Jordanred Bisiklet Forması, Bisiklet Taytı ve Bisiklet Giyimine Dair Her Şey

Gen, Ateşkes, Kurt Kapanı, Operadaki Hayalet, Vahşi Doğa

Süleyman Şatır

Forum Bağımlısı
Kayıt
22 Mart 2005
Mesaj
1.151
Tepki
2.733
Şehir
Fatih / İstanbul
Sinemalarda bu hafta biri yerli, dört yeni film gösterime giriyor. Başrollerinde Doğa Rutkay, Yurdaer Okur ve Mahmut Gökgöz'ün rol aldığı yerli yapım Gen, İstanbul Film Festivali'nin açılış filmi olan Ateşkes, Avustralya'da yaşanan gerçek bir olaydan esinlenilerek çekilen Kurt Kapanı, geçtiğimiz yıl üç dalda Oscar'a aday gösterilen Operadaki Hayalet bu haftanın yeni filmleri oldu...

Bu hafta bir de özel gösterim var... Gelecek hafta gösterime çıkacak olan animasyon film Vahşi Doğa sadece Cumartesi ve Pazar günleri gösterimde olacak...

Haftanın filmleri şöyle sıralandı :

 
Scudo
Türkiye’nin en genç yönetmeni olan 21 yaşındaki Togan Gökbakar’ın yönetmenliğini üstlendiği Gen, korku-gerilim türünde bir film... Bir milyon dolar bütçeyle çekilen filmde Doğa Rutkay, Yurdaer Okur, Mahmut Gökgöz, Haldun Boysan, Sefa Zengin, Zeliha Güney, Şahan Gökbakar rol alıyor... Filmde Levent Öktem, Mürsel Yaylalı, Levent Can ve Aysun Metiner de konuk oyuncular arasında yer alıyor.

Filmin konusu :
Dağlık bölgede yer alan eski bir akıl hastanesinde psikiyatr olarak göreve başlayan Dr. Deniz, hastaneye geldiği ilk gün bir intihar vakası ile karşılaşır. Olayı araştırmak için hastaneye gelen iki polis ise, bölgedeki yoğun yağış ve oluşan heyelan sonucu yolların ve telefon hatlarının hasar görmesinden dolayı mahsur kalırlar. Yıllar boyunca sakin ve kendi halinde varlığını sürdürmüş olan bu akıl hastanesi, 3 gün 2 gece içerisinde, vahşi bir şekilde işlenecek cinayetlerle sarsılacak ve herkesin herkesten şüphelendiği, korkunun hüküm sürdüğü bir karabasan haline dönüşecektir.



 
İstanbul Film Festivali'nin açılış filmi olan Ateşkes, şimdi de ticari sinemalarda... Christian Carion'un cepheden gelen mektuplara dayanarak yazdığı ve yönettiği film, savaşın ne kadar anlamsız olduğunu anlatırken, düşmanlığı ve nefreti yenen dostluğun öyküsü anlatıyor... Film, bu yıl 'en iyi yabancı film' dalında Oscar ve Altın Küre'ye aday gösterilmişti...

Filmin konusu :
1914 yılı yılbaşı arifesi... Alman, Fransız ve İskoç askerleri birbirlerine 50-100 metre yakınlıktaki siperlerde kıyasıya, çarpışırlarken, savaşın ne denli acımasız olduğuna şahit oluyoruz. Yılbaşı gecesi bile rahat yoktur. Bir Fransız askeri, karşı tarafın mitralyözünün nerede konumlandırılmış olduğunu öğrenmesi için keşfe gönderilir... Tam bu sıralarda İskoç siperlerinden gayda ile çalınan bir müzik sesi duyulur... Orada bulunan tüm askerler, birbirlerine düşman olmalarına rağmen, bu müziği can kulağıyla dinlerler... Alman siperlerinde de Berlin Operası'ndan bir tenor ve cepheye kendisini ziyarete gelen kendisi gibi opera sanatçısı karısı vardır. O da gaydadan gelen nağmelerle bir şarkı söyler...

Alman asker, şarkısını siperden çıkarak tamamladığında, diğer askerler de siperlerinden çıkmıştır. Kendiliğinden oluşuveren bu durumdan sonra, komutanlar birbirlerini selamlayarak bir gece için ateşkes ilan ettiklerini açıklarlar... Bir gün önce süngü süngüye çarpışan askerler, sohbetleri sırasında pek çok ortak noktaları olduğunu anlarlar... Ateşkes, ertesi gün de devam eder, ölülerini gömerler... Bir de aralarında futbol maçı yaparlar. Alman komutanın, İskoçlar'ın siperlerine giderek, 'Karargahtan topçularımızın, siperlerinizi bombalayacakları bildirildi, bizim siperlere gelin' demesiyle dostlukları iyice pekişir. Ardından karşı topçu birliklerinden gelebilecek muhtemel bombalama için, İskoçlar'ın siperlerine geçerler...

Ateşkes, bu sütunlarda İstanbul Film Festivali açılışı haberinde de tanıtılmıştı... Yılın en iyi filmlerinden biri olan bu savaş karşıtı, duygusal filmi kaçırmayın...



 
Avustralya’da her yıl otuzbin kişi kayboluyor. Bunların yüzde doksanı bir ay içinde bulunuyor, diğerlerinin izine bir daha hiç rastlanmıyor...' Wolf Creek / Kurt Kapanı, bu fikirden yola çıkılarak, Avustralya'nın iç kısımlarında yaşanan gerçek bir olaydan esinlenerek çekilmiş... Film, senarist Greg McLean'ın ilk yönetmenlik denemesi... Greg McLean, bir korku filmi yazma ve yönetme fikri ortaya çıktığında, Avustralya'nın ıssız bölgelerinde kaybolan ve bir daha haber alınamayan turistleri düşünmüş. Klasik Avustralya figürü Crocodile Dundee gibi ama, kötü ruhlu bir karakter, Mick Taylor karakterini yaratmış... Mick Taylor, Avustralya'da otoyollarda dolaşan ruh hastası, yalnız bir adam... Evlerinden uzak turistleri avlıyor ve onlara işkence yapıyor...

Filmin konusu:
Avustralya'da yaşayan yirmili yaşlarında üniversiteden yeni mezun olmuş, ikisi kız, üç genç... Avustralya'yı keşfetmek için ellerinde bir harita, eski bir araba ile yola çıkıyorlar. Olaylar, Wolf Creek Ulusal Parkı’ndaki meteor kraterini görmek üzere parka gitmeleriyle başlıyor. Hava karardıktan sonra dönmek istediklerinde, önce saatlerinin, ardından arabanın bozulduğunu görüyorlar... Geceyi orada geçirmeye hazırlandıklarında, aralarında UFO şakaları yapıyorlar. Gecenin ilerleyen saatlerinde uzaktan bir kamyonetin gelişini ilk gördüklerinde ise, gerçekten de meteor düşmüş bu yerde UFO korkusu yaşıyorlar.

Gelen arabadan Mick Taylor adlı bir adam iniyor. Üç genç, artık kurtulduklarını düşünüyorlar. Mick, gençlerin bozulan arabalarını tamir etmek için uğraşıyor, daha doğrusu uğraşmış görünüyor. Sonuçta, parça gerektiğini, bozulan parçanın kendisinde olduğunu, ancak yanında olmadığını, isterlerse kendilerini çekerek götürebileceğini, parçayı da parasız yerine takabileceğini, ya da başka bir geçeni beklemelerini söylüyor... Teklifi sevinerek kabul eden üç genç, gece karanlığında saatlerce bilinmeyen bir yöne doğru, kamyonetle çekiliyorlar...

Ama Mick’in, arabalarını tamir etmek ve onların gitmelerine izin vermek gibi bir niyeti yoktur. Çok geçmeden, bu adamın asla affetmeyen, vahşi bir ölüm makinası olduğunu anladıklarında herşey çok geçtir...

İstanbul Film Festivali'nde 'Geleceğin Ustaları' bölümünde de gösterilen Kurt Kapanı, gerilimi belli bir seviyede tutmayı başarıyor... Bu filmi izledikten sonra, bisikletlerle ıssız yerlerde dolaşırken biraz düşüneceksiniz (!)...



 
Gaston Leroux’nun romanı, The Phantom of the Opera, ilk olarak 1911 yılında yayınlanmış, roman pekçok kere sinemaya ve televizyon filmlerine konu olmuştu. Romanın sahneye taşınması ise, ilk kez 1986 yılında oldu. Ünlü besteci Lloyd Webber tarafından ilk olarak Londra'da sahnelenen eser, 1988 yılında da Broadway'de gösterime çıktı... En uzun süre sahnelenen müzikallerden birisi olma ünvanını elde eden müzikal, Batman&Robin, A Time to Kill, Batman Forever, St. Elmo’s Fire filmlerinin yönetmeni Joel Schumacher'in yorumuyla beyazperdeye uyarlandı... 2004 yapımı film, biraz gecikmeli de olsa bu hafta gösterime çıkıyor...

Filmin konusu :
Yeniden canlandırılmaya çalışılan operanın yıldızı La Carlotta, kostüm provaları sırasında oyunu terk edince, yöneticiler bu rolü Christine'e verirler. Christine, kendisine güvenenleri mahcup etmez ve performansıyla, operanın açılışında gecenin yıldızı olur. Bir maskeyle herkesten gizli operada yaşayan 'Operanın Hayaleti' de, Christine'den çok etkilenir...

Hayalet, genç kadını, takıntı haline gelen bir aşkla sevmeye başlar... Fakat bu genç sopranoya sahip çıkmak isteyen tek erkek o değildir. Opera’nın sahibinin gözü de Chiristine’dedir. Bu çok karizmatik adam kolayca Christine’i etkisi altına alır. Hayalet, tutkuları ve kıskançlığı ile başbaşa kalmıştır... Aşkı nefrete dönüşür ve intikam hırsı operayı sarsar...



 
Vahşi Doğa, aslında gelecek hafta vizyona girecek ama, bu hafta özel gösterim adı altında sadece Cumartesi ve Pazar günleri gösterilecek... Madagasgar benzeri animasyon film, New York hayvanat bahçesinde yaşayan bir grup sevimli hayvanın, yanlışlıkla Afrika'ya gönderilen küçük bir aslanın peşinden Afrika'ya giderek vahşi doğayla tanışmalarını anlatan eğlenceli bir yapım...

Bilgisayarda yaratılmış, animasyon karakterler neredeyse canlı gibi... Madagasgar'ı sevdiyseniz bu filmi de seveceksiniz...



 
Back