Özel olarak hazırladığım bir araştırma yazım vardı, arşivimde duruyordu. Burada paylaşayım dedim biraz uzundur ama suikastın öncesiyle ilgili derin bilgiler içerir.
Stauffenberg'in, Adolf Hitler'e karşı Gizemli Mücadelesi
1943 baharı geldiğinde, İkinci Dünya Savaşı, çatışmaların dördüncü yılına doğru sendeleyerek ilerliyordu. İki yıl daha sürebilirdi. En kanlı ve en acılı çarpışmalar da henüz kendini göstermemişti. Ama yine de Churchill'in deyişiyle, gelgit geri çekilmeye başlamıştı. En önemli harekat sahnelerinin üçünde İttifak Devletleri yani Britanya İmparatorluğu, Sovyerler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, İtilaf Devletler'ini savunmaya çekilmeye zorlamış ve yeni yeni saldırıya geçmeye başlamışlardı. Bir önceki yıl boyunca, nihai surette üç çarpışma savaşın akışını değiştirmiş, dramatik bir şekilde hızını tersine çevirmişti. Bunlardan ilki, Haziran 1942'deki Midway Savaşı'ydı. Burada Japonya'nın Pasifik üzerindeki yılmaz kuşatması beklenmedik bir şekilde durduruldu. Dört uçak gemisini kaybeden Japonların hava ve deniz gücü tamir edilemeyecek halde zayıflatıldı.
Rus cephesinde ise, ilerleyen Hitler kuvvetleri çok güçlü bir direniş karşısında kilitlenince, Stalingrad saldırısının gerçekleştiren 6. Alman Ordusu durmak zorunda kaldı. Kasım'ın son haftasıyla ordu, Rus karşı saldırısı tarafından tamamen sarılmıştı. 31 Ocak 1943'te, 6. Ordu hayatta kalmış, 91.000 askeriyle teslim oldu; 200.000 kadarını çoktan kaybetmişti. Almanya, tersliklerle daha önce de karşılaşmıştı. Mesela Britanya Savaşı'nda ama bu denizde olmuştu. Stalingrade ise Alman savaş düzeneğinin karadaki ilk önemli yenilgisi oluyordu. Nihai surette bir yenilgiydi ve Kızıl Ordu'yu Doğu Avrupa'ya yerle bir olmuş Berlin'in kalıntılarına kadar yayacak olan Rus karşı saldırılarına yol verdi.
Kuzey Afrika'da savaşın şiddeti, neredeyse 1939'da düşmanlıkların patlak vermesinden beri tahterevalli gibi yükselip alçalıyordu. İtalya'nın yıpranmış ve cesareti kırılmış askerleri, İngiltere tarafından arka arkaya mağlup edildi. Daha sonra Feldmareşal olacak olan, hasımları tarafından "Çöl Tilkisi" adı takılmış General Erwin Rommel yönetimindeki Afrika Kolordusu tarafından takviye edildi. Bir yıldan fazla süredir Rommel ile durmadan değişen İngiliz komutanları Libya ve Mısır çöllerinde birbirlerini kovalayıp duruyordu. Mart 1942'de İskenderiye ve Süveyş Kanalı'ndan önceki son kale olan Tobruk düştüğünde durum İngilizler için en kötü halini aldı. Rommel durdurulamaz görünüyordu. İskenderiye'yi ve kanalı ele geçirmek için tek yapması gereken, 8. İngiliz Ordusu'nu alt etmekti. Süveyş Kanalı'nı kaybetmek, İngilizler için ölümcül bir darbe olurdu. Eğer İngilizler bu kanalı kaybederse, Nazi İmparatorluğu'nun Hindistan, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi uzak bölümlerine ulaşmasını sağlayan çok önemli bir deniz rotasından olacaktı. Ayrıca Afrika Kolordusu'nun, Hitler'in büyük tasarısını gerçekleştirmek üzere doğuya, Filistin'e, oradan petrol yataklarıyla dolu günümüz Irak ve İran'ına yönelmesine yol açmış olurdu. Buradan da Ukrayna'ya ve Sovyetler Birliği'nin güneydoğu bölgelerine zaten yüklenmekte olan Alman Orduları'na katılabilirlerdi.
1942 ortalarında, Müttefikler'in karşı karşıya kaldığı ürkütücü manzara buydu. Ama Temmuz'da, Rommel'in Süveyş Kanalı'na hücumu, sonradan Feldmareşal olacak olan General Sör Claude Auchinleck yönetimindeki İngiliz Ordusu tarafından Birinci El Alamein Savaşı'nda savuşturuldu. Bundan kısa süre sonra Auchinleck'in yerine yeni bir komutan, o sırada az tanınan General Bernard Law Montgomery getirildi ve 8. Ordu yaz ve sonbahar başı boyunca yüksek sayıda askerle takviye edildi. Nihayet 23 Ekim'i 24 Ekim'e bağlayan gece, Montgomery karşı saldırısını tüm savaşın en acımasız ve yoğun yaylımı olan, sekiz yüzden fazla ağır silahla ünlü yaylım ateşiyle başlattı. 11 günlük uzun çarpışmadan sonra 8. Ordu, Alman ve İtalyan kuvvetlerinin arasına girdi ve Erwin Rommel Batı'ya, Mısır'a, Libya'ya, oradan da Tunus'a doğru çekilmeye başladı. Montgomery, onu iki bin beş yüz kilometre boyunca sıcak takiple kovaladı.
Montgomery'nin El Alamein'deki başarısından 5 gün sonra 3 Kasım'da, İngiliz, Amerikan ve Bağımsız Fransız kuvvetleri Kuzey Afrika'nın öbür ucundan; Cezayir'den, Kazablanka'dan ve Oran'dan karaya çıkmışlardı. Zamanın söylentilerine göre, Montgomery'nin 8. Ordu'sunun geri çekilen Almanlara indirdiği çekiç darbesinin örsü olmaya gelmişlerdi. Ama işler tam olarak tasarlandığı gibi gitmedi. Alman takviye kuvvetleri Tunus'a sürüklendi. Dahası, Amerikan 2. Kolordusu çok deneyimsiz ve disiplinsizdi. Müttefik Cephesi'nde zayıf halkayı oluşturuyorlardı. 4 Şubat 1943'te Alman 10. Panzer Tümeni'nin harekatlarından sorumlu Kurmay Subay, bir mayına basıp yaralandı. 10 gün sonra, 800 yıllık bir Suabya ailesinden bir soylu, Oberstleutnant (Üstteğmen) Claus Philipp Maria Schenk, Graf (Kont) von Stauffenberg onun yerine getirildi. Aynı gün 10. Panzer Tümeni, Sidi Bou Zid'deki Amerikan 2. Kolordusu'na saldırdı. Amerikalılar pek ateş etme yanlısı değildi. Adı var kendi yok komutanları General Fredendall da cephenin hiçbir yerinde görünmüyordu. Hastalıklı bir davranışla 100 kilometre ötede bir yeraltı sığınağına saklamıştı kendini. Almanların şiddetli saldırısından yılgın düşmüş Amerikalılar, silahlarını bırakıp kaçtılar.
5 gün sonra Kasserine Geçidi'nde, daha önemli ve hatta rezil bir şekilde tekrar küçük düştüler. Çarpışmanın ilk gününde yedekte tutulan 10. Panzer Tümeni, 20 Şubat'ta Alman saldırısına katıldı. Amerikalılar bir kere daha telaşa kapılıp kaçtılar. 2.700 kadar ölü ve yaralı, 2.500 kadar da tutsak bıraktılar arkalarında. En yüksek Müttefik komutanı Eisenhower, İngilizlerden yardım isteme konusunda isteksizdi. Askerlerinin kendilerini kurtaracağını düşünüyordu. Ama durumun aciliyeti ulusal gururun önüne geçti. General Fredendall görevinden alındı ve yüz aklayıcı bir terfiyle Birleşik Devletler'e alındı. Halefi Geroge Patton, yıpranmış Amerikan moralini yerine getirmek için görevi devraldı. Yardım isteğinde bulundu ve İngiliz 6. Zırhlı Tümeni bir karşı saldırı başlattı. 22 Şubat'ta Almanlar önceki konumlarına; Mareth'e sürülmüştü.
2 hafta sonra 10. Panzer Tümeni tekrar harekete geçti, bu sefer yürekli ama beyhude bir deneme ile Mareth'ten doğuya doğru Montgomery'nin Medenine'den ilerleyen 8. Ordu'sunu durdurmak üzere hücum ettiler. Montgomery, 20 Şubat'ta karşı saldırıya geçince, 10. Panzer Tümeni çok sert bir direnç gösterdi; ama yine de Almanlar 6 gün sonra Mareth'teki konumlarından da geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu iki çarpışma boyunca 10. Panzer Tümeni'nin yeni Harekat Kurmay subayı, astları, denkleri ve hatta üstlerinde önemli bir etki yarattı.
"O kadar büro işlerine rağmen Harekat Kurmay Subayı, her zaman askerlerle temasa geçecek zamanı buldu. Alayları ve taburları sık sık ziyaret eder, kumandan subaylarla kişisel ya da resmi sorunları konuşurdu. Doğru noktada yaptığı gayri resmi konuşmalarda olağan şartlarda resmi kanallardan çözülmesi gerekecek bir dolu işi hallederdi. Konuşmaları sadece resmi konularla da sınırlı değildi. Tarih, coğrafya, edebiyat ve tabii ki siyasete kadar uzanırdı. Mevcut düzene açıkça karşı olsa da, kimseyi ikna etmeye, etkilemeye çalışmazdı. Hiçbir şekilde bağnaz, aceleci ve her şeyi bir anda değiştirmeye çalışan hızlı yükselmiş biri gibi gözükmezdi gözüme.. Herkesin karşı konulmaz bulduğu, Suabların o doğal etkileyiciliğine sahipti." [1]
Kurmay Subay'ın astlarından biri akıl dolu ifadeler kullanıyor:
"22 yaşında bir asteğmen olsam da.. Stauffenberg'in kişiliğinden olağanüstü şekilde etkileniyordum. Bana kusursuz bir subay gibi görünüyordu. Tavrı öyle dürüst ve öyle arkadaş canlısıydı ki, kimse onun astı olduğunu hissetmezdi. Diğer yandan, konuşurken sergilediği zekayla saygı topluyordu. Doğalında otorite sahibi bir adamdı. Bölük komutanlarına kadar tümendeki tüm subaylarla olabildiğince çabuk, tek tek tanışmada kararlı olması tam Stauffenberg tarzı bir davranıştı. Ona rapor vermem bu yüzden istenmişti. Bu, yordamın olağan hali değildi. Ama o, subaylarla askerler arasında yakın ilişki olması gerektiği düşüncesindeydi." [2]
7 Nisan günü, yani Almanların Mareth'ten çekilmesinden 2 hafta sonra, Müttefiklerin makas ağzı kapandı ve Kasım'da karaya çıkmış olan Anglo-Amerikan kuvvetleri, Montgomery'nin doğudan ilerleyen 8. Ordu'su ile birleşti. Bu olay, Tunus'un kayalık dağlarının ve çorak düz geçitlerinin ortasında kısılmış Afrika Alman Kolordusu'nun ve İtalyan müttefiklerinin kaderini belirledi. 12 Mayıs'ta Alman ve İtalyan askerleri teslim oldu; böylece Sicilya ve ardından İtalyan anakarasını istila etmek için yola koyulan Müttefikler, 3 yıl önce Dunkirk'ün tahliye edilmesinden beri ilk defa Avrupa kıtasında bir basamak yükseldi.
Müttefikler Akdeniz'in denetimi kadar, hava üstünlüğünün de tadını çıkarırken, Almanlara Dunkirk'e* eş değer bir şey yapmayı düşünmüyorlardı. Ordunun kendisi kurtarılamazdı ama en azından kumandanlar, üst düzey subaylar ve diğer önemli görevliler hala kurtarılabilirdi. Hasta ve zihnen rahatsız Erwin Rommel, Maret'ten çekildikten kısa bir süre sonra eve gönderilmişti. Claus von Stauffenberg için İtalya'ya dönüş uçak bileti ayırtılmıştı. Oradan yeni bir göreve gönderilebilirdi. O ise Kuzey Afrika seferinin geri dönülmez biçimde kaybedildiğini biliyordu. Savaşın geri kalanını tutsak olarak geçirmek umrunda olmayarak, tayinini istedi. Başka bir yerde çok daha yararlı olabileceğini savunuyordu. Kimse ona karşı çıkmadı, tüm Wehrmacht'ta parlak ve umut vaat eden tek genç subay olarak görülüyordu Stauffenberg. Yüksek komuta akademesine geleceğinden kimsenin şüphesi yok gibiydi, neticede Feldmareşalliğe ulaşacaktı hatta. Onun 'Ordu ve Genelkurmay'ı yeni bir ruhla etkileyebilme ve dar askeri bakışkarıla yarışabilme' [3] kabiliyeti olduğunu söyleyenler vardı. Meslektaşlarından birisi şöyle gözlemlemişti: "Beni asıl şaşırtan, rütbece onu geçmiş olanların onun doğal üstünlüğünü tanımaları ve bunu kabul etmeleriydi." [4] Komutanlarından birinin gözüyle, 'Deha sahibi tek Alman Kurmay subayı' [5] idi.
Alman zırhlı araçlarının tasarımcısı, panzer yerleşimlerinin ve 'Blitzkrieg'in* mimarı Heinz Guderian, Staufenberg'in adını Genelkurmay'ın şefliğine en yakın aday olarak koyacaktı çok yakında. [6]
Anglo Amerikan kuvvetlerinin Batı'dan 8. Ordu'ya katıldığı gün, Stauffenberg Alman ordusunun bir Tunus kıyı kasabası olan Sfaks'tan geri çekilmesini örgütlemeye çalışıyordu. Subay arabası diğer araçlardan ve moralsiz yaya askerlerden oluşan uzun sıra boyunca hareket ediyordu. O sırada Amerikan P-40'larından oluşan bir uçak filosunun bombardımanına maruz kaldılar. [7] Yol bir anda yanan araçlarla dolu bir cehenneme dönüştü. Bu, alçaktan geçecek uçakların yeni saldırısı için hedefin açık hale gelmesine sebep oldu. Soförü enkaza dönüşmüş araçlar arasından yolunu sürdürmeye çalışırken Stauffenberg arkada ayağa kalkmış, hala hareket edebilen kamyonlara emirler veriyordu. Sonra kendisi de P-40'lardan birinin makineli tüfek kurşununa hedef oldu. Elleriyle kafasını koruyup, kurşunlar yağmaya devam ederken kendini arabadan attı.
Yan dönmüş, yanmış ve delik deşik olmuş arabasının yanında yarı baygın halde bulundu. Yaraları korkunçtu. Sol gözübir kurşuna hedef olmuştu, sağ gözü de ciddi şekilde zarar görmüştü. Sağ kolunun dirsekten aşağısı ve eli neredeyse tamamen yanmıştı, sol elinin iki parmağı da aynı durumdaydı. Bir dizi kötü yara almıştı, sırtı ve bacakları şarapnel parçalarıyla delinmişti. O halde en yakın hastaneye götürüldü, Sfaks'a. Burada acil tedavi gördü. Sağ elinden geri kalanlar bileğinden itibaren kesildi. Sol elinin küçük parmağı, yüzük parmağı ve sol gözünden kalanlar da alındı.
3 gün sonra, Montgomery'nin askerleri Sfaks'a gelince Stauffenberg, Kartaca'daki başka bir hastaneye sevk edildi. Müttefiklerin kararlı saldırıları altında zor ve acı verici bir yolculuk oldu bu. Kartaca'dan Münih'e götürüldü. Ateşi çok yüksekti, doktorların çoğu yaşamasının zor olduğunu söylüyordu. Mucize olur da yaşarsa bile, yürümesi çok zordu. Muhtemelen sürekli olarak sakat kalacaktı hayatının geri kalanında. Kör de olabilirdi.
Kafası, kolları ve bacakları bir mumya gibi sarılmış halde, birçok ünlü subayın ziyaretine uğradı hastanesinde. Bunlar, önceki savaş ve barış yıllarında, kendisine saygılarını iletmiş insanlardı. Genelkurmay'ın şefi Kurt Zeitzler de onların arasındaydı. Stauffenberg'e bir nişan getirmişti. Gaziler için Altın Rozet'ti bu, bir de kendi kişisel hediyesi olarak bir şişe şarap. "Yüksek rütbeli ziyaretçilerin üsteğmeni sorup durması askeri hastanede büyük şaşkınlık yaratmıştı." [8]
Stauffenberg'in annesi, eşi Nina, amcası Nikolaus, Kont von Üxküll-Gyllenband ve başka diğer akrabaları da ziyaret etti. Üxküll'e göre Stauffenberg'in hayatta kalması bir tesadüf değildi; her ne kadar kötürüm kalmış olsa da onun hayatı, özel, mukaddes bir amaç için bağışlanmıştı. "Bak ne diyeceğim," dedi, Stauffenberg Nina'ya, bir fırsatını bulunca, "İçimde Reich'ı kurtarmak için bir şey yapmam gerektiğine dair bir his var. Genelkurmay subaylarına göre sorumluluğu hepimiz paylaşıyoruz." [9]
Stauffenberg, Kuzey Afrika'da şu sözleri de günlüğüne yazmıştı. Cerrahının oğlu olan arkadaşına şöyle dedi: "Eğer bu anlamsız kıyımı durdurmak için bir şey yapmazsam, savaşta ölenlerin eşlerinin ve çocuklarının yüzüne bakamam." [10] Üxküll ve başka birkaç kişiye göre çok yerinde bir karar vermişti: "Generaller şimdiye kadar hiçbir şey yapmadığına göre, Albayların harekete geçme zamanıdır." [11] Stauffenberg çocukluktan itibaren kendi özdisiplinini, inatçı iradesini kullanma yolunu geliştirmişti. Ona göre; psikolojik ya da ruhsal olsun, içsel kaynakların aşırı yoğunluğu ya da onun gördüğü şekliyle bedensel zevkler denetim altına alınabilir ve aşılabilirdi. Bu kaynaklar, şimdi aç kalmış bir görev bilinci tarafından değerlendirilecekti. Stauffenberg için ilk adım kendini eski haline getirmekti. Ruhsal kimlik olarak gördüğü şeyi, vücudunun acılarına karşı koruyarak kanıtlayıp, fiziksel acı üzerinde kişisel bir üstünlük kurmaya çabaladı. Cerrahlar onun üzerinde çalışırken, kararlı bir şekilde bütün ağrı kesici ilaçları, uyku haplarını, anesteziyi ve yatıştırıcıları reddediyordu.
Gestapo subayı bile onun 'büyük iradesi'nden hayranlıkla bahsediyordu raporunda. Yaraları acı verici olsa da Stauffenberg, 21 Nisan'da girdiği Münih'teki hastanede iki buçuk aydan fazla kalmadı ve 3 Temmuz'da taburcu oldu. Nisan'ın sonunda bile iyileşme hızı 'dikkate değer' olarak nitelendiriliyordu. Bir arkadaşı olan General Friedich Olbricht'e yazdığına göre, ağustosta tekrar göreve dönmeyi planlıyordu. Kötü öngörülere rağmen sağ gözünü tam olarak kullanabiliyordu. Çok çalışıp sol elinin baş, işaret ve orta parmağı ile yazı yazmayı başardı. Hastaneden çıktıktan kısa bir süre sonra, bir trenin yataklı kompartımanında haline acıyan bir subay arkadaşı üzerini değiştirmesine yardım etmeyi önerdi. Stauffenberg neşeyle güldü ve birkaç dakika içinde üç parmağını ve dişlerini kullanarak kıyafetlerini çıkardı ve yenilerini giydi. Hastane onu yapay organlar takmak için geri çağırdığında, böyle şeyler için hiç zamanı olmadığı cevabını verdi. Bir arkadaşı da aynı teklifte bulununca güldü ve bu fikri hiç umursamadı. On parmağının hepsi yerindeyken neler yaptığını neredeyse hiç hatırlamadığını söylüyordu. Yaralarını küçük rahatsızlıklar olarak görmekte ısrar ediyordu; mümkün olduğunca olağan davranmaya çalışıyordu. At bile biniyordu, daha sonra gerektiğinde bir bombayı etkin hale getirecekti hatta.
Stauffenberg terhis edilmeye asla göz yumamazdı. Yalnıca orduda kalmayı değil, doğrudan cephede faal göreve geçmeyi diledi. Neredeyse bir anda kıdemli subaylar tarafından etrafı sarıldı; o zaman, hepsi de onu kendi subayları arasında almak istiyordu. Sonunda Allgemeine Heeresamt'ta, Genel Ordu Bürosu'nda, Berlin'de üs kurmuş Yedek Ordu'nun bir bölümünde Kurmay Subaylık görevini seçti. Yedek Ordu, Alman topraklarında konuşlanmış tüm birliklerden oluşuyordu. Reich'ın bizzat kendi bölgesi içinde bulunuyordu. Genel Ordu Büro'sunun görevi ileride gerekli harekat yerlerine göndermesi için Yedek Ordu'ya malzeme ve eğitimli takviye sağlamaktı. Bu takviyeler yeni yazılmış askerler, iyileşmiş yaralılar, endüstriden çekilmiş işçiler, fazla yaşlı ya da fazla genç gönüllülerden oluşuyordu.
Stauffenberg'in Genel Ordu Bürosu'ndaki üstü, nisan ayında yazdığı Tümgeneral General Friedich Olbricht'ti. Olbricht ile ikisinin çoktan gizli bir şekilde birbirini anladığı varsayılıyordu. Her halükarda Stauffenberg'in, Olbricht'in bölüğüne katılmayı istemesinin birkaç sebebi vardı. Kendi istihbarat ağından dolayı, buranın Adolf Hitler'e ve Nasyonal Sosyalist rejime militan biçimde muhalif olan subayların yuvası olduğunu biliyordu. Bu subaylar başka bir birimle beraber hareket ediyordu. Stauffenberg'in en az 1941 yazından beri tanıdığı, Doğu Cephesi'ndeki en dinamik genç komutanlardan birinin, Tümgeneral Henning von Tresckow'un liderlik ettiği birimle. Trescow'un destekleriyle, Yedek Ordu'nun darbenin hücre çekirdeği niteliğinde olduğu embriyomsu bir plan hazırlanmıştı. Genel Ordu Bürosu, Yedek Ordu ile Tresckow'un Doğu Cephesi'nin oluşturdukları cemaatin bağlantı noktasıydı.
1943 Ağustos'unun ortasında, yani kendini hastaneden çıkardığının beşinci haftasında, Stauffenberg Berlin'deydi. Burada, Tresckow ile etkin bir şekilde komple kurmaya başladı. Kendisi oradan ayrılınca ve Tresckow da Doğu Cephesi'ne dönünce, Almanya'daki komplonun önderliği neredeyse tamamen Stauffenberg'e kaldı. Olayların hızı, onları da hızlandırdı. 1 Kasım'da Genel Ordu Bürosu Kurmay Subaylığı'na resmen tayin oldu. Şimdi bulun duğu yer Bendler Sokağı'ndaki, Yedek Ordu'nun karargahı olarak hizmet veren binaydı.
Enerji, kaynak sahibi olmak, kararlılık, konuşma yeteneği, karizma, karşı konulmaz mıknatıs gibi bir çekicilik ve bulaşıcı bir güldürüş yeteneği. Stauffenberg'in önceden, savaş zamanında sahip olduğu tüm bu nitelikler, şimdi komplo için çalışıyordu. Berlin banliyösünde ağabeyi Berthold ile paylaştığı evinden gerekli bağlantıları güçlendirmeye devam etti. Bir yandan da acil durum ilanı, parti görevlilerinin SS ve Gestapo personeliyle birlikte tutuklanması, istasyon cephaneleri, iletişim merkezleri, stratejik donanım ve ulaşım yolları gibi sonradan gerekli olabilecek sivil ve askeri önlemlere alıştırıyordu kendini. Yıldırıcı ve karmaşık bir girişimdi bu; ama Stauffenberg'in yılmaz dayanıklılığı, özellikle de yakın zamanda bu kadar büyük yaralar almış biri olduğu düşünülünce, meslektaşları arasında insanüstü olarak görülüyordu. Hiç yorulmadan Reich'ın askeri ve idari yetkililere çıkıyor, destek gelme ihtimali olanları koruyor, araştırıyor, değerlendiriyor, sorguluyor, tartışıyor, yandaş arıyordu. Gülüşü her zaman hazırdı, baştan savma, laubali bir tavrı, büyüleyici güçte mizacı ve iradesiyle insanları kazanmakta çok nadir başarısız oluyordu.
"Açık sözlü olayım," dedi, hizmetini kullanmak istediği genç bir subaya, "Tasarrufumdaki tüm kaynakları kullanarak büyük bir ihanet işliyorum." [12]
Komplocularla yaptığı toplantılarda, 1933'te ölmüş olan merhum akıl hocası Rilke'den sonra belki de Alman dilinde yüzyılın en büyük şairi olan Stefan George'nin eserlerinden bölümler okudu ezbere. Ayrıntı verirsek, George'nin 1907'de, o an anlaşılamayan bir öngörüyle bastığı 'Der Widercrist' (Saptırıcı)'dan alıntı yapardı:
Vermin'in büyük Prens'i egemenliğini büyütüyor
Hiçbir zevk ondan kaçamıyor, ne bir hazine ne bir çıkar
Ve son isyanın tozu altında kalıyor!
Neşelen, kötü ruhun parlaklığına kapılmış olan,
Yorsun seni şafağın balından kalan,
Sonra hisset, neymiş aniden yıkılan.
Sen, sonra uzat dillerini şimdi kurumuş yalağa,
Dolan dur sığır kadar akılsız, yanan tarlalarda,
Çalarken trompet korkunç bir arsızlıkta. [13]
6 Haziran 1944'te tarihin en hırslı deniz çıkarması ile yarım milyon Britanyalı, Amerikalı ve Kanadalı asker Normandiya'dan karaya döküldü. Bunun yankıları, Stauffenberg'e uzun süredir beklediği fırsatı sağladı. Yedek Ordu'nun Şef Kumandanı Tümgeneral Fritz Fromm'un iki yıl kadar bir zamandır Adolf Hitler ile arası bozuktu. 7 Haziran günü, Stauffenberg'in kendisi için hazırladığı etkileyici rapor sayesinde Fromm, Führer'in Berchtesgaden'de, Bavyera Alplerindeki Berghof'taki karargahına davet edildi; Stauffenberg de ona eşlik etti.
Tarihçiler, çoğu zaman, bunun Stauffenberg'in Hitler ile karşılması olduğunu varsayar ya da iddia ederler. Henüz ortaya çıkarılan bir fotoğraf ise, daha önce karşılaştıklarını kanıtlıyor. 1942 yazında, Vinnitsa'da, Ukrayna Alman karargahında. Orada Adolf Hitler, yeni bir yüz gördüğünde hep yaptığı gibi, Stauffenberg'in bakışlarını eğmeye çalışmıştı. Geçmişte bakışları diğerlerine her zaman üstün gelirdi, gözleri aşağı eğmelerini ya da yana çevirmelerini sağlardı. Ama Stauffenberg korkmadan durdu, gözleri Führer'inkilere takılı kaldı. Adolf Hitler'in hayatında ilk defa gözlerini kaçırdığı, bakışlarının donuklaştığı ve kaçamak bir şekilde başka yöne döndüğü söylenir; bir karizma, çekicilik ve kendininkiyle karşılaştırabilecek bir irade gücünden etkilenmiş gibi sanki. Stauffenberg'in bu sessiz mücaele için kendine has özgüveniyle; "Adam bir büyücü. Beni bile neredeyse hipnotize ediyordu!" dediği söylenir.
İki yıl sonra Adolf Hitler'in hipnotik gücü Stauffenberg karşısında buhar olmuştu. Berchtesgaden'deki buluşmaya ilgili kendi anlatımları, her şeyden öte, çok büyük bir tiksinmeyi yansıtıyor. Eşi, Adolf Hitler'in gözlerinin etkileyici olup olmadığını, bir büyü saçıp saçmadığını sorduğunda küçümseyerek cevap verdi. "Hayır, hiç öyle değil." Sadece "donuklaşmışlardı". Goering, makyaj yapmıştı ve Führer'in karargahındaki her şey 'adiceydi', 'felç geçirticiyfi', 'çürümüş ve yozlaşmışlardı'. Sadece Albert Speer, Silahlanma Bakanı olağan görünüyordu. Nasyonal Sosyalist hiyerarşinin bütün diğer üyeleri 'apaçık psikopattı'. Görgü tanıklarının bildirdiklerine göre: Sağ eli titreyen Hitler endişeli görünüyordu. Uzun masanın öbür ucundaki Stauffenberg'e ani bir bakış attı. Sonra herhangi bir tehlike olmadığına emin olunca tekrar rapor veren subaya döndü. O günden sonra Führer, kişisel güvenliğini sıklaştırdı. Görüşmelere getirilecek bütün çantaların dikkatle aranmasını istedi.
Adolf Hitler ne kadar şüphelense de, atılgan, tek elli ve tek gözlü bu subay kusursuzdu. Işıltısı tartışma götürmezdi ve Guderian gibi bu kadar büyük kumandanlardan gelen desteği geri çevirmek zordu. 20 Haziran'da Olbricht tarafından geçici olarak Genel Ordu Bürosu'ndan alınıp Fromm'un vekilliğine getirildi: Yedek Ordu'nun Kurmay Subayı oldu. Tam albaylığa terfi etti. Yeni rütbesini resmi olarak 1 Temmuz'da aldı. Şimdi Adolf Hitler'in karargahına ve kendisine bizzat ulaşabilecekti.
Notlar ve Kaynakça:
[1] Kramarz, Stauffenberg, s. 100
[2] a.g.e., s.101-2
[3] Leber, Conscience in Revolt, s.261-1
[4] Herwarth, Against Two Evils, s.215-16
[5] Zeller, The Flame of Freedom, s.175
[6] a.g.e., s.274
[7] ABD 33. Avcu Uçağı Grubundan yirmi kadar P-40 avı-bombardıman uçağı geri çekilen Almanlara saldırıyordu. İki tanesi yerden açılan ateş sonucu vuruldu. Bkz. Shores, Fighters over Tunisia, s297; ayrıca Maurer, Airforce Combat Units of World War II, s.86-7. Bu geri çekilmenin ve Stauffenberg'in yaralarının tam hikayesi için Hoffman, Calus Schenk Graf von Stauffenberg und seine Brüder s.294-6.
[8] Zeller, op.cit.s.183
[9] a.g.e.
[10] Kramarz, op.cit. s. 105.
[11] a.g.e., s.104.
[12] Zeller, E., Geist der Freiheit, Alman baskısı: Münih 1965, s. 361.
[13] George, op.cit., s.277
İlgili Kitap: (link)
İlgili Film: (link)