(link)
2004temmuz2004
Double Shock
2 sene önce yaptığımız 3 günlük Shock Position turunu tek güne sığdırmaya karar verince karşımıza gidişi ve gelişi tek güne indiren bir “Double Shock” gezisi çıktı. Önce bir anlam veremediğimiz bu meydan okumanın sınırlarımızı bu kadar zorlayacağını tahmin edemezdik. Bir yada iki gün önceden doğan Double Shock turumuz son derece acele, zorlayıcı ve tarihi önem arzeden bir gezi olarak kendini belli ediyordu Ama Double Shock’un gerçekten ne olduğunu turu yaşarken öğrenecektik.
Burdur’a yaklaşık 70 km mesafede olan Yeşilova’ya bağlı Türkiye’nin en derin 2. gölü olan Salda Gölü’ne tek günde gidip gelmek başta kulağa oldukça eğlenceli geliyordu. Aradan geçen 2 seneye göre bizler ve bisikletler performans olarak çok çok ilerlemiştik. Double Shock turumuzu orijinal Shock Position’da olduğu gibi 4 kişi değil de, kardeşlerimizle tarihi bir türlü ayarlayamadığımız için sadece Ben ve NoLimit yani 2 kişi gerçekleştirmek zorundaydık. Kişi sayısı azaldığı için kendimizi biraz daha zorlayabilir ve vücutlarımızın ve bisikletlerimizin limitlerini daha kolayca öğrenebilirdik. Tamamen bir macera yarışı tadında geçecek olan bisiklet gezisine başlarken saat daha 7:00 ye gelmemişti. Önceki gün yaptığımız 40-50 km lik antrenman gezisi için bisikletlerin ayarları araziden, yola ve asfalta çoktan adapte olmuştu. Fazla şişik tekerler ilk metrelerde bile rahatsız etmeye başlamıştı bizleri ama eğer kendimizi kırmızı çizgiye kadar zorlayacaksak bunlar önemsiz ayrıntılar sayılırdı. Fakat gezinin ilerleyen saatlerinde önemsiz ayrıntıların nasıl bizleri inim inim inleceğini görecektik.
İlk uzun gezilerimizden bu yana bizim için birinci sıradaki mola yeri olan Burdur Gölü manzaralı mekana sırf hatırı için giriyoruz. Hatırı için biraz da dinleniyoruz. Birkaç fotoğraf , geçmişi anma derken daha çiçeği burnunda terimiz soğumadan yola devam etme kararı alıyouz. İlk inişlerden sonra düz yol sayılabiilecek bu geniş yollardaki ortalamamız yeterince akıcı ve yerinde.Havanın rüzgarsız olduğu zamanlarda 30+ km hızlarda rahatlıkla ve büyük keyifle ilerliyoruz. Gezinin kilit her saniyesi bize eskiden birşeyler hatırlatıyor. Tempomuz gayet iyi olduğu için mümkün olduğu kadar az mola vererek bu ideal şartlarda gidebildiğimiz kadar gitmek istiyoruz. Rüzgar yok, trafik az, güneş sadece üşütmeyecek kadar ve kaslarımızdaki glkojen depoları ağzına kadar dolu... Tur yapan bir bisikletçi daha başka ne isteyebilir ki, diyerek hızla yolumuza devam ediyoruz. Suludere’nin kurak deresi üzerinden ve Kuruçay’ın üzerindeki köprüden geçiyoruz. Zaman içerisinde akan nehirlerin kuruduğunu ve susuz çayların tekrar ıslandığına şahit oluyoruz. İsmi konulduğu zaman delice akan bir nehrin boş yatağı üzerinden geçiyor köprü. Muhteşem sarı – yeşil ova manzarasının arkasından çok dar bir çizgi dahilinde görülebilen gölün son uzantılarını farketmek dikkat gerektiriyor.
Yol ufak tefek iniş çıkışlar haricinde ovanın içerisinden ilerlediğimiz için düz sayılabilir. Ard arda köyler geçiyoruz. Her zaman görüp de tanımadığınız komşularınız gibi geliyor bu kerpiç ve güneş ısısı sistemlerinin yan yana bulunduğu evler. Bir tarafımızda heyelandan yola doğru düşmüş dev bir kaya ve diğer tarafımızda yeşil ağaçlardan tek sıralık bir duvar olduğu halde ilerliyoruz bu eğlenceli asfalttan. Her zaman için bir kilometre taşı olarak gördüğümüz Hacılar köyüne doğru yaklaşıyoruz. Ultra-tatlı üzümleri için çok erkenciyiz. Yolun kenarında kurulan onlarca derme-çatma barınaklar boş. Yanımızdan vızıldayarak geçen taşıt sayısında farkedilebilir bir artış olduğunda anlıyoruz artık zamanın ilerlediğini. Güneş biraz daha bastırmaya başladığından üzerimizdeki bir katı çıkarmayı düşünüyoruz ama motor sıcaklığını birden hava soğutmalı sisteme maruz bırakarak ve her zaman söylenenin aksine terli terli su içerek üşütmeye hiç niyetimiz yok. Hacılar köyünün buz sularından stoklarımızı yeniliyoruz ve anayoldan aşağı bırakıyoruz kendimizi. Daha da ovanın içine doğru ilerliyoruz, tahmin edemeyeceğimiz bir iniş başlıyor. Çok tatlı bir eğimde, bozuk, delinmiş ve eskimiş dar köy yolundan evler arasından ilerliyoruz. Avrupa’nın sıkışık köylerini andıran ve tek eksiği bir evden diğerine uzanan çamaşır ipleri olan bu fantastik inişin tadına varıyoruz. Tek arabanın sığacağı kadar genişlikteki yolda hızla ilerlerken büyüyü bozan karşıdan gelen bir minibüs oluyor. Minibüsün ön kısmında “Liselim” yada “Üniversitelim” benzeri bir çıkartma olmaktan son anda kurtuluyoruz ve NoLimit önde olduğu halde yolun kenarındaki dar ve toprak su kanalına atıyoruz kendimizi. Biraz riskli ve santimetre farklardan oluşan manevralardan sonra derin bir nefes alıp rahatlıyoruz.
Eğlence uzun sürmüyor. Karşımızda geçmemiz gereken çölden bozma, bozkırın etkisini sonuna kadar duyabileceğimiz geniş bir ova var. Neredeyse bütün tarlalar dolu. Muhtemelen yarısından fazlası bizden katlarca yaşlı olan evlerin arasından kendimizi genişliğe atıyoruz ve burnumuza nohut tarlalarının şaşırtıcı güzellikte kokusu geliyor. Sulanabilir birkaç pilot bölgede yetiştirilen mısır haricinde genel olarak arpa,buğday ve nohut tarlalarından oluşan ovanın ortasından dümdüz ilerleyen yolu takip ediyoruz. Sabah erken saatlerinden sayılabilecek şu anda tempomuz ve keyfimiz yerinde ilerliyoruz. Muhafız dağlar ve tepelerin arasında korunmuş altıın gibi parlayan sarı, kendini hissettiren güneşin de etkisiyle zaman zaman gözümüzü alıyor. Bu kadar düz yolu ve limiti alındığında sıfıra yaklaşan trafiği bulduktan sonra hareket halinde birkaç fotoğraf çekiyoruz. Olaya fotojenik yaklaştığımız konusunda tatmin olduktan sonra yola devam ediyoruz. Hızımız tam istediğimiz gibi olduğundan bu uzun yollardan bayma noktasından çok uzaktayken geçmiş oluyoruz. Düz yolun dağıttığı dikkatimizi bir iniş-köprü-çıkış üçlüsü tazeliyor. Tekrar düz yollardayız.
Bir süre daha devam ediyoruz ama kafalarımızı kurcalayan bir soru var. NoLimit ve ben, dikkat ettiğimiz üzere herşeyin yolunda gittiğini ve resmen tıkır tıkır işlediğini farkediyoruz. Buna alışkın olmadığımızdan olsa gerek filmlerdekine benzer birşekilde “Çok sessiz” , “Evet, hatta baya bi çok sessiz.” diyoruz. Normalde olması gerektiğinden çok daha sessiz olan her sahnede olduğu üzere bir patlama yada silah sesi duyulmuyor Double Shock gezisinin ilk çeyreğinde. Sağ tarafımızdan “Hede hödö pata küm” diyerek bir çoban köpeği 10 metre önümüze doğru koşuyor. NoLimit’in “Dur” , benim “Bas” şeklindeki düşünsel reflekslerimiz hareketlerimize de komuta ediyor ve ben iyi derecede modifiye edilmiş arabaların vites değiştirirken çıkardıkları turbo basıncına benzer bir efektle beraber 30-40 km üzerinden devam ediyorum ve tahminim üzere sol taraftan geride kalan NoLimit duruyor. Beyaz atlı prens sağ arkamdan birkaç metre mesafede beni bir süre takip ediyor ben de onu izliyorum. Karşıma baktığımda kahverengi renkli bir kahverengi atlı ve pis kokulu bir prensin daha orada yolumu kesmek üzere olduğunu görüyorum. Böbrek üstü bezlerimin salgıladığı adrenalin hormonunun dağılırken karnımda gerçekleştirdiği soğukluğu hissediyorum ve bunun teorik olarak kalp atış sayımı artırması, kılcal damarlarımın genişliğinin değiştirmesi ve bunlara bağlı olarak geçici olarak gelen performans artışını yeterince kullanmıyorum. Masa yüksekliğindeki köpek(cik) lere blörf yaparak herşeyin kontrolümde olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Koyun sürüsünden hızla ayrılmam sonucunda egzoz gazımı yutan yaratıklar ovanın ortasından bisikletinden inmiş ve son derece vurulabilir durumda bekleyen NoLimit’e doğru ilerliyorlar. Ben güvenli mesafeye kadar gittikten sonra durup olayları mercek altına alıyorum. Birkaç atak deneyen köpekler arkadaşımın başını belaya sokacak gibi dursalar da soğuk kanlılığını koruması ve biraz da göremediği kuvvetlerin yardımıyla problem büyümüyor. Yavaş yavaş NoLimit’in yanıma gelmesini bekliyorum “Baba n’aptın” diyerek karşılıyorum dostumu ve ufak bir brifingden sonra “Neyse Allah’tan bir şey yok” diyerek kendimizi teselli ediyoruz. Dakikalarca sürecek olan bir açık oturum başlıyor, dursa mıydık, durmasa mıydık. Özellikle Ankara’da Bilkent, ODTÜ ve Hacettepe arazilerinde yoğun bisiklet binen birisi olarak 2 gezimden birinde kesinlikle bir yada muhtemelen daha fazla (5-10) köpekle muhatap olduğumu anlatmaya çalışyıorum NoLimit’e ve benim de her zaman için köpeklerden kaçmak yerine durduğumu anlatıyorum. NoLimit de “Belli zaten hiç kaçmıyorsun” benzeri cümleleri sarfederek kahkaha – bağırış karışımı tartışma devam ediyor. Benim anlatmak istediğim bu durumun bir istisna olduğu ve bu istisnaya göre bir değerlendirme yapmamız gerektiği. Şartlar şöyle: Karşımızda 2 adet jaguar’dan bozma çoban köpeği var ve daha da fazlalaşmayacaklarının hiç ama hiçbir garantisi yok, koyun yada keçi sürüsü yakında ve koruma içgüdüsüyle dolular, çok fazla gürültü yapmadan az bağırarak geliyorlar (ısıracak köpek havlamaz desturu) , hızımız yeterli ve enerjimiz yerinde yani istediğimiz şekilde köpekleri ekebiliriz, bisikletten inmek için yeterli mesafede yavaşlayıp duramazdık ve bir miktar köpeklerden kaçmış olarak onları şımartmış olurduk. Dostumu köpekler konusunda bir dahaki sefere bana güvenmesi konusunda ikna etmeye çalıştıktan da birazcık da olsa başarılı olduktan sonra asıl konuyu atladığımızı farkettim. “Abi, ne yaptıysak yada yapacaktıysak yapalım beraber yapmamız gerekirdi, dursak beraber, bassak beraber bassaydık, önemli olan buydu.” Ama saliseler içinde gerçekleşen bu olayda karar vermek için çok az zamanımız olduğundan reflekslere kalmıştı işimiz ve onların da karar verme mekanizması çok farklıydı. Herneyse, onlarca dikiş yada yapılabilecek en iğrenç iğnelerden biri olan kuduz iğnesinin acısına katlanmamıza gerek kalmadan bu tehlikeyi de sağ salim atlatmış bulunduk çok şükür.
2004temmuz2004
Double Shock
2 sene önce yaptığımız 3 günlük Shock Position turunu tek güne sığdırmaya karar verince karşımıza gidişi ve gelişi tek güne indiren bir “Double Shock” gezisi çıktı. Önce bir anlam veremediğimiz bu meydan okumanın sınırlarımızı bu kadar zorlayacağını tahmin edemezdik. Bir yada iki gün önceden doğan Double Shock turumuz son derece acele, zorlayıcı ve tarihi önem arzeden bir gezi olarak kendini belli ediyordu Ama Double Shock’un gerçekten ne olduğunu turu yaşarken öğrenecektik.
Burdur’a yaklaşık 70 km mesafede olan Yeşilova’ya bağlı Türkiye’nin en derin 2. gölü olan Salda Gölü’ne tek günde gidip gelmek başta kulağa oldukça eğlenceli geliyordu. Aradan geçen 2 seneye göre bizler ve bisikletler performans olarak çok çok ilerlemiştik. Double Shock turumuzu orijinal Shock Position’da olduğu gibi 4 kişi değil de, kardeşlerimizle tarihi bir türlü ayarlayamadığımız için sadece Ben ve NoLimit yani 2 kişi gerçekleştirmek zorundaydık. Kişi sayısı azaldığı için kendimizi biraz daha zorlayabilir ve vücutlarımızın ve bisikletlerimizin limitlerini daha kolayca öğrenebilirdik. Tamamen bir macera yarışı tadında geçecek olan bisiklet gezisine başlarken saat daha 7:00 ye gelmemişti. Önceki gün yaptığımız 40-50 km lik antrenman gezisi için bisikletlerin ayarları araziden, yola ve asfalta çoktan adapte olmuştu. Fazla şişik tekerler ilk metrelerde bile rahatsız etmeye başlamıştı bizleri ama eğer kendimizi kırmızı çizgiye kadar zorlayacaksak bunlar önemsiz ayrıntılar sayılırdı. Fakat gezinin ilerleyen saatlerinde önemsiz ayrıntıların nasıl bizleri inim inim inleceğini görecektik.
İlk uzun gezilerimizden bu yana bizim için birinci sıradaki mola yeri olan Burdur Gölü manzaralı mekana sırf hatırı için giriyoruz. Hatırı için biraz da dinleniyoruz. Birkaç fotoğraf , geçmişi anma derken daha çiçeği burnunda terimiz soğumadan yola devam etme kararı alıyouz. İlk inişlerden sonra düz yol sayılabiilecek bu geniş yollardaki ortalamamız yeterince akıcı ve yerinde.Havanın rüzgarsız olduğu zamanlarda 30+ km hızlarda rahatlıkla ve büyük keyifle ilerliyoruz. Gezinin kilit her saniyesi bize eskiden birşeyler hatırlatıyor. Tempomuz gayet iyi olduğu için mümkün olduğu kadar az mola vererek bu ideal şartlarda gidebildiğimiz kadar gitmek istiyoruz. Rüzgar yok, trafik az, güneş sadece üşütmeyecek kadar ve kaslarımızdaki glkojen depoları ağzına kadar dolu... Tur yapan bir bisikletçi daha başka ne isteyebilir ki, diyerek hızla yolumuza devam ediyoruz. Suludere’nin kurak deresi üzerinden ve Kuruçay’ın üzerindeki köprüden geçiyoruz. Zaman içerisinde akan nehirlerin kuruduğunu ve susuz çayların tekrar ıslandığına şahit oluyoruz. İsmi konulduğu zaman delice akan bir nehrin boş yatağı üzerinden geçiyor köprü. Muhteşem sarı – yeşil ova manzarasının arkasından çok dar bir çizgi dahilinde görülebilen gölün son uzantılarını farketmek dikkat gerektiriyor.
Yol ufak tefek iniş çıkışlar haricinde ovanın içerisinden ilerlediğimiz için düz sayılabilir. Ard arda köyler geçiyoruz. Her zaman görüp de tanımadığınız komşularınız gibi geliyor bu kerpiç ve güneş ısısı sistemlerinin yan yana bulunduğu evler. Bir tarafımızda heyelandan yola doğru düşmüş dev bir kaya ve diğer tarafımızda yeşil ağaçlardan tek sıralık bir duvar olduğu halde ilerliyoruz bu eğlenceli asfalttan. Her zaman için bir kilometre taşı olarak gördüğümüz Hacılar köyüne doğru yaklaşıyoruz. Ultra-tatlı üzümleri için çok erkenciyiz. Yolun kenarında kurulan onlarca derme-çatma barınaklar boş. Yanımızdan vızıldayarak geçen taşıt sayısında farkedilebilir bir artış olduğunda anlıyoruz artık zamanın ilerlediğini. Güneş biraz daha bastırmaya başladığından üzerimizdeki bir katı çıkarmayı düşünüyoruz ama motor sıcaklığını birden hava soğutmalı sisteme maruz bırakarak ve her zaman söylenenin aksine terli terli su içerek üşütmeye hiç niyetimiz yok. Hacılar köyünün buz sularından stoklarımızı yeniliyoruz ve anayoldan aşağı bırakıyoruz kendimizi. Daha da ovanın içine doğru ilerliyoruz, tahmin edemeyeceğimiz bir iniş başlıyor. Çok tatlı bir eğimde, bozuk, delinmiş ve eskimiş dar köy yolundan evler arasından ilerliyoruz. Avrupa’nın sıkışık köylerini andıran ve tek eksiği bir evden diğerine uzanan çamaşır ipleri olan bu fantastik inişin tadına varıyoruz. Tek arabanın sığacağı kadar genişlikteki yolda hızla ilerlerken büyüyü bozan karşıdan gelen bir minibüs oluyor. Minibüsün ön kısmında “Liselim” yada “Üniversitelim” benzeri bir çıkartma olmaktan son anda kurtuluyoruz ve NoLimit önde olduğu halde yolun kenarındaki dar ve toprak su kanalına atıyoruz kendimizi. Biraz riskli ve santimetre farklardan oluşan manevralardan sonra derin bir nefes alıp rahatlıyoruz.
Eğlence uzun sürmüyor. Karşımızda geçmemiz gereken çölden bozma, bozkırın etkisini sonuna kadar duyabileceğimiz geniş bir ova var. Neredeyse bütün tarlalar dolu. Muhtemelen yarısından fazlası bizden katlarca yaşlı olan evlerin arasından kendimizi genişliğe atıyoruz ve burnumuza nohut tarlalarının şaşırtıcı güzellikte kokusu geliyor. Sulanabilir birkaç pilot bölgede yetiştirilen mısır haricinde genel olarak arpa,buğday ve nohut tarlalarından oluşan ovanın ortasından dümdüz ilerleyen yolu takip ediyoruz. Sabah erken saatlerinden sayılabilecek şu anda tempomuz ve keyfimiz yerinde ilerliyoruz. Muhafız dağlar ve tepelerin arasında korunmuş altıın gibi parlayan sarı, kendini hissettiren güneşin de etkisiyle zaman zaman gözümüzü alıyor. Bu kadar düz yolu ve limiti alındığında sıfıra yaklaşan trafiği bulduktan sonra hareket halinde birkaç fotoğraf çekiyoruz. Olaya fotojenik yaklaştığımız konusunda tatmin olduktan sonra yola devam ediyoruz. Hızımız tam istediğimiz gibi olduğundan bu uzun yollardan bayma noktasından çok uzaktayken geçmiş oluyoruz. Düz yolun dağıttığı dikkatimizi bir iniş-köprü-çıkış üçlüsü tazeliyor. Tekrar düz yollardayız.
Bir süre daha devam ediyoruz ama kafalarımızı kurcalayan bir soru var. NoLimit ve ben, dikkat ettiğimiz üzere herşeyin yolunda gittiğini ve resmen tıkır tıkır işlediğini farkediyoruz. Buna alışkın olmadığımızdan olsa gerek filmlerdekine benzer birşekilde “Çok sessiz” , “Evet, hatta baya bi çok sessiz.” diyoruz. Normalde olması gerektiğinden çok daha sessiz olan her sahnede olduğu üzere bir patlama yada silah sesi duyulmuyor Double Shock gezisinin ilk çeyreğinde. Sağ tarafımızdan “Hede hödö pata küm” diyerek bir çoban köpeği 10 metre önümüze doğru koşuyor. NoLimit’in “Dur” , benim “Bas” şeklindeki düşünsel reflekslerimiz hareketlerimize de komuta ediyor ve ben iyi derecede modifiye edilmiş arabaların vites değiştirirken çıkardıkları turbo basıncına benzer bir efektle beraber 30-40 km üzerinden devam ediyorum ve tahminim üzere sol taraftan geride kalan NoLimit duruyor. Beyaz atlı prens sağ arkamdan birkaç metre mesafede beni bir süre takip ediyor ben de onu izliyorum. Karşıma baktığımda kahverengi renkli bir kahverengi atlı ve pis kokulu bir prensin daha orada yolumu kesmek üzere olduğunu görüyorum. Böbrek üstü bezlerimin salgıladığı adrenalin hormonunun dağılırken karnımda gerçekleştirdiği soğukluğu hissediyorum ve bunun teorik olarak kalp atış sayımı artırması, kılcal damarlarımın genişliğinin değiştirmesi ve bunlara bağlı olarak geçici olarak gelen performans artışını yeterince kullanmıyorum. Masa yüksekliğindeki köpek(cik) lere blörf yaparak herşeyin kontrolümde olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Koyun sürüsünden hızla ayrılmam sonucunda egzoz gazımı yutan yaratıklar ovanın ortasından bisikletinden inmiş ve son derece vurulabilir durumda bekleyen NoLimit’e doğru ilerliyorlar. Ben güvenli mesafeye kadar gittikten sonra durup olayları mercek altına alıyorum. Birkaç atak deneyen köpekler arkadaşımın başını belaya sokacak gibi dursalar da soğuk kanlılığını koruması ve biraz da göremediği kuvvetlerin yardımıyla problem büyümüyor. Yavaş yavaş NoLimit’in yanıma gelmesini bekliyorum “Baba n’aptın” diyerek karşılıyorum dostumu ve ufak bir brifingden sonra “Neyse Allah’tan bir şey yok” diyerek kendimizi teselli ediyoruz. Dakikalarca sürecek olan bir açık oturum başlıyor, dursa mıydık, durmasa mıydık. Özellikle Ankara’da Bilkent, ODTÜ ve Hacettepe arazilerinde yoğun bisiklet binen birisi olarak 2 gezimden birinde kesinlikle bir yada muhtemelen daha fazla (5-10) köpekle muhatap olduğumu anlatmaya çalışyıorum NoLimit’e ve benim de her zaman için köpeklerden kaçmak yerine durduğumu anlatıyorum. NoLimit de “Belli zaten hiç kaçmıyorsun” benzeri cümleleri sarfederek kahkaha – bağırış karışımı tartışma devam ediyor. Benim anlatmak istediğim bu durumun bir istisna olduğu ve bu istisnaya göre bir değerlendirme yapmamız gerektiği. Şartlar şöyle: Karşımızda 2 adet jaguar’dan bozma çoban köpeği var ve daha da fazlalaşmayacaklarının hiç ama hiçbir garantisi yok, koyun yada keçi sürüsü yakında ve koruma içgüdüsüyle dolular, çok fazla gürültü yapmadan az bağırarak geliyorlar (ısıracak köpek havlamaz desturu) , hızımız yeterli ve enerjimiz yerinde yani istediğimiz şekilde köpekleri ekebiliriz, bisikletten inmek için yeterli mesafede yavaşlayıp duramazdık ve bir miktar köpeklerden kaçmış olarak onları şımartmış olurduk. Dostumu köpekler konusunda bir dahaki sefere bana güvenmesi konusunda ikna etmeye çalıştıktan da birazcık da olsa başarılı olduktan sonra asıl konuyu atladığımızı farkettim. “Abi, ne yaptıysak yada yapacaktıysak yapalım beraber yapmamız gerekirdi, dursak beraber, bassak beraber bassaydık, önemli olan buydu.” Ama saliseler içinde gerçekleşen bu olayda karar vermek için çok az zamanımız olduğundan reflekslere kalmıştı işimiz ve onların da karar verme mekanizması çok farklıydı. Herneyse, onlarca dikiş yada yapılabilecek en iğrenç iğnelerden biri olan kuduz iğnesinin acısına katlanmamıza gerek kalmadan bu tehlikeyi de sağ salim atlatmış bulunduk çok şükür.