@berberci Değerli kardeşim,
Medeni bir insana, böylesi bir günde insanların değerlerine saygı duymak düşer. Farklı düşünüyorsanız, farklı bir başlık altında tartışmaya açabilirsiniz. İnsan neye inanırsa inansın, önce saygılı olmalı. Fikrinin ne kadar yüksek olduğu tartışılabilir ama, inanların inancını küçümsüyor olmanın bir alçaklık göstergesi olduğu tartışılamaz.
20. yüzyıl filozofları da seninle aynı fikirde idi. 21. yüzyıla yaklaştıkça yanıldıklarını anladılar, kaçınılmaz gerçeği itiraf etmek zorunda kaldılar. Din adına değil, insanlık adına birçok değerin ayaklar altına alındığı dönemin insanlarını, en şerefli insanlar noktasına, kurdukları medeniyeti de, 800 yıl boyunca, dünyanın geri kalanına rehber noktasına getiren bir dinin mensuplarıyız. Hal böyleyken, dinin geleceğinin tehlikede olduğunundan dem vurması, kimsenin haddi değildir. Evet bugün geçmişe nazaran camiye ve kiliseye giden insan sayısı azalmış olabilir. Gitmiyor olsalar bile hala inançlı insanlar. Zaten gitmeyenler de, yaşadıkları ruhsal sıkıntı ve seküler düzene isyan pozisyonuna sahip olmalarından dolayı dine yönelmeye başlamış durumdalar. Bu yazdıklarımın paralelinde bir makaleyi aşağıda istifadenize sunuyorum. Saygılar...
Sosyal bilimlere hâkim olan pozitivist düşünce, Aydınlanma devriyle birlikte insanoğlu- nun tümüyle rasyonelleşeceğini ve metafizik olguların, dinî ritüellerin, halk inançlarının mo- dern toplumda yer bulamayacağını, metafizik inancın insanoğlunun tarih tecrübesinde ilkel evreye ait bir tecrübe olarak kalacağını ve artık kutsalın istikbalinin olmadığını öngörmüştü.
Oysa pozitivizmin altın çağı olacağı öngörülen XX. yüzyılda insanoğlunun yaşadığı ma- cera, kutsalın vazgeçilmezliğini ortaya koydu. Çünkü kutsal, Mircea Eliade’nin özlü ifadesin- de yer bulduğu üzere, “İnsan bilincinin tarihinde bir aşama değil, bilincin yapısında mündemiç bir unsurdur.”
XX. yüzyıl tecrübesine gelinceye kadarki süreçte birçok düşünür, insanoğlunun evreni al- gılama biçimini ve âlemde kendisine biçtiği rolü değiştirecek fikirlere imza attı. Kopernik’le, insan evren ilişkisi, Darwin’le insan tabiat ilişkisi, Freud’le insanın kendisiyle ilişkisi değişti.3 August Comte, Sosyoloji biliminin ahlakî yargıların temeli olarak dinin yerine geçeceğine inanıyordu. Nietzsche’ye göre Tanrı ölmüştü, ölmediyse bile can çekişiyordu, mutlaka ölecek- ti. Frederich Engels, Sosyalist devrimin dini yok edeceğine inandı. Marx, rasyonelleşme süre- cinde dinin yok olacağını savundu. Emile Durkheim, dinin toplumun kutsal yansıması oldu- ğunu, din ile aslında toplumun kendine tapındığını ileri sürdü. Max Weber, dinin insanoğlu- nun zihnini asırlardır efsunlayan bir büyü olduğunu ve artık rasyonelleşme ile birlikte insa- noğlunun gözünün açılacağını savundu. Sosyoloji, psikoloji veya antropolojinin kurucu ba- balarının ortak tavırlarını Freud özetledi: Din bir illüzyondu ve geleceği yoktu: “Tanrı ölme- diyse bile can çekişiyordu. Son nefesini psikanalistin terapi seansında verecekti.”
Modernleşmeyle birlikte önce kurumsal, sonra toplumsal, daha sonra da bireysel seküler- leşme gerçekleşecek ve artık XXI. yüzyılda din maziye gömülecekti. Yani kamuda, sosyal hayatta ve en sonunda da bireysel bilinçte din insanoğlunu terk edecekti. İnsanoğlunun gönlün- de, kalbinde, zihninde din diye bir şey kalmayacaktı. Kısacası din duygusu tarihe karışacaktı.
Şimdi XXI. yüzyıldayız. Modernizmin ve materyalizmin doruğa çıkacağı yüzyılda. Ama olmadı. Bu öngörüler gerçekleşmedi. O büyük isimler, kurucu babalar artık kaybedenler ku- lübünün mazide kalan üyeleri oldular. Materyalist şemsiye XXI. yüzyılı yeterince gölgeleye- miyor. Batı dünyasında, “Aydınlanma”nın göbeğinde, adına spiritüel denen yeni dinî akımlara her gün bir yenisi ekleniyor. Kimi atalar dininin bir başka formuna dönerek, kimi Uzak Doğu dinlerine yelken açarak manevi değerlerde tatmin arıyor. Aralarında apokaliptik kıyamet se- naryolarıyla mutmain olanlar bile var.
Bugün Amerika dünyanın teknolojiyi en üst düzeyde kullanan ülkesi, ama aynı zaman- da dünyanın hatırı sayılır dindar ülkelerinden. Haftalık kiliseye gitme oranı %40’lar düze- yinde. Ülkede 300 bin kadar kilise var. Amerikan başkanları göreve başlarken İncil üzeri- ne yemin ediyor. Halkın %70’i kendini dindar olarak tanımlıyor.6 Bir başka endüstrileşmiş ülke Japonya’da insanlar otomobil aldıkları zaman Şinto mabedine giderek otomobillerini kutsatıyorlar.
Rodney Stark ve William Bainbridge,8 “dinsiz bir gelecek düşüncesinin illüzyon” olduğu- nu, kaybedenin din değil, aksine sekülerleşme olduğunu savundu. Andrew Greeley,9 devle- tin dini yok etmek için 70 yıl hükümran olduğu Rusya’da “Aziz Vladimir’in, Karl Marx’ı taht- tan indirdiğini” söyledi. St. Petesburg’da Komünist rejimin Ateizm kütüphanesi yaptığı Aziz Vladimir Kilisesi, bugün Ortodoks akınına uğramış vaziyette. Peter Berger ve Hervieu-Léger, dinin “bir anlam sistemi” olduğunu, kurumsal anlam kaybının, bireysel anlam kaybı anlamı- na gelmediğini ve dinin bireysel bilinçteki yerini hep koruduğunu ileri sürdüler.10 Çünkü mo- dern insan bilim-teknoloji ve modernitenin varoluşsal anlam sağlayamadığını, dolayısıyla di- nin yerinin dolmadığını hissetti.
XX. yüzyılın ikinci yarısının belki de en meşhur ateisti 1923 doğumlu İngiliz filozof An- tony Flew idi. Ama o da Yanılmışım Tanrı Varmış başlıklı bir kitap yazdı 2007 yılında. Flew ve yoldaşları evrenin mahiyeti üzerine bilimin bulgularını baz almışlardı ateizme giden yol- da. Teizme dönüş yaparken de bilimden hareket etmiş ve “Artık anladık ki evren bilimle çözü- lebilecek bir şey değil.” demişti Flew. Ama yoldaşlar pek hoşlanmadı bu sözlerden. “Flew bunadı, ne dediğini bilmiyor!” dediler. Antony Flew 2010’da öldü. İki yıl sonra, 2012’de kerva- na bu kez 1969 doğumlu İsviçre asıllı İngiliz ateist Alan de Botton katıldı. “Evet ben bir ate- istim, ama dinin toplumsal işlevini reddedemeyiz, dinsiz bir toplum hayal edemeyiz.” dedi, Ateistler için Din başlıklı kitabında. Kitabın vurgusu açıktı: “Din, sosyolojik olarak vazgeçe- meyeceğimiz bir olgudur.” Aslında benzer bir vurguyu XX. yüzyılın başlarında din psikoloji- sinin ve pragmatist felsefenin öncülerinden William James yapmış ve “İnançlar doğru olduk- ları için işe yaramazlar, işe yaradıkları için doğrudurlar.” demişti, dinin insan hayatındaki iş- levsel vazifelerini anlatırken.
Viyana kökenli Amerikalı sosyolog Peter Berger XXI. yüzyılda seküler bir dünyada yaşaya- cağımızı ve dine inananların Tibetli müneccimler gibi tuhaf varlıklar olarak algılanacağını ön- görmüştü 25 Nisan 1968 tarihli New York Times röportajında. Ama o da itiraf etmişti kehane- tin dolmasına üç yıl kala, 1997’de yazdığı Sekülerizmin Gerilemesi başlıklı makalesinde.11 O da görmüştü Tibet’in ruhani lideri Budist rahip Dalai Lama’ya konferans verdirmek için Amerikan üniversitelerinin sıraya girdiğini. Artık sıra Sosyalist ideolojinin sembol ismi Habermas’ta idi. Habermas da 1960’larda dinin irrasyonel bir illüzyon olduğunu savunmuştu. Ama 1980’lerde Marxist ideolojiden Fransız laikliğine evrilmişti: “Tamam, din özel alanda var olsun, ama kamu- sal alanda yeri yok.” demişti. 2007’de ise post-seküler bir evreye girdiğimizi söyledi. Artık o da kararını vermişti: “Din, sosyolojik olarak yararlı bir şeydi.” Kim bilir, belki o da Antony Flew gibi yaşlandıktan sonra söylemişti bunları? Ama bir başka yaşlı, 1929 doğumlu Peter Berger, 2011’de, The American Interest dergisinde yazdığı “What Happens When a Leftist Philosopher Discovers God?” (Eski Tüfek Bir Solcu Tanrı’yı Keşfederse Ne Olur?) başlıklı makalesinde aslında her şeyi ifade etmiş oldu: “Günaydın Habermas, aramıza hoş geldin.”
Bir başka sosyolog Richard Wright dinin vazgeçilmezliğini şu sözlerle anlattı: “Din, öldü denildiğinden bu yana her yerde... Eskiden sadece kiliselerin çanlarındaydı; şimdi sokaklarda, herkesin kalbinde. Eskiden din adamları vardı; şimdi ise herkes din adamı.”
Hülasa, insanoğlunun inanmadığı bir zaman hiç olmadı. İnsanlık bazen semavi dinlere, bazen pagan kültürlere tanıklık etti, ama inanç şekil ve pratiklerinde maneviyat mutlaka bir şekilde varlığını devam ettirdi.. Her ne kadar Kopernik sonrasında evrenin esrarı keşfedildik- çe bu maneviyatın sona ereceği öngörüldüyse de sonuçta öngörüler tutmadı. Batı dünyası, bu dönemde geleneksel inançları paranteze aldı, ancak zaman içinde Uzakdoğu inanışlarına ilgi göstermeye başladı. Başta gençler olmak üzere, milyonlar bu akımlara katıldı. Tüm bu tecrü- beler Batı’yla, modernleşme olgusuyla karşılaşan İslâm dünyasının ve bu karşılaşmayı İslâm dünyasında en üst düzeyde yaşayan Türk halkının da zamanın ruhundan etkilenmesine ne- den oldu. Gelenekle modernliğin kesişme noktasında yeni formlar oluştu. Din olgusu farklı boyut ve formlarda varlığını korudu. Ama inanma şekil ve pratiklerinde yenilenmeler, deği- şimler oldu. Kimi zaman kutsal seküleri, kimi zaman da seküler kutsalı barındırdı.
devamı için...
(link)