Tam ben onu arayacakken telefon ekranında beliren "Ramazan abi arıyor..." yazısıyla masanın üstünde vızıldamaya başlıyor. Şak diye açıyorum. Naban nöörün faslını geçtikten sonra soruyorum soruyu: "Tunceli'ye gideceğiz abi bu akşam, gelir misin?" Ayrıntıları netleştirdikten sonra, akşam 6'da yola çıkmayı kararlaştırıyoruz. O Malatya'dan gelip bizimle buluşacak, bisikletlerimizi arabaya yükleyip yola düşeceğiz.
Saat yedi buçukta, güneş ufukla öpüşürken yola ancak düşebiliyoruz. Rotamız Pertek üzerinden Tunceli. Recep ikimizden heyecanlı. İlk kez Tunceli'ye gidiyor. Biz de etkinliğin nasıl geçeceği konusunda tartışıyoruz. Mayıs ayında birçok eksikliği olan iki etkinliğe katılmış, kamp yerinden bisiklet yarışına kadar birçok sorun yaşamıştık. Hatta bisiklet yarışında da ufak şike denemeleri yaparak ortalığı karıştırmış, birinci olan arkadaşımıza ödülün verilmemesiyle, bir daha Elazığ'da yapılacak etkinliklere katılırken bir kez daha düşünmeye karar vermiştik. Bakalım Tunceli bu konuda nasıl sürprizler hazırlamıştı bize!
Pertek feribotundan güneşi uğurluyoruz. Pertek'in dağlarını aşarken bol bol geyik yapıyoruz. Tunceli ufukta göründüğünde heyecanımız katlanıyor. Munzur'un kıyısında kamp, kimi heyecanlandırmaz ki! Şehir merkezini geçip Ovacık yoluna sapıyoruz. Kamp yerimiz Esinti Çay Bahçesini bulduğumuzda yanan kamp ateşini ve etrafında keyif yapanları gördüğümüzde, ne zamandır özlediğimiz şeyin bu olduğunu, sınavlardan, işten güçten bir-iki günlüğüne de olsa sıyrılacağımızı biliyoruz.
Çadırlarımızı kurduktan sonra bize özel, bir tepeleme tavuklu yemekle karnımızı doyuruyoruz. Oh mis! Fark etmesek de yol bizi yormuş. Kamp ateşiyle hipnotize olurken saatler geçiyor. Matıma uzanırken ateş başında söylenen şarkıları, okunan şiirleri hatırlamaya çalışıyorum. O arada küt diye uyumuşum. Küt diye uyuyunca, sabahın köründe de zank diye kalkılıyor. Uyanmaya çalışan zombilerin doğa yürüyüşüne gideceğini işitip, hemen hazırlanıyoruz. Bol çaylı bir kahvaltının ardından minibüslere doluşup Mazgirt'in yolunu tutuyoruz.
İlk durağımız Mazgirt. Alışverişin ardından Kale köyündeki kaleyi ziyaret ediyoruz. Bir saat boyunca kaledeki odaların fotoğrafını çektikten sonra Kırklar dağına doğru yürüyüşe başlıyoruz. Yaklaşık 30 kişilik ekip, kimse bileğini dahi burkmadan, düşük bir tempoyla Kırklar dağına varıyoruz. Yorgun bir halde kamp alanına dönüyoruz. "Herhalde bizi ancak iyi bir uyku paklar!" derken bir bakıyoruz ki bisikletlerimize atlamış, Diyarbakır'dan gelen Tigris Bisiklet Kulübü'yle Pilvenk şelalesine gidiyoruz! Şelalenin soğuk suyu kafamıza pata küte düşerken kendimize geliyoruz. Akşam kamp ateşi için hazırız!
Kamp ateşinin başında nereden insan yok ki! Biz Elazığ'dan geldik, İstanbul'dan da bir minibüs dolusu katılımcı, Diyarbakır'dan gelen bisikletçiler, Rize'den gelen rafting tayfası, Erzincan'dan gelen sporcular, her biri başka bir şehirden gelen motosikletçiler... Kamp ateşi gün batmadan yanıyor, yemeklerimizi yedikten sonra kuruluyoruz araç lastiklerine.
Ateş başında gitar ve darbuka eşliğinde şarkılar söyleniyor. Bu güzel ortam bırakılıp da gidilir mi? Ama göz kapakları söz dinlemiyor. Gece 12'de başlayan uyku sabahın köründe bitiyor. Bu gün festivalin son günü. Kahvaltımızı yapıp bisikletlerimize atlıyoruz. Evvela rafting yarışlarının son ayağını izleyip yine Ovacık yolundaki Pilvenk şelalesine gideceğiz. Toplanıp yola düşüyoruz. Yolda bir şey dikkatimizi çekiyor: Tunceli yollarında bisikletliye muazzam bir saygı var. Araçlar sizi -korna çalmadan- arkanızdan takip ediyor, uygun bir noktada, arada mesafe bırakarak geçiyorlar.
Güneş batarken Pertek'in girişine varıyoruz. Üstünde, birçok dilde "Barış" yazan anıtı geçtikten sonra feribota biniyoruz. Feribotta, buraya nasıl vardıklarını anlayamadığımız martılar, kendilerine atılan simitleri havada kapmaya çalışırken feribot hareket ediyor. Pertek Kalesi manzarasıyla Elazığ'a geçip eğlenceli bir etkinliğin de sonuna geliyoruz. Ve şunu anlıyoruz ki, Tunceli -veya Dersim- eğlenmeyi bilen ve başkalarını da bu eğlenceye katmak isteyen insanların şehri. Elazığ gibi "Etkinlik olsa da birileri bizi eğlendirse!" diyenlerin değil.
Saat yedi buçukta, güneş ufukla öpüşürken yola ancak düşebiliyoruz. Rotamız Pertek üzerinden Tunceli. Recep ikimizden heyecanlı. İlk kez Tunceli'ye gidiyor. Biz de etkinliğin nasıl geçeceği konusunda tartışıyoruz. Mayıs ayında birçok eksikliği olan iki etkinliğe katılmış, kamp yerinden bisiklet yarışına kadar birçok sorun yaşamıştık. Hatta bisiklet yarışında da ufak şike denemeleri yaparak ortalığı karıştırmış, birinci olan arkadaşımıza ödülün verilmemesiyle, bir daha Elazığ'da yapılacak etkinliklere katılırken bir kez daha düşünmeye karar vermiştik. Bakalım Tunceli bu konuda nasıl sürprizler hazırlamıştı bize!
Pertek feribotundan güneşi uğurluyoruz. Pertek'in dağlarını aşarken bol bol geyik yapıyoruz. Tunceli ufukta göründüğünde heyecanımız katlanıyor. Munzur'un kıyısında kamp, kimi heyecanlandırmaz ki! Şehir merkezini geçip Ovacık yoluna sapıyoruz. Kamp yerimiz Esinti Çay Bahçesini bulduğumuzda yanan kamp ateşini ve etrafında keyif yapanları gördüğümüzde, ne zamandır özlediğimiz şeyin bu olduğunu, sınavlardan, işten güçten bir-iki günlüğüne de olsa sıyrılacağımızı biliyoruz.
Çadırlarımızı kurduktan sonra bize özel, bir tepeleme tavuklu yemekle karnımızı doyuruyoruz. Oh mis! Fark etmesek de yol bizi yormuş. Kamp ateşiyle hipnotize olurken saatler geçiyor. Matıma uzanırken ateş başında söylenen şarkıları, okunan şiirleri hatırlamaya çalışıyorum. O arada küt diye uyumuşum. Küt diye uyuyunca, sabahın köründe de zank diye kalkılıyor. Uyanmaya çalışan zombilerin doğa yürüyüşüne gideceğini işitip, hemen hazırlanıyoruz. Bol çaylı bir kahvaltının ardından minibüslere doluşup Mazgirt'in yolunu tutuyoruz.
İlk durağımız Mazgirt. Alışverişin ardından Kale köyündeki kaleyi ziyaret ediyoruz. Bir saat boyunca kaledeki odaların fotoğrafını çektikten sonra Kırklar dağına doğru yürüyüşe başlıyoruz. Yaklaşık 30 kişilik ekip, kimse bileğini dahi burkmadan, düşük bir tempoyla Kırklar dağına varıyoruz. Yorgun bir halde kamp alanına dönüyoruz. "Herhalde bizi ancak iyi bir uyku paklar!" derken bir bakıyoruz ki bisikletlerimize atlamış, Diyarbakır'dan gelen Tigris Bisiklet Kulübü'yle Pilvenk şelalesine gidiyoruz! Şelalenin soğuk suyu kafamıza pata küte düşerken kendimize geliyoruz. Akşam kamp ateşi için hazırız!
Kamp ateşinin başında nereden insan yok ki! Biz Elazığ'dan geldik, İstanbul'dan da bir minibüs dolusu katılımcı, Diyarbakır'dan gelen bisikletçiler, Rize'den gelen rafting tayfası, Erzincan'dan gelen sporcular, her biri başka bir şehirden gelen motosikletçiler... Kamp ateşi gün batmadan yanıyor, yemeklerimizi yedikten sonra kuruluyoruz araç lastiklerine.
Ateş başında gitar ve darbuka eşliğinde şarkılar söyleniyor. Bu güzel ortam bırakılıp da gidilir mi? Ama göz kapakları söz dinlemiyor. Gece 12'de başlayan uyku sabahın köründe bitiyor. Bu gün festivalin son günü. Kahvaltımızı yapıp bisikletlerimize atlıyoruz. Evvela rafting yarışlarının son ayağını izleyip yine Ovacık yolundaki Pilvenk şelalesine gideceğiz. Toplanıp yola düşüyoruz. Yolda bir şey dikkatimizi çekiyor: Tunceli yollarında bisikletliye muazzam bir saygı var. Araçlar sizi -korna çalmadan- arkanızdan takip ediyor, uygun bir noktada, arada mesafe bırakarak geçiyorlar.
Güneş batarken Pertek'in girişine varıyoruz. Üstünde, birçok dilde "Barış" yazan anıtı geçtikten sonra feribota biniyoruz. Feribotta, buraya nasıl vardıklarını anlayamadığımız martılar, kendilerine atılan simitleri havada kapmaya çalışırken feribot hareket ediyor. Pertek Kalesi manzarasıyla Elazığ'a geçip eğlenceli bir etkinliğin de sonuna geliyoruz. Ve şunu anlıyoruz ki, Tunceli -veya Dersim- eğlenmeyi bilen ve başkalarını da bu eğlenceye katmak isteyen insanların şehri. Elazığ gibi "Etkinlik olsa da birileri bizi eğlendirse!" diyenlerin değil.


