı gemi. Rıhtımda ciddi bir yoğunluk vardı. Yolcuları karşılamaya gelenler, gemiden yük alacak arabalar, hangardaki dorseleri alacak çekiciler sıra olmuşlardı. Kısa sürede yolcuların büyük bir bölümü indi. Yanaşmadan önce hareketlenen kafeteryayı büyük bir sessizlik kapladı. Karanlık gecede Çeşmenin ışıklarını görmem ilginç bir merak duygusu oluşturdu bende. Türkiye karşıda, çok yakındaydı ama varmak için daha saatler vardı önümüzde. Acaba Sakız’da inip İzmir’den mi dönsek demiştik turdan önce ama saati görünce iyi ki böyle planlamamışız dedim. Güneş yavaş yavaş kendini göstermeye başladı doğudan. Ben de arada bir güverteye çıkarak takip ettim sahillerimizi. Sabah 08:30 civarında vardık Midilli’ye. Aslında biz adaya Midilli diyoruz ama o vardığımız limanın adı : “Mitilini”. Adanın adı ise “Lesvos”. Eşyaları toparlayıp hızlıca aşağıya indik bisikletleri hazırlamak için. Limanda bekleyen diğer feribot ise Ayvalık’a hareket edecek olandı. Hareket saati 09:00’du.
Feribotta atıştırmak için limanın yakınlarından bir şeyler aldıktan sonra bileti alıp pasaport kontrolünden geçtik. Feribota yerleştik ve kahvaltı yaptık. Hareket ettikten sonra Midilli’den uzaklaşmasını seyrettik feribotumuzun. Ve bizi buraya getiren daha büyük gemiden… Artık önümüzde Ayvalık vardı. Sahillerdeki evleri ve otelleri seyrede seyrede Ayvalık Limanı’na vardık. Pasaport kontrolünden sonra otogarı sorduk. Hemen karşıda olduğunu söylediler. Otogarda İstanbul otobüslerine bakınırken 11:00’de kalkacak bir otobüs olduğunu öğrendik. Fazla sorun çıkmadan bisikletlerimiz yükledik ve İstanbul’a doğru dönüşe geçtik. Akşam 20:00’de Dudullu’daki terminalde Uğur’la vedalaşıp indim. Bisikletimi hazırladım ve Bostancı’ya doğru pedal basmaya başladım. Yol çok kalabalıktı ve klasik bir Cuma akşamı trafiği vardı. Sağıma soluma dikkat ede ede eve doğru yol aldım. Gidişimiz 12 gün sürmüştü, dönmemiz ise tam 24 saat.
Bu maceranın (da) sonu.
Akropol’e çıkarken Dionisos Tiyatrosu
http://s5.postimg.org/ezcsos38n/IMG_0763_600x800.jpg
VİP tribünler
http://s5.postimg.org/eu91f3vxj/IMG_0764_600x800.jpg
http://s5.postimg.org/55vlbz147/IMG_0765_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/4zmhmmhd3/IMG_0769_800x600.jpg
Çıkarken yol tenha
http://s5.postimg.org/4ru9cdh0n/IMG_0772_800x600.jpg
Dionisos Tiyatrosuna yukarıdan bakış
http://s5.postimg.org/7sb3swsbr/IMG_0773_800x600.jpg
Şu an aktif olarak kullanılan başka bir tiyatro (Bizdeki Efes veya Aspendos gibi)
http://s5.postimg.org/x0v0jtzdz/20130926_105506_800x600.jpg
Girişteki mahşeri kalabalık
http://s5.postimg.org/5wobhr3hj/IMG_0780_800x600.jpg
Köpek hiç istifini bozmadı o kalabalıkta
http://s5.postimg.org/ljfkv4h9j/IMG_0783_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/tmick6r8n/IMG_0787_800x600.jpg
Akropol’deki Parthenon (Athena’ya adanmış tapınak)
http://s5.postimg.org/eq9pid36v/20130926_110827_800x600.jpg
Parthenon’da restorasyon sürüyor
http://s5.postimg.org/8es3iucmf/IMG_1135_800x600.jpg
Atina’nın en yüksek noktalarından birinde olduğumuz için manzara muhteşem
http://s5.postimg.org/vzurupief/20130926_111205_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/go8kazvqf/IMG_1138_800x600.jpg
Akropol’den kareler
http://s5.postimg.org/a6xgwulbb/20130926_114132_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/ezhe2ismf/IMG_0798_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/jk3khgcbr/IMG_0800_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/4x2lzsdpj/IMG_0802_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/cxgwo9unb/IMG_0804_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/r2mpq33on/IMG_0811_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/w541kvcyv/IMG_0812_800x600.jpg
Akropol’den inip aşağıları geziyoruz.
http://s5.postimg.org/ntcvxd4yv/IMG_0815_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/j66tvlhlz/IMG_0817_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/cr37l6lif/IMG_0825_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/x8o5wtxlz/IMG_0826_600x800.jpg
http://s5.postimg.org/54uua1e1z/IMG_0832_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/cv1mf6gdj/IMG_0835_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/5y7g2nk2v/IMG_0839_600x800.jpg
http://s5.postimg.org/71rkem4pz/IMG_0840_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/5wxi98i93/IMG_0842_800x600.jpg
Tarihteki ilk olimpiyat oyunları 1896’da bu stadyumda yapılmış. Start almadan olmazdı tabi
http://s5.postimg.org/f0vx9ojtz/IMG_0843_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/jx45f49d3/IMG_0846_800x600.jpg
Olimpiyat Stadyumu’nun VİP misafirleri
http://s5.postimg.org/h805xlp47/IMG_0850_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/789uvg38n/IMG_0852_800x600.jpg
Panathletic Stadyum’un genel görünüşü
http://s5.postimg.org/f2aggub1j/IMG_0853_800x600.jpg
Olimpiyat meşalelelrini yakından görmek çok hoş oldu. Buradakiler kış olimpiyatlarına ait meşalelerden bazıları : 1998 Calgary, 2006 Torino, 2010 Vancouver
http://s5.postimg.org/u5wmkxxev/IMG_0858_800x600.jpg
2008 Pekin Olimpiyatları
http://s5.postimg.org/7fswe7otj/IMG_0859_600x800.jpg
2012 londra Olimpiyatları
http://s5.postimg.org/405diegyv/IMG_0860_600x800.jpg
İşte bu zorlu turun sonunda hak ettiğimiz poz
http://s5.postimg.org/8tp4n9dgn/IMG_0864_800x600.jpg
Bu da benim tek başına pozum.
http://s5.postimg.org/w5d8ccrqf/IMG_0868_800x600.jpg
Güneş Türkiye’den doğuyor Sakız’dan Midilli’ye giderken.
http://s5.postimg.org/fy6xwakpz/IMG_0869_800x600.jpg
Midilli’den Ayvalık’a feribotta…
http://s5.postimg.org/lo60iy1d3/IMG_1151_800x600.jpg
Buradan itibaren turla ilgili notlarımızı yazabiliriz artık. Önce Uğur'un notları ile başlayalım :
Yunanistan’da eski yolları tercih etmek lazım. Bu yollar tarihi alanlara çok daha yakından geçiyor. Ayrıca doğa manzarası buralarda daha keskin, doğayla daha iç içe. Otobanları tercih etmemek lazım. Dümdüz ovalarda uzanan bu yollar bizim Tem gibi zaten, hiç zevk vermiyor. Kuzey bölgeler daha ormanlık ve daha dağlık alanlara sahip. Mavi yeşil tutkunları için tercih edilebilir. Orta kısmı sahil şeridini saran dağların arasında kalmış dümdüz bir ova, pek sevimsiz. Güneye doğru dağlar daha da devasa olarak yükseliyor. Ormanlar da kreması. Bazı noktalarda inanılmaz manzaralar mevcut. Yüzlerce metre uçurum önünde kilometrelerce alanı kaplayan düzlükler ve hemen arkasında heybetli dağlar, rota boyunca karşınıza çıkıyor. Gidilmesi gereken yerler arasında Olimpos Dağı ve Meteora olmalı. Yemek konusunda bizden daha çeşitli değiller. En rahat ve sık bulunan yemek Chiros dedikleri tavuk dürüm. Aç iken çok lezzetli geliyor orası kesin lokantalarda porsiyonlar oldukça büyük. Aç gözlülük yapıp her yemekten söylemeye gerek yok, yazık çöpe gidiyor. Su her yerde var. Hiç sıkıntı çekmedik. Lokantalarda ücretsiz çeşmeler mevcut. Gündüz veya akşam, herkesin elinde hep bir kahve. Sandığımızın aksine herkes frappe içmiyor ama. Akşamları çakırkeyif bir huzur için Uzo ve Metaxa’yı denemenizi tavsiye ederim.
Bu insanlar nasıl bir krizde anlaması zor. Çok az çalışıyorlar buna rağmen geceleri hep hareketli, meydanlar ve kafeler insan dolu. Asla istanbul’la karşılaştıramıyorum çünkü istanbul’un nüfusu zaten Yunanistanınki kadar fakat gittiğimiz en ufak şehirde bile cafelerle dolu küçücük bir Mis sokağı mevcut. Şehirlerin cıvıl cıvıl görünmesinin sebebi, küçük oldukları için cafeler ve eğlence mekanları belli bölgelerde yoğun ve ulaşım çok kolay, ve biz de hep oralardaydık Atina ve Selanik favorim oldu. Şehirler çok eski gözüküyor. Ama hep bir düzen var. Yollar dar da olsa, sistem tek yön trafik üstüne kurulmuş. Damar sistemimiz gibi tek yönlü hep akan bir trafik var. Sürücüler oldukça saygılı. Gitmeden önce moral bozucu yazılar okumuştuk. Ya şansımız yaverdi ya da gerçek buydu, bisikletlilere karşı oldukça sabırlı ve dikkatlilerdi. Iki hafta boyunca sadece üç kere korna sesi duydum. Bir keresinde dar bir sokakta arkamızda araç kuyruğu oluştuğu halde tek bir ses duyulmadı. Yolda başınıza birşey gelirse, eminim Türkiye plakalı TIR koşturan amcalarımız hemen yardım edecektir. Bizimle sohbet etmeye dünden razılar.
İnsanlar çok sıcak ve biz Türk’leri seviyorlar, kuşkusuz. Gençler de bizim gibi kozmopolitan zaten. Ingilizce konuşmayan yok, herşeyden haberleri var. Yaşını başını almış bazı amca ve teyzelerden ingilizce konuşmasını beklemeyin. Ama bu durumda bile vücut dilinin çözemeyeceği sorun yok. Tanıştığımız insanların neredeyse tamamı, bir şekilde Türkiye ile bağlantı halinde. “Daha önce ziyarete geldim”ler, “yakında geleceğim”ler,” ailem şu anda İstanbulda”lar, “her ay gelirim”ler, “Bodrum’da çalıştım”lar, “Bir zamanlar İzmir’de sevgilim vardı”lar… bir ayakları hep Türkiye’de… Ayrıca çılgınlar gibi Türk dizilerini seyredip seyredip ağlıyorlarmış. Yunan kahvesi de aslında Türk kahvesinden pek farklı değil. Dönerken Atina’dan 1 kg almıştım. Satıcı arkadaşla yarım saat sohbet ettim. “Bu kadar mı ünlü bizim kahvemiz” diye şaşırdı. Aslında herşeyiyle aynıydı… Hala o yunan kahvesini içer, o tatili hatırlarım. Maşallah pek bereketliymiş. Yolda bizim gibi bir çok bisikletli çiftle karşılaştık. Alman, İtalyan, İsveç, Yunan … aynı donanımlar aynı eşyalar. Bizim gibilerdi, bizden birileriydi. Türkiye’de kervan geçmez bir yolda, başka bir bisikletliyle karşılaştığınızda kardeşinizi görmüş gibi olursunuz ya, işte ırk, dil, renk farketmiyor. Her bisikletli bizim kardeşimiz gibi.
Unutulmaz bir anım oldu. Sanki bütün Yunanistan’I yutmuşum gibi geliyor. Orası da benim memleket oldu. Yine giderim, sonra yine giderim.
Sabah kahvaltı sonrası, odayı boşalttıktan sonra otelden izin alıp eşyaları emanete bıraktık. Bisikletler zaten kapalı otoparkta kilitliydi. Biz de akşam 20:00’da hareket edecek feribota kadar bütün günü gezmeye ayırmıştık. Ne de olsa bu turda görmeyi planladığımız yerlerden birine, Akropol’e gidecektik. Zamanımız olduğu ölçüde, Akropol’ün dışında başka yerleri de görmeye çalışacaktık. Akropol’ün girişinden aldığımız bilet 5 farklı yere (Akropol dahil) girilmesine olanak sağlıyordu. İlk ve en önemlisinden başladık. Akropol’ün üzerine konuşlandığı tepenin yamacından yukarı doğru çıkarken gördüğümüz turistlerin kalabalığı bizi şaşkınlığa uğrattı. Türkiye’de Ayasofya’nın girişi dahil bu kadar kalabalık olan bir yer yoktu turistik nitelikte. Kalabalığa uyarak yukarı çıktık. Önce Dionisos Tiyatrosu’nu, sonra da daha yukarıdaki Parthenon’u gezip Atina manzarasını izledik. Daha sonra aşağıya inip diğer mekanları ve yeni düzenlenmiş bir müzeyi ziyaret ettik. Gezdiğimiz yerler arasında önemi ile bizi etkileyen yerlerden biri de 1894’te ilk Olimpiyat’ın düzenlendiği Panatletik Stadyum’du. Stadyum çok sade görünse de özellikle içeri giren koridorların ulaştığı alanda sergilenen olimpiyat meşaleleri bizi oldukça şaşırttı. Eski ve yeni, yaz ve kış, bir çok olimpiyatın meşalesi (veya kullanılan meşalelerinden biri) burada sergileniyordu.
Bir şeyler yiyip otele döndükten sonra, çantaları ve bisikletleri hazırladık. Merkezden geçerek Pire Limanı’na doğru hareketlendik. Yaklaşık 18 Km. yolumuz vardı. Merkezden ayrılmadan Uğur, annesine almak istediği Yunan Kahvesi için bir kahve dükkanına girdi. Ben de bisikletlerin başında beklemeye başladım. (Buraya kadar birçok yerde kahve konusunda Uğur’a “Bizim kahvemiz var niye buradan götürmek istiyorsun ?” diye takılıyordum. Bu arada ben kahve içmiyorum. ) Bekleme zamanı oldukça uzayınca da meraklandım. Ama telefonla ulaşamıyordum kendisine. Bir yandan da saati kontrol ediyordum. Uğur gelince neden bu kadar geciktiğini sordum. Kahveci Türkiye’ye gideceğini duyunca sıfırdan kahve hazırlamış. Onlar da bu esnada muhabbeti koyulaştırmışlar. Ve finalde kahveci bombayı patlatmış. “Sizin zaten çok güzel bir kahveniz var. Niye buradan götürüyorsun ?”
Yoğun trafik altında Pire’ye vardık ve 2 Numaralı rıhtımı aramaya başladık. Bizim feribotumuz buradan kalkacaktı. Rıhtımlar 20’ye kadar numaralandırıldığı için büyüklüğü siz hesap edin. Pire’den o kadar çok feribot kalkıyordu ki farklı yerlere çok normaldi bu kadar rıhtımın olması. Kıbrıs ayrı, Girit ayrı, Sakız-Midilli ayrı, yakın adalar ayrı, uzak adalar ayrı… Bisikletleri feribotun fazla erişilmeyecek bir yerine bağlayıp yukarı çıktık. Çantalardan yanımıza sadece mont görevi görecek kıyafetlerimiz almıştık.
Merdivenlerden yukarı çıkıp asansöre bindik. Çıktığımız yer sanırım altıncı kattı. İnsanların telaşından ve hızlı hareket etmelerinden bir şeyler anlamalıydık ama anlayamadık. Hızlıca bir yer bulmak gerekiyormuş. En önemli gereksinim için : Uyku ! Çünkü Midilli’ye kadar yol 12 saat sürecekti. Akşam saat 20:00’de kalkan gemi sabah 08:00’e kadar yol alacaktı. Ve kamara veya koltuk bileti almamış (bizim gibi) tüm yolcular konforlu bir uyku için uygun yerleri -tam tabiriyle- “kapmaya” çalışıyorlardı. Biz bu raconu bilmediğimiz için “oturacak” bir yer aradık ve kafeteryanın içinde önünde masa bulunan koltuklara oturduk. Fark ettik ki insanlar ayaklarını uzatmak için diğer sandalyeleri de tutuyorlardı. Biz de benzer şekilde, geceyi en az külfetle geçirebilmek için vaziyet aldık. Pencereden dışarısını görebiliyorduk. Rıhtımdan tırlar sıraya girmişti. Bir tır geminin arka kısmındaki geniş kapıdan içeri giriyor, içeride dorsesini bırakıyor ve sadece çekici dışarı çıkıyordu. Buna karşılık Sakız ve Midilli’ye yanaştığımızda da dorseleri almaya gelen çekicileri görecektik rıhtımda dizi dizi...
Gemi kalkana kadar bekledik herkes kendine bir yer bulsun diye. Sonra biz dolaşmaya çıkınca kaparlar falan… Bir de bütün geceyi ayakta geçirmeyelim. Gemideki keşif turuna da birlikte çıkamadık Uğur’la. Önce o sonra ben... Bu büyüklükte bir gemiye daha önce binmediğim için merak içinde gezdim içini. Toplam 8-9 katlı bir gemiydi. Bazı katlar sadece kabinlere ayrılmıştı. O kısımlara biletiniz yoksa giremiyordunuz. Ayrıca pulman koltuk şeklinde koltuklardan oluşan bir bölüm, güvertede açıkta olan koltukların olduğu bölümler de vardı. Açık olan bölümlerin rüzgar almayan kuytu kısımlarında uyku tulumunu sermiş insanlar gördüm. Yataklar hazırdı yani. Geminin diğer bölümlerinde oyun alanları, market, freeshop alışverişi yapabileceğiniz mağazalar vardı. Gemide internet bağlantısı vardı ama ücretliydi. Oldukça da talep olduğunu bankodaki kuyruktan anladım. Millet geceyi geçirmek için oyalanacak bir şeyler arıyordu. Bir süre geminin Pire limanından ve Yunanistan ana karasından ayrılışını izledik. Güneş gidip hava kararınca daha önce güzel manzaralar sunan pencerede, dışarının karanlığından dolayı, içerinin yansıması görünüyordu. Kafeteryanın televizyonlarında Türk dizileri (“Ezel” dizisini hatırlıyorum) yayınlanıyordu.
Saat 00:00’dan itibaren ortalık sessizleşmeye, insanlar buldukları yerlerde uyumaya başladı. Biz de kah masanın üzerine kafayı koyarak kah koltuklar arası uzanarak yarım yamalak uyumaya başladık. Bir yandan da çantamıza, cüzdanımıza sahip olmaya çalışarak... Saat 04:00 sıralarında Sakız adasına yanaştı gemi. Rıhtımda ciddi bir yoğunluk vardı. Yolcuları karşılamaya gelenler, gemiden yük alacak arabalar, hangardaki dorseleri alacak çekiciler sıra olmuşlardı. Kısa sürede yolcuların büyük bir bölümü indi. Yanaşmadan önce hareketlenen kafeteryayı büyük bir sessizlik kapladı. Karanlık gecede Çeşmenin ışıklarını görmem ilginç bir merak duygusu oluşturdu bende. Türkiye karşıda, çok yakındaydı ama varmak için daha saatler vardı önümüzde. Acaba Sakız’da inip İzmir’den mi dönsek demiştik turdan önce ama saati görünce iyi ki böyle planlamamışız dedim. Güneş yavaş yavaş kendini göstermeye başladı doğudan. Ben de arada bir güverteye çıkarak takip ettim sahillerimizi. Sabah 08:30 civarında vardık Midilli’ye. Aslında biz adaya Midilli diyoruz ama o vardığımız limanın adı : “Mitilini”. Adanın adı ise “Lesvos”. Eşyaları toparlayıp hızlıca aşağıya indik bisikletleri hazırlamak için. Limanda bekleyen diğer feribot ise Ayvalık’a hareket edecek olandı. Hareket saati 09:00’du.
Feribotta atıştırmak için limanın yakınlarından bir şeyler aldıktan sonra bileti alıp pasaport kontrolünden geçtik. Feribota yerleştik ve kahvaltı yaptık. Hareket ettikten sonra Midilli’den uzaklaşmasını seyrettik feribotumuzun. Ve bizi buraya getiren daha büyük gemiden… Artık önümüzde Ayvalık vardı. Sahillerdeki evleri ve otelleri seyrede seyrede Ayvalık Limanı’na vardık. Pasaport kontrolünden sonra otogarı sorduk. Hemen karşıda olduğunu söylediler. Otogarda İstanbul otobüslerine bakınırken 11:00’de kalkacak bir otobüs olduğunu öğrendik. Fazla sorun çıkmadan bisikletlerimiz yükledik ve İstanbul’a doğru dönüşe geçtik. Akşam 20:00’de Dudullu’daki terminalde Uğur’la vedalaşıp indim. Bisikletimi hazırladım ve Bostancı’ya doğru pedal basmaya başladım. Yol çok kalabalıktı ve klasik bir Cuma akşamı trafiği vardı. Sağıma soluma dikkat ede ede eve doğru yol aldım. Gidişimiz 12 gün sürmüştü, dönmemiz ise tam 24 saat.
Bu maceranın (da) sonu.
Akropol’e çıkarken Dionisos Tiyatrosu
http://s5.postimg.org/ezcsos38n/IMG_0763_600x800.jpg
VİP tribünler
http://s5.postimg.org/eu91f3vxj/IMG_0764_600x800.jpg
http://s5.postimg.org/55vlbz147/IMG_0765_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/4zmhmmhd3/IMG_0769_800x600.jpg
Çıkarken yol tenha
http://s5.postimg.org/4ru9cdh0n/IMG_0772_800x600.jpg
Dionisos Tiyatrosuna yukarıdan bakış
http://s5.postimg.org/7sb3swsbr/IMG_0773_800x600.jpg
Şu an aktif olarak kullanılan başka bir tiyatro (Bizdeki Efes veya Aspendos gibi)
http://s5.postimg.org/x0v0jtzdz/20130926_105506_800x600.jpg
Girişteki mahşeri kalabalık
http://s5.postimg.org/5wobhr3hj/IMG_0780_800x600.jpg
Köpek hiç istifini bozmadı o kalabalıkta
http://s5.postimg.org/ljfkv4h9j/IMG_0783_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/tmick6r8n/IMG_0787_800x600.jpg
Akropol’deki Parthenon (Athena’ya adanmış tapınak)
http://s5.postimg.org/eq9pid36v/20130926_110827_800x600.jpg
Parthenon’da restorasyon sürüyor
http://s5.postimg.org/8es3iucmf/IMG_1135_800x600.jpg
Atina’nın en yüksek noktalarından birinde olduğumuz için manzara muhteşem
http://s5.postimg.org/vzurupief/20130926_111205_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/go8kazvqf/IMG_1138_800x600.jpg
Akropol’den kareler
http://s5.postimg.org/a6xgwulbb/20130926_114132_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/ezhe2ismf/IMG_0798_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/jk3khgcbr/IMG_0800_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/4x2lzsdpj/IMG_0802_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/cxgwo9unb/IMG_0804_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/r2mpq33on/IMG_0811_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/w541kvcyv/IMG_0812_800x600.jpg
Akropol’den inip aşağıları geziyoruz.
http://s5.postimg.org/ntcvxd4yv/IMG_0815_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/j66tvlhlz/IMG_0817_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/cr37l6lif/IMG_0825_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/x8o5wtxlz/IMG_0826_600x800.jpg
http://s5.postimg.org/54uua1e1z/IMG_0832_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/cv1mf6gdj/IMG_0835_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/5y7g2nk2v/IMG_0839_600x800.jpg
http://s5.postimg.org/71rkem4pz/IMG_0840_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/5wxi98i93/IMG_0842_800x600.jpg
Tarihteki ilk olimpiyat oyunları 1896’da bu stadyumda yapılmış. Start almadan olmazdı tabi
http://s5.postimg.org/f0vx9ojtz/IMG_0843_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/jx45f49d3/IMG_0846_800x600.jpg
Olimpiyat Stadyumu’nun VİP misafirleri
http://s5.postimg.org/h805xlp47/IMG_0850_800x600.jpg
http://s5.postimg.org/789uvg38n/IMG_0852_800x600.jpg
Panathletic Stadyum’un genel görünüşü
http://s5.postimg.org/f2aggub1j/IMG_0853_800x600.jpg
Olimpiyat meşalelelrini yakından görmek çok hoş oldu. Buradakiler kış olimpiyatlarına ait meşalelerden bazıları : 1998 Calgary, 2006 Torino, 2010 Vancouver
http://s5.postimg.org/u5wmkxxev/IMG_0858_800x600.jpg
2008 Pekin Olimpiyatları
http://s5.postimg.org/7fswe7otj/IMG_0859_600x800.jpg
2012 londra Olimpiyatları
http://s5.postimg.org/405diegyv/IMG_0860_600x800.jpg
İşte bu zorlu turun sonunda hak ettiğimiz poz
http://s5.postimg.org/8tp4n9dgn/IMG_0864_800x600.jpg
Bu da benim tek başına pozum.
http://s5.postimg.org/w5d8ccrqf/IMG_0868_800x600.jpg
Güneş Türkiye’den doğuyor Sakız’dan Midilli’ye giderken.
http://s5.postimg.org/fy6xwakpz/IMG_0869_800x600.jpg
Midilli’den Ayvalık’a feribotta…
http://s5.postimg.org/lo60iy1d3/IMG_1151_800x600.jpg
Buradan itibaren turla ilgili notlarımızı yazabiliriz artık. Önce Uğur'un notları ile başlayalım :
Yunanistan’da eski yolları tercih etmek lazım. Bu yollar tarihi alanlara çok daha yakından geçiyor. Ayrıca doğa manzarası buralarda daha keskin, doğayla daha iç içe. Otobanları tercih etmemek lazım. Dümdüz ovalarda uzanan bu yollar bizim Tem gibi zaten, hiç zevk vermiyor. Kuzey bölgeler daha ormanlık ve daha dağlık alanlara sahip. Mavi yeşil tutkunları için tercih edilebilir. Orta kısmı sahil şeridini saran dağların arasında kalmış dümdüz bir ova, pek sevimsiz. Güneye doğru dağlar daha da devasa olarak yükseliyor. Ormanlar da kreması. Bazı noktalarda inanılmaz manzaralar mevcut. Yüzlerce metre uçurum önünde kilometrelerce alanı kaplayan düzlükler ve hemen arkasında heybetli dağlar, rota boyunca karşınıza çıkıyor. Gidilmesi gereken yerler arasında Olimpos Dağı ve Meteora olmalı. Yemek konusunda bizden daha çeşitli değiller. En rahat ve sık bulunan yemek Chiros dedikleri tavuk dürüm. Aç iken çok lezzetli geliyor orası kesin lokantalarda porsiyonlar oldukça büyük. Aç gözlülük yapıp her yemekten söylemeye gerek yok, yazık çöpe gidiyor. Su her yerde var. Hiç sıkıntı çekmedik. Lokantalarda ücretsiz çeşmeler mevcut. Gündüz veya akşam, herkesin elinde hep bir kahve. Sandığımızın aksine herkes frappe içmiyor ama. Akşamları çakırkeyif bir huzur için Uzo ve Metaxa’yı denemenizi tavsiye ederim.
Bu insanlar nasıl bir krizde anlaması zor. Çok az çalışıyorlar buna rağmen geceleri hep hareketli, meydanlar ve kafeler insan dolu. Asla istanbul’la karşılaştıramıyorum çünkü istanbul’un nüfusu zaten Yunanistanınki kadar fakat gittiğimiz en ufak şehirde bile cafelerle dolu küçücük bir Mis sokağı mevcut. Şehirlerin cıvıl cıvıl görünmesinin sebebi, küçük oldukları için cafeler ve eğlence mekanları belli bölgelerde yoğun ve ulaşım çok kolay, ve biz de hep oralardaydık Atina ve Selanik favorim oldu. Şehirler çok eski gözüküyor. Ama hep bir düzen var. Yollar dar da olsa, sistem tek yön trafik üstüne kurulmuş. Damar sistemimiz gibi tek yönlü hep akan bir trafik var. Sürücüler oldukça saygılı. Gitmeden önce moral bozucu yazılar okumuştuk. Ya şansımız yaverdi ya da gerçek buydu, bisikletlilere karşı oldukça sabırlı ve dikkatlilerdi. Iki hafta boyunca sadece üç kere korna sesi duydum. Bir keresinde dar bir sokakta arkamızda araç kuyruğu oluştuğu halde tek bir ses duyulmadı. Yolda başınıza birşey gelirse, eminim Türkiye plakalı TIR koşturan amcalarımız hemen yardım edecektir. Bizimle sohbet etmeye dünden razılar.
İnsanlar çok sıcak ve biz Türk’leri seviyorlar, kuşkusuz. Gençler de bizim gibi kozmopolitan zaten. Ingilizce konuşmayan yok, herşeyden haberleri var. Yaşını başını almış bazı amca ve teyzelerden ingilizce konuşmasını beklemeyin. Ama bu durumda bile vücut dilinin çözemeyeceği sorun yok. Tanıştığımız insanların neredeyse tamamı, bir şekilde Türkiye ile bağlantı halinde. “Daha önce ziyarete geldim”ler, “yakında geleceğim”ler,” ailem şu anda İstanbulda”lar, “her ay gelirim”ler, “Bodrum’da çalıştım”lar, “Bir zamanlar İzmir’de sevgilim vardı”lar… bir ayakları hep Türkiye’de… Ayrıca çılgınlar gibi Türk dizilerini seyredip seyredip ağlıyorlarmış. Yunan kahvesi de aslında Türk kahvesinden pek farklı değil. Dönerken Atina’dan 1 kg almıştım. Satıcı arkadaşla yarım saat sohbet ettim. “Bu kadar mı ünlü bizim kahvemiz” diye şaşırdı. Aslında herşeyiyle aynıydı… Hala o yunan kahvesini içer, o tatili hatırlarım. Maşallah pek bereketliymiş. Yolda bizim gibi bir çok bisikletli çiftle karşılaştık. Alman, İtalyan, İsveç, Yunan … aynı donanımlar aynı eşyalar. Bizim gibilerdi, bizden birileriydi. Türkiye’de kervan geçmez bir yolda, başka bir bisikletliyle karşılaştığınızda kardeşinizi görmüş gibi olursunuz ya, işte ırk, dil, renk farketmiyor. Her bisikletli bizim kardeşimiz gibi.
Unutulmaz bir anım oldu. Sanki bütün Yunanistan’I yutmuşum gibi geliyor. Orası da benim memleket oldu. Yine giderim, sonra yine giderim.