Sabah 7'de Pamukkale Üniversite Hastanesinin önünde buluştuk. Ekip ben, İsmail, Cahide, Ali, Huzeyfe, Yunus, Alper ve Mehmet Ali'den oluşuyordu. Ekip enerjik ve heyecanlıydı. Alper zıp zıp zıplıyor, yerinde duramıyordu. Ben eli yanan karım Hatice'nin yokluğundan biraz buruktum.
Bağbaşına sürmeye başladık. Kafamızda belli bir güzergah yoktu. Yolun bizi nereye götüreceği, Alper'in kısırı ve Hatice'nin böreklerini ne zaman mideye indireceğimizi bilemiyorduk. Bu bilinmezlik heyecanı ve performansı katlamıştı.
Köylerde rastladığımız amcalar ve teyzeler bize heyecanla yol tarif etmeye çalışıyor, hangi yol daha güzel nerede çeşme var, neresi yeşillik gibi konularda ise çelişkili ifadeler veriyorlardı.
Sonunda Gökpınara doğru tırmanmaya başladık. Biraz yükseldiğimizde aşağıda kalan, bizim yola paralel bir yol gördük. Bu küçük vadicik gerçekten yeşildi ve suyun sesi şırıl şırıl değil gürül gürül geliyordu. Bizi bir heyecan kapladı oraya inmeliydik ama nasıl. Ali ve Mehmet Ali gönüllü oldular, çantalarını bize bırakıp kısa bir keşif turu sonrasında muhteşem doğası olan bir yer bulduklarını ve ilk hatta belki de son piknik yerimizin burası olabileceğine karar verdiler. Bu arada biz yoldan çevirdiğimiz bir kamyonete güzergah sorduğumuzda Gökpınarın pek de makbul bir yer olmadığına karar verdik.
Ekip hemen dik rampadan aşağı salmaya başladı. Cahide’nin hızı gerçekten bizi şaşırtmıştı. Sanırım şanını duyduğu kısırı biran evvel test etmek istiyordu. Yolumuz dereler, ufak bataklıklar tarafından kesildi. Ama kararlı ekip yoluna devam edip eski santrale ulaştı. Doğa gerçekten çok güzeldi. Buradaki kısa fotoğraf, Gençlerin setler üzerinde zıp zıp zıplaması molasından sonra iki Ali’nin keşfettiği gizli vahaya giden 500 m gerideki ufak keçi yolana daldık. Ancak oda ne? Birkaç metre sonra yol tamamen bitmiş, biz bisikletlerin yürümeyeceği yükseltilerden dereye inmeye başlamıştık. Kurduğumuz insan köprüsü bisikletleri elden ele tepeden aşağı, derenin bir kıyısından diğerine ve yine tepeden yukarı taşıdı. Sonunda büyük kayaların olduğu, güneşin toprağa erişemediği bir açıklığa geldik.
Arkadaş kısırın hakkını vermek lazım. Adam döktürmüş. Bu arada Hatice evde ama aklı ve ruhu bizdeydi; tabi börekleri de midemizde. Yarım saatlik mola ve doyan mideler bizi ateşledi. Gezinin daha başında yaptığımız bu keşif bizi heyecanlandırmış, kim bilir daha ne muhteşem yerler bulacağız yanılgısına itmişti.
Geri tırmanmak yerine şu paralel yola bir geçit aramaya karar veren ben, Ali ve İsmail ağaçların arasında bir keşfe çıktık. Derenin içinde, çalıların ve ağaların arasından yaptığımız zorlu yolculuk sonucunda, bu yolun bisikletlerde daha da zorlu olacağına karar verdik. Sonuçta ekip toplandı, geldiğimiz yoldan geri dönmeye başladık. Yine köprümüzü kurup bisikletleri elden ele taşıdık.
Gelişte Alper’in patlayan lastiğini kıskanan Yunusun lastiği de dönüş yolunda kapris yaptı. Ayrıca İsmail’in sağlam sağ dizi, yol boyunca ağrıyan sol dizini ve ona gösterilen ilgiyi kıskanmış olacak, ben de ağrıyacağım arkadaş demeye başladı. Bu duruma sinirlenen bisikleti ise krizler geçiriyor, nereye yaslasak durmuyor kendini yerden yere atıyordu. Bu durum İsmail’i germiş, gerilen İsmail ekibi endişelendirmişti.
Her zaman ki gibi unutulan ekmekler köyden temin edildi. Serin yerler tarif eden amcanın ağustos sıcağında oduncu gömlek ve üzerine yün kazak giymiş olması dikkatimizi çekti. Verdiği güzergahın pek güvenilir olmayacağına karar verdik. Bağbaşı tarlalarına doğru inmeye başladık. Bu arada lastikler, dizler ve bisikletlerden sonra sıra benim yeni aldığım arka yük selesine gelmişti. Sürekli çantaları üzerinden atıyor, bizi çıldırtıyordu. Sonunda saminin alabalık lokantası diye bir yere geldik. Pes etmiş, yayılmaya ve mangalımızı erkenden yakmaya karar vermiştik. Ancak sami efendi biz kabul etmedi. Bu sinir katsayımızı biraz daha arttırdı.
Yeniden yoldaydık. Aldığımız tarifler bize yeniden dere kenarı, ağaç gölge ve serinlik vaat ediyordu; ama bir türlü ulaşamıyorduk. Alper ve ben keşif kolu olmaya karar verdik. Biraz bastıktan sonra vaat edilen toprakları bulduk ve ekibi getirdik. Ancak bir sorun vardı. Burası basık, sıcak ve çöp doluydu. Sinirler iyice gerilmişti. Güneş artık tepedeydi. Hemen bir şeyler yapılması gerekiyordu. Bu sırada bağbaşı ana caddeye 2,5 km mesafede olduğumuz öğrendik. Turu eskiden bildiğim bir yerde Çiftlik restoranda tamamlamayı önerdim. Ekip olaya hemen atladı ve yola koyulduk. Yaklaşık 20 dk. sonra çiftlik restorandaydık.
Sorunlar peşimizi bırakmıyordu. Restoran el değiştirmişti, yeni sahipleriyle tanışmıyorduk. Akşam düğün olduğu ve servis kapalı olduğu bizi kabul etmiyordu. İşte tam bu sırada İsmail bir aslan gibi kükremeye başladı. Bir yandan ben de bastırıyordum. Bizden kurtulamayacağını anlayan adam mecbur izin verdi. Artık ağaçlar ile çimlerin arasında serin bir yer bulmuştuk. Neşeniz yerindeydi. Hemen Hatice'yi aradım bize katılması için. O da atladı arabaya geldi.
İsmail sucuk işini hakikaten abartmıştı. Patates salatamızı(Huzeyfe’nin çiğ patatesleriyle), domates söğüşümüzü hazırlayıp mangalı yaktık. Ekip doymuş, kalan sucukları Ali ve ben yazık olmasın diye mideye indirmiştik. Mekanın köpekleri bu duruma biraz bozuldu ama yine de kendilerini sevdirdiler.
Çay kahve ve koyu bir muhabbet derken saat 17.30 oldu ve dönüş yoluna koyulduk. Son durağımız kampus yanındaki Icecafeydi. Artık müdavimi olduğumuz bu mekanda çok sıcak karşılandık. Yorgunluk çayları, soda dondurma derken saati 19.20 yaptık ve geziyi sonlandırdığımıza karar verdik.
Kilometre 25 diyordu. Mesafe kısaydı. Ama keyifler yerindeydi. Bu bir keşif turuydu ve kısa olması normaldi. Keşfettiğimiz yerlerden memnunduk. Herkes eğlenmiş, gün güzel geçmişti. Ali'nin dediği gibi gezmek lazım arkadaş. Belki 100 km yapmadık, ama yapsak daha fazla eğlenmezdik. Bu sıcak günlerde bisikletle yapılacak daha güzel bir aktivitede olamaz bence.
Bakalım önümüzdeki çarşamba toplantısı ne getirecek. Yeni maceralar olacağı kesin…
Sevgiler, pedala basmayı unutmayın, sakin ve keyifle...