Bu olayda bisiklet en masumu ve çok küçük bir rolü var. Umarım bisiklet olmayan durumlarda da bu kadar hassas ve duyarlı olabiliriz.
Bence ortada bisiklet olmasa da şoför, kadınla sırf içki kokuyor diye bir şekilde saçma sapan konuşacaktı. Belli ki saygısız, görgüsüz, zırcahil şoför bey bisikleti bahane gösterip kadına çıkışmak istedi. Zira bisikletten çok "pis sarhoşlar" vs dedi en çok. Yani ortada tamamen bir tahammülsüzlük, tamamen bir yobazlık, tamamen kapalı bir muhafazakârlık, tamamen bir "benim gibi düşünmeyen ölsün" zihniyeti ve bu zihniyete karşı bir duruş var.
'Otobüs benim, kral benim. İstediğimi alırım istediğimi almam' mantığıyla içki içmeyi tercih eden birisini aracına almak istemedi ve kadın arkadaşımız hakkını arayan, karşıdaki sığıra ağzının payını veren biri çıkınca şoförün gözü döndü ve saçmaladı. Saçmaladıkça da battı. Şimdi lisansı askıya alınınca aklından bence şöyle geçiriyordur: "ulan keşke uymasaydım; bıraksaydım da binseydi; işime baksaydım." Son pişmanlık işe yaramıyor şoför efendi; böyle bir güzel rezil olursun. Amasız fakatsız hızlı aksiyon alan İBB'ye de tebrikler.
Olaya bu pencereden bakmamın sebebi ise şu:
E-10'u öğrenciyken 5 yıl kadar kullandım. Gece Pendik'in yukarılarına Kurtköy'e vs gidebilmeniz için en hızlı ve tek seçenek diyebiliriz.
Kurtköy ve çevresi gelişmekte olan bir yer olduğu için son zamanlarda Anadolu'dan çok göç alan, eğitim seviyesi düşük olan yerlere de yolcu taşıyor.
Bir kış akşamı Kadıköy'de içkinin ayarını kaçırmışım. Saat daha erken, 8-9 falan. Ön sıralarda beklediğim için hemen cam kenarı koltuğa geçip uyumaya çekildim zira trafiğe göre yol 1 saat 1 buçuk saat arası sürüyor. Akbil sesinden arada uyanıyorum; tek gözle otobüsün doluluğunu kontrol ediyorum, alışkanlık.
Neyse, Pendik'e yaklaştığımızda ki buradan yukarı gitmek isteyenler, metroyla gelenler otobüsü izdiham yerine çevirir bir gürültü koptu.
Neymiş efendim son akbil basan arkadaş "alkollü"ymüş. Yanımdaki kadın bire bir alıntıyla "kaptan kapıyı açsa da düşse de geberse" dedi.
KAN BEYNİME SIÇRADI. Böyle vücudum içten içe nasıl ısınıyor, patlamak üzereyim. Sözlü tartışarak geçiremeyeceğim bir öfke heryerimi kapladı.
Dönüp kadına baktım. Yanı başında ayakta duran lavuğa baktım; tipler belli. Laftan anlamayacaklar. Böyle bir cümle kurma düşüncesini sahip olan, sahip olmakla kalmayıp bunu dışarı ifade edebilen bir güruha ben ne anlatabilirim ki diye düşündüm.
Tartışsam daha fazla sinirlendiğimle kalacağım, otobüs tıklım tıklım birçok insan etkilenecek, otobüsün çoğunluğu bunlar gibilerle dolu linç yeme tehlikem var, güzel bir akşam geçirdin, boşver, burası Türkiye, ne bekledin diyip sesimi çıkarmadım.
Fakat o gün bugündür nerede buna benzer bir içki düşmanı görsem ağzının payını anladığı dilden (kibarca ya da kabaca) bir güzel veririm.
Bu içki düşmanı dızzolar genelde haksızlıktan, hukuksuzluktan, adaletsizlikten, soygundan, vurgundan, hırsızlıktan, tecavüzden, linçten bahsetmezler ya da korkmazlar fakat en büyük, en birinci, en korkunç şey içkidir.
Bu şoför de onlardan birisi işte.
Gereken cevap verilmiş; gerekli işlem yapılmış.
---
Maalesef şu açıklamayı yapma ihtiyacı da görüyorum:
İçki içmeyebilirsiniz, içkiyi sevmeyebilirsiniz, içki içeni tasvip de etmeyebilirsiniz. İster kişisel tercih olsun ister dini tercih olsun; fark etmez.
Fakat dingonun ahırındaymış gibi, saygısızca, saldırganca, karşıdakini boğarak bunu saçma sapan bir lafla veya bakışla ifade ederseniz bu size yakışmaz. Kimseye yakışmaz. İnsanlığa yakışmaz.
Aynısı içip içip şişesini tenekesini oraya buraya atan, milleti rahatsız edecek şekilde bağırıp çağıran, müzik açan dızzo barzolar için de geçerli.
Her şeyin başı karşılıklı sevgi ve saygı.